şa'r

: شار

(a. i. c. : eş'âr, şiar, şuur) : (bkz. : mûy).

şa'r-ı şârib

:  

bıyık kılı.

şâr

: شار

(f. i.) : şehir, (bkz. : belde).

şarâb

: شراب

(a. i. c. : eşribe) : 1) içilecek şey. 2) şarap, (bkz. : bade, hamr, mey, sah-pâ).

şarâb-ı bî-gaş

:  

hîlesiz ve katkısız şarap.

şarâb-ı nâb

:  

katkısız şarap.

şarâb-ı nûhî

:  

bin senelik eski şarap. şarâb-ı rumtnâni : nar rengindeki şarap.

şarâbet-ür-râiyye

: شرابه الراعيه

(a. b. i.) : bot. çobanpüskülügiller, fr. aquifoliacees.

şarâb-hâne

: شرابخانه

(a. f. b. i.) : 1) şarap evi, şarap yapılan veya satılan yer. 2) büyük şarapfıçısı.

şarâb-hâr

: شرابخوار

(a. f. b. s.) : şarap içen.

şarabî

: شرابی

(a. i.) : 1) şarapçı. 2) s. kırmızı şarap renginde olan.

şârılc, şârıka

: شارق ، شارقه

(a. s. şarkdan) : doğan, parlıyan, parlayıcı; parlak. Neem-i şârik : parlıyan vıldız. Nücûm-i şârika : parlıyan, parlak yıldızlar.

şârıka

: شارقه

(a. i. c. : şevârık) : aydınlık, ışık. (bkz. : nûr, ziya).

şârl'

: شارع

(a. s. şer'den) : 1) şeriat koyan, kanun koyan, (bkz. : vâzı-ül-kanûn) : Allah. 2) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm).

şa'rî, şa'riyye

: شعری ، شعريه

(a. s.) : 1) kıla mensup, kıl ile ilgili. 2) fiz. kılcal. Cümle-i şa'riyye : hek. kırmızı ve siyah kan damarları arasında bulunan saç gibi ince damarlar. Ev'iye-i şa'riyye : *kılcal damarlar

şârib

: شارب

(a. s. şürb'den) : 1) içen, içici.

şârib-ül-leben

:  

süt içen.

şârib-ül-leyli ve-n-nehâr

:  

gece gündüz içen, içki düşkünü. 2) (i. c. : şevârib) bıyık.

şârid

: شارد

(a. i.) : tutunmuş, beğenilmiş ve yayılmış şiirler; şiir tarzındaki ata sözleri.

şârih

: شارح

(a. s. ve i. şerh'den. c. : şurrâh) : bir kitabı şerh eden, bir kitaba 'açıklama yazan kimse. Hz. Şârih : Mesnevî'nin şârihi İsmail Resûhi Dede. Kavl-i şârih : mant. tarif.

şa'riyye

: شعريه

(o. i.) : şehriye, çorbalık makarna, ["şa'r : kıl gibi ince olmasından kinaye]

şa'riyyet

: شعريت

(a. i.) : fiz. * kılcallık, fr. capillarite.

şark

: شرق

(s. i.) : 1) Doğu. 2) Avrupa kültürünün dışında kalan Müslüman ülkeleri. Şark ve garb (Doğu ile Batı) : bütün dünyâ.

şark-ı cenubî

:  

coğr. güney doğu. ["cenûb-î şarkî" şekli yaygındır]

şark-ı şimali

:  

coğr. kuzey doğu. P'şimâl-i şarkî" şekli yaygındır]

şarkan

: شرقاً

(a. zf.) : gün doğusu tarafından; şarkında, doğusunda.

şarkıyyât

: شرقيات

(a. i. şark'dan) : 1) doğu dili, târihi ve edebiyatlariyle uğraşan ilim kollarına toplu olarak verilen bir ad. 2) ıtıüz. dört, beş, altı ve daha çok mısralı şiirlerden terennüm güftesi yapılan ezgilere verilen bir ad.

şarkıyyûn

: شرقيون

(a. i. c.) : şarklılar, doğulular.

şarkî, şarkıyye

: شرقی ، شرقيه

(a. s.) : 1) şarkla, doğu ile ilgili. 2) şark, doğu ülkeleriyle ilgili. Cenûb-i şarkî : coğr. güney doğu. Şimâl-i şarkî : coğr. kuzey doğu. Elsine-i şarkıyye : (yaşayan) şark dilleri : [Türk, Arap, Fars, Ordu, Çin, Hin, Kore, Tibet, Japon ve şâire gibi Asya'da kullanılan diller]

şart

: شرط

(a. i. c. : şürût) : 1) şart. 2) vaziyet, hal. 3) yemin.

Şart-ı arz (arz şartı)

:  

jeod. herhangi bir yüksek dereceli nîrengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (bâz) dayanan bir nîrengi şebekesi kurulduğu takdirde ölçülerden hareketle bütün şebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sı-nırlıyan noktalarda tahassül edecek arz farkını gidermek için muvâzene hesabı sırasında kurulan husûsî muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şart-ı bâtıl

:  

huk. [eskiden] vâkıfın fayda ve maslahattan ârî ve vakfın gayesine muhalif olan arzusu, [hâin mütevellinin azlolunmaması, mevkuf akarın şu miktardan fazlaya kiralanmaması gibi]

şart-ı bâz (bâz şartı)

:  

jeod. astr. herhangi bir nîrengi şebekesinde birden fazla baz bulunduğu takdirde, birinci bazdan mevcut ölçülere dayanarak ikinci bazın üstüne kadar bütün üçgenler dolaşılarak varıldığında ölçü hatâlarından doğan intibaksızlığı gidermek için kurulan husûsî muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şart-ı caiz

:  

huk. [eskiden] akd-i bey'in muk-tezâsından olan, yahut akdin muktezâsını te'yîde-den, yahut müteâref, yânî örf ve âdet-i beldede câri ve şart-ı hıyar gibi meşru olan şarttır ki bu şartla beyi' sahih ve muteberdir.

