sem'

: سمع

(a. i.) : 1) işitme, işitiş. 2) dinleme, kulak verme. 3) (c. : esma') kulak, (bkz. : gûş, üzn).

sem-i mülevven

:  

psik. renkli işitme, fr. audi-tion coloree.

semâ'

: سماء

(a. i. c. : semâvât) : gökyüzü, (bkz. : âsmân).

semâ-yi lâciverdi

:  

lâcivert renkte gökyüzü.

semâ'

: سماع

(a. i.) : 1) işitme, duyma. 2) mevlevî âyinlerinde tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi, zikretmesi, (bkz. : mukabele).

semâ-i râh

:  

tas. yolda yapılan semâ. [mevlevî tâbirlerindendir]

semâcet

: سماجت

(a. i.) : 1) çirkinlik, fena görünüş. 2) söz çirkinliği : 

semâcet-i ibtidâ'

:  

sözün başlangıcındaki çirkinlik.

semâcet-üt-tahallüs

:  

ed. kaside başlangıcı demek olan "nesîb" veya "teşbîb" ile girizgâhın çirkin olması.

Semâen

: سماعا

(a. zf.) : işiterek.

semâ-hâne

: سماعخانه

(a. f. b. i.) : mevlevî tekkesinin semâ edilen geniş divanhanesi

semahat

: سماحت

(a. i.) : 1) cömertlik, elaçıklığı; iyilikseverlik. (bkz. : saha). 2) erkek ve kadın adı.

semâhat-lü

: سماحتلو

(a. t. b. s.) : eskiden din âlimleri arasında kazaskerlik payesinde bulunanlara mahsus resmî lâkab.

semaî

: سماعی

(a. s.) : 1) semâ'a mensup, hiç bir kaideye bağlı kalmadan, işitilerek öğrenilen. 2) müz. Türk (Anadolu) halk şiirinde (yânî klâsik şiirin te'sîri altında olmıyan veya pek az olan asıl halk şiirinde) bir "forme" un adıdır. Saz şâiri tarafından bestelenir ve semaî adı altında okunur Şekil itibariyle aynen koşma gibidir; ondan farkı hecenin 4~f-4 = 8 vezni ile yazılmasın-dandır. Mevzuu itibariyle de koşmadan farklıdır; semaîde âdeta bir takım tekerlemeler vardır; fakat bunlar oldukça bir mânâ arzederler, manîde olduğu gibi mânâsız değildirler.

semaî (müzik "forme" u)

: سماعی [موزيك فورمی]

(a. i.) : müz. Türk müziğinin mâruf "composition forme'u". Lâdînî ve güfteli eserlere mahsus bir şeklidir, ("saz semaîsi" "forme" unun dışında kalır). Güfte, 4 mısra ile birtakım "terennüm" denilen lâfızlardan ibaret olur. Her mısraı müteakip gelen terennüm, haneleri karakterize eder ve şarkının "nakarat"ı, peşrevin "mül§zime"si rolünde bulunur. Eğer iki mısra arka arkaya okunup da sonra terennüm gelirse, semaîye "nakış semaî" denilir. Bu şekilde eserin sâdece 2 hâne olacağı tabiîdir. Şu halde, 2 haneli semaiye "nakış semaî" denilir. İki haneli eserde ise mülâzime dört defa değil, fakat sâdece iki defa tekrar edildiği

semâî (usul)

: سماعی [اصول]

(a. i.) : müz. Türk müziğindeki iki basit usulden biri ve nîm sofyandan sonra en küçüğü. Bütün diğer usuller, bu ikisinin muhtelif şekillerde terkibinden ibarettir Semaî usûlü 3 zamanlı ve 3 barblıdır. Darbları şöyledir : düm (1 zamanlı, kavî) tek (1, nim kavi) ve tek (1, zayıf). Şarkıda ve başka yerlerde kullanılmış bir usuldür (saz semaîlerinde son hâne, muhtelif fantazi eserler, Itrî'nin salât-ı üm-miyyesi v. s.). Bu usul ile ölçülmüş hiç bir yürük veya sengin semaî yoktur; onun için bâzı noktalar da -diğer birkaç usul g'bi basit oldukları halde-6/8 veya 6/4 usullerinin ikiye bölünerek yazılması cehalet eseridir; bu şeki

semân

: ثمان

(a. s.) : sekiz, (bkz. : heşt, semâniye). Sahn-i semân : eski medreselerdeki tahsil sonunda elde edilen ders-i âm'dan evvelki ilmî rütbe.

semân-aşere

:  

on sekiz.

sem'an

: سمعا

(a. zf.) : 1) işiterek. 2) dinliyerek. sem'an ve tâaten : bâşüstüne.

semân

: سمان

(f. i.) : 1) (bkz. : âsmân). 2) güneş ayının yirmi yedinci günü. 3) bıldırcın.

semâne

: سمانه

(f. i.) : 1) tavan. 2) bıldırcın.

semânet

: سمانت

(a. i.) : semizlik, besililik.

semânîn

: ثمانين

(a. s.) : seksen, (bkz : semânün).

semâniye

: ثمانيه

(a. s.) : sekiz, (bkz : semân).

