şiâ' |
: | شعاع |
(a. i. şuâ'ın c.) : (bkz. : şuâât). |
şîa |
: | شيعه |
(a. i. : eşya, siya') : 1) taraflılar, yardımcılar. 2) Hz. Ali taraflısı. |
şiâb |
: | شعاب |
(a. i. şi'b'in c.) : dar yollar, dağ yollan, patikalar, keçiyolları. |
şiâb |
: | شعاب |
(a. i. şu'be'nin c.) : (bkz. : şuabât). |
şiân |
: | شئان |
(a. i. şe'n'in e.) : (bkz. : şüûn). |
şiar |
: | شعار |
(a. i. şa'r'ın c.) : kıllar, (bkz. : şuur). |
şiar |
: | شعار |
(a. s.) : "iyi, üstünlük veren işaret, âdet" mânâlarına gelerek 'birleşik kelimeler meydana getirir. Merhamet-şiâr : (hep) merhametli. Şöhret-siâr : şöhretli, ünlü, şöhret kazanmış. Zafer-şiâr : (dâima) zafer kazanm'ış, üstün gelmiş. |
şiar |
: | شعار |
(a. i. o : şaâyir) : 1) alâmet, işaret, iz. 2) ayırıcı işaret, ayırdedici âdet. |
şib |
: | شب |
(f. i.) : iniş; aşağı doğru eğiklik, (bkz. : nişîb). |
şi'b |
: | شعب |
(a. i. c. : şiâb) : 1) dar yol, ke-çiyolu, dağ yolu. 2) oymak [kabîle] |
şib' |
: | شبع |
(a. i.) : doyma, tokluk, (bkz. : îiba'). |
şiba' |
: | شبع |
(a. i.) : doyma, tokluk, (bkz. : şib'). |
şibâ' |
: | شباع |
(a. s. şeb'ân'ın c.) : toklar, karnı doymuşlar. |
şibak |
: | شباك |
(a. i. şebeke'nin c.) : ağlar, tuzaklar, kafesler. |
şibh |
: | شبه |
(a. i. c. : eşbâh) : 1) benzeme, benzeyiş. 2) bir şeyin benzeri 3) benziyen şey. |
şibh akd |
: |
sözleşme benzeri, fr. quasi-contrat. |
|
şibh-i amd |
: |
huk. katli meşru olmıyan bir insanı âlât-ı cârihadan sayılmıyan bir şey ile kasden öldürme, [buna : "şibh-ül-hatâ" da denir] |
|
şibh-i beşer |
: |
zool. insanımsılar, urangutan, şempanze, goril gibi kısmen insana benziyen maymunlar, fr. anthropoVde (bkz. : şibh-i insâniyye). |
|
şibh-i beşere |
: |
anat. üst derimsi, fr. epidermo'ı-de. |
|
şibh-i billur? |
: |
billurumsu, fr. cristalo'ı'de. |
|
şibh-i cezire |
: |
coğr. yanmada, fr. presqu' île. |
|
şibh-i ceırî |
: |
bot. kökümsü, fr. rhizoi'de. |
|
şibh-i cild |
: |
anat. cildimsi, fr. dermoi'de. |
|
şibh-i hüsn-i tâlil |
: |
ed. bir hadisenin vukuuna şairane olmakla beraber kat'î olmıyan bir sebep göstermek, ["niçin hamidesin ey çarh; söyle boynunda * birikmiş ahların mı vebali kalmıştır" bey-tindeki "birikmiş ahların vebali" şibh-i hüsn-i tâlil dir] |
|
şibh-i insâniyye |
: |
zool. (bkz. : şibh-i beşer). |
|
şibh-i isfencî |
: |
süngerimsi, fr. spongoide. |
|
şibh-i kalevi |
: |
kim. alkaloit, fr. alcaloi'de. |
|
şibh-i ma'den |
: |
mâden i ms i, fr. metalloide. |
|
şibh-i münharif |
: |
geo. yamuk, fr. trapeze. |
|
şibh-i necliyye |
: |
bot. buğdayımsılar, fr. gramini-dees. |
|
şibh-i zili |
: |
fiz. yarıgölge, fr. penombre. |
