tâl

: تال

(f. i.) : 1) zil [parmaklara takılan] . 2) gümüş veya bakır tepsi.

tal'

: طلع

(a. i.) : bot. çiçeklerin üreme organı olan san toz. Gubâr-ı tal' : bot. çiçektozu, fr. pollen.

tâlâc

: تالاج

(f. i.) : 1) ses, seda. 2) meş'ale. 3) çığlık. 4) kavga.

talâk

: طلاق

(a. i.) : boşama, nikâhlı kadını bırakma. Sûre-i talâk : Kur'ân'ın 65) sûresi.

talâk-ı bâin

:  

fık. zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme devri) sona ermeksizin zevcine dönmi-ye hakkı olmıyan talâk.

talâk-ı bid'iyy

:  

fık. karısını mukarenet zamanındaki tuhr'da veya hayız ânında boşama.

talâk-ı farr

:  

fık. [eskiden] karının talep ve muvafakati olmaksızın kocanın maraz-ı mevtinde bâirten îka ettiği talâk. [iddet içinde koca vefat edince mutlaka kendisine vâris olur]

talâk-ı muallak

:  

fık. [eskiden] vukuu bir şartın husulüne talik olunan talâk.

talâk-ı müncez

:  

fık. [eskiden] bir şeye muallak ve bir zamana muzâf olmıyan talâk.

talâk-ı rie'î

:  

fık. [eskiden] karının iddeti içinde kocanın vazgeçmeğe hakkı olan talâk, [talâk-ı ric'î, iddet bitmedikçe zevciyeti izâle etmiyen ve iddet içinde zevcin zevcesine müracaat hakkı olan talâk]

talâk-ı selise

:  

fık. "üçten dokuza boş ol!" demek suretiyle kadın başka erkekle evlenmeden (hülleye girmeden) eski kocasına dönmesine imkân vermiyen talâk.

talâk-ı sünnî

:  

fık. karısını mukarenet olmıyan tuhr'da boşama.

talâkat

: طلاقت

(a. i.) : 1) dil açıklığı, düzgün sözlülük. 2) güleryüzlülük

talâk-nâme

: طلاقنامه

(a. f. b. i.) : boşama kâğıdı, boş kâğıdı.

tâlân

: تالان

(f. i.) : talan, yağma, çapul. (bkz. : târâc).

tâlân-ger

: تالانگر

(f. b. s.) : yağmacı, çapulcu.

tâlân-gerî

: تالانگری

(f. b. i.) : yağmacılık, çapulculuk.

tâlâr

: تالار

(f. i.) : 1) dört direk üzerineyapılan, tahtaboşa benziyen ve geceleri yatılan yer. 2) büyük oda, salon.

tal'at

: طلعت

(a.) : 1) yüz surat, çehre. (bkz. : dîdâr). 2) güzellik. Mihr-i ta'lat : güzellik güneşi.

tal'at-efrûz

: طلعت افروز

(a. f. b. s.) : parıldatan, (bkz. : tal'at-firûz).

tal'at-firûz

: طلعت فروز

(f. b. s.) : parıldatan. (bkz. : tal'at-efrûz).

talâvet

: طلاوت

(a. i.) : güzellik, şirinlik, zariflik.

taliyi'

: طلايع

(a. i. talîa'nın c.) : ask. öncüler. [Arapça'daki şekli "talâî' " dir]

talazzî

: تلظی

(a. i. lazâ'dan) : alevlenme, alev çıkarma.

tâle

: طال

(a. cü tavl'den) : "uzun olsun!" manasınadır.

tâle ömrühû

:  

Ömrü uzun olsun! duası.

taleb

: طلب

(a. i.) : 1) isteme, istenme, dileme. 2) istek. Arz 0 taleb : aranan [eşya] ve piyasaya çıkarılan [eşya] , fr. offre et demande. (bkz. : mürâvede).

taleb-i husûmet

:  

huk. [eskiden] taleb-i takrîr ve işhattan sonra şefiin hâkim huzurunda dâva etmesi.

taleb-i müvâsebe

:  

huk. [eskiden] şefiin akd-i bey'i duyduğu mecliste derhal : "ben mebiin şefîî-yim", yahut : "biş-şüf'a talep ederim" demek gibi taleb-i şüf'aya delâlet eder bir söz söylemesi.

taleb-i tahrir ve işlıâd

:  

huk. [eskiden] taleb-i müvâsebeden sonra lâzım olan taleptir ki şefiiniki kişi huzurunda olarak mebiin yanında : "bu akarı filân kimse iştira etmiş" yahut müşterinin yanında : "sen filân akarı iştira etmişsin", yahut henüz bayi yedinde iken onun yanında : "sen filân akarını filâna satmışsın ben ise şu cihetle onun şefiiyim, taleb-i şüf'a etmiştim; şimdi dahî talep ederim şahit olunuz" demesi.

taleb-dâr

: طلبدار

(a. f. b. s.) : alacaklı.

talebe

: طلبه

(a. i. tâlib'in c.) : 1) istekliler 2) öğrenci, (bkz. : şâkird). [kelime, "tâlib" in c. olduğu halde "öğrenci" mânâsında müfret gibi kullanılır]

talebe-i ulûm

:  

medrese talebesi.

taleb-kâr

: طلبكار

(a. f. b. s.) : istekli.

talh

: طلح

(a. i.) : bot. zamk ağacı.

tâli'

