telaffuz |
: | تلفظ |
(a. i. lâfz'dan. c. : telaffuzât) : söyleyiş, söyleniş. |
telaffuzât |
: | تلفظات |
(a. i. telâffuz'un c.) : söyleyişler, söylenişler. |
telâfî |
: | تلاقی |
(a. i.) : [ziyan olanın] yerini doldurma, ziyanı karşılama. Gayr-i kabil-i telâfî : yerine konmaz. Nâ-kabil-t telâfi : yerine konmaz. |
telâfî-i mâfât |
: |
edilen bir ziyanın birazından faydalanma. |
|
telâfîf |
: | تلافيف |
(a. i.) : anat. kıvrımlar, büklümler, büküntüler. |
telahhum |
: | تلحم |
(a. i. lâhm'den) : etlenme, semirme. |
telahhuz |
: | تلحز |
(a. i.) : imrenerek atjız sulanma. |
telâhî |
: | تلاقی |
(a. i. iehv'den) : oyunla, oyun aletleriyle vakit geçirme, (bkz. : telehhî). |
telâhuk |
: | تلاحق |
(a. i. lühûk'dan) : birbiri arkasından gelip birleşme, birbirine katılma. |
telâhuz |
: | تلاحظ |
(a. i.) : gözucu ile bakma; gözuciyle bakışma. |
telâki |
: | تلاقی |
(a. i. lika'dan) : biribirine karşı gelip buluşma, karşılaşma, birbirine ulaşma, birleşme. Mev'id-i telâki : buluşup görüşülecek yer, randevu (rendev-yous) yeri. Yevm-üt-telâki : kıyamet günü. (bkz : rûz-i mahşer). |
telâki-gâh |
: | تالاقيگاه |
(a. f. b. i.) : buluşma yeri. |
telâkki |
: | تلقی |
(a. i. lika'dan. c. : telakkıyyât) : 1) alma, kabul etme. 2) şahsî anlayış, şahsî görüş. Hüsn-i telâkki : anlayış gösterme, iyi niyetle kabul etme. Sû-i telâkki : fena anlayış, lâ-yikiyle anlıyamama. |
telâkki-i mülk |
: |
fık. bir kimseden bir mülk satın alma. |
|
telâkkiyyât |
: | تلقيات |
(a. i. telâkki'nin c.) : 1) şahsî almalar, kabul etmeler. 2) şahsî anlayışlar, görüşler. |
telâkkub |
: | تلقب |
(a. i. lâkab'dan) : lâkap-lanma; lâkab alma. |
telakkum |
: | تلقم |
(a. i.) : 1) paralayıp lokma lokma yutma. 2) karın gurultusu. |
telâküm |
: | تلاكم |
(a. i.) : yumruklaşma, boks. |
telâmîz, telâmize |
: | تلاميذ ، تلامذه |
(a. i. tilmîz'in c.) : çömezler, 'öğrenciler. |
telisim |
: | طلاسم |
(a. i. tılısm'ın c.) : tılsımlar (bkz. : tılısmât). |
telâssus |
: | تلصص |
(a. i.) : hırsızlık etme. |
telâsuk |
: | تلاصق |
(a. i. lüsûk'dan) : 1) bitişme, bitişiklik. 2) hek. bir organın bir başkasına bitişip yapışması. |
tela'süm |
: | تلعثم |
(a. i.) : 1) cevap verilecek yerde veremeyip kekeleme. Bilâ-tela'süm : kekelemeden, doğrudan doğruya. 2) saçmasapan cevap verme, kemküm etme. 3) dil dolaşma. |
telâşî |
: | تلاشی |
(a. i.) : 1) dağılma. 2) ehemmiyetini ("önemini) kaybetme. 3) telâş. |
telâttuf |
: | تلطف |
(a. i. lûtf'dan. c. : telâttufât) : nazikâne muamelede bulunma, (bkz. : telâtuf). |
telâttufât |
: | تلطفات |
(a. i. telâttuf un c.) : nazikâne muameleler. |
telâttufen |
: | تلطفا |
(a. zf.) : lûtf ile, nezâketle. |
telâttuf-kâr |
: | تلطفكار |
(a. f. zf.) : lûtf ile, nezâketle muamele eden. |
telâttuf-kârâne |
: | تلطفكارانه |
(a. f. zf.) : tatlılıkla, nezâketle davrananlara yakışacak şekilde. |
telâttuh |
: | تلطخ |
(a. i.) : bulaşma, bulaşık olma. |
telâtuf |
: | تلاطف |
