tâb |
: | تاب |
(f. i.) : 1) güc, kuvvet, takat. Bî-tâfa : takatsiz, güçsüz; yorgun. 2) ışık, parlardık, (bkz : nûr, ziya). 3) hararet. |
tâb-ı Hurşid |
: |
Güneş'in harareti. 4) tazelik, (bkz : taravet). 5) kıvrım, büklüm. |
|
tâb-ı gîsû |
: |
yandan sarkan saçın kıvrımı, büklümü. |
|
tâb-ı zülf |
: |
perçemin kıvrımı, (bkz. : tâ). 6) sıkıntı, eziyet. 7) öfke. |
|
tâb (-) |
: | تاب |
(f. s.) : "parlıyan, parlatan, aydınlatan" mânâlarına gelerek "birleşik kelimeler meydana getirir. Alem-tâb : âlemi, dünyâyı aydınlatan. Cihân-tâb : cihanı aydînlatan. . gibi. [tâbis-ten mastarından] |
tab' |
: | طبع |
(a. i.) : 1) tabiat, huy, yaradılış. 2) mühür, damga basma. 3) kitap basma. Bi-t-tabi' : tabit olarak, tabîatiyle. tab'-ı yârân : dostların tabiatı, yaradılışı. |
tab'a |
: | طبعه |
(a. i.) : bir ksre basılma. |
tab'a-i ûlâ |
: |
birinci baskı. |
|
tababet |
: | طبابت |
(a. i.) : 1) hekimlik, doktorluk. 2) tıb ilmi. |
tabâhat |
: | طاخت |
(a. i.) : aşçılık, yemek pişirme san'atı. |
tabak |
: | طبق |
(a. i. c. : etbak,*tıbâk) : 1) tabak [kap] . 2) ince kat. |
tabak-ül-arz |
: |
yer yüzü. |
|
tabaka |
: | طبقه |
(a. i. c. : tabakat) : kat, * katman, tabaka. |
tabaka-i karniyye |
: |
anat. 1) saydam tabaka; 2) korun tabakası [deride] |
|
tabaka-i kuzâhiyye |
: |
anat. iris. |
|
tabaka-i mantâriyye |
: |
bot. mantar tabakası. |
|
tabaka-i meşîmiyye |
: |
anat. damar tabaka. |
|
tabaka-i müvellide |
: |
bot. *büyütken doku, fr. cambium. |
|
tabaka-i müvellide-i fellîniyye |
: |
bot. mantardoğuran, fr. phellogene. |
|
tabaka-i palisadiyye |
: |
bot. palisat tabakası. |
|
tabaka-i sulbe |
: |
biy. sert tabaka. |
|
tabaka-i sebekiyye |
: |
biy. ağtabaka, fr. retine. 2) topluluk, sınıf. 3) bir veya iki yapraklık kâğıt. 4) sigara paketi. |
|
tabakat |
: | طبقات |
("ka" uzun okunur, a. i. tabaka'nın c.) : tabakalar. |
tabakat-ül-arz |
: |
jeoloji, fr. ge'ologie. |
|
tabakat-üf-fukahâ |
: |
fakîhlerin sınıf ve derecelerine dâir biyografileri. |
|
tabakat-üş-şuarâ |
: |
şâirlerin sınıfı, şâirlerin biyografisi. |
|
tabak-çe |
: | طبقچه |
(a. f. b. i.) : küçük tabak. |
tabâk-hâne |
: | طباقحانه |
(t. f. b. i.) : sepi yeri. |
tab'an |
: | طبعا |
(a. zf.) : tabiî olarak, kendiliğinden, yaradılıştan. |
tâbân |
: | تابان |
(f. s.) : 1) ışıklı, parlak. Mâh-i taban : parlak ay. Neem-i tâbân : parlak yıldız. Vech-i tâbân : parlak yüz. 2) i. erkek adı. |
tabânce |
: | طبانچه |
(f. i.) : avuç içi, el ayası. |
tab'âniyye |
: | طبعانيه |
(a. i.) : natüralizm, fr. naturalisme. |
tabân-keş |
: | طبانكش |
(t. f. b. s.) : taban tepen, yaya yürüyen. |
tabasbus |
: | تبصبص |
