ten |
: | تن |
(f. i.) : 1) insan vücudunun dış yüzü. 2) gövde, vücut, beden. Ahen-ten : demir bünyeli, bünyesi demir gibi sağlam olan* Nerm-ten : yumuşak vücutlu. |
tenâcî |
: | تناجی |
(a. i.) : fısıldaşma, fısıltı ile konuşma. |
tenâdd |
: | تناد |
(a. i. nidâd ve nedd'den.) : 1) birbirinden ürkme. 2) dağılma, perişan olma. Yevm-üt-tenâdd : kıyamet günü. (bkz. : rûz-i mahşer). |
tenadî |
: | تنادی |
(a. i. nidâ'dan) : birbirine nida etme, bağırma. Yevm-üt-tenâdî : kıyamet günü. |
tenâdüm |
: | تنادم |
(a. i. nedem'den) : konuşma, (bkz. : musâhabet). |
tenâdür |
: | تكوير |
(a. İ.) : nâcfirleşme, az bulunur olma. |
tenaffut |
: | تنفط |
(a. i.) : 1) çok hiddetlenme, ateş püskürme. 2) hek. yakı yapıştırmakla cildin kabarması. |
tenâfî |
: | تنافی |
(a. i.) : birbirine zıt ve muhalif olma. |
tenâfi-i akvâl |
: |
fels. antilogie. |
|
tenâfür |
: | تنافر |
(a. i. nefret'den) : 1) birbirinden nefret etme, birbirinden ürküp kaçma. 2) ed. kulağa hoş gelmiyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması. |
tenâfür-i hurûf |
: |
ed. kulağa hoş gelmiyen harflerin bir arada bulunması. [Meselâ Nâbî'nin : "letafet kat kat olmuş arızında nesterenlenmiş" -mıs-raındaki "nesterenlenmiş" kelimesi gibi] |
|
tenâfür-i kelimât |
: |
ed. kulağa hoş gelmiyen kelimelerin bir arada bulunması. [Meselâ Amidli Hâ-mi'nin "ey andelîb; o gül uyumuşmuş ses istemez" mısraındaki "uyumuşmuş" kelimesi gibi] |
|
tenâfüs |
: | تنافس |
(a. i. c. : tenâfüsât) : haset etme, çekememe. |
tenâfüsât |
: | تنافسات |
(a. i. tenâfüs'ün c.) : haset etmeler, çekememeler. |
tenaggum |
: | تنغم |
(a. i. nağme'den. c. : tenaggumât) : şarkı söyleme, [alay makamında kullanılır] |
tenahhî |
: | تنحی |
(a. i.) : alarga durma, bir yana çekilme. |
tenahhum |
: | تنخم |
(a. i.) : 1) asık suratlı olma. 2) balgam çıkarma, (bkz. : tekaşşu'). |
tenâhî |
: | تناهی |
(a. i. nihâyet'den) : bitme, tükenme. Bî-tenâhî : bitmez-tükenme, sonsuz. |
tenahnuh |
: | تنحنح |
(a. i. nahnaha'dan c. : tenahnuhât) : gırtlağını temizlemek üzere hırıltılı ses çıkarma ve çıkarılan bu ses; öksürme. |
tenahnuhât |
: | تنحنحات |
(a. i. tenahnuh'un c.) : gırtlağını temizlemek üzere hırıltılı sesler çıkarmalar ve böyle çıkarılan sesler; öksürmeler. |
tenâî |
: | تنائی |
(a. i.) : uzaklık. |
tenakkud |
: | تنقد |
(a. i.) : (bkz : intikad). |
tenakkul |
: | تنقل |
(a. i. nukl'den) : 1) bir yerden bir yere geçme. 2) meze yeme. |
tenakkut |
: | تنقط |
(a. i. nokta'dan) : nokta nokta olma, benek benek olma. |
tenakus |
: | تناقص |
(a. i. naks'dan. c. : tenâ-kusât) : azalma, eksilme. |
tenâkusât |
: | تناقصات |
(a. i. tenâkus'un c.) : azalmalar, eksilmeler. |
tenakuz |
: | تناقض |
(a. i. nakz'dan. c. : tenâkuzât) : çelişme, insanın bir sözü ötekini çürütmesi, bir sözü ötekine uymaması, * karşıtlık, zıddiyyet. (bkz. : mübâyenet). |
tenâkuzât |
: | تناقضات |
(a. i. tenâkuz'un c.) : tenakuzlar, çelişmeler. |
tenâküh |
: | تناكح |
(a. i. nikâh'dan) : nikahlanma. |
tenâkür |
: | تناكر |
(a. i. nekr'den) : 1) bilmezlenme, bilmezlikten gelme. 2) psik. * karşıt-duygu, antipati, fr. antipathie, |
tenânîr |
: | تنانير |