(a. i. c. : telâtufât) : lütuf ve nezâketle hareket etme. (bkz. : telâttuf). |
telâtufât |
: | تلاطفات |
(a. i. telâtuf'un c.) : nazikâne davranmalar. |
telâtum |
: | تلاطم |
(a. i. latm'den) : 1) [dalgalar] çarpışma 2) çok dalgalanma. |
telâtum-gâh |
: | تلاطمگاه |
(a. f. b. i.) : dalgası çok olan yer, dalgalı yer. |
telâub |
: | تلاعب |
(a. i. la'b'dan) : oynama; oynaşma, (bkz. : mülâabe). |
telâ'ub |
: | تلعب |
(a. i. la'b'dan) : 1) oynama, oyunla uğraşma, eğlenme. 2) (luâb'dan) yemeklerin ağızda tükrükle karışması. 3) hek. sal-yenin akması. |
telâun |
: | تلاعن |
(a. i. lâ'net'den) : birbirine karşılıklı lâ'net okuma; söğüşme. |
telâvüm |
: | تلاوم |
(a. i. levm'den) : birbirini çekiştirme. |
telbis |
: | تلبيس |
(a. i. lebs'den. c. : telbîsât) : 1) ayıbını, kusurunu örterek bir şeyi sahte-lendirme. 2) sûret-i haktan görünerek hîle edip aldatma. 3) hîle, oyun İblîs pür-telbîs : çok hîleli Şeytan. |
telbîsât |
: | تلبيسات |
(a. i. telbîs'in c.) : 1) ayıbını, kusurunu örterek sahtelendirmeler. 2) sûret-i haktan görünerek hîle edip aldatmalar. 3) hî-leler, oyunlar. |
telbiye |
: | تلبيه |
(a. i.) : Hac esnasında hacıların "lebbeyk Allehümme lebbeyk... " demesi. |
telcim |
: | تلجيم |
(a. i. licâm'dan) : gemleme, gem vurma; gemlenme. |
tele |
: | تله |
(a. i.) : tuzak. |
telebbüb |
: | تلبب |
(a. i.) : bot. m eyvanın içlenmesi. |
telebbük |
: | تلبسات |
(a. i.) : mîde dolgunluğuna uğrama, (bkz. : imtilâ'). |
telebbün |
: | تلبن |
(a. i. leben'den) : 1) durma, eğlenme. 2) hek. memeden sütün damla damla akması. |
telebbüs |
: | تلبس |
(a. i. libâs'dan. c. : telebbüsât) : giyme; giyinme, (bkz. : iktisâ). |
telebbüsât |
: | تلبسات |
(a. i. telebbüs'ün c.) : giymeler; giyinmeler. |
teleclüc |
: | تلجلج |
(a. i.) : şaşkınlıktan dolayı lâkırdıyı ağzında karıştırarak söyleme. |
telef |
: | تلف |
(a. i. c. : telefat) : 1) yok etme, öldürme. 2) boş yere harcama, yıpratma. |
telefat |
: | تلفات |
(a. i. telefin c.) : can kaybı. |
teleffüt |
: | تلفات |
(a. i.) : etrafına bakınma, (bkz : iltifat). |
telehhî |
: | تلهی |
(a. i.) : oynama, oyunla |
telehhî |
: | تلهی |
(a. i.) : oynama, oyunla vakit geçirme, (bkz. : telâht, telâ'ub). |
telehhüb |
: | تلهب |
(a. i. leheb'den) : 1) alevlenme, alevlenip yanma, tutuşma. 2) iltihap, yangı. |
telehhüf |
: | تلهف |
(a. i. lehef'den. c. : telehhüfât) : hasret ve kederle yanıp yakılma, mahzun olma. |
telehhüfât |
: | تلهفات |
(a. i. telehhüf ün c.) : hasretle yanıp yakılmalar, mahzun olmalar. |
telekkun |
: | تلقن |
(a. i.) : fels. fr. auto- suggestion. |
tele'lü' |
: | تلألؤ |
(a. i. lü'lü'den) : parıldama. |
telem |
: | تلم |
(a. i. c. : etlâm) : 1) zir. pulluğun toprakta bıraktığı iz, çizgi, fr. sillon. 2) biy. * çizi, fr. sillon. |
telemmu' |
: | تلمع |
(a. i. lem'a'dan) : parıldama. (bkz. : iltimâ'). |
telemmüs |
: | تلمس |
(a. i. lems'den) : dokunma [el ile-] |
telemmüz |
: | تلمذ |
(a. i.) : talebelik (* öğrencilik) çömezlik etme, öğrenci olarak devam etme. |