|
şibl |
: | شبل |
(a. i.) : arslan yavrusu. |
şibr |
: | شبر |
(a. i.) : 1) karış. 2) astr. gökteki bir derecelik kavis, yay. |
şieâ' |
: | شجاع |
(a. s. şecî'in c.) : cesurlar, yiğitler, yürekliler, (bkz. : şüceâ). |
şicâc |
: | شجاج |
(a. i. şecce'nin o.) : (bkz. : şec-cât). |
şie'ân |
: | شجعان |
(a. s. şicâ'ın o.) : (bkz. : şüc'ân). şîd * ; —i (f. i.) Güneş, nur, aydınlık. |
şidâd |
: | شداد |
(a. s. şedîd'in c.) : sertler, katılar. Seb'ün şidâd : Hz. Yûsuf zamanında Mısır'da geçirilen yedi kurak yıl. " |
şiddet |
: | شدت |
(a. i. c. : şided) : 1) sertlik, katılık. 2) fazlalık. 3) sıkılık. |
şiddet-i havâss |
: |
psik. duyum keskinliği. |
|
şiddet-i şehvet |
: |
ihtiras şiddeti. |
|
şiddet-i tazyik |
: |
zorlamanın, sıkıştırmanın şiddeti. |
|
şided |
: | شدد |
(a. i. şiddet'in c.) : şiddetler. |
şifâ' |
: | شفاء |
(a. i. c. : eşfiye) : hastalıktan kurtulma, iyi olma, sağalma. Dâr-üş-şifâ : hasta-hâne. |
şifâ-i âcil |
: |
[hastalıktan] çabuk kurtulma. şifâ-i sadr : öc almış olma, gönlü ferahlama. |
|
şifâ-bahş |
: | شفا بخش |
(a. f. b. s.) : şifâ verici, veren, iyilik veren, iyileştiren. |
şifâh |
: | شفاه |
(a. i. şefe'nin c.) : dudaklar, (bkz. : şefevât). |
şikâr-istân |
: | شكارستان |
(f. b. i.) : avlak, av yeri, avı çok olan yer. (bkz. : sayd-gâh, şikâr-gâh). |
şikâyât |
: | شكايات |
(a. i. şikâyet'in c.) : şikâyetler, sızlanmalar. |
şikâyet |
: |
(a. i. c. : şikâyât) : sızlanma, yanıkma, yakınma. |
|
şikâyat-nime |
: | شكايتنامه |
(a. f. b. i.) : 1) şikâyet mektubu, şikâyet yazısı. 2) Fuzûlî'nin nişancı paşaya gönderdiği meşhur şikâyet yazısı. |
şikem |
: | شكم |
(f. i.) : karın, (bkz. : batn). şikembe Odi (f. i.) ; işkembe. |
şikam-bende |
: | شكم بنده |
(f. b. s.) : karnına, miğdesine bağlı, düşkün, çok yiyen, pisboğaz, (bkz. : ekûl). |
şikem-derd |
: | شكم درد |
(a. b. i.) : karın ağrısı. |
şikem-perest |
: | شكم پرست |
(f. b. s.) : boğazını seven, boğazına düşkün, obur. (bkz. : şikem-per-ver). |
şikemperver |
: | شكم پرور |
(f. b. s.) : (bkz. : ş!kem-perest). |
şiken |
: | شكن |
(f. i.) : büklüm, kıvrım, (bkz. : sekence). |
şiken-i kâkül |
: |
kıvırcık saç. |
|
şiken |
: | شكن |
(f. s.) : "kıran, kırıcı" mânâlarına gelerek "birleşik kelimeler meydana getirir. Büt-şiken : put kıran. Dil-şiken : gönül kıran, gö-nıl kırıcı. Hâtır-şiken : hatır kıran. Peymân-şiken : yemininde durmıyan. |
şikene |
: | شكنه |
(f. i.) : büklüm, kıvrım, (bkz : şiken). |
şikenc-i gîsû |
: |
saç büklümü. |
|
şikence |
: | شكنجه |
(f. i.) : işkence. |
şikest |
: | شكست |
(f. s.) : 1) kırılmış, kırık. 2) i. kırma, kırılma. 3) i. yenilme, (bkz. : mağlubiyyet). |