(a. i. tennûr'un c.) : 1) tandırlar, ocaklar, fırınlar. 2) su pınarları. |
ten-âsân |
: | تن آسان |
(f. b. s.) : -rahatını düşünen [adam] |
ten-âsânî |
: | تن آسانی |
(f. b. i.) : rahatınt düşünme. |
tenassub |
: | تنصب |
(a. i.) : dikilip durma, (bkz. : intisâb). |
tenassuh |
: | تنصح |
(a. i.) : aklı başına getme; öğüt alma. |
tenassuk |
: | تنسق |
(a. i.) : düzenleme, sıralanma, nizâmına konma. |
tenassur |
: | تنصر |
(a. i. : nasrân'dan) : Hıristiyan olma. |
tenisur |
: | تناصر |
(a. i. nasr'dan) : yardım-'laşma. (bkz. : teâvün). |
tenâsüb |
: | تناسب |
(a. i. nisbet'den) : uyma, uygunluk; birbirini tutma; yakışma; mat. * orantı, fr. proportion. İyrtâtn-ı tenâsüb : ed. birçok mânâsı olan bir sözün bir mânâsiyle diğer bir kelimenin mânâsı arasında münâsebet bulunması. [Meselâ Nâbî'nin : "pek uçurma bildiğim kuştur benim ey bâğbân * bülbülün gülzâr-ı âlemde hezâ-rın görmüşüz" beytinde : "uçurma" ile "kus" ve "bülbül" ile "hezâr" kelimelerinin bir arada bulundurulması gibi] |
tenâsübî |
: | تناسبی |
(a. i. s.) : tenasübe mensup, tenasüple ilgili. 2) mat. sayılar arasındaki tenasüple, * oranla ilgili. |
tenasüh |
: | تناسخ |
(a. i. nesh'den) : 1) fels. *ruh göçümü, ruh sıçraması, ruhun bir cisimden ötekine, bâzan da insandan hayvana ve hayvandan insana geçmesi inancı, fr. metempsycose. 2) fık. mirasçının, mirastan önce ölütniyle miras malın onun mirasçılarına kalması. |
tenâsühî |
: | تناسخی |
(a. s. c. : tenâsühiyyûn) : 1) ruh göçümüne âit, ruh göçümü ile ilgili. 2) ruh güçümüne inanan. |
tenâsühiyyûn |
: | تناسخيون |
(a. i.) : run göçümüne inananlar. |
tenasül |
: | تناسل |
(a. i. nesl'den) : birbirinden doğup üreme; türeme; üretme. Alât-ı tenasül : anat. üretme organları. |
tenâsül-i bikrî |
: |
biy. partenojenez, fr. partheno-geneshe. |
|
tenâsül-i gayr-i mütecanis |
: |
iki ayrı cins hayvanın çiftleştirilmesiyle melez bir cins yetiştirme. |
|
tenasülleri beyzî |
: |
biy. yumurtlıyanlar, fr. ovi-pares. |
|
tenasülleri ievellüdî |
: |
biy. doğuranlar, fr. viv-pares. |
|
tenasül-bi-nefsihi |
: | تناسل بنفسه |
(a. b. i.) : biy. kendiliğinden türeme. |
tenasüli |
: | تناسلی |
(a. s.) : tenasül ile, 'nesil yetiştirmekle ilgili. |
tenâsür |
: | تناثر |
(a. i.) : 1) saçılma, serpilme. 2) püskürme. |
tenâşîr |
: | تناشير |
(a. i. c.) : çocuk yazısı, acemi yazısı. |
tenâşüd |
: | تناشد |
(a. i. neşîde'den) : karşılıklı sür okuma, (bkz. : münâşede). |
tenattuf |
: | تنطف |
(a. i.) : küpe takma. |
tenâtuh |
: | تناطح |
(a. i.) : süsüşme, birbirini süsme [hayvanlar] |
tena'um |
: | تنعم |
(a. i. ni'met'den. c. : tena'umât) : nimet içinde, bolluk içinde bulunarak rahat etme. |
tena'umât |
: | تنعمات |
(a. i. tena'um'un c.) : nimetler. |
ten-âver |
: | تن آور |
(f. b. s. c. : ten-âve-rân) : etine dolgun, etli canlı. |
ten-âver ân |
: | تن آوران |
(f. b. s. ten-âver'in c.) : etine dolgun, etli canlı kimseler. |
tenâvüb |
: | تناوب |
(a. i. nevbet'den) : nöbetleşme. |
tenâvül |
: | تناول |
(a. i. nevl'den) : alıp yeme, alınıp yenilme. |
tenâvüm |
: | تناوم |
(a. i. nevm'den) : uyur gibi görünme, yalandan uyuma. |
tenâvür |
: | تناور |
