târ |
: | تار |
(f. s.) : 1) karanlık, (bkz. : muzlim). Şeb-i târ : karanlık gece. 2) i. tel; saç teli târ-ı ud : ud teli. târ-ı zülf : saç teli. 3) i. iplik. târ târ : tel tel, iplik iplik. 4) (dokumada) arş. [zıddı : argaç] . 5) i. tepe. |
târâ |
: | تارا |
(f. i.) : yıldız, (bkz. : kevkeb, necm). |
tarab |
: | طرب |
(a. i. c. : etrâb) : sevinçlilik, şenlik; sevinçten gelen coşkunluk ve tepinme. |
tarab-âmûz |
: | طرب آموز |
(a. f. b. s.) : tarap öğreten. |
tarab-efsâ |
: | طرب افسا |
(a. f. b.) : ferahlığı ve neşeyi artıran. |
tarab-engiz |
: | طرب انگيز |
(a. f. b. s.) : 1) neşeuyandıran; sevindirici, coşturucu. 2) i. müz. vaktiyle Türk müziğinde kullanılmış bir usûl olup zamanımıza numunesi kalmamıştır. |
tarab-gâh |
: | طربگاه |
(a. f. b. i.) : sevinç, coşkunluk yeri. |
tarab-nâk |
: | طربناك |
(a. f. b. s.) : sevinçli, çoşkun. |
tarab-sâz |
: | طربساز |
(a. f. b. s.) : neşe ve sevinç veren; nağme düzen. |
târâe |
: | تاراج |
(f. i.) : 1) yağma, çapul, talan. (bkz. : garet). 2) yağma etme, talanlama. |
târâc-ger |
: | تاراجگر |
(f. b. s. c. : târâc-gerân) : ağmacı, (bkz. : yağmâ-ger). |
târâc-gerân |
: | تاراجگران |
(f. b. s. târâc-ger'in c.) : yağmacılar. |
türâc-kerde |
: | تاراجكرده |
(f. b. s.) : yağma edilmiş. |
taraf |
: | طرف |
(a. i. c. : etraf) : 1) yan, yön. 2) bölge, yer, memleket, ülke, kıt'a 3) [bir kimsenin] yanı. 4) tarafdarlık, sahip çıkma, koruma. 5) aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri. Bî-taraf : tarafsız, hiç birtarafı tutmıyan. |
taraf-dâr |
: | طرفدار |
(a. f. b. s.) : bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran, (bkz. : taraf-gîr). |
taraf-dârî |
: | طرفداری |
(a. f. i.) : tarafdarlık, kayırıcılık, (bkz. : taraf. gîrî). |
tarafeyn |
: | طرفين |
(a. i. c.) : iki taraf. |
taraffuz |
: | ترفض |
(a. i.) : râfızî olma, râfızîleşme. |
taraf-gîr |
: | طرفگير |
(a. f. b. s) : bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran, (bkz. : taraf-dâr). |
taraf-gîrî |
: | طرفگيری |
(a. f. b. i.) : tarafdarlık, kayırıcılık, (bkz '; taraf-dârî) |
taraf taraf |
: | طرف طرف |
(a. zf.) : yer yer, semt semt her yanda. |
tarâif |
: | طرائف |
(a. i. tarîfe'nin c.) : az bulunur şeyler. |
tarâik |
: | طرائق |
(a. i. tarîkat'ın c.) : tarîkatler, meslekler. |
târân |
: | تاران |
(f. s.) : karanlık, (bkz. : muzlim, tarîk). |
tarassud |
: | ترصد |
(a. i. rasad'dan. c. : tarassudât) : gözetme, bekleme, dikkatle bakma, gözleme. |
tarassudât |
: | ترصدات |
(a. i. tarassud'un c.) : tarassutlar, gözlemeler, gözetmeler. |
târât |
: | تارات |
(t. i.) : yağma, çapul, talan, (bkz. : taht, târâc). |
taravet |
: | طراوت |
(a. i.) : tazelik, taze olma. |
tard |
: | طرد |
(a. i.) : 1) koşma, sürme, uzaklaştırma. 2) vazifeden, mektepten uzaklaştırma. |
tard-ı rekib |
: |
ed. (bkz. : tardiyye). |
|
tard ü aks |
: |
ed. bir mısraın iki cüzünü metatez ile başka bir mısra meydana getirme ve bu suretle bir beyit teşkîl etme. [Meselâ : mümkün değil Hüdâ'yi bilmek de bilmemek de bilmek de bilmemek de mümkin değil Huda'yı-, gibi] |
|
tardiyye |
: | طرديه |
