sîyâb |
: | ثياب |
(a. i. sevb'in c.) : giyecekler. |
siyâbî |
: | ثيابی |
(a. i.) : hamamda çıkarılan elbiseleri muhafaza eden kimse, esvapçı. |
siyâdet |
: | سيادت |
(a. i.) : 1) seyyidlik, efendilik, beglik, sahiplik. 2) Hz. Hasan vâsıtasiyle Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in soyundan olma hâli. (bkz. : şerâfet). siyâdet-lû : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e intisâb şerefinde bulunan zat. |
siyâh |
: | سياه |
(f. s.) : 1) kara. (bkz. : esved). Bahr-i siyah : Karadeniz. Baht-ı siyah : kötü talih. Zülf-i siyah : kara saç. 2) (i. c. : si-yahan) : zencî. |
siyâhân |
: | سياهان |
(f. i. siyahinin c.) : zenciler. |
sîyâhat |
: | سياحت |
(a. i.) : (bkz. : seyahat). |
siyâhat-nâme |
: | سياحتنامه |
(a. f. b. i.) : 1) bir seyyahın (turist) gezip gördüğü yerlere âit yazdığı kitap, 2) Evliya Çelebi'nin on ciltlik ünlü eseri. |
siyâh-baht |
: | سياه بخت |
(f. fc. s.) : kara baht. lı, talihsiz, (bkz. : siyâh-rOz). |
siyâh-çerden |
: | سياه چردن |
(f. b. s.) : esmer, karayağız olan. (bkz. : siyeh-çerde). |
siyâh-dil |
: | سياه دل |
(f. b. s.) : fena yürekli. |
siyâh-fâm |
: | سياه فام |
(f. b. s.) : siyah renkli. |
siyâh-gûş |
: | سياهگوش |
(f. b. i.) : zool. karakulak denilen hayvan. |
Siyahi |
: | سياهی |
(f. s.) : 1) siyaha mensup, siyahla ilgili. 2) i. siyahlık. 3) i. zencî. |
siyâh-kâr |
: | سياهكار |
(f. b. s.) : günahlı, suçlu. |
siyâh-kede |
: | سياهكده |
(f. b. s.) : kapkara yer. (bkz. : siyeh-kede). |
siyâh-lika |
: | سياهكده |
("ka" uzun okunur, f. b. s.) : kara yüzlü. |
siyâh-pûş |
: | سياهپوش |
(f. b. s.) : 1) karalar giymiş 2) yaslı, matemli. |
siyâh-reng |
: | سياه رنگك |
(f. b. s.) : kara renkli. |
siyâh-rû |
: | سياهرو |
(f. b. s.) : kara yüzlü, yüzü kara; ayıbı olan. (bkz. : rû-siyâh, siyeh-rO). |
siyâh-rûz |
: | سياهرو |
(f. b. s.) : talihi kara, bahtsız, (bkz. : siyâh-baht). |
siyak |
: | سياق |
(a. i. sevk'den) : sözün gelişi, ifâde şekli. |
siyak u sibak |
: |
sözün gelişi, sözün (öncesinin sonrasına olan) uygunluğu. |
|
siyâkat |
: | سياقت |
(a. i.) : 1) binek hayvanını arkasından sürme. 2) (bkz. : hatt-ı siyâkat). |
siyâkat-ül-a'dâd |
: |
ed. bir fıkrada bahsedilen birkaç ismi, bir münâsebetle birbirine bağlamaktan ibaret bir san'at. |
|
siyâkat vavı |
: |
mec. kanbur. |
|
siyâset |
: | سياقت |
(a. i.) : 1) seyislik, at idare etme, at işleriyle uğraşma. 2) memleket idaresi. 3) huk. ceza; îdâm cezası. 4) politika. 5) diplomatlık. Erbâb-ı siyâset : siyâset adamları, diplomatlar. Meydân-ı siyâset : idam cezasının tatbik edildiği meydan. |
siyâset-i âmme |
: |
huk. bütün bir cemiyetin salâh ve intizâmı için iltizâm olunan bir kısım hükümler. |