telessüm |
: | تلثم |
(a. i.) : yaşmak tutunma, yaşmaklanma, (bkz. : teberku'). |
tele'öv |
: | تلأو |
(a. i.) : panldama. (bkz : lemeân). |
televvün |
: | تلون |
(a. i. levn'den. c. : televvünât) : 1) renkten renge girme, renk değiştirme. 2) döneklik, kararsızlık. 3) tas. temkin hâlinin zıddı. |
televvünât |
: | تلونات |
(a. i. televvün'ün c.) : 1) renkten renge girmeler, renk değiştirmeler. 2) döneklikler, kararsızlıklar. |
televvüs |
: | تلوث |
(a. i. levs'den. c. : televvüsat) : kirlenme, pislenme, bulaşıp mundar olma. |
teleyyün |
: | تلين |
(a. i. leyn'den) : yumuşama. |
teleyyün-i dimâgî |
: |
hek. beyin sulanması. |
|
teleyyüs |
: | تليث |
(a. i.) : arslan yürüyüş-lü, arslan yürekli olma, arsten kesilme. |
telezzüc |
: | تلزج |
(a. i. lücûzet'den) : yapışkan olma. |
telezzüz |
: | تلذذ |
(a. i. lezzet'den. c. : te-lezzüzât) : lezzet, tad alma, hoşlanma, hoşa gitme. |
telezzüzât |
: | تلذذات |
(a. i. telezzüz'ün c.) : lezzet, tad almalar, hoşlanmalar, hâz etmeler. |
telfîf |
: | تلفيف |
(a. i. leff'den) : sarma, bürüme; örtme. |
telfîk |
: | تلفيق |
(a. i. c. : telfîkat) : 1) birleştirme, toplayıp bir arada birleştirme. 2) ed. (bkz. : tenâsüb). |
telfîkat |
: | تلفيقات |
("ka" uzun okunur, a. i. tel'fîk'in c.) : birleştirmeler, bir arada toplamalar, (bkz. : müellefât). |
telh |
: | تلخ |
(f. s.) : acı. (bkz. : mürr). Güftâr-ı telh : acı söz. |
telh-âb, telh-âbe |
: | تلخاب ، تلخابه |
(f. i.) : acı su. |
telh-bâr |
: | تلخبار |
(f. b. i.) : meyvesi ad olan, acı olan meyve. |
telh-gû |
: | تلخگو |
(f. b. s.) : acı söyliyen. (bkz. : telh-güftâr). |
telh-güftâr |
: | تلخ گفتار |
(f. b. s.) : acı sözlü, (bkz. : telh-gû). |
telhi |
: | تلخی |
(a. i.) : acılık, (bkz. : merâret). |
telhîb |
: | تلهيب |
(a. i. leheb'den. c. : telhîbât) : alevlendirme; alevlendirilme, tutuşturma; tutuşturulma. |
telhîbât |
: | تلهيبات |
(a. i. telhîb'in c.) : alevlendirmeler; alevlendirilmeler, tutuşturmalar; tutuşturulmalar. |
telhî-çesîde |
: | تلخی چشيده |
(f. b. s.) : acl : tatmış, meşakkat çekmiş. |
telhîd |
: | تلحيد |
(a. i. lâhd'den) : 1) kabire lâhid yapma, kabîr lâhidlenme. 2) gömme. (bkz. : defn). |
telhîf |
: | تلهيف |
(a. i. c. : telhîfât) : acınma, açıklanma. |
telhîfât |
: | تلهيفات |
(a. i. telhîf in c.) : acınmalar, açıklanmalar. |
telhîm |
: | تلحيم |
(a. i. lâhm'den) : semirtme, etlendirme. |
telhîn |
: | تلحين |
(a. i. c. : telhînât) : 1) okurken harf veya kelime değiştirme. 2) naöme ile okuma. 3) yanlışını çıkarma. |
telhînât |
: | تلحينات |
(a. i. telhîn'in c.) : 1) okurken kelime veya harf değiştirmeler. 2) nağme ile okumalar. 3) yanlışını çıkarmalar. |
telhis |
: | تلخيص |
(a. i. c. : telhîsât) : 1) özetleme, hulâsa etme, uzun bir yazıyı kısaltma. 2) tar. sadrâzam tarafından pâdişâha yazılacak şeylerin kısaltması veya bu yolda kısaltılmış yazı. |
telhîsât |
: | تلخيصات |
(a. i. telhîs'in c.) : özetlemeler, kısaltmalar, hulâsalar. |
