sel

: سيل

(a. i.) : (bkz. : seyl).

sel'a

: سلعه

(a. i. seleât sila') : hek. 1) hıyarcık. 2) ur. 3) başta olan yarık.

selâ'

: سلاء

(a. i.) : anat. cenin torbası, son.

selâcika

: سلاجقه

(a. i. selçûk'un c.) : Selçuklular. Selâtîn-ı selâcika : Selçuklu sultanları.

selâhif

: سلاحف

(a. i. sulhafât, sulahfât'ın c.) : zool. kaplumbağalar.

selâik

: سلائق

(a. i. selîka'nın c.) : selikalar, güzel söyleme ve yazma istidatları.

Selâlim

: سلالم

(a. i. süllem'in c.) : merdivenler.

selâm

: سلام

(a. i.) : 1) barış, rahatlık. 2) sonu iyi ve hayırlı çıkma. 3) fâni, gelip geçici olmama, zevalsizlik. [Allah adlarından biri] . 4) âşi-nâlık, bildik. 5) selâm. Dâr-üs-selâm : Cennet. Medînet-üs-selâm : Bağdat Aleyh-is-selâm : onun üzerine selâmet olsun.

selâme, selâmet

: سلامه ، سلامت

(a. i.) : 1) sâlimlik, eminlik, korku ve endîşeden uzak olma. 2) selâmete çıkma, kurtulma. 3) iyi netice. 4) kurtulma, (bkz. : halâs, necat, rehâ). 5) ed. cümlenin düzgün ve doğru olması.

Selâmiyye

: سلاميه

(a. h. i.) : tas. Celvetiyye tarîkatı şubesinden biri. [kurucusu : Selâmi Ali efendidir 1103 (1691) de ölmüştür]

selâmün-aleyküm

: سلام عليكم

(a. cü.) : "selâmet üzerine olsun!" mânâsına bir selâmlama sözü.

selâs

: ثلاث

(a. s.) : üç. (bkz. : se).