(a. i.) : ed. beşinci mısraı, birinci bendin dört mısrâiyle kafiyeli olmıyan muhammes. [Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ında tardiyelere rastlanır] |
târe |
: | تاره |
(a. i.) : defa, kere. (bkz : bâr, bâre). |
târek |
: | تارك |
(f. i.) : tepe, başın tepesi. |
târem |
: | طارم |
(f. i.) : kubbe, künbet, dam. |
târem-i fîrûze-fâm, -i nil-gûn |
: |
gök. (bkz. : 'semâ). |
|
târeten |
: | تارة |
(a. i.) : defa, kerre. |
târeten ba'de uhrâ |
: |
bir kaç kerre, defalarca. |
|
tareyân |
: | طريان |
(a. i.) : geliverme, oluverme, birdenbire çıkma. |
tarf |
: | طرف |
(a. i.) : 1) bakış. 2) göz ucu. |
tarfe |
: | طرفه |
(a. i.) : göz kapağının bir kerre açılıp kapanması. |
tarfet-ül-ayn |
: |
bir kerre göz açıp kapayıncıya kadar olan an. (bkz. : lemha-i basar). |
|
tarh |
: | طرح |
(s. i.) : 1) atma, koma, bırakma. 2) dağıtma, bölme, ta'yin. 3) kurma, tertipleme, düzenleme. 4) mat. çıkarma, fr. soustraction. 5) g. s. süslemeli desen. |
tarh-i esâs |
: |
temel atma. |
|
tarhânî |
: |
müz. Türk - Çaijatay klâsikhalk şiiri müziğinde XV. asırda kullanılmış bir şekil olup güftenin vezni "müstef'ilün müstef'ilün, müstef'ilün müstef'ilün" dür. [edebiyatta karşılığı müstatref" dir] |
|
tarh-efgen |
: | طرح افگن |
(a. f. b. s.) : kuran, düzenliyen; temel kuran, bina yapan. |
tarh-endâz |
: | طرح انداز |
(a. f. b. s.) : temel atan, düzenliyen. |
tarhun |
: | طرخون |
(a. i.) : tuzla otu, hekimlikte kullanılan ıtırlı bir nebat. |
târik |
: | طارق |
(a. i. c. : etrâk, turrâk) : 1) sabah yıldızı, çulpan, Venüs, (Zühre). 2) erkek adı. |
tarî |
: | طاری |
(a. s. tarâvet'den) : taravetli, taze. Lâhm-i tari : taze et. |
tirî |
: | طری |
(a. s. tarâ'dan) : ansızın çıkan, birdenbire görünen [bir kimsede veya şeyde-] |
ta'rîb |
: | تعريب |
(a. i. Arab'dan. c. : ta'rîbât) : Arapçalaştırma, Arapçalaştınlma. 2) birinin sözünü reddetme. |
ta'ribât |
: | تعريبات |
(a. i. ta'rîb'in c.) : Arapçalaştırmalar, Arapçalaştırılmalar. 2) (bkz. : takbîhât). |
ta'rîc |
: | تعريج |
(a. i. c. : teârîc) : 1) çıkıntı, tümsek peyda etme 2) anat. beynin büküntüleri arasındaki çıkıntılar. |
târid |
: | طارد |
(a. s. tard'dan) : tardeden, kovan; sürüp çıkartan. |
târid-i dîdân, i dud |
: |
soğulcan düşüren ilâç. |
|
târici-ül-hasât |
: |
hek. mesaneden taşları çıkaran. |
|
tarîd |
: | طريد |
(a. s.) : kovulmuş, çıkartılmış, (bkz. : matrûd) |
tarif |
: | طارف |
(a. s.) : yeni. (bkz. : cedîd, nevresîde). |
tarîf, tarife |
: | طريف ، طريفه |
(a. s. tur-fa'dan) : az bulunan, nâdir, zarif şey. |
ta'rîf |
: | تعريف |
(a. i. irfân'dan. c. : ta'rîfât) : etrafiyle anlatma, anlatılma; etrafiyle bildirme, bildirilme. 2) bir maddeyi bütün lüzumlu noktalarını içine alır şekilde bir ibare ile anlatma. Harf-i ta'rîf : a. gr. isimlerin mânâsını be-lirtmiye yarıyan el harfi "el-ma'lûm" gibi. |
ta'rîfât |
: | تعريفات |
(a. i. ta'rîf'in c. : ) : tarifler. |
ta'rife |
: | تعرفه |
(a. i.) : 1) fiat veya zamangösteren cetvel. 2) bir şeyin kullanılışını anlatan kâğıt. |
ta'rîf-hân |
: | تعريف خوان |
