ŞÛ [y]

: شو [ی]

(f. i.) : yıkama. Şüst ü şû yıkama, temizleme.

şû, -şûy

: شو ، شوی

"yıkıyan, temizli yen" mânâlarına gelerek "birleşik kelimeler yapar. Câme-şûy : Çamaşır yıkıyan. Mürde-şûy : ölü yıkayıcı, (bkz. : gassal).

şuâ'

: شعاع

(a. i. c. : eşi'a, şiâ', şuâât) : 1) ışın, Güneş'ten veya başka bir ışık kaynağından uzanan tel tel ışıklar. Hayt-üş-şuâ' : Güneş'in iplik iplik olan ışıkları. 2) vektör, fr. vecteur.

şuâât

: شعاعات

(a. i. şuâ'ın c.) : şualar, ışınlar.

şuâât-ı şemsiyye

:  

fiz. Güneş ışınları.

şuâb

: شعاب

(a. i. şu'be'nin c.) : (bkz. : şuabât).

şuabât

: شعبات

(a. i. şu'be'nin c.) : şubeler, bölükler, kısımlar, takımlar; dallar, budaklar.

şuâî

: شعاعی

(a. s.) : şua'a mensup, şuâ ile, ışınla, vektörle ilgili.

şuâiyye

: شعاعيه

(a. i.) : zool. * ışınlılar, fr. radiolaires.

şual

: شعل

(a. i. şu'le'nin c.) : alevler, ateş alevleri.

şuarâ

: شعرا

(a. i. şâire'in c.) : 1) şâirler, ozanlar, (bkz. : şâirân). şuarâ-yi câhiliyye : islâm dîninden evvel Hicaz'da görünen Arap şâirleri. 2) Kur'an'da 26 ncı sûre.

şubân

: شبان

(f. i.) : çoban, (bkz. : şûbân). şubân-ı vâdî-i eymen : Hz. Mûsâ.

şûbân

: شوبان

(f. i.) : çoban, (bkz. : şubân).

şu'be

: شعبه

(a. i. c. : şiâb, şuab, şuabât) : 1) şube, bölük, kısım, takım, bölüntü. 2) dal, budak.

şu'bede

: شعبده

(f. i.) : elçabukluğu, hokkabazlık. [Arapça'da : "şa'beze" diri.

şu'bede-bâz

: شعنبده باز

(f. b. i.) : hokkabaz.

şu'bede-bâzâne

: شعبده بازانه

(f. zf.) : el çabukluğu ile, hokkabazcasına.

şugl

: شغل

(a. i. c. : eşgal, şugul) : 1) iş, uğraşacak, meşgul olacak şey; dert, gaile. 2) müz. Türkler tarafından bestelenmiş Arapça güfteli ilâhî'-lere verilmiş bir ad, ilâhîden başka bir dînî eserin güftesi Arapça ise, bu isim verilemez. Eski Arap müziğinde şugl, bambaşka bir mânâdadır. Buna kıyâsen hangi Türk bestekârının ilâhi şeklinin Arapça güftelerini tefrik için bu ismi verdiğini bilmiyoruz. Pek" çok şugl elimizde mevcuttur. Meselâ Zekâi Dede 36şuql bestelemiştir.

şugul

: شغول

("gu" uzun okunur, a. i. şugl'ün c.) : işler, uğraşacak, meşgul olacak şeyler; dertler, gaileler.

şûh

: شوخ

(f. s.) : 1) hareketlerinde serbest. 2) neşeli, şen ve oynak f kadın] . 3) açık saçık, hayasız [kadın]

şûh-i cefâ-cû

:  

cefakâr güzel.

şûhî

: شوخی

(f. i.) : şuhluk, oynaklık, (bkz. : clolâl).

şûh-meşreb

: شوخ مشرب

(f. a. b. s.) : açık meşrepli, şen ve neşeli.

şuhum

: شحوم

(a. i. şahm'ın c.) : içyağlar; don yağları.

şuhûs

: شخوص

(a. i. şahs'ın c.) : (bkz. : eşhas).

şukka

: شقه

(a. i.) : 1) parça; kumaş veya kâğıt parçası. 2) küçük tezkere, yazı.

şukuk

: شقوق

("ku" uzun okunur, a. i. şakk'ın c.) : yarıklar, çatlaklar.

şu'le

: شعله

(a. i. c. : sual) : alev, ateş alevi.

şu'le-i bî-ziyâ-yi hüzn-i kamer

:  

Ay'ın hüznünün ışıksız parıltısı.

şu'le-i cihân-sûz

:  

cihanı yakan alev.

şu'le-i şemşîr-i tâb-dâr

:  

parlak kılıcın alevi, pa-rıldaması.

şu'le-bâz

: شعله باز

(a. f. b. s.) : ışıklı, (bkz. : şu'le-dâr, şu'le-ver, şu'le-zen).

şu'le-dâr

: شعله دار

(a. f. fc. s.) : alevli, alevlenmiş, (bkz. : şu'le-bâr, şu'le-ver, şu'le-zen).

şu'le-gîr

: شعله گير

(a. f. b. s.) : alev alan, tutuşan.

şu'le-nümâ

: شعله نما

(a. f. b. s.) : alev gösteren, alevli.

şu'le-perver

: شعله پرور

(a. f. b. s.) : alevlerv dirici, ışıklandıran.

şu'le-pûş

: شعله پروش

(a. f. b. s.) : alevle örtülü, alev içinde kalmış.

