seyahat

: سياحت

(a. i.) : yolculuk, gezi. [aslı "ilyâhat" olduğu halde bu şekli yaygındır]

seyâhat-nâme

: سياحتنامه

(a. f. b. i.) : [aslı : "siyâhat-ınâme" dir] , (bkz. : siyâhat-nâme).

seyehân

: سيحان

(a. i.) : 1) seyahat, gezi. 2) gölgenin güneşle beraber dönmesi.

seyehân

: سيخان

(a. i.) : batma [vapur v. b.]

seyelân

: سيلان

(a. i.) : 1) akma. (bkz : cereyan).

seyelân-ı dem

:  

hek. kan akma, fr. hemorragie.

seyelân-ı ebyaz

:  

hek. (bkz. : seyelân-ı menî).

seyelân-ı leben

:  

sütün, çokluğundan dolayı, memeden kendi kendine akması.

seyelân-ı menî

:  

hek. menî'nin durmadan akması, menî akıntısı.

seyelân-ı üzn

:  

hek. müzmin kulak iltihâbında-ki cerahatli akıntı. 2) fır. *akı, fr. flux. 3) coğr. sellerime, fr. ruissellement.

seyf

: سيف

(a. i. c. : esyâf, süyûf) : kılıç, (bkz : tîg).

seyf-üd-dîn

:  

1) dînin kılıcı, dînin askeri; 2) seyfeddin şeklinde kullanılan erkek adı.

sayf-ullah

:  

1) Allah'ın kılıcı yâni askeri; 2) erV kek adı.

seyfî, seyfiyye

: سيفی ، سيفيه

(a. s.) : 1) kılıçla ilgili, askerliğe âit. 2) kılıç şeklinde. 3) i. asker zümresi.

Seyh

: سيح

(a. i. c. : süyûk ve esyâh) : 1) akar su. (bkz. : mâ-i carî). 2) çizgili elbise.

Seyhan

: سيحان

(a. h. i.) : 1) Ürdün'ün ötesinde, Hz. Musa'nın mezarı bulunduğu şehir. 2) Adana ovasını yararak iskenderun körfezine dökülen nehir. 3) erkek ve kadın adı.

seyl

: سيل

(a. i. c. : süyûl) : 1) sel. 2) şiddetle gelen şey.

seyl-i belâ

:  

belâ seli.

seyl-i sirisg-i dîde

:  

gözyaşı seli.

seyl-ül-ariın

:  

Sebâ şehrini batıran meşhur sel âfeti.

seylâb, seylâbe

: سيلاب ، سيلابه

(f. i.) : sel, sel suyu.

seylâbe-i hûn

:  

kan seli.

seyl-hiz

: سيلخيز

(a. f. b. s.) : taşkın, coşkun [su]

seyr

: سير

(a. i.) : 1) yürüme, yürüyüş; gitme, hareket. 2) yolculuk. 3) gezme, gezinme. (bkz. : teferrüc). 4) eğlenmek üzere bakma, (bkz. : temâşâ). 5) uzaktan bakıp karışmama. 6) gezilecek, görülecek şey.

seyr-fi-l-menâm

:  

"uyurgezerlik, fr. somnambu-iisme.

seyr-i sefâin

:  

(gemilerin yürümesi) : Akay idaresi iken şimdi Denizbank olan müessese. 7) müz. Türk müziğinde makamların karakteristik yürüyüşü.

seyrân

: سير

(a. i.) : 1) gezinme, (bkz : teferrüc). 2) bakıp seyretme. (bkz. : temâşâ). [aslı : "seyerân" dır]

seyrân-gâh

: سيرانگاه

(a. f. b. i.) : seyir yeri, eğlence yeri, gezme yeri.