(a. i. basbasa'dan. c. : ta-basbusât) : yaltaklanma, alçakça yalvarma. |
tabasbus-ı kelb-âne, kelbî |
: |
köpekçesine yaltaklanma. |
|
tabasbusât |
: | تبصبصات |
(a. i. tabasbus'un c.) : yaltaklanmalar, alçakça yalvarmalar. |
tabassur |
: | تبصر |
(a. i. basar'dan) : ilerisini görüş, dikkatle bakıp esâsını kavrama. |
tâb-âver |
: | تاب آور |
(f. b. s.) : güç yetiren, dayanan. |
tâb-âver-i mukavemet |
: |
karşı durmak gücünde olan. |
|
tabâyi' |
: | طبايع |
(a. i. tabîat'ın c.) : tabîatler. |
tabâyi-i ahâlî-i âlem |
: |
dünyâ halkının tabiatları. |
|
tabâyi-i zî-rûh |
: |
insanların yaradılışları. |
|
tabbâh |
: | طباخ |
(a. tabh'dan. c. : tabbâ-hîn) : aşçı. (bkz. : aş-pez). |
tabbâhîn |
: | طباخين |
(a. i. tabbâh'ın c.) : atıcılar. |
tabbâl |
: | طبال |
(a. i.) : davulcu. |
tâb-dâde |
: | تابداده |
(f. b. s.) : yandınlmış, parlatılmış. |
tâb-dâr |
: | تابدار |
(f. b. s.) : 1) parlak ışıklı. Dîdâr-ı tâb-dâr : parlak yüz. 2) kıvrımlı, büklüm-lü. Gîsû-yi tâb-dâr : bükülmüş, bükülü saç. |
tab-dârî |
: | تابداری |
(f. b. i.) : parlaklık. |
tâb-dih |
: | تابده |
(f. b. s.) : 1) ışık veren. 2) i. iplik bükücü. |
tâ-be |
: | تاب |
(f. zf.) : "-e kadar' mânâsına gelerek kelimenin başına getirilir. |
tâ-be-key |
: |
ne zamana kadar, niceye dek. |
|
tâ-be- kıyamet |
: |
kıyamete kadar. |
|
tâ-be-mahser |
: |
mahşere kadar. |
|
tâ-be-sabah |
: |
sabaha kadar. |
|
tâbe |
: | طاب |
(a. cü. tayyib'den) : "iyi ve temiz olsun!" manasınadır. |
tâbe serâh |
: |
toprağı, kabri iyi ve temiz olsun! mânâsına ölen için edilen duâ. |
|
tâbe |
: | تابه |
(f. i.) : tava. |
tabe-i zer (altın tava) |
: |
mec. Güneş. |
|
tâbel, tabil |
: | تابل ، تابل |
(a. i. c. : tevâbil) : yemeklere konulan bahar. |
tâbende |
: | تابنده |
(f. s.) : parlıyan, ışık veren, (bkz. : tâb-nâk) : |
tâbende-izâr |
: | تابنده عذار |
(f. b. s.) : parlak yanaklı. |
tabh |
: | طبخ |
(a. i.) : 1) pişirme, pişirilme. 2) ilâç kaynatma. |
tâb-hâne |
: | تابخانه |
(f. b. i.) : 1) ocak veya soba ila ısıtılan kışlık yer; çiçek sobası. 2) nekahethâne. (bkz. : dâr-üş-şifâ). |
tab-'hâne |
: | طبعخانه |
(a. f. b. i.) : matbaa. |
tabh-hâne |
: | طبخخانه |
(a. f. b. i.) : mutvak; lokanta. |
tabhî |
: | طبخی |
(a. s.) : pişirmekle, pişirilmekle ilgili. |
tâbi' |
: | تابع |
(a. s. teb'den. c. : tabiîn, tâbiûn, tebea, tevabi') : 1) birinin arkası sıra giden, ona uyan. 2) boyun eğen, bağlı kalan; birinin emri altında bulunan. 3) a. gr. kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan [kelime] . tâbi cümle : gr. bağınlı cümle, yan cümle, fr. proposition subordonnee. 4) i. Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'i görmüş olanları (eshâbı) görüp kendisinden hadîs dinlemiş olan. |