şu'le-reng

: شعله رنگك

(a. f. b. s.) : alev renkli.

şu'le-rîz

: شعله ريز

(a. f. b. s.) : alev saçan, ışıldıyan.

şu'le-ver

: شعله ور

(a. f. b. s.) : ışıklı, aydınlık, (bkz. : şu'le-bâr. şu'le-dâr, şu'le-zen).

şu'le-zen

: شعله زن

(a. f. b. s.) : (bkz. : şu'le-bâr, şu'le-dâr, şu'le-ver).

şûm

: شوم

(f. s.) : şom, uğursuz, (bkz. : menhus, meş'ûm).

şûn

: ش

(a. ha.) : (bkz : şın).

şûr

: شور

(f. s.) : 1) tuzlu. 2) kekremsi. 3) şamata, gürültü.

şûra

: شوری

(a. i.) : 1) konuşmak için toplanma. 2) konuşma yeri.

şûrâ-yi devlet (devlet şûrası)

:  

* danıştay, idare dâvalarına bakmak, hükümetçe hazırlanan kanun tasarıları ve imtiyaz mukaveleleri üzerine düşüncesini bildirmek gibi vazifeleri olan ve üyeleri Büyük Millet Meclisince seçilen yüksek kurul.

şûrâ-yi saltanat

:  

tar. Sevr muahedesinin imzasından önce, İstanbul'da bizzat Sultan'ın riyaseti altında padişahlığın büyük me'murlarmdarr ibaret fev kalâde meclis.

şörâb, şûrâbe

: شوراب شورابه

(f. s.) : kirli, acı su (bkz. : ücâc) mec. gözyaşı.

şûr-baht

: شوربخت

(f. b. s.) : talihsiz, bahtsız, (bkz. : bed-baht, bed-tâfi', bî-barıtî.

şûre

: شوره

(f. i. ve. s.) : çorak, verimsiz toprak.

şûr-efgcıı

: شورافگن

(f. b. s.) : kargaşalık çıkaran, karma karışık eden.

şûr-enqîz

: شورانگيز

(f. h. s.) : şamata, gürültü yapan.

şûre-zâr

: شوره زار

(f. b. i.) : çoraklık yer. (bkz. : şûr - İstan).

şûr-qâh

: شورگاه

(f. b. i.) : kargaşalık yeri, kavga yeri.

şûrî

: شوری

(f. i.) : müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makam ve eskiden kullanılmış perde isimlerinden birisi. Kantemir oğlunda-ki "lâ" bir saz semaîsi makama misaldir. Hâlen Azerî müziğinde de bu isimde bir makam vardır.

şûrîde

: شوريده

(i. s.) : 1) karışık, perişan. 2) âşık, tutkun, (bkz. : meftun, şeydâ).

şûrîde-baht

: شوريده بخت

(f. b. s.) : bahtsız, talihsiz.

şûrîdeqî

: شوريدگی

(f. i.) : 1) karışıklık. 2) tutkunluk, düşkünlük.

şûrîde-hâl

: شوريده حال

(f. a. b. s.) : hâli perişan olan.

şûride-hâtır

: شوريده خاطر

(f. a. b. s.) : aklı dağınık, fikri perişan [kimse]

şûr-istan

: شورستان

(f. b. i.) : çorak, verimsiz yer. (bkz. : şûre-zâr).

şûriş

: شورش

(f. i.) : karışıklık, kargaşalık.

şûrîş-gâh

: شورشگاه

(f. b. i.) : kavga, karışıklık yeri.

şurrâh

: شراح

(a. s. ve i.) : sarihler, şerhciler, şerh edenler.

şurta

: شرطه

(a. i.) : 1) önde gidip düşmanla savaşan asker; çarhacı askerî. Sâhib-i şurta : inzibat me'muru. 2) [yelkene] uygun rüzgâr.

şurûb

: شروب

(a. i.) : 1) şurup, çok kaynatılarak koyulaştırılmış şerbet. 2) sulu ve şekerli ilâç.

şurûl

: شروط

(a. i. c.) : (bkz. : şerait). şurût-ı isticar : kiralama şartları. şurût-i salât : namazın şartları.

şutût

: شطوط

(a. i. sattın' c.) : büyük nehirler.

şuûb

: شعوب

(a. i. şa'b'ın c.) : 1) cemaatler, taifeler; kabileler. 2) Kiızıldeniz'den çıkarılan dallı budaklı taşlar.

şuûn

: شئون

(a. i. şe'n'in c.) : işler, yeni çıkan işler, hâdiseler (*olaylar) vak'alar. şuûn-ı dâhiliyye : iç *olaylar... şuûn-ı hâriciyye : dış *olaylar.

şuûnât

: شئونات

(a. i. şuû'n'un c.) : hâdiseler, olaylar.

şuur

: شعور

(a. i.) : anlama, anlayış, hissetme, duyma. Bi-şuûr : şuursuz.

şuur

: شعور

(a. i. şa'r'ın c.) : kıllar, (bkz. : şiar).

şuvâz

: شواظ

(a. i.) : 1) dumansız ateş. 2) susama, (bkz. : atş, şivâz).

şuveyy

: شوى

(a. s.) : yavaş.

şûy

: شوی

(f. i.) : koca. (bkz. : şevher, zevç).

şûyîde

: شوييده

(a. s.) : yıkanmış, (bkz : magsûl, merhûz).