(a. i.) : iri vücutlu kimse. |
tenâzu' |
: | تنازع |
(a. i. nez'den) : çekişme, uğraşma. |
tenâzu'bi-l-eydî |
: |
fık. iki kişinin zilyet oldukları, ellerinde bulundurdukları bir gayrimenkul için kavga etmeleri. tenizu-ı fi'leyn : gr. iki fiilin bir birinden türemesi. |
|
tenazur |
: | تناظر |
(a. i. nazar'dan) : 1) birbirinin karşısında olma, birbirine bakma. 2) mat. * bakışım, simetri, fr. symetrie. |
tenâzurî |
: | تناظری |
(a. s.) : mat. bakışık, simetrik, fr. syme'trique. |
tenazzuf |
: | تنظف |
(a. i.) : temizlenme, paklanma. |
tenazzum |
: | تنظم |
(a. i.) : (bkz. : intizâm). |
tenazzur |
: | تنظر |
(a. i.) : düşünerek, dikkatle bakma. |
tenbâkû |
: | تنباكو |
(f. i.) : tömbeki, nargile ile içilen tütün. |
tenbâl |
: | تنبال |
(a. s.) : kısacık boylu, bodur [adam] |
tenbân |
: | تنبان |
(f. i.) : don, iç donu, tuman. |
tenbel |
: | تنبل |
(f. s.) : tenbel, üşengeç; ağır davranan [işte] |
tenbel-hâne |
: | تنلخانه |
(f. b. i.) : iş görülmiyen yer, miskinler yeri. tenbelîi : "ayvan yükü, küçük yük. |
tenbîh |
: | تنبيه |
(a. i. c. : tenbîhât) : 1) uyandırma, uyarma. 2) psik. *uyarım, fr. excitation. 3) bir işin yapılmasını, bırakılmasını, veya o işten vazgeçilmesini tekrar tekrar hatırlatma. |
tenbîhât |
: | تنبيهات |
(a. i. tenbîh'in c.) : tenbihler. |
tenbûl |
: | تنبول |
(f. i.) : Hindistan halkının, dişlerini temizlemek, dudaklarını kızartmak için çiğnedikleri bir yaprak. |
tencîm |
: | تنجيم |
(a. i. necm'den. c. : ten-cîmât) : yıldız ilmi ile uğraşma. |
tencimât |
: | تنجيمات |
(a. i. tencîm'in c.) : yıldız ilmi ile uğraşmalar. |
tencîs |
: | تنجيس |
(a. i. necaset'den) : pisleme, pis etme. |
tenciye |
: | تنجيه |
(a. i. necât'dan) : kurtarma, (bkz. : tahlîs). |
tencîz |
: | تنجيز |
(a. i.) : sona erdirme; sonuç. |
tendiye |
: | تنديه |
(a. i.) : ıslatma, nemleme, nemlenme. |
ten-dürüst |
: | تندرست |
(f. b. s.) : vücudı* sağlam, sağlam vücutlu, sağlam, kuvvetli. |
ten-dürüst |
: | تندرستی |
(f. b. i.) : vücui sağlığı, sağlamlık, kuvvetlilik. |
tene |
: | تنه |
(f. i.) : 1) vücut, beden, gövde, cüsse. 2) örümcek ağı. (bkz. : beyt-ül-ankebut). |
tenebbî |
: | تنبی |
(a. i. nübüvvet'den) : peygamberlik iddiasına kalkışma, (bkz. : tenebbü'). |
tenebbü' |
: | تنبؤ |
(a. i. nübüvvet'den) : peygamberlik iddiasına kalkışma, (bkz. : tenebbî). |
tenebbü' |
: | تنبع |
(a. i. nebeân'dan) : yerden kaynama. |
tenebbüh |
: | تنبه |
(a. i.) : 1) uyanma, uykudan kalkma. 2) gafletten kurtulma, kendine gelme, aklını başına toplama. 3) psik. "uyarım, fr. excitation. (bkz : intibah). |
tenebbüt |
: | تنبت |
(a. i. nebât'dan c. : te-nobbütât) : bitkllenme, yerden bitme; çimlenme. |
tenebbütât |
: | تنبتات |
(a. i. tenebbüt'ün c.) : bitkilenmeler, yerden bitmeler, çimlenmeler. |
tenebbütât-ı lâhmiyye |
: |
hek. vücûdun bâzı yerlerinde dut tanesi şeklinde- meydana gelen fazla* et kabarcıkları. |
|
teneddüb |
: | تندب |
(a. i. nedbe'den) : [yara] kapanma. |
teneddüm |
: | تندم |
(a. i. nedâmet'den) : pişman olma. |
teneffu' |
: | تنفع |
(a. i. nef den c. : tenef-fuât) : faydalanma. |
teneffuât |
: | تنفعات |
(a. i. teneffu'un c.) : faydalanmalar. |