şikeste |
: | شكسته |
(f. s.) : 1) kırık, kırılmış. (bkz. : ıneksûr). 2) yenilmiş, (bkz. : mağlûb, münhezim). Lesker-i şikeste : bozulmuş asker. 3) ta'lîk'i andırır bir yazı şekli. |
şikeste beste |
: |
kırık dökük, şöyle böyle. |
|
şikeste-i şikeste-tâli' |
: |
talihsiz dîvâne. |
|
şikeste-bâl |
: | شكسته بال |
(f. b. s.) : kırık kanad-lı, kanadı kırık; kederli. |
şikeste-dil |
: | شكسته دل |
(f. b. s.) : gönlü kırık, kederli, mahzun. |
şikestegî |
: | شكستگی |
(f. i.) : kırıklık, (bkz : inkisar). |
şikeste-pâ |
: | شكسته پا |
(f. b. s.) : ayağı kırık. |
şikeste-tâli' |
: | شكسته طالع |
(f. a. b. s.) : talihi kırık, talihsiz. |
şikeste-zebân |
: | شكسته زبان |
(f. b. s.) : peltek. |
şikeste-zebânî |
: | شكسته زبانی |
(f. b. i.) : pelteklik. |
şikîb |
: | شكيب |
(f. i.) : (bkz. : şekîb) |
şikîbâ, şikîbende |
: | شكيبا ، شكيبنده |
(f. s.) : sabırlı, (bkz. : sabır). |
şiküfte-ru |
: | شكفته رو |
(f. b. s.) : yüzü açık. |
şimal |
: | شمال |
(a. i.) : 1) sol, sol taraf, (bkz. : yesâr). 2) coğr. kuzey. Eshâb-üş-şimâi : amel defterleri sol taraflarından verilen cehennemlik insanlar. |
şimâl-i garbi |
: |
coğr. kuzey batı. |
|
şimâl-i şarkî |
: |
coğr. kuzey doğu. |
|
şimâlen |
: | شمالا |
(a. zf.) : soldan, sol tareftan olarak, şimal, kuzey tarafından. |
şimalî |
: | شمالی |
(e. s.) : şimale âit, şimal iler kuzeyle ilgili. Kutb-i şimalî : kuzey kutbu. |
şîme |
: | شيمه |
(a. i. c. : şiyem) : huy, tabîat. (bkz. : haslet). |
Şimr |
: | شمر |
(a. h. i.) : Kerbelâ hâdisesinde-Hz. Hüseyin'in başını kesen mel'ûn. |
şimrâtı |
: | شمراخ |
(a. i. c. : şemârîh) : 1) hurma veya üzüm budağı, salkımı. 2) dağ tepesi, (bkz. : teli). |
şimrâhiyye |
: | شمراخيه |
(a. i.) : Hz. Ali'ye muhalefet eden haricî zümresinin bir kolu. |
şimsad |
: | شمشاد |
(f. i.) : şimşir ağacı. |
şimşir |
: | شمشير |
kılıç. Faslı : "şemşîr" dir] . (bkz. : seyf, şemştr, tîg). |
şimşîr-i burrân |
: |
keskin kılrc. |
|
şimşîr-ger |
: | شمشيرگر |
(f. b. i.) : kılınççı. {bkz : şemşîr-ger). |
şimşîr-zen |
: | شمشيرزن |
(f. b. s.) : kılıçla vuran, kılıç çeken, (bkz. : şemşîr-zen). |
şinâh |
: | شناه |
(f. i.) : suda yüzme, (bkz. : şi-bâhet). f"şinâ" şekli de vardır] |
şinâr |
: | شنار |
(f. i.) : yüzme fsuda-] . (bkz. : sebh). |
şinâs |
: | شناس |
(f. s.) : "anlıyan, tanıyan, bilen" mânâlarına gelerek * birleşik kelimeler meydana getirir. Hâtır-şinâs : hatır sayan, hatır kırmı-yan, hatır bilen. Târitı-şinâj : târih bilen, târihten anlıyan. . gibi. |
şinâsi |
: | شناسی |
(f. s.) : 1) tanımıya mensup, tanımakla ilgili, tanıyrcı. 2) Tanzimat devrimizin ünlü şâir ve gazetecisi. |
