sevâ

: سواء

(a. i.) : beraber olma, beraberlik, denk, *eşit. (bkz. : müsâvî).

sevâb

: ثواب

(a. i.) : 1) Allah tarafından mükâfatlandırılan hareket. 2) hayırlı hareket, hayır işleme.

sevâbık

: سوابق

(a. i. sâbıka'nın c.) : geçmiş şeyler, geçmiş haller; geçmişte işlenmiş suçlar.

sevâbit

: ثوابت

(a. i. sâbite'nin c.) : seyyar (*gezeğen) olmıyan ve yerinde durur gibi görünen gök cisimleri, yıldızlar.

sevâd

: سواد

(a. i.) : 1) karalık, siyahlık, karartı. 2) yazı, karalama. Teksîr-i sevâd : boş yere yazı yazma. 3) uzaktan karartı hâlinde gö rülen kalabalık. 4) bir şehrin çevresindeki karartı hâlinde görünen bağ, bahçe ve bostanlar. 5) s. kara, -siyah.

sevâd-i a'zam

:  

"ulu şehir" : Mekke-i Mükerreme.

sevâct-ı batn

:  

anat. karaciğer.

sevâd-ı Müslimîn

:  

İslâm cemâati.

sevâcl-ül-ayn

:  

hek. gözbebeği.

sevâd-ül-kalb

:  

yüreğin ortasında -var sayılan-kara benek.

sevâd-ül-vech fi-d-dâreyn

:  

tas. bilkülliye fena fi-llâhdan ibarettir. Bir şekildeki sahibinin aslen ve kat'en, zahiren ve bâtınen, dünyâ ve âhireten vücudu yoktur. Bu mertebe fakr-i hakiki makamı olup adem-i asiî'ye rücû' neşesidir. Bunun için اذا تم الفقر فهو الله demişlerdir.

sevâd-havân

: سواد خوان

(f. b. s.) : yazı okuyabilen, söktürebilen.

sevâfil

: سوافل

(a. s. sâfil'in c.) : alçaklar [insan ve yer hakkında]

sevâhil

: سواحل

(a. i. sâhil'in c.) : yalılar, kıyılar.

sevâhil-i bahr-i siyah

:  

Karadeniz kıyıları.

sevâhir

: سواحر

(a. s. sâhire'nin c.) : büyücü kadınlar, (bkz. : sâhirât).

sevâî

: سوائی

(i.) : ipek [kumaş]

sevâid

: سواعد

(a. i. sâid'in c.) : dirsekten bileğe kadar olan kısımlar, (bkz. : merâfık1.

sevâim

: سوائم

(a. i. sâime'nin c.) : 1) çayıra başı boş olarak salıverilen hayvanlar; otlak hayvanı. 2) üzerine zekât terettübeden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırnaklı hayvanlar.

sevâkıb

: ثواقب

(a. i. sâkıbe'nin c.) : parlak yıldızlar.

sevâkıt

: سواقط

(a. i. sâkıta'nın c.) : düşükler, düşmüşler.

sevâkıt-ı fatiha

:  

fatiha sûresinde bulunmıyan harfler.

sevâkî

: سواقی

(a. i. sâkıye'nin c.) : sâkı-yeler, su yerleri, (bkz. : sukat).

sevâkin

: سواكن

(a. s. sâkin'in c.) : 1) sakin olanlar, oturanlar. 2) atmıyan damarlar.

sevâlif

: سوالف

(a. i. sâlif, sâlife'nin c.) : geçmişler, geçmiş insanlar.

sevâlis

: ثوالث

(a. s. sâlise'nin c.) : (bkz. : sâlisât).

sevâmm

: سوام

(a. i. sâmme'nin c.) : zehirli hayvanlar.

sevânî

: ثوانی

(a. i. sâniye'nin c.) : 1) saniyeler. 2) ikinci derece şeyler, (bkz. : sâniyât).

sevânih

: سوانح

(a. i. sâniha'nın c.) : içe doğan şeyler.

sevâtı'

: سواطع

(a. i. sâtı'ın c.) : belli ve : yüksek olan şeyler.

sevâtîr

: سواطير

(a. i. sâtûr'un c.) : satırlar [bıçak]

sevâzic

: سواذج

(a. s. sâzec'in c.) : sâde, basit şeyler.

sevb

: ثوب

(a. i. c. : sevâb, siyâb) : 1) bez. 2) elbise, (bkz. : cime).

sevda'

: ثوب

(a. s. c. : sûd) : 1) çok kara, çok siyah, ["esved'' in müennesi] . 2) i. eskilerin insan mizacında kabul ettikleri dört hılttare biri. 3) (bkz. : sevâd-ül-kalb).