teneffuh |
: | تنفح |
(a. i. nefh'den) : 1) şişme, kabarma. 2) üflenerek şişme. 3) urlarıma. |
teneffuh |
: | تنفخ |
(a. i.) : boş lâflarla gururlanma. |
teneffül |
: | تنفل |
(a. i.) : nafile namez kılma veya oruç tutma. |
teneffür |
: | تنفر |
(a. i. nefret'den) : iğrenme, tiksinme. |
teneffüs |
: | تنفس |
(a. i. nefes/den) : 1) nefes, soluk alma. 2) yorgunluk almak için dinlen me. 3) okulda ders araları verilen dinlenme. 4) tan yeri ağarma. 5) deniz suyunun dalga ile sahile vurması. |
teneffüs-i safîrî |
: |
hek. havanın teneffüs borularına girdiği veya çıktığı sırada işitilen gayri tabiî ses. |
|
teneffüs-i sınaî |
: |
hek. boğazdan açılan sun't bir delik vâsıtasiyle hastanın teneffüs etmesi. |
|
teneffüsât |
: | تنفسات |
(a. i. teneffüs'ün c.) : teneffüsler. |
teneffüs-hâne |
: | تنفسخانه |
(a. f. b. i.) : okullarda ders haricî dinlenme yeri. |
teneffüz |
: | تنفذ |
(a. s. nefz'den) : nüfuzlu, nüfuz sahibi, sözü geçer olma. |
tenekkür |
: | تنكر |
(a. i. nekr'den) : bilinmiyecek, tanınmıyacak kılığa girme; kendini bildirmeme; tebdil gezme. |
tenekküs |
: | تنكس |
(a. i. nüks'den) : başa-şağı olma. |
tenemmî-i nev'î |
: | تنمئ توعی |
(a. b. i.) : fels. fr. philogenie. |
tenemmül |
: | تنمل |
(a. i. neml'den) : 1) karınca gibi kaynama. 2) hek. vücûdun bir tarafı, bir organı uyuşup karıncalanma. |
tenemmür |
: | تنمر |
(a. i. nimr'den. c. : tenemmürât) : 1) kaplanlaşma, kaplan huylu olma. birini korkutmak için günbürtülü ses çıkarma. korkutma, (bkz. : tehdîd). |
tenemmürât |
: | تنمرات |
(a. i. tenemmür'ün c.) : 1) kaplanlaşmalar. 2) korkutmak için gürültülü ses çıkarmalar. 3) korkutmalar, (bkz. : teh-dîdât). |
tenemmüv |
: | تنمو |
(a. i. nema ve nümüvv'den) : gelişip büyüme. |
tenessüh |
: | تنسخ |
(a. i.) : pek güzel, eşsiz, çok az bulunur olma. |
tenessüm |
: | تنسم |
(a. i. nesîm'den. c. : tenessümât) : hava teneffüs etme. |
tenessümât |
: | تنسمات |
(a. i. tenessüm'ün c.) : hava teneffüs etmeler. |
tenessür |
: | تنثر |
(a. i.) : açılma, serpilme, yayılma, (bkz. : intişâr). |
tenesşî |
: | تنثی |
(a. i.) : neşvelenme, sarhoş olma. |
teneşşut |
: | تنشط |
(a. i. neşat'dan) : keyiflenme, şenlenme, ferahlanma. |
teneşşüb |
: | تنشب |
(a. i.) : bir şeye ilişip tutulma, (bkz. : intişâb). |
teneşşüf |
: | تنشف |
(a. i.) : emme, çekme, soğurma [suyu, rutubeti] |
teneşşür |
: | تنشر |
(a. i.) : (bkz. : intişâr). |
tenevvuh |
: | تنوح |
(a. i. nevha'dan. c. : tenevvuhât) : feryâdederek ağlama [ölünün arkasından-] |
tenevvuhât |
: | تنوحات |
(a. i. tenevvuh'un c.) : feryâdederek ağlamalar [ölü için] |
tenevvü' |
: | تنوع |
(a. i. Kiev'den c. : te-nevvüât) : çeşitlenme, çeşit çeşit olma, çeşitlilik. |
tenevvüât |
: | تنوعات |
(a. i. tenevvü'ün c.) : çeşitlenmeler, çeşit çeşit olmalar. |
tenevvüm |
: | تنوم |
(a. i. nevm'den) : uyuklama, pinekleme. |
tenevvür |
: | تنور |
(a. i. nûr'dan) : nurlarıma, parlama, ışıldama, aydınlık olma. |
tenezzehe |
: | تنزه |
(a. i.) : "berî ve uzaktır" mânâsına Allah hakkında kullanılır. |
tenezzüh |
: | تنزه |
(a. i. nüzhet'den) : gezinti, (bkz. : teferrüc). |
tenezzül |
: | تنزل |