şinâver |
: | شناور |
(f. s.) : suda yüzen, yüzgeç, (bkz. : sâbih). |
şinâveri |
: | شناوری |
(f. b. i.) : [suda] yüz-geçlik, yüzücülük, (bkz. : sibâhet, şinâh) |
şinev |
: | شنو |
(f. s.) : işiten, dinliyen. Dûr-şi-ev (uzağı işiten) : telefon. |
şinîd |
: | شنيد |
(f. i.) : işitme, (bkz. : sem', is-timâ"). |
şinide |
: | شنيده |
(f. s.) : işitilmiş, duyulmuş. Nâ-şinide : işitilmemiş, duyulmamış. Nev-şinîde : yeni işitilmiş, ffasîhi : "şenîde" dir] |
şi'r |
: | شعر |
(a. i. c. : eş'âr) : 1) anlama. (bkz. : fehm, idrâk). 2) ed. şiir, edebî değeri olan nazımlı ve kafiyeli söz. Aksâm-ı ji'r : ed. mısra, beyt, gazel, kasîde, rubâî, murabba, kıt'a, mesnevî medhiye, hicviye, fahriye, münacât, tevhîd, tehlît gibi şi'rin beyan yolları. |
şîr |
: | شير |
(f. i.) : 1) arslan. (bkz. : dırgam. esed, gazanfer, haydar, leys). |
şîr-i Huda |
: |
(Allah'ın arslanı) : Hz. Alî. şîr-i jiyân : kızgın, kükremiş arslan. şîr-i ner : erkek arslan. (bkz. : nerre-şîr). şir-i Yezdan : Hz. Alî. |
|
şîr ü hûrşîd |
: |
İran devletinin en büyük nişanı, 2) süt. (bkz. : şîren). |
|
şîr-i mâder |
: |
ana sütü. |
|
şirâ' |
: | شراء |
(a. i.) : satın alma, setin alınma, ["etmek" yardımcı fiili ile kullanılır] . Bey'ü şirâ : alım satım. Sevm-i şirâ : fık. bir malın satıcı tarafından fiatlandırılıp muhayyer olarak satılması. |
şirâ' |
: | شراع |
(a. i.) : yelken, gemi yelkeni. (bkz. : bâd-bân). |
şi'râ' |
: | شعراء |
(a. i.) : astr. iki yıldızın adı. |
şi'râ-ül-yemânî, şi'râ-yi yemâni |
: |
astr. semânın güney yarım küresinde bulunan Kelbülekber (Büyük Köpek) burcunun ve bütün semânın görünen en parlak yıldızı, Sirius; lât. alpha Canis Majoris. |
|
şi'râ-üş-şâmî, şi'râ-yi şâmî |
: |
astr. Küçük Köpek, Kelbülasgar, burcunda en parlak yıldız, (Procyon) ; lât. alpha Canis Minoris. |
|
şîr-âne |
: | شيرانه |
(f. zf.) : arslancasına, arslana yaraşır yolda, (bkz. : esed-âne, gazanfer-âne, hay-dar-âne). Hamle-i şîr-âne : arslanca saldırış. |
şirâ-ül-hanek |
: | شراع الحنك |
(a. b. i.) : anat. damak eteği, fr. voile du palais. |
şîrâz |
: | شيراز |
(f. i.) : müz. Türk müziğinde eski bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur, [hâlen Azerî müziğinde de bu isimle bir makam vardır] |
şîrâze |
: | شيرازه |
(f. i.) : 1) kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yaprakları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit. 2) pehlivan kispetinin paçası. 3) mee. esas, düzen, nizam. |
şîrâze-bend |
: | شيرازه بند |
(f. b. s.) : 1) şîraze bağlıyan. 2) düzen veren, clüzenliyen. |
şîriz-süııbüle |
: | شيراز سنبل |