|
siyâset-i hâssa |
: |
huk. bâzı cürüm işliyenler hakkında, velev katil suretiyle olsun, vuku bulacak zecir ve te'dip. [nehb ve garet gibi, fisk ve fücur gibi memnu fiillere mükerreren cüret edenlerin kahr ve tenkîl edilmesi bu kabildendir] |
|
siyâset-i şer'iyye |
: |
huk. [eskiden] beşeriyetin salâh ve intizâmı için İslâmiyetin kabul ve iltizam ettiği hükümler. |
|
siyâseten |
: | سياسة |
(a. zf.) : siyâset bakımından; diplomatlıkça. |
siyâset-gâh |
: | سياستگاه |
(a. f. b. i.) : siyâset bakımından öldürülmesi gereken kimselerin öldürüldüğü yer. |
siyâsî |
: | سياستگاه |
(a. s.) : 1) siyâset icâbı olan. 2) diplomatça olan, politik 3) siyâset adamı. |
siyâsiyyât |
: | سياسيات |
(a. i.) : politika, siyâset işleri. |
siyâsiyyûn |
: | سياسيات |
(a. i. c.) : diplomatlar, politikacılar. |
siyât |
: | سياط |
(a. i. savt'ın c.) : kamçılar, kırbaçlar. |
siyeh |
: | سيه |
(f. s.) : (bkz. : siyah). |
siyeh-baht |
: | سيهبخت |
(f. b. s.) : kara talihli. |
siyeh-çerde |
: | سيهچرده |
(f. b. s.) : (bkz : si-yâh-çerde). |
siyeh-dil |
: | سيهدل |
rekli. |
siyeh-fâm |
: | سيهفام |
(f. b. s.) : (bkz. : siyâh-fâm, siyeh-reng). |
siyeh-kâr |
: | سيهكار |
yapan, günaha giren (bkz. : fâsık, siyâh-kâr). |
siyeh-kede |
: | سيهكده |
(f. b. s.) : kapkara yer. (bkz. : siyâh-kede). |
siyeh-mest |
: | سيهمست |
(f. b. s.) : fazla sar-hoş. (bkz. : bed-mest, sekrân). |
siyeh-neş'e |
: | سيهنشئه |
(f. b. s.) : kötü, kara neşeli. |
siyeh-pûş |
: | سيهپوش |
(f. b. s.) : karalar giyinmiş; matemli, (bkz. : siyâh-pûş). |
siyeh-reng |
: | سيهرنگك |
(f. b. s.) : (bkz. : siyeh-fâm, siyâh-reng). |
siyeh-rû |
: | سيهرو |
olan, rezîl, (bkz. : rû-siyeh). |
siyeh-rûz |
: | سيهرو |
(f. b. s.) : bahtı kara. (bkz. : siyâh-rûz). |
siyemâ |
: | سيما |
(a. ZM ') : "lâ-siyemmâ velâ siyemmâ" şekilleriyle : "hele, husûsiyle, bahusus, her şeyden önce" mânâlarına gelir. |
siyer |
: | سيما |
(a. i. sîret'in c.) : 1) ahlâk ve yüksek vasıflar. 2) mevzuu Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in hayâtı olan kitap. 3) (bkz. : hadîs). Ehl-i siyer : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in hayâtını yazan kimse. |
siyer-i darîr |
: |
Erzurumlu Mustafa Darîr hin Yûsuf'un 1388 (H. 790) yılında Mısır hükümdarı Berkok nâmına Ebü-l-Hasen-il-Bekrî ile Abdülmelik bin Hişâm'ın siyer kitaplarından birbirini tamamlar şekilde seçerek dilimize çevirdiği 5 ciltlik mensur siyer-i nebevî'dir. |
|
Siyân |
: | سيان |
(a. i. siyy'in c.) : birbirine denk (*eşit). (bkz. : müsâvî). [müfredi "siyy" bizde kullanılmaz] |
siyyânen |
: | سيانا |
(a. zf.) : birbirine denk, müsâvî (*eşit) olarak. |