(a. i. nüzûl'dan) : 1) inme, aşağılama. 2) gönül alçaklığı, kibirsizlik. 3) düşme, inme [fiyat] |
tenezzülen |
: | تنزلا |
(a. zf.) : gönül alçak-îığıyle, alçak gönüllülükle, kibirsizlikle. |
tenfîh |
: | تنفيخ |
(a. i. nefh'den. c. : tenfîhât) : 1) çok üfleme, üfletme. 2) üfleyip şişirme, üflenip şişirilme. |
tenfihât |
: | تنفيخات |
(a. i. tenfîh'in c.) : 1) çok üflemeler, üfletmeler. 2) üfleyip şişirmeler, üflenip şişirilmeler. |
tenfîl |
: | تنفيل |
(a. i.) : huk. [eskiden] ülülemr tarafından harbe tergîb ve teşvîk için bir kısım gazîlere fazla sehim veya bâzı şeyler tahsîs ve îtâ edilmesi. |
tenfîr |
: | تنفير |
(a. i. nefret'den. c. : tenfîrât) : 1) nefret ettirme, ettirilme, iğrendirme, iğrendirilme, tiksindirme, tiksindirilme. 2) (nefîrden) : savaşa toplama; asker toplama. |
tenfîrât |
: | تنفيرات |
(a. i. tenfîr'in c.) : nefret ettirmeler, ettirilmeler, iğrendirmeler, iğrendi-rilmeler, tiksindirmeler, tiksindirilmeler. |
tenfîs |
: | تنفيس |
(a. i. nefes'den c. : tenfîsât) : nefeslendirme, nefeslendirilme, soluklandırma, soluklandırılma, ferahlandırılma. |
tenfisâ |
: | تنفيسات |
(a. i. tenfîs'in c.) : nefeslendirmeler, nefeslendirilmeler, soluklandırmalar, soluklandırılmalar, ferahlandırılmalar. |
tenfîş |
: | تنفيش |
(a. i. tenfisât) : pamuk atma, atılma; yün ditme, ditilme. |
tenfîşât |
: | تنفيشات |
(a. i. tenfîs'in c.) : pamuk atmalar, atılmalar; yün ditmeler, ditilmeler. |
tenfîz |
: | تنفيذ |
(a. i. nüfûz'dan. c. : tenfîzât) : nafiz kılma, hükmünü yürütme. |
tenfizât |
: | تنفيذات |
(a. i. tenfîz'in c.) : nüfuzlu kılmalar, hükmünü yürütmeler. |
teng |
: | تنگك |
(f. s.) : 1) dar, sıkıntılı [şey, yer] , (bkz : dayyık). Dehân-ı teng : küçük ağız. 2) i. denk, eşya, yük dengi. |
tengâr |
: | تنگار |
(f. b. i.) : 1) Allah. 2) yanına girilmesi zor olan kimse. 3) az bulunur ve değerli olması bakımından ele geçirilmesi kolay olmıyan şey. |
teng-çeşm |
: | تنگچشم |
(f. b. s.) : açgözlü. |
teng-çeştnî |
: | تنگك چشمی |
(f. b. i.) : açgözlülük. |
teng-dest |
: | تنگدست |
(f. b. s.) : elidar, züğürt. |
teng-destî |
: | تنگدستى |
(f. b. i.) : el-darlığı, züğürtlük. |
teng-dil |
: | تنگدل |
(f. b. s.) : yüreği dar, içi sıkıntılı, (bkz. : dil-teng). |
teng-dilî |
: | تنگدلی |
(f. b. i.) : daryüreklilik. (bkz. : dil-tengî). |
teng-havsala |
: | تنگك حوصله |
(f. a. b. s.) : havsalası dar, tahammülsüz [kimse] , (bkz. : tenük havsala). |
tengî |
: | تنگی |
(f. i.) : 1) darlık. 2) züğürtlük. |
tengis |
: | تنقيص |
(a. i. nags'dan) : hayâtını kederli, tasalı kılma. |
tengîz |
: | تنقيض |
(a. i.) : zindeliğini sarsma, zindeliği sarsılma. |
tengnâ |
: | تنگنا |
(f. i.) : 1) dar yer; geçit, boğaz, (bkz. : derbend). 2) mezar. |
teng-tar |
: | تنگتار |
(f. b. i.) : küçük, dar çadır. |
tenhâ |
: | تنها |
(f. s.) : 1) yalnız, ıssız, boş. 2) yalnız, tek. (bkz. : münferid, vahîd). |
tenhâ-nişîn |
: | تنهانشين |
(f. b. s.) : yalnız oturan. |
tenha-rev |
: | تنهارو |
(f. b. s.) : yalnız giden. |
tenhâyı |
: | تنهايی |
(f. i.) : tenhalık, yalnızlık, ıssızlık. |
tenhîl |
: | تنخيل |
(a. i.) : eleme, elenme [elek ile-] |
tenhît |
: | تنحيت |
(a. i.) : (bkz. : naht). |