(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinde birkaç asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur. |
şirb |
: | شرب |
(a. i.) : su hissesi, suya âit hak; ekin ve hayvan sulama nöbeti. |
şirb-i hâss |
: |
huk. [eskiden] muayyen kimselere mahsus olan akar sudan su alma hakkı. |
|
şir-ceng |
: | شير جنگك |
(f. b. s.) : arslan cenkli, arslan gibi savaşan. |
şîrdân |
: | شيردان |
(f. i.) : şirden, geviş getiren hayvanların ikinci midesi, geviş bağırsağı. |
şîr-der-zencîr |
: | شير در زنجير |
(f. b. s.) : zincire vurulmuş arslan. |
şîr-dil |
: | شيردل |
(f. b. s.) : arslan yürekli, cesur. (bkz. : şîr-merd). |
şîr |
: | شير |
(f. i.) : 1) süt. (bkz. : . şîr2. . 2) şıra, (bkz. : usare). |
şîre-i engûr |
: |
üzüm suyu; şarap. |
|
şi'ren |
: | شعراً |
(a. zf.) : şiir olarak, şiir voliyle. |
şîr-gîr |
: | شيرگير |
(f. b. s.) : 1) arslanı tutacak derecede kuvvetli ve cesur olan. 2) çakırkeyif, yarı sarhoş. |
şîr-hâr |
: | شير خوار |
(f. b. s.) : 1) süt içen, henüz memede olan. (bkz. : sabî). 2) tar. acemiliğe alınmıyan veya sayısı beşten eksik olan esirlerden bir kısmı. |
şi'rî |
: | شعری |
(a. s.) : şi're mensup, şiirle ilgili. |
şîrîn |
: | شيرين |
(f. s.) : 1) tatlı. 2) sevimli, cana yakın, sempatik. 3) müz. Türk müziğinde bir büyük usul olup şeyh Abdülbâki Dede tarafından terkîb-edilmiştir. Herhalde zamanında bu usul ile hiç olmazsa bestekârı tarafından birkaç eser yazılmışsa de zamanımıza bir tek numunesi intikal etmiş değildir. 44 zamanlı ve 22 darblı olup peşrev ve beste gibi şekillere mahsustur. Muhtelif şekillerde vaz edilmiş ÎT tane sofyandan mürekkeptir, darbları şeyledir : düm (4 zamanlı, kavi) : te (1, nim kavi) ke (1 zayıf) te (1, nim kavi) ke (1, zayıf) ; düm (2, kavi) tek (2, . nin kavi}; tek (4, kavi) te (2, nim kavi) ke (2, zayıf) ; te (2, nim kavi) |
Şîrîn |
: | شيرين |
(f. h. i.) : 1) Ferhâd (Husrev) ile Şîrîn hikâyesinin kadın kahramanı. |
şîrîn-cemil |
: | شيرين جمال |
(f. a. b. s.) : sevimli yüzlü. |
şîrîn-edâ |
: | شيرين أدا |
(f. b. s.) : lâtif edalı. |
şîrîni |
: | شيرينی |
(f. i.) : 1) tatlılık. 2) sevimlilik, canayakınlık, sempati. |
şîrîn-kâm |
: | شيرينكام |
(f. b. s.) : tatlılığı damağında kalmış, tadı damağında : kalmış. |
şîrîn-kâr |
: | شيرينكار |
(f. b. s.) : tatlı, hoş muamele eden. |
şîrîn-zebân |
: | شيرين زبان |
(f. b. s.) : tatlı'diHi, . clilitatlı. |
şirk |
: | شرك |
(a. i.) : müşriklik, Allah'a şerik, ortak koşma, AllafTcfan başka bir Allah bulunduğuna inanma. |
şirket |
: | شركت |
(a. i.) : ortaklık. |
şirket-i »'mâl |
: |
fık. çalışmayı sermâye olarak kabul eden şirket. |
|