seyr maallah

: سير مع الله

(a. b. i.) : tas. sâlikin her mertebede Allah ile olan seyri, [seyr ü sülûk'ün dört mertebesinden üçüncü mertebesi hakkında kullanılır]

seyr ü sülük

: سيروسلوك

(a. b. i.) : tas. tarîkatte tâkîbolunan usûl. [dört mertebesi vardır : Seyr-illAllah; seyr-fillâh; seyr-maAllah; seyr-anillâh]

seyr ü sefer

: سيروسفر

(a. b. i.) : gidiş geliş, trafik.

seyyâf

: سياف

(a. s. ve i. seyf den) : 1) kılıç yapan, kılıççı. 2) kılıçlı. 3) cellât.

seyyah

: سياح

(a. s. ve i. siyâhat'den c. : seyyahûn, seyyâhîn) : yolcu; gezici, fr. touriste.

seyyahın

: سياحين

(a. i. seyyâh'ın c.) : seyyahlar, turistler.

seyyahûn

: سياحون

(a. i. seyyâh'ın c.) : seyyahlar, (bkz. : seyyâhîn).

seyyâl

: سيال

(a. s. seyelân'dan) : 1) akıcı, akan. (bk : mayi'). 2) fiı. *akışkan, fr. fluide.

seyyâlât

: سيالات

(a. i. seyyâle'nin c.) : seyyâleler.

seyyâle

: سياله

(a. i.) : su gibi akan şey; mayi, sıvı; akıntı.

seyyâle-i berkiyye

:  

elektrik akımı, cereyanı.

seyyar

: سيار

(a. s. seyr'den) : 1) gezici; gezen, dolaşan. 2) yerli olmayıp, istenilen tarafa taşınabilen, fr. portatif. 3) astr. bir yerde durmayıp dolaşan, yer değiştiren gök cismi.

seyyârât

: سيارات

(a. i. seyyâre'nin c.) : astr. *gezegenler.

seyyârât-ı gayr-i mer'iyye

:  

gözle görü lem iyen ve ancak büyük rasat dürbünleri ile görülebilen seyyareler.

seyyare

: سياره

(a. i. c. : seyyârât) : 1) astr. Güneş'in etrafında dolaşan 'gezeğen. 2) kervan, kafile, [modern arapçada "otomobil"dir]

seyyi'

: سيئ

(a. s.) : fenâ kötü. (bkz. : bed)

seyyiat

: سيئآت

(a. i. seyyie'nin c.) : 1) fenalıklar, kötülükler. 2) suçlar, günahlar. 3) kö-lüğe karşılık çekilen sıkıntılar.

seyyib, seyyibe

: ثيب ، ثيبه

(a. i. c. : seyyibât) : dul kadın, [seyyibe, yanlış olmakla beraber kullanılır olmuştur]

seyyibât

: ثيبات

(a. i. seyyib'in c.) : dul kalmış kadınlar, (bkz. : seyyibûn).

seyyibûn

: ثيبون

(a. i. seyyib'in c.) : dul kalmış kadınlar, (bkz. : seyyibât).

seyyid

: سيد

(a. i. o : sâdât) : 1) efendi, bey; afla; ileri gelen, baş, başkan. 2) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in torunu Hz. Hasan'ın soyundan olan kimse.

seyyid-i nev'-i beşer

:  

insanların efendisi, ulusu : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm). 3) bizde "seyit" şeklinde erkek adı olarak kullanılır.

seyyid-ül-enâm

:  

bütün halkın efendisi.

seyyid-üs-sakaleyn

:  

(iki cihanın efendisi) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm).

seyyidân

: سيدان

(a. i. c.) : Hz. Hasan ve Hüseyn.

seyyide

: سيده

(a. i.) : [muhterem] kadın, (bkz. : bânû, sitt).

seyyidî

: سيدی

(a. s.) : 1) seyide mensup, seyyid'le ilgili. 2) n. "ey benim efendim!" hitabı.

seyyie

: سيئه

(a. i. c. : seyyiât) : 1) fenalık, kötülük. 2) suç, günah, (bkz. : hatîa). 3) kötülük karşılığı çekilen sıkıntı.