tenide |
: | تنيده |
(f. s.) : 1) dokunmuş, örülmüş, (bkz. : mensûc). 2) i. Örümcek ağı. |
ten'îl |
: | تنعيل |
(s. i.) : 1) nallama, nallanma. 2) feski kimyada demir mâdeni ile başka bir mâdeni karıştırma mânâsında kullanılırdı] |
ten'îm |
: | تنعيم |
(a. i. ni'met'den) : 1) nîmetlendirme, nîmetlendirilme. 2) "evet" diye cevap verme. |
te'nis |
: | تأنيث |
(a. i. ünûset'den) : a. gr. (bir kelimeyi) müennes, dişi kılma, kılınma [kelimenin sonuna bir t getirilerek yapılır] |
te'nîs |
: | تأنيس |
(a. i. üns'den) : 1) munis kılma, alıştırma, alıştırılma 2) bir hayvanı terbiye edip kullanılır, işe yarar hâle getirme. |
ten'îş |
: | تنعيش |
(a. i.) : 1) yukarı kaldırma. 2) sürçüp düşen kimseye kalkması için duâ etme. |
tenîze |
: | تنيزه |
(f. i.) : uç, etek. |
tenîze-i kûh |
: |
dağ eteği. |
|
tenkir |
: | تنكار |
(f. i.) : kim. boraks, bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden meydana gelen tuz. |
tenkıye |
: | تنقيه |
(a. i.) : 1) ayıklayıp temizleme. 2) kalın bağırsağa su verme ve bu i; için kullanılan alet. (bkz. : hukne, ihtikarı). |
tenkid |
: | تنقيد |
(a. i. c. : tenkidât) : bir konuya âit yazıyı veya eseri değer bakımından gözden geçirme, * eleştirme, fr. critique. [doğrusu : "intikad" dır] |
tenkidât |
: | تنقيدات |
(a. i. tenkid'in c.) : tenkidler, fr. critiques. |
tenkîh |
: | تنكيح |
(o. i. nikâh'dan. c. : tenkîhât) : nikâh etme, edilme, nikâh kıyma, kıyılma, evlendirme, evlendirilme. |
tenkih |
: | تنقيح |
(a. i. c. tenkihât) : 1) bir şeyin fazla ve lüzumsuz kısımlarını çıkartıp düzeltme, ayıklama, arıtma. 2) hububatın taşını, toprağını ayıklama. 3) me'mur maaşlarından indirme. |
tenkihât |
: | تنقيحات |
(a. i. tenkih'in c.) : bütçeyi düzenlemek üzere me'mur maaşlarından yapılan indirmeler. |
tenkihât |
: | تنكيحات |
(a. i. tenkîh'in c.) : nikâh etmeler, edilmeler, nikâh kıymalar, kıyılmalar, evlendirmeler, evlendirilmeler. |
tenkil |
: | تنكيل |
(a. i. c. : tenkîlât) : 1) uzaklaştırma, (bkz. : teb'îd). 2) örnek olacak bir ceza verme 3) [birini] tepeleme. |
tenkîlât |
: | تنكيل |
(a. i. tenkîl'in c.) : 1) uzaklaştırmalar. 2) örnek olacak şekilde cezalandırmalar. 3) tepelemeler [düşmanları-] |
tenkîr |
: | تنكير |
(a. i. nekr'den. c. : tenkîrât) : 1) bilinmiyecek, tanınmıyacak hâle getirme. 2) a. gr. bir ismi nekre yapma, yânî harf-i tarifsiz, eliflâmsız kullanma. |
tenkîrât |
: | تنكيرات |
(a. i. tenkîr'in c.) : 1) bilinmiyecek, tanınmıyacak hâle getirmeler. 2) gr. isimleri nekre yapmalar. |
tenkis |
: | تنكيس |
(a. i. nüks'den) : 1) ba-şaşağı etme, edilme 2) boşaltma. |
tenkis |
: | تنقيص |
(a. i. noksân'dan. c. : tenkisât) : azaltma, kısma, indirme, eksiltme, eksiltilme. |
tenkisât |
: | تنقيصات |
(a. i. tenkis'in c.) : azaltmalar, indirmeler, eksiltmeler, eksiltilmeler. |
tenkis |
: | تنقيش |
(a. i. nakş'dan. c. : tenkişât) : nakşetme, nakışlama, nakışlanma, işleme, resim yapma. |
tenkişât |
: | تنقيشات |
(a. i. tenkiş'in c.) : nakşetmeler, nakışlamalar, resim yapmalar, işlemeler. |
tenkit |
: | تنقيت |
(a. i.) : fenasını atma, temizleme, (bkz. : tenkıye). |
tenkit |
: | تنقيط |