şirket-i ayn |
: |
fık. muayyen ve mevcut olan maldaki ortaklık. |
|
şirket-i deyn |
: |
huk. [eskiden] alacakta iştirak. |
|
şirket-i emval |
: |
huk. [eskiden] şeriklerin ortaya sermâye ofmak üzere birer miktar mal koyarak birlikte, yahut ayrı ayrı, yahut mutlaka ahz ü îtâ etmek ve hâsıl olacak ribhi aralarında paylaşmak üzere kurdukları şirket. |
|
şirket-i ibâhe |
: |
fık. kimsenin malı olmıyan şeylere (su gibi) sahip çıkmak salâhiyetinde âmmenin ortak olması. |
|
şirket-i ihtiyânyye |
: |
müteşâriklerin fiilleri ile hâsıl olan iştirak, [iştira ve îttihap ve kabûl-i vasiyet ile halt-ı emval suretlerinde hâsıl olan iştirak : gibi] |
|
şirket-i inin |
: |
huk. [eskiden] şerikler arasında tam müsavat (eşitlik) şart edilmeksizin akdolunan şirket. |
|
şirket-i milk |
: |
huk. [eskiden] esbâb-i temellükten olan iştira ve ittihap ve kabûl-i vasiyet ve tecâvüz gibi bir sebeple, yahut halt ve ihtilât-ı emval ile yânî mallan kabil-i temyiz ve tefrîk olmıyacak surette karıştırmak, yahut malları o surette yekdiğeri, ne karıştırmakla bir şeyin birden fazla k mseler arasında müşterek olması. Meselâ : [bir kimse bir malını iki kişiye hibe veya vasiyet edip de onlar da tesellüm ve kabul etseler, mal, bir iki kişi arasında müşterek olur] |
|
şirket-i mudârebe |
: |
fık. bir taraftan sermâye, diğer taraftan emek olmak üzere kurulan şirket. |
|
şirket-i mufâvaza |
: |
fık. ortaklık sermâyesi olabilecek mallan ve sermâye miktarı ve hisseleri müsâvî olarak bir iki veya daha çok kimselerin kurdukları şirket. |
|
şirket-i vücûh |
: |
fık. kredi ile mal alıp satmak üzere kurulan şirket. |
|
şîr-merd |
: | شير مرد |
(f. b. s.) : arslan yürekli, cesur, (bkz. : şîr-dil). |
şîr-pençe |
: | شير پنچه |
(f. b. i.) : "arslan eli" r t -hok. en çok ensede ve sırtta çıkan, çabuk genişliyen ve tehlikeli bir halde olabilen, çoğu istafilokok mikrobundan ileri gelen bir kan çıbanı. |
şirret |
: | شرت |
(a. i.) : 1) şerirlik, kötülük. 2) (o. s.) geçimsiz, hırçın, huysuz, kavgacı. |
şirrîr |
: | شرير |
(a. s. c. : eşirrâ, eşrâr) : [çok] şerîr, şer işliyen. (bkz. : şerîr).["şirrîr" şekli asıl olduğu halde bizde "şerîr" olarak kullanılır] |
şiryan |
: | شريان |
(a. i. c. : şerâyîn) : anat. * atardamar. |
şiryân-ı âdûdî |
: |
anat. bâzû da bulunan damar. şiryân-ı ebher : anat. . temiz, kırmızı kanı yürek- |
|
şiryân-ı iklîlî |
: |
anat. kalbi besliyen ve kırmızı kani nakl ve sevk eden damar. |
|
şiryân-ı ku'bsrî |
: |
anat. bilek damarı şiryân-ı rievî : anat. akciğerlerin içine dağılan ve kırmızı kanı dağıtan damar. |
|
şiryân-ı sübâtî |
: |
anat. şahdamar [boynun iki yanında olan] |