şart-ı dil' (dili' şartı)

:  

jeod. astr. herhangi bir nirengi şebekesinde, şebekenin bir dıl'ından kalkıp bütün üçgenleri dolaştıktan sonra ayın dili' üzerine kulak yapmaksızın, yâni- dıl'ı sınırlı-yan noktalar devirden sonra üstüste gelecek şekilde doğru hesaplıyabilmek üzere muvâzenede tatbik edilen muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şart-ı lâçjv

:  

huk. [eskiden] akd-i bey'in muk-tezâsından olmayıp ve muhtezây-i akdi teyîd dahî etmeyip, müteâref olmıyan ve akdi yapan taraflardan birine veya ma'kud-ün-aleyhe faydası bulun-mıyan şarttır ki bu şartla beyi' sahih, lâkin şart lağvolur. [başkasına satmamak, yahut mer'aya salıvermek şartiyle bir hayvanı satmak gibi]

şart-ı müfsid

:  

huk. [beyide] akd-i bey'in muk-tezâsından olmayıp ve akdin muktezâsını teyîd dahî etmeyip, müteâref ve meşru olmıyan ve fakat âkitlerden birini faydalı olan şarttır ki bu şart müfsit ve bu şartla beyi' fasittir, [arasıra binmek şartiyle bir atı satmak gibi]

şart-ı möteahhir

:  

huk. vakfiyedeki müteânz şartlardan sonraki şart.

şart-ı müteânz

:  

huk. [vakıfta] vâkıfın vakfiyesinde yekdiğerine muarız ve muhalif zikrolunan şartlara ıtlak olunur ki hepsini îmâl mümkün olmazsa sonraki şart evvelki şartın hükmünü nesheder.

şart-ı mütekaddim

:  

huk. [vakıfta] vakfiyedeki müteânz şartlardan iik şart olup buna : şart-ı evvel de denir.

şart-ı nâsih

:  

huk. vakfiyede müteânz şartlardan sonuncusu.

şart-ı sânî

:  

huk. vakfiyede müteânz iki şarttan ikinci şart olup önceki şartın hükmünü kaldırmış sayılır.

şart-ı sarîh

:  

huk. [vakıfta] yekdiğerine atıf suretiyle kullanılan tâbirleri muttasıl olarak tâ-kîbedip onlara vuzuh veren kayıt, ["çocuğuma ve çocuğumun çocuğuna ve neslime vakfeyledim" diye sayılan meşrût-un-leh'leri takiben zikrolunan "erkek" lâfzı gibi ki bütün sayılanlar için muteber bir kayıt addolunur]

şart-ı semt (semt şartı)

:  

jeod. astr. evvelce hesaplanmış, binâenaleyh iki ucu arasındaki tul ve semti belli bir dıl'a (baz) dayanan herhangi bir nirengi şebekesinde ölçülerden hareket suretiyle bütün üçgenler dolaşıldıktan sonra baza varıldığında tahassül edecek semt farkını gidermek üzere 'muvâzene hesapları yapılırken kurulan husûsî muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şart-ı takyidi

:  

huk. [eskiden] akdi takyîdeden şarttır ki "üzere" ve "şartiyle" gibi lâfızlarla ifâde olunur.

şart-ı tül (tul şartı)

:  

jeod. herhangi bir yüksek dereceli nirengi şebekesinde evvelce hesaplanmış bir dıl'a (baz) dayanan bir nirengi şebekesi kurulduğu takdirde ölçülerden hareketle bütün şebekeyi dolaşıp tekrar baza dönüldüğünde bazı sınırlıyan noktalarda tahassül edecek tul farkını gidermek için muvâzene hesabı sırasında kurulan husûsî muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şart-ı vâkıf

:  

vakfedenin, vakfı yapanın koştuğu şart.

şart-ı zû erbaat-il-adlâ

:  

(dörtgen şartı) : jeod. herhangi bir nirengi şebekesinde iç açıları toplamı dörtyüz grat olması gereken dörtgenin ölçü hatâlarından doğan grat farkını gidermek üzere muvâzene hesabı sırasında kurulan husûsî muadele (denklem) ve bu muadelenin gösterdiği şart.

şarteyn

: شرطين

(a. i. c.) : koz. hamel burcundaki iki yıldızın adı.

şartî, şartiyye

: شرطی ، شرطيه

(a. s.) : şart ile . ilgili, şart gibi olan; şartlı. Sîga-i şartiyye : şart sîgası (*kipi) ["gelirse söylerim" gibi]

şartiyyet

: شرطيت

(a. i.) : şartlılık, şarta bağlı olmaklık. fr. conditiotınalite.

şart-nâme

: شرطنامه

(a. f. b. i.) : yerine getirilmesi gerekli olan şartların yazıldığı resmî kâğıt (bkz. : mukavele-nâme).