(a. i. nakt'den) : 1) noktalama; naktalanma [harf-] . 2) cümle içinde (v. b.) gibi işaretler kullanma, fr. ponetuation. |
tenkiz |
: | تنقيذ |
(a. i.) : kurtarma, (bkz : inkaz). |
tenmîk |
: | تنميق |
(a. i. nemk'den) : 1) güzel yazı ile yazma. 2) yazma, yazılma |
tenmîr |
: | تنمير |
(a. i.) : (bkz. : tenemmür). |
tenmiye |
: | تمنيه |
(a. i. nemâ'dan) : nemâlandırma, nemâlandırılma, artırma, artırılma. |
tennûb |
: | تنوب |
(a. i.) : çam ağacı. |
tennûb-i kâzib |
: |
bot. katran ağacı. |
|
tennûbiyye |
: | تنوبيه |
(a. i.) : bot. çamgiller, fr. abietinees. |
tennûbiyyet |
: | تنوبيت |
(o. i.) : kim. hâmız-ı tennûb'un esaslarla karışmasından meydana gelen tuzlar. |
tennûr |
: | تنور |
(a. i. c. : tenâhîr) : 1) fırın, 2) tandır. 3) etüv, fr. etüve. |
tennure |
: | تنوره |
(a. i.) : mevlevî dervişlerinin semâ âyîni sırasında giydikleri geniş eteklik. |
tennûre-pûş |
: | تنوره پوش |
(a. f. b. s.) : tennure giyen derviş. |
ten-perver |
: | تنپرور |
(f. b. s.) : kendini beslemeğe, rahatına düşkün, (bkz : keşlin). |
ten-perveri |
: | تنپروری |
(f. s.) : tenperverlik, tenbellik. (bkz. : kesel). |
ten-perverâne |
: | تنپرورانه |
(f. zf.) : tenper-vercesine, tenbelcesine. |
tensib |
: | تنسيب |
(a. i.) : münâsip görme, uygun bulma. |
tensik |
: | تنسيق |
(a. i. nesak'dan. c. : tensîkat) : 1) düzene, yoluna koyma, düzenleme, sıralama; düzeltme. 2) ed. bir isme birçok sıfat sıralama. |
tensîk-i irtikaî |
: |
ed. bir ibarede zikredilen bir kaç şeyin sıra tertibine göre mânâsının yükselmesi; alçalırsa : tensîk-i inkitâtî : denilir. |
|
tensîk-i sıfat |
: |
ed. bir şahsı, yahut bir şeyi birçok sıfatla zikretme. [Meselâ sevgiliye : "sıhhatim, ömrüm, hayât-ı câvidânimsin benim" şeklinde ifâde ediş gibi] |
|
tensîk-us-sıfât |
: |
gr. bir ismin sıfat adedini çoğaltma san'atı. |
|
tensikat |
: | تنسيقات |
("ka" uzun okunur. a. i. tensîk'in c.) : düzen verme [ler] , düzenle-me [ler] . (bkz. : ıslâh). |
tensîr |
: | تنثير |
(a. i.) : 1) saçma, serpme. 2) ed. nazmı nesre tahvîletme. |
tensîr |
: | تنصير |
(a. i. nasrân'dan) : Hıristiyan yapma [birini-] |
tensîs |
: | تنصيص |
(a. i. c. tensîsât) : tetkîk ederek karar verme, verilme. |
tensîsât |
: | تنصيصات |
(a. i. tensîs'in c.) : tetkîk edildikten sonra verilen kararlar (bkz. : mu-karrerât). |
tensiye |
: | تنسيه |
(a. i.) : unutturma, (bkz : inşâ). |
ten-sûh |
: | تنسوخ |
(f. b. s. c. : tensûhât) : 1) pek az bulunan güzel şey. 2) türlü şekillerde yapılan güzel koku yuvarlağı. |
tenşîb |
: | تنشيب |
(a. i.) : 1) saplama, sokma. 2) rüzgâr esme. |
tenşîf |
: | تنشيف |
(a. i.) : emdirme, emdirilme, içirme, içirilme [suyu; rutubeti-] |
tensîm |
: | تنشيم |
(a. i.) : 1) bozulup kokma [et-] . 2) bir işe başlama. |
tensîr |
: | تنشير |
(a. i.) : yayma; serpme, (bkz. : neşr). |
tenşit |
: | تنشيط |
(a. i. neşât'dan. c. : tenşîtât) : şenlendirme, keyiflendirme, ferahlandırma. |
tenşîtât |
: | تنشيطات |
(a. i. tenşît'in c.) : şenlendirmeler, keyiflendirmeler, ferahlandırmalar. |
ten-şüy |
: | تنشوی |
(f. b. i.) : 1) ölü yıkayıcı, (bkz. : gassal) : 2) teneşir. |
tente |
: | تنته |
(f. i.) : örümcek ağı. |
tentîf |
: | تنتيف |