telhîsen |
: | تلخيصا |
(a. zf.) : * özet olarak, kısaltılarak, (bkz. : hulasaten). |
telhîsî |
: | تلخيصی |
(a. f. i.) : Babıâli'den pâdişâha yazılacak şeylerin *özetini çıkaran memur. |
telhiye |
: | تلهيه |
(a. i. lehv'den) : gafil, [birisini] eğlendirme; eklenme, hoş vakit geçirme. |
telh-kâm |
: | تلخكام |
(f. b. s.) : "damağı acı" : kederli. |
telh-kâmî |
: | تلخكام |
(a. b. i.) : kederlilik. |
telh-mizâc |
: | تلخ مزاج |
(f. a. b. s.) : kötiî huylu, (bkz. : bed-ahlâk, bed-tînet). |
telh-nâk |
: | تلخناك |
(f. b. s.) : lezzeti acı. olan, hoş olmıyan. |
tel'îb |
: | تلعيب |
(a. i.) : oynatma, rakset-tirme, oynatılma, (bkz. : terkis). |
telîd, telîcîe |
: | تليد ، تليده |
(a. i. veled'den) : yabancı memlekette doğduğu halde küçük iken islâm diyarına getirilerek orada büyümüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kimse. |
te'lîf |
: | تأليف |
(a. i. ülfet'den) : 1) uzlaştırma, barıştırma, (bkz. : müsâleha, müsâle-met). |
te'lîf-i beyn |
: |
ara bulma, uzlaştırma. |
|
te'lîf-i kulûb |
: |
gönülleri çekecek şekilde iyi muamelede bulunma; hoşnûdetme. 2) (a. i. c. : te'lîfât) kitap, eser yazma; yazılmış, ortaya konulmuş eser. Za'f-ı te'lîf : ed. ifâdede düşüklük. |
|
te'lîfât |
: | تأليفات |
(a. i. te'lîf'in c.) : 1) te'lîf etmeler. 2) yazılmış kitaplar, eserler, (bkz. : müellefât). |
te'lîf-kerde |
: | تأليف كرده |
(a. f. b. s.) : te'lîf edilmiş. |
te'lîh |
: | تأليه |
(a. i. ilâh'dan) : tanrılaştırma. |
tel'în |
: | تلعين |
(a. i. lâ'ri'den. c. : tel'înât) : lâ'net okuma, lâ'netleme, kargıma. |
tel'înât |
: | تلعينات |
(a. i. tel'în'in c.) : lâ'net okumalar, lâ'netlemeler, kargımalar. |
tel-kârî |
: | تل كاری |
(f. b. i.) : tel hâlinde olan gümüşü örerek veya bir şey üzerine kakarak yapılan iş, gümüş işleme, gümüş kakma. |
telkîb |
: | تلقيب |
(a. i. lâkab'dan. c. : telkibât) : lâkaplandırma, lâkap takma. |
telkîbat |
: | تلقيبات |
(a. i. telkîb'in c.) : lâkaplandrrmalar, lâkap takmalar |
telkih |
: | تلقيح |
(a. i. c. : telkihât) : 1) aşı yapma, aşılama; aşılanma. |
telkîh-i bakarî |
: |
inek memesi kabarcıklarındanalınan serumla yapılan aşı [çiçek hastalığına karşı] |
|
telkîh-i cederî |
: |
çiçeğe tutulmuş kimseden alınan serumla yapılan aşı [çiçek hastalığına karşı-] . 2) erkek hayvan nutfesini usûlüne göre dişi hayvana aşılama, (bkz. : ilkah). |
|
telkîhât |
: | تلقيحات |
(a. i. telkîh'in c.) : aşılar. |
telkîm |
: | تلقيم |
(a. i.) : lokma verme, verilme, lokma lokma yedirme, yedirilme. |
telkîn |
: | تلقين |
(a. i. c. : telkînât) : 1) [fikir] aşılama, kulağına koyma. 2) yeniden Müslüman olan kimseye îmân esaslarını anlatma. 3) ölü gömüldükten sonra mezar başında imamın söylediği dînî sözler. |
telkîn-i rücû' |
: |