(a. f. b. i.) : cami vetekkelerde namazdan önce Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) ile büyüklerin evsâfına dâir cemâate yüksek sesle îzah-larda bulunan vazîfe sâhipjeri. |
ta'rîf-nâme |
: | تعريفنامه |
(a. f. b. i.) : bir şeyin yapılışını, kullanılışını anlatan yazı. |
tarttı |
: | طريح |
(a. i.) : işe yaramadığından dolayı bir yana atılmış sey. |
târih |
: | تاريخ |
(a. i. c. : tevârîh) : 1) târih. |
târih-i edebiyyât |
: |
edebiyat târihi. |
|
târih-i husûsî |
: |
husûsî (*özel) târih. |
|
târih-i umûmî |
: |
umûmî (*özel) târih. 2) "ebced" hesabiyle düşürülen târih. |
|
târih-i nebeân |
: |
çıkış, kaynama zamanı, [nehirhakkında] |
|
târihî, târihiyye |
: | تاريخی ، تاريخيه |
(a. s.) : târihe âit, târihle ilgili. |
târîh-nüvis |
: | تاريخ نويس |
(a. f. b. i.) : târih yazan, (bkz. : müverrih). |
tarîk |
: | طريق |
(a. i. c. : turuk) : 1) yol. (bkz. : râh). Kutâ-i tarîk : yol kesen haydut. Ulâ-bi-t-tarîk : en iyi, en âlâ yol. |
tarîk-i Ahmed-i muhtar |
: |
Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in yolu; Müslümanlık. |
|
tarîk-i âmm,i sultanî |
: |
geniş yol, cadde. 2) usûj. |
|
tarîk-ı hâss |
: |
bir veya birkaç eve mahsus çıkmaz sokak. |
|
tarîk-ı ratîb |
: |
kim. toz hâline getirilen bir madde su ile karıştırılarak cins ve nevinin tahlîli usûlü. 3) meslek. 4) vâsıta, sebep. |
|
tarîk-ı yâbis |
: |
hararetle bir mâdeni tahlil etme usulü. |
|
târik |
: | تارك |
(a. s. terk'den) : terk eden, bırakan, vaz geçen. |
târik-i dünyâ |
: |
1) dünyâ işlerindtn elini ayağını çekip bir köşede oturan; 2) evlenmiyen papaz. |
|
târik-i sallt |
: |
namazı terk eden, namaz kılmıyan, beynamaz. |
|
ta'rîk |
: | تعريق |
(a. arak'dan) : terletme, tere yatırılma, terletilme. |
ta'rîk |
: | تعريك |
(a. i.) : 1) uğma. 2) balık ağı çekme. |
târik |
: | تاريك |
(f. s.) : karanlık, (bkz. : muzlim). Şeb-i târik : karanlık gece. |
tarîka |
: | طريقه |
(a. i.) : 1) (bkz. : tarikat). 2) müz. "peşrev" isminden önce bu "forme" daki saz eserlerine verilmiş isim ki, bilhassa XVI. asırdan evvel kullanılmıştır. |
tarikat |
: | طريقت |
(a. i. c. : tarâik) : Allah'a ulaşmak arzusiyle tutulan yol; tasavvuf! meslek. |
târîk-baht |
: | تاريك بخت |
(f. b. s.) : bahtı kara, talihsiz. |
târiki |
: | تاريكی |
(f. i.) : karanlık, (bkz. : zulmet). |
ta'ris |
: | تعريس |
(a. i.) : 1) düğün yapma. 2) bir kızı gelin etme. |
târiya |
: | طاريه |
(a. i.) : ansızın gelen belâ. (bkz. : dâhiye). |
ta'riye |
: | تعريه |
(a. i.) : soyma, soyulma, çıplaklaştırma. |
ta'rîz |
: | تعريض |
(a. i. c. : ta'rîzât) : 1) dokundurma [sözle-] , dokunaklı söz söyleme, taş atma, taşlama, taş. |
ta'rîzât |
: | تعريضات |
(a. i. ta'rîz'in c.) : dokundurmalar [sözle-] , dokunaklı söz söylemeler, taş atmalar, taşlamalar, taşlar. |
târ-mâr |
: | تارمار |
(f. s.) : karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz. : târ ü mâr). |
tarrâde |
: | طراده |
(a. i.) : dibi düz bir çeşit hafif kayık. |
tarrâh |
: | طراح |
(a. s.) : 1) tarh eden. 2) i. g. s. süslemeli desen çizen sanatkâr 3) resim, daha çok bahçe resmî yapan kimse. |
tarrâka |
: | طراقه |
(a. i.) : gümbürtü. |