sevda

: سودا

(f. i.) : 1) aşk, sevgi. 2) aşırı sevgiden doğan bir çeşit hastalık. 3) istek-, heves, arzu.

sevdâ-ül-kalb

:  

yürekte olan siyah nokta, (bkz : süveydâ-ül-kalb).

sevdâ-fezâ

: سودا فزا

(f. b. s.) : sevda artıran.

sevdâ-ger

: سوداگر

(f. b. s.) : sevdâlı, âşık. (bkz. : meftun, sevdâ-zede).

sevdâ-gerî

: سوداگری

(f. b. i.) : sevdâlıhk, âşıklık.

sevdâ-kâr

: سوداكار

(f. b. s.) : sevdâlı.

sevdâ-perest

: سودا پرست

(f. b. s.) : 1) tamahkâr. 2) pek düşkün, tutkun.

Sevdâvî

: سودا پرست

(f. b. s.) : meraklı, kuruntulu.

sevda-zede

: سودا زده

(f. b. s.) : sevdâlı, âşık. (bkz. : meftun, sevdâ-ger).

sevebân

: ثوبان

(a. i.) : sağalma, hastanın iyileşmesi.

sever ân

: ثوران

(a. i.) : tozun, dumanın kalkması, tozup kalkma.

sevgend

: سوگند

(f. i.) : and, yemin, kasem.

sevik

: سويق

(a. i.) : bot. kavut, kavrulmuş un.

seviyy

: سوی

(a. s.) : 1) düz, doğru. 2) beraber, bir.

seviyye

: سويه

(a. s.) : 1) müsâvîlik, beraberlik. 2) düzlük, doğruluk. Hem seviyye : bir düzlükte, bir yükseklikte.

seviyye-i mâ'

:  

su seviyesi, suların yüzündeki düzlük.

seviyye-i zihniyye

:  

psifc. zihin seviyesi.

seviyyen

: سويا

(a. zf.) : 1) bir düziye. 2) müsâvî olarak, hep bir olmak üzere.

seviyyet

: سويت

(o. i.) : müsâvîlik, *eşit!ik, denklik.

sevk

: سوق

(a. i.) : 1) önüne katıp sürme, ileri sürme. 2) (sebebolup) bir netîceye bağlama. '3) yollama, gönderme, (bkz. : irsal).

sevk-ı tabii

:  

psîlc. * içgüdü, fr. instinct.

sevkıyat

: سوقيات

(a. i.) : asker gönderme işi ve dâiresi.

sevk-ül-ceyş

: سوق الجيش

(a. b. i.) : askerî birliklerin hazır bulunması gereken yerleri kararlaştırıp bu birlikleri oralara sevketme işi ve bu işi araştıran ilim, strateji, fr. strategje.

sevm

: سوم

(a. i.) : satılık bir şeye paha biçme.

sevm-i nazar

:  

bir malı görüp göstermek üzere alıp senet verme.

sevm-i şirâ

:  

bir malın değeri tâyin edilerek satın alma yolu.

sevr

: ثور

(a. i. c. : esvâr, sivere, sîrân, sîre, siyere, siyâr, siyâre) : 1) öküz, boğa. (bkz : gâv, gâve). 2) astr. boğa burcu, semânın kuzey yarım küresinde 'bulunan bir burç. [Dübb-i Ek-ber'in "alpha" yıldızını Ayyuk'a birleştirdikten sonra hemen ona yakın bir mesafe ile mailen gidilecek olursa kırmızı renkli bir yıldıza tesadüf olunur ki, bu yıldız sevr burcunun en parlak yıldızı olan "Ayn-üs- sevr" veya "E-d-deberân" dır] , tat. : Taurus; fr. Taureau. [arapçada : "reis" mânâsında da kullanılır.]

sevret

: سورت ، سورة

(a. i.) : 1) öfke, kızgınlık. 2) tezlik. 3) hücum; dövüş. 4) hükümdarın şiddeti, kudreti.

sevsen

: سوسن

(a. i.) : bot. susam, (bkz : sûsen).

sevseniyye

: سوسنيه

(a. i.) : bot. sü-sengiller, fr. iridacees.

se vü yek

: سه ويك

(f. b. s.) : (se yek) üç (ile) bir [zar oyununda]

sevvâb

: ثواب

(a. s. ve i.) : esvap satan, elbiseci.

sevvâm

: ثواب

(a. i. sâmme'nin c.) : (yılan, akrep gibi) zehirli hayvanlar.