huk. zina gibi, haddi mûcib bir -cürmü irtikâbettiğini hâkimin huzurunda ikrar edan şahsa bu ikrarından nükûl etmesini hâkimin işrâbı ve ihsas etmesi, [meselâ : gayri meşru münâsebette bulunduğunu ikrar eden şahsa hâkimin : "zina mı yaptın? ben zannetmem ki sen böyle bir şey yapmış olasın", "sen yoksa rü'yâ mı gördün?" veya "aranızda bir akd-i nikâh bulunmuş olmasın?" demesi gibi] |
|
telkînat |
: | تلقينات |
(a. i. telkîn'in c.) : 1) öğretmeler. 2) öğretilen şeyler. |
teli |
: | تل |
(a. i. c. : tilâl) : tepe, küme, yığın, (bkz. : şimrâh2. |
tell-i cebel |
: |
dağ tepesi. |
|
tell-i refî' |
: |
yüksek tepe. |
|
telmî' |
: | تلميع |
(a. i. lemeân'dan. c. : telmîât) : 1) parıldatma, parıldatılma. 2) renk renk yapma, yapılma. 3) ed. mısraları, Arapça, Farsça, Türkçe gibi başka başka dillerde olan manzume yapma, (bkz. : mülemma'). |
telmîât |
: | تلميعات |
(a. i. telmî'in c.) : telmi'ler. |
telmih |
: | تلميح |
(a. i. c. : telmîhât) : 1) söz arasında kastedilen bir şeyi manâlı olarak söyleme, açık söylememe, îmâlı konuşma. 2) ed. ibarede bahsi geçmiyen bir kıssaya, fıkraya, atasözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etme, Meselâ : "çoktan aşmış o belki İzmit'i de" mısraının "atı alan Üsküdar'ı geçti" ibaresine telmih edil-ımesi aibi. |
telmihât |
: | تلميحات |
(a. i. telmîh'in c.) : telmihler. |
telmîhen |
: | تلميحا |
(a. zf.) : telmih yoliy-le, telmih için, îmâli olarak. |
telsim |
: | تلثيم |
(a. i. c. : telsîmât) : ağzını öpme; öpme. (bkz. : takbîl). |
telsîmât |
: | تلثيمات |
(a. i. telsîm'in c.) : ağız öpmeler; öpmeler. |
telvî' |
: | تلويع |
(a. i. c. : telvîât) : içini yakıp dertlendirme; dertlendirilme. |
telvîât |
: | تلويعات |
(a. i. telvî'in c.) : içini yakıp dertlendirmeler, dertlendirilmeler. |
telvîh |
: | تلويح |
(a. i. c. : telvîhât) : 1) açıklama. 2) ed. lüzumlu şeylerden bahsetmek suretiyle olan kinaye ["filancanın mutfağında çok odun sarfolunur" denildiği zaman bundan mutvak-ta çok yemek piştiğine, ev sahibinin cömertliğine ve misafirinin çokluğuna intikal edilir] . 3) posa hâline getirme. |
telvîhât |
: | تلويحات |
(a. i. telvîh'in c.) : telvîhler. |
telvîm |
: | تلويم |
(a. i. levm'den. c. : telvîmât) : azarlama, azarlanma, paylama, paylanma, çekiştirme, çekiştirilme. |
telvîmât |
: | تلويمات |
(a. i. telvîm'in c.) : azarlamalar, azarlanmalar, çekiştirmeler, çekiştirilmeler. |
telvîn |
: | تلوين |
(a. i. levn'den. c. : telvî-nât) : renk verme, boyama, boyanma. |
telvînât |
: | تلوينات |
(a. i. telvîn'in c.) : renk vermeler, verilmeler, boyamalar, boyanmalar, |
telvis |
: | تلويث |
(a. i. levs'den. c. : telvîsât) : 1) bulaştırma, kirletme, pisletme. 2) mee. bozma, berbâdetme [bir İşi-] |
telvîsât |
: | تليثات |
(a. i. telvîs'in c.) : 1) bulaştırmalar, kirletmeler, pisletmeler. 2) mee. [işleri] bozmalar, berbâdçtmeler. |
telviye |
: | تلويه |
(a. i.) : burma, kıvırma, çevirme. |
telyîn |
: | تليين |
(a. i. leyyin'den) : 1) yumuşatma, yumuşatılma. 2) liynet verme, içi yumuşatma, kabızlıktan kurtarma. |
telzîz |
: | تلذيذ |
(a. i. lezzet'den) : lezzetlendirme, tatlandırma, tatlandırılma. |