: طالع

(a. i.) : 1) nişangâhın arkasınadüşen ok. 2) tulû'eden, doğan. Kamer-i tâli' : doğan Ay. 3) talih, kısmet, kader, baht.

talî, tâliye

: تالى ، تاليه

(a. s.) : 1) sonradangelen; bir şeyin arkası sıra giden. 2) ikinci derecede olan. Mekâtib-i tâliye : iptidaîden sonra ve âlî'den önce gelen mektepler. Mes'ele-i tâliye : öncekinden sonra çıkan mes'ele. Ulûm-i tâliye : i'dâdî mekteplerinde gösterilen dersler. 3) Kur'ân okuyan. 4) marrt. *sonurtu, fr. consequent. talî cümle : mant. *bağınlı cümle, yan cümle, (bkz. : tâbi'cümle).

talîa

: طليعه

(a. i. c. : talâyi') : ask. öncü, (bkz. : mukaddimet-ül-ceyş).

tâlib

: طالب

(a. s. c. : tullâb, tulleb, talebe) : 1) istiyen, istekli, (bkz. : hâhiş-ger). 2) i. öğrenci, [müen. talibe]

talibe

: طالبه

(a. s. c. : tâlibât) : mektepli kız. [tâlib'in müennesi]

tâlid

: تالد

(a. i.) : bir kimsenin evinde bulunan köle, câriye, hayvan gibi canlı eşya.

talih

: طالح

(a. s.) : yaramaz, faydasız, ["sâ-1 ih" in zıddı]

talik

: طليق

(a. s.) : güleryüzlü [adam] bkz : mütebessim). 2) düzgün söz söyliyen [adam] , (bkz. : fasîh-ül-lisân).

ta'lîk

: تعليق

(a. i. alak'dan. c. : ta'lîkat) : 1) asma, asılma. 2) bir şeye bağlı gösterme. 3) geciktirme, asıntıda bırakma, askıda bırakılma. 4) belli bir zamana bırakma, (bkz. : te'hîr). 5) (bkz. : hatt-ı ta'lîk).

ta'lik-ut-takrîr

:  

huk. [eskiden] vakfa âit vazî-fe tevcihlerinin hâkim tarafından bir şarta ta'lik edilmesi demektir ki sahihtir.

ta'lik-ut-takrîr fi-l-vezâif

:  

huk. hâkimin (yargıç) bir zâte hitaben : "şu vazifenin sahibi ölürse veya şöyle bir vazife inhilâl ederse sana tevcîh ettim" demesi.

ta'lîkat

: تعليقات

("ka" uzun okunur, a. i. ta'lîk'in c.) : bir kitabın açıklaması olarak kenarına veya ayrı bir eser olarak yazılan düşünceler, notlar.

ta'lîl

: تعليل

(a. i. illet'den. c. : ta'ltlât) : 1) sebep, bahane gösterme, gösterilme. 2) fels. *tümdengelim, fr. deduction. Hüsn-i ta'lîl : ed. güzel, uygun bir sebep bulma. ta'lil bâ'd-el-vuku' : bir şeye sonradan uygun bir sebep uydurma.

ta'lîlât

: تعليلات

(a. i. ta'lîl'in c.) : ta'liller, sebep, bahane göstermeler.

ta'lim

: تعليم

(a. i. ilm'den. c. : ta'lîmât) : 1) öğrenme, öğretme, öğretim, öğretilme. 2) okutma, ders verme, verilme. 3) meşk ile yetiştirme. 4) askerlik idmanı. 5) egzersiz.

ta'lîm ve terbiye

:  

* öğrettim ve * eğitim.

ta'lîmât

: تعليمات

(a. i. ta'lîm'in c.) : bir işgörülmesi için ne yolda davranılacağını gösteren emir, fr. directif.

ta'lîmât-nâme

: تعليماتنامه

(e. f. b. i.) : yönetmelik.

ta'iîm-hâne

: تعليمخانه

(a. f. b. i.) : askerin tâlime alışmasına mahsus yer, meydan.

ta'lîmî

: تعليمی

(a. i.) : öğretici, fr. didacti-que.

ta'lîm-nâme

: تعليمنانه

(a. f. b. i.) : 1) bîrme'mura verilen tenbihleri içinde toplıyan kitap. 2) Asker tâlimine dâir yazılmış kitapçık.

ta'lîn

: تعلين

(a. i.) : açığa vurma, vurulma, (bkz. : i'lân).

ta'liye

: تعليه

(s. t.) : yükselme [bir şeyîj. (bkz. : i'lâ).

ta'liye-i nâme

:  

mektuba başlık koyma.

talk

: طلق

(a. i.) : mika, ören pulu; derii hastalıklarında kullamlan beyaz bir toz, podra.

taltif

: تلطيف

(a. i. lûtf'ctan. c. : taltîfat) : 1) gönül okşama, gönülü hoş etme. 2) yumuşatma; yumuşatacak bir ilâç kullanma. 3) rütbe, nişan, maaş artırımı gibi şeylerle sevindirme.

taltîfat

: تلطيفات

(a. i. taltifin c.) : lûtuflar, ihsanlar, bağışlar.

taltifât-ı şahane

:  

pâdişâh tarafından gönderilen mükâfatlar, hediyeler.

taltîfen

: تلطيفاً

(a. zf.) : taltif suretiyle.

taltîh

: تلطيخ

(a. i.) : bulaştırma, bulaştırılma, bulaşık etme.

talziye

: تلظيه

(a. i. lezâ'dan) : alevlendirme, alevlendirilme.