|
şiryân-ı sezen |
: |
anat. soluk borusu. |
|
şiryân-ı taht-et-terkova |
: |
anat. köprücük altı damarı. |
|
şiryân-ı zülâkî |
: |
anat. mîdeye giden damarların hepsi. |
|
şirzime |
: | شرذمه |
(a. i. c. : şerâzim) : küçük, az olan topluluk. |
şîşe |
: | شيشه |
(f. i.) : Şişe, s, rca (bkz . ka. rûre). |
şitâ |
: | شتا |
(a. i.) : kış (bkz. : zemiştan). Mevsim-i şitâ : kış mevsimi. |
şitâb |
: | شتاب |
(f. i.) : acele, sür'at, çabukluk. |
şitâbân |
: | شتابان |
(f. i.) : acele eden, çabuk olan, koşan, seğirten, ["olmak" yardımcı fiili ile kullanılır] , (bkz. : mütehâlik). |
şitâî |
: | شتائی |
(a. s.) : kışa âit, kışla ilgili. |
şitâiyye |
: | شتائيه |
(a. s.) : 1) kışlık. 2) i. girizgâh kısmı kışdan bahseden veya kış tasviriyle baş. lıyan kasîde. |
şitevî, şiteviyye |
: | شتوی ، شتويه |
(a. s.) : 1) kışa âit, kışla ilgili. 2) i. kış sebzesi. |
şivâz |
: | شواظ |
(a. i.) : 1) dumansız ateş. 2) su. sama. (bkz. : atş, şuvâz). |
şive |
: | شيوه |
(f. i.) : 1) naz, eda. |
şive-i dil-ber |
: |
güzelin nazı, edası. 2) leng. söyleyiş, yerli veya' yabancı konuşma tarzındaki telâffuz hususiyetlerinin bıraktığı umûmî intibalar, fr. accent. |
|
şîve-i reftâr |
: |
yürüyüş tarzı, yürüyüşteki edâ. |
|
şîve-bâz |
: | شيوه باز |
(f. b. s.) : şiveli, cilveli. (bkz. : işve-bâz). |
şive-bâzî |
: | شيوه بازی |
(f. d.) : ŞÎve-bazlık, şî-velilik, cilvelilik. |
şîve-ger |
: | شيوگی |
(f. b. s.) : (bkz. : şîve-kâr). şivegî J j~Z (f. b. s.) (bkz. : şîve-kâr). |
şîve-kâr |
: | شيوه كار |
(f. b. s.) : 1) şiveli, işveli, cilveli, (bkz. : gannâc, işve-bâz). 2) i. kadın ismi. |
şîven |
: | شيون |
(f. i.) : matem, yas; inleme, sızlanma, (bkz. : nevha). |
şîven-gâh, şîven-gelı |
: | شيونگاه ، شيونگه |
(f. b. i.) : matem, yas yeri, matem evi. |
şîve-nümâ |
: | شيوه نما |
(f. b. s.) : 1) naz gösteren. 2) i. müz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup, üç asırlık kadardır. Sabâ ile ferahfezâ'dan mürekkeptir (ferahfeza, acem aşîran ile sultanî ye-gâh'dan ibaret olup, sonradan Ahmet Ağa tarafından, belki şîvenümâ'dan ilham alınarak -tertîbedilmiştir; sultanî yegâh ise, bundan da sonra müstakil ve isimli makam olarak -Dede Efendi tarafından -kullanıl-mıya başlanmıştır). Ferahfeza (yânî sultanî yegâh) ile yegâh (re) perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede -sabâ'nın durağı ve sultanî yegâh'ın güçlüsü olan -dügâh (lâ) ikinci derecede de . sabâ ile acem aşîran'ın güçlüleri olan -çargâh (do) perdel |
şiya' |
: | شيع |
(a. i. şîa'nın c.) : şîalar. |
şiyem |
: | شيم |
(a. i. şîme'nin c.) : huylar, ta-bîatlar. |