tâbi' |
: | طابع |
(a. s. tab'dan) : 1) tab'eden, kitap basan; kitap bastıran. 2) i. matbaacı; editör. |
tabîat |
: | طبيعت |
(a. i. c. : tabâi') : 1) tabîat, yaradılış, huy, âdet, mizaç. Hüsn-i tabîat : zevk güzelliği. 2) kâinat Kânûn-i tobîat : tabîat kanunu, kâinatın düzenini devam ettiren kanun. 3) büyük aptes etme kolaylığı veya zorluğu. |
tabîb |
: | طبيب |
(a. i. tıbb'dan. c. : etibbâ, tabîbân) : hekim, doktor. Ser-tabîb : başhekim. |
tabîbân |
: | طبيبان |
(a. i. tabîb'in c.) : hekimler, doktorlar. |
tâbih |
: | طابخ |
(a. s. tabh'dan) : 1) pişiren, aşçı, (bkz. : aşpez). 2) hek. ateş yapan, ateşli. Hummâ-yi tâbih : ateşli sıtma. |
tâbiha |
: | طابخه |
(a. i.) : öğle sıcağı. |
tabiî |
: | طبيعی |
(a. s.) : 1) tabîatle ilgili. 2) tabîat îcâbı olan. 3) olağan. [müen. : tabîiyye] [zıddı : "sun'î"] |
tabiîn |
: | تابعين |
(a. s. tâbi'in c.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'i görmüş olanları görüp kendilerinden hadîs dinlemiş olanlar. |
Tebe-i tabiîn |
: |
tabiînden birinden, yânî ikinci derecede olarak hadîs nakletmiş olan. |
|
tabîiyyat |
: | طبيعيات |
(a. i. c.) : tabîî ilimler. |
tabîiyye |
: | طبيعيه |
(a. i.) : 'tabîat bilgisi. 2) natüralizm, fr. naturalisme. |
tâbiiyyet |
: | تابعيت |
(a. i.) : tâbi'lik, tabî olma; bir devletin tebasından bulunma. |
tâbiiyyet-i asliyye |
: |
birinin, doğum târihinden îtibâren hâiz olduğu tâbiiyyet. |
|
tâbiiyyet-i meksûbe |
: |
daha sonra, değiştirilerek girilen tâbiiyyet. |
|
tabîiyyûn |
: | طبيعيون |
(a. i. c.) : tabîiyyeciler, tabîatı Allah addeden zümre, fr. naturalistes. |
tâbil |
: | تابل |
(a. i. c. : tevâbil) : nane, biber, tarçın, karanfil gibi şeyler, [yemeklere konulan-] |
ta'bîr |
: | تعبير |
(a. i. ubûr'dan. c. : ta'bîrât) : ifâde, anlatma. 2) bir mânâsı olan söz. 3) * deyim. 4) *terim. 5) rü'yâ yorma. Hüsn-i ta-bîr : terbiye ve edep dâiresinde anlatma. Sû-i ta'bîr : edep ve terbiye dışı kullanılan sözle anlatma. |
ta'bîrât |
: | تعبيرات |
(a. i. ta'bîr'in c.) : tâbirler, * terimler; * deyimler. ; |
ta'bîr-nâme |
: | تعبيرنامه |
(a. f. b. i.) : rü'yâ kitabı, rü'yâların yorumlarını yapan kitap. |
tâb-istân |
: | تابستان |
(f. b. i.) : yaz. (bkz : sayf). |
tâb-istânî |
: | تابستانى |
(f. b. s.) : yaza mensup, yazla ilgili, yazlık [ekin] (bkz. : sayfî). |
tâbiş |
: | تابش |
(f. i.) : parlayış, parıldayış, (bkz. : revnak). |
tâbiş-geh |
: | تابشگه |
(f. b. i.) : parıltı yeri. |
tâbiûn |
: | تابعون |
(a. s. tâbi'in c.) : (bkz. : tabiîn). |
ta'biye |
: | تعبيه |
(a. i.) : [askeri] yerli yerine koyup hazırlama; tertîbetme. |
ta'biyet-ül-cey |
: |
ask. strateji. |