tarrâr |
: | طرار |
(a. i.) : yankesici. |
tarsîf |
: | ترصيف |
(a. i.) : "birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. |
tarsîf-i eidâr |
: |
duvarın sağlamlaştırılması. |
|
tarsîn |
: | ترصين |
(a. i. rasânet'den. c. : tarsînât) : sağlamlaştırma, (bkz. : tahkîm, takviye). |
tarsînât |
: | ترصينات |
(a. i. tarsîn'in c.) : sağlamlaştırmalar. |
tarsîs |
: | ترصيص |
(a. i. rasâs'dan) : 1) kurşunlama, kurşunlaştırma. 2) sağlamlaştırma. 3) kadının yalnız gözleri görünecek şekilde örtünmesi. |
tarsîs-ül-esnân |
: |
çürük dişlerin kurşunla doldurulması. |
|
tatîb |
: | ترطيب |
(a. ratâbet'den.) : 1) rutubetlendirme, ıslatma, ıslatılma. |
tartîb-i lisân |
: |
güzel bir söz söyliyerek dili ma'nen tatlılaştırma. 2) taravet, tazelik verme. 3) hoşlandırma, hoşlandırılma. |
|
tartıl |
: | ترطيل |
(a. i. ratl'dan) : saçı, yukarıdan boğarak örgüsünü, kıvırcıklarını açma. |
târ ü mâr |
: | تارومار |
(f. b. s.) : karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz. : târ-mâr). |
târ ü pûd |
: | تاروپود |
(f. b. i.) : arsak ile argaç, çözgü ve atkı [dokumacılıkta] |
tarz |
: | طرز |
(a. i.) : 1) şekil, biçim, suret, kılık. 2) usul, yol. (bkz. : üslûb). |
tarz-ı bârid |
: |
ed. : soğuk bir üslûb ile yazı yazma. |
|
tarz-ı mefsûl |
: |
ed. kesik kesik cümlelerle söz söyleme. |
|
tarz-ı müteallik,mevsûl |
: |
birçok munis ol-mıyan kelimelerden dolayı okunması ve anlaşılması zor olan bir usûl. |
|
tarz-ı cedîd |
: |
müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır, Kazasker Mustafa İzzet Ef. tarafından terkîbedilmiştir. Sultanî yegâh veya yegâh ta rast mürekkeptir. inici, çıkıcı olarak karışık seyrederek bu dizilerde gezinir. Acem-aşîran ile acem-aşîran "fa" perdesinde karar eder. Güçlüleri, birinci derecede sultanî yegâh ile yegâhta rastın durağı ve nev-eser ile nihâvend'in güçlüsü olan-navâ "re", ikinci derecede- sultânî-yegâh ile yegâh da rast'ın güçlüsü -dügâh "lâ", üçüncü derecede-nihâvend ile nev-eserin durağı olan rast "sol", dördüncü derecede de acem- aşîran'ın güçlüsü olan -çargâh "do" perdeleridir. Donanımına "si" küçük mücenneb bem |
|
tarz-ı nevin |
: |
müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Haşim Bey tarafından terkîbedilmiştir, (bugün elimizde 43 kadar eser vardır). Tarz-ı nevîn, nikriz beşlisi kullanmıyan ikinci çeşit şevk-efzâ (ki terkîbi çârgâh'da zengüle ile acem-aşîran'dan ibarettir) ile rast'ta kürdî dörtlüsü ve bâzan da bunun yerine rast' ta uşşak dörtlüsünden mürekkeptir. Sondaki dörtlü ile rast "sol" perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede -çârgâh'da zengülenin durağı ve acem-aşîran'ın güçlüsü olan -çargâh "do", ikinci derecede -acem aşîran'ın durağı olan -acem asîran "fa" perdeleridir. Aynt zamanda tiz durak ve çârgâh'de zengülenin güçlüsü olan -gerdan |
|
tarziye |
: | ترضيه |
(a. i. nzâ'dan) : 1) razıve hoşnûdetme. 2) işlenen bir kusura karşı özürdileme, ["vermek, almak, istemek" yardımcı fiilleriyle kullanılır] |
tarzız |
: | ترضيض |
(a. i.) : hek. cildin altındaki nesiçleri (dokuları) ezmek, dokuların ezilmesi. |