Semâniyye-i Halvetiyye

: سمانيهء خلوتيه

(a. b. h. i.) : tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden Bekriyye-i Halvetiyye kollarından biri. [kurucusu Şeyh Muhammed (Alehisselâm) bin Abdülkerîm-ül-Medenî-üs -Semânî'ye nispetle bu adı almıştır, (d. : 1132 (1719) - ö. : 1189 (1775.]

semânûn

: ثمانون

(a. s.) : seksen, (bkz. : heştâd, semânîn).

semâ-pâre

: سماباره

(a. f. b. i.) : gök parçası.

semâr

: ثمار

(a. i.) : meyva. (bkz. : semere).

semâsire

: سماسره

(a. s. simsâr'ın c.) : komisyoncular, tellâllar.

semâvât

: سماوات ، سموات

(a. i. semâ'nın c.) : gökler.

semavî, semâviyye

: سماوی ، سماويه

(a. s.) : 1) semâya mensup, semâ ile ilgili. . 2) Allah'dan olan. (bkz. : ilâhî) Allah'ın işi. Kütüb-i semâviyye : Tevrat, Zebur, incil, Kur'an.

semâviyyât

: سماويات

(a. i. c.) : semavî olan şeyler, gökcisimleri.

semâ'-zen

: سماعزن

(a. f. b. s.) : semâ yapan, törenle. dönen [mevlevî] . Ser-semâ'-zen : semâzenlerin dönüşlerine nezâret eden zat.

semek

: سمك

(a. i. c. : esmâk, simâk) : balık, (bkz. : mâhîj.

semeke

: سمكه

(a. i. c. : esmâk, simâk) : (bkz. : semek).

semen

: سمن

(a. s.) : semizlik, yağlılık. [aslı : "semn" ve "simen" olduğu halde bu şekli yaygındır] , (bkz. : semn).

semen

: سمن

(f. i.) : yasemin. Berg-i semen : yasemin yaprağı.

semen

: ثمن

(a. i. c. : esman) : baha, kıymet, değer, tutar.

semen-i hâl

:  

huk. peşin olan semen, kıymet.

semeni misi

:  

bilirkişi tarafından hakikî kıymetini tâyin etme.

semen-i müsemmâ

:  

iki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

semen-i râyic

:  

geçer değer, sürümü olan kıymet.

semen-ber

: سمنبر

(f. b. i.) : göğsü yasemin gibi beyaz olan, yasemin göğüslü [sevgili]

semen-bü

: سمنبو

(f. b. s.) : yasemin kokulu.

semend

: سمند

(f. i.) : 1) kula at. 2) çevik ve güzel at.

semend-i hâme

:  

kalemi, çevik ve güzel bir ata benzetme.

semender

: سمندر

(f. i.) : 1) zool. kurhağagillerin kuyruklu takımından bir hayvan lât. salamandra maculosa. 2) ateşte yaşar bir masal hayvanı, [kelimenin "sam + ender" in muhaffefi olduğu lügatlerde yazılıdır]

semen-fâm

: سمنفام

(f. b. i.) : yasemin renkli.

semeni

: سمنی

(a. i.) : tereyağı.

semen-sâ

: سمنسا

(a. f. b. s.) : 1) yasemin döşiyen. 2) yâseminimsi.

semer

: ثمر

(a. i. c. : esmâr, simâr) : 1) meyva, yemiş. 2) mahsul, verim. 3) netîce. Bî-semer : meyvasız; neticesiz. Şecer-i bî-semer, Diraht-ı bî-semer : meyvasız ağaç. İktitâf-ı semer : netîce elde etmek

semer-i ar'ar

:  

bot. ardıç.

semer-i baklî

:  

bot. baklamsı meyva.

semer-i fakîr

:  

bot. ""kapçık meyva. fr. akene, aehene.

semer-i inebî

:  

bot. üzümsü meyva. semer-i mücevvez : bot. buğdaysı meyva.

semerât

: ثمرات

(a. i. semere'nin c.) : 1) yemişler, meyvalar. 2) faydalar, verimler. 3) netîceler. 4) devlete âit mülk ve akarlarla topraklarından ve mukataalardan alınan îrat, gelir.