(a. i.) : hek. kılları düşürme [ilâçla-] |
tenû-mend |
: | تنومند |
(f. b. s.) : irikıyım, gövdeli, vücutlu [kimse] , (bkz. : lenduha). |
tenû mendi |
: | تنومندی |
(f. b. i.) : irikıyımlık, gövdeli olma, vücutluluk. |
tenük |
: | تنك |
1) yufka, ince, narin, (bkz. : rakik). 2) hafif, az. 3) zayıf, dayanıksız, kuvvetsiz, (bkz. : nahîf, zaîf). 4) yumuşak, (bkz. : nerm, nuûmet). |
tenük-havsala |
: | تنك حوصله |
(a. f. b. s.) : tahammülsüz, sabırsız [adam] |
tenük-mizâc |
: | تنك مزاج |
(f. a. b. s.) : mizacı yumuşak, yavaş [kimse] |
tenük-rû |
: | تنك رو |
(f. b. s.) : yüzü tutmıyan, yüzü yumuşak [adam] |
tenvî' |
: | تنويع |
(ten-vîât) : nevîlendirme, çeşitlendirme, türlü türlü etme. |
tenvîât |
: | تنويعات |
(a. i. tenvî'in c.) : nevtlendirmeler, çeşitlendirmeler. |
tenvîm |
: | تنويم |
(a. i. nevm'den. c. : tenvî-mSt) : uyutma, uyutulma, usul-i tenvîm : hipnotizma, fr. hypnotisme. |
tenvîm-i iztırâb |
: |
ıztırâbı uyutma, dindirme. |
|
tenvîm-i sınai |
: |
hek. bâzı küçük operasyonlarda acı duyurmamak ve fakat söylenilene cevap vermek ve söylediğini daha sonra hatırlamamak için hastayı cilâlı bir satha (* düzeye) baktırarak muvakkaten düşünme kuvvetini iptal etme. |
|
tenvîmât |
: | تنويمات |
(a. i. tenvîm'in c.) : uyutmalar, uyutulmalar. |
tenvîn |
: | تنوين |
(a. nûn'dan. c. : tenvînât) : a. gr. kelimenin sonununun gibi okutmak üzere konulan iki üstün (-en) iki esre (-in) iki ötre (-ün) : "âzimeten, bihakkın, rabbün. " gibi. |
tenvîn-i gali |
: |
a. gr. sakin olan kafiyeye eklenen tenvin. Meselâ : evvelen. gibi. |
|
tenvîn-i ivaz |
: |
a. gr. muzâfün-ileyhden karşılık olan tenvîn. |
|
tenvîn-i mukabele |
: |
a. gr. cem-i müzekker-i sâlim'in müennesi karşılıyanıdır. |
|
tenvîn-i temekkün |
: |
a. gr. medhûlünün isim olduğunu bildiren tenvîn. |
|
tenvîn-i tenkîr |
: |
a. gr. ma'rife ile nekre arasını ayıran tenvin. |
|
tenvîn-i terennüm |
: |
a. ed. mısrâların sonundaki iki üstünün vakıf haliyle "S" okunması hâli meselâ "ebeden, ebedâ" gibi. |
|
tenvînât |
: | تنوينات |
(a. i. tenvîn'in c.) : tenvinler. |
tenvir |
: | تنوير |
(a. i. nûr'dan. c. : tenvî-rât) : ışıklandırma, aydınlatma. |
tenvirat |
: | تنويرات |
(a. i. tenvîr'in c.) : 1) ışıklandırmalar, aydınlatmalar. 2) donanma. |
tenviri, tenvîriyye |
: | تنويري ، تنويريه |
(a. s.) : 1) ışıklandırma, aydınlatma ile ilgili. 2) evleri, sokakları aydınlatma ile ilgili. Mesârif-i tenvîriyye : ışıklandırma masrafları. |
ten-zeda |
: | تنزده |
(f. b. s.) : sessiz, susmuş, (bkz. : sakin, sâkit). |
tenzih |
: | تنزيه |
(a. i. nüzhet'den. c. : ten-zîhât) : 1) kusur kondurmama, kabahat ve kusuru yok etme. 2) Allah'ın, her türlü eksik ve noksandan uzak bulunduğuna ve insan vasfında olmadığına inanma. |
tenzîhât |
: | تنزيهات |
(a. i. tenzîh'in c.) : tenzihler. |
tenzil |
: | تنزيل |
(a. i.nüzûl'den. c. : tenzilât) : 1) indirme, azaltma, aşağı düşürme. 2) Kur'ân-ı Kerim, (bkz. : Fürkan, Kur'ân, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr). |
tenzilât |
: | تنزيلات |
(a. i. tenzîl'in c.) : fiat indirme. |
tenzir |
: | تنذير |
(a. i.) : [fena bir haber vererek] korkutma, (bkz. : inzâr). |