semere

: ثمره

(a. i. c. : semerât) : 1) meyva, yemiş. 2) fayda, verim. 3) netîce.

semere-i fuâd

:  

(gönül meyvası) : evlât.

semere-dâr

: ثمره دار

(a. f. b. s.) : 1) yemiş veren. 2) verimli, kârlı, (bkz. : mîve-dâr, müsmir).

semî'

: سميع

(sem'den) : 1) işiten, işitme kuvveti olan. 2) Allah adlarındandır. semî-üd-duâ (duayı işiten) : Allah.

semîc

: سميج

(a. s.) : Çirkin.

semîle

: ثميله

(a. i.) : 1) artmış, artık şey. 2) dere içinde kalan su artığı.

semîn

: سمين

(a. s. c. : siman) : semiz, şişman, beşli, yağlı.

semîn, semine

: ثمين ، ثمينه

(a. s.) : 1) pahalı, kıymetli. Dürr-i semîn : kıymetli inci. 2) i. [ikincisi] kadın adı.

semîr

: ثمير

(a. s.) : meyva veren, meyyali, (bkz. : zât-ül-esmâr).

semîr

: سمير

(a. i.) : arkadaş. (bkz : hem-dem, musâhib, refîk). [arapçada : "gece vakti birlikte sohbet eden" manasınadır]

semiyy

: سمی

(a. i.) : adaş, adları bir olan. (bkz. : hem-nâm).

semm

: سم

(a. i. c. : simam, sümûm) : zehir, ağı.

semm-i katl

:  

öldürücü te'siri olan zehir. semm-ül-fâr : sıçanotu.

semm-üs-semek

:  

bot. balıkotu denilen nohut büyüklüğünde zehirli bir nebat, *bitki.

semmâk

: سماك

(a. i.) : balıkçı.

semmân

: سمان

(a. i.) : hâlis, süzme yağ yapan veya satan [kimse]

semm-dâr

: سمدار

(a. f. b. s.) : zehirli, (bkz. : zehr-nâk).

semmî, semmiyye

: سمی ، سميه

(a. s.) : zehirli, zehirle ilgili.

semmûr

: سمور

(a. i. c. : semâmîr) : zool. samur.

semmûriyye

: سموريه

(a. i.) : zool. susamurugiller, fr. mustelides.

semm-üs-semekiyye

: سم السمكيه

(a. b. i.) : semmüssemek (balıkotu) denilen nebatın bağlı olduğu sınıf.

semn

: سمن

(a. b.) : 1) tereyağı. 2) semizlik, yağlılık.

sempati

:  

[fr. olan bu kelime : (sempati-i kebîr : büyük sempatik, fr. grand sympathique) şeklinde yanlış bir terkip olarak hekimlik diline girmiştir]

semrâ

: سمرا

(a. s.) : 1) esmer. 2) i. kadın adı. ["esmer"in müennesi]

semt

: سمت

(a. i. c. : sumût) : 1) taraf, cihet, yön. 2) astr. açıklık.

semt açısı

:  

jeod. rasat hattının kuzey-güney is-tikametiyle yaptığı açı. [doğu ve batı olmak üzere iki türlüdür]

semt-i kadem

:  

astr. ayakucu.

semt rasadı

:  

top. jeod. her hangi bir yerde üzerinde rasat âleti bulunan belli bir nokta ile koordinatları bilinen ikinci bir noktanın hakîkî kuzey istikametiyle teşkil ettiği açıyı, yânî semt açısını bulmak için kutup yıldızına veya başka yıl. dızlara, yahut Güneş'e yapılan rasatlara dayanan hesap ameliyesi.

semt-ün-nazîr

:  

astr. bir şakulî hat her iki tarafa doğru sonsuz . olarak uzatılırsa, bu mevhum hattın semâ küresini biri ufkun altında, diğeri üstünde iki noktadan keser -râsıdın bulunduğu yere göre- alttaki noktanın adı semt-ün nazîr'dir.

sem-ür-re's

:  

astr. başucu, fr. zenith.

semt-ür-re's dâiresi

:  

astr. her hangi bir yerin semt-ür-re's noktası ile Arz'ın merkezini içine alan düzlemlerden her hangi birinin semâ küresi ile ara kesiti.

semt-ür-re'sî

:  

astr. *başucul, fr. zenithal.

semûh

: سموح

(a. s. semâhat'den) : çok cömert. Nasûh-i semûh : çok öğüt veren.

semûm

: سموم

(a. i.) : 1) sam yeli, sıcak rüzgâr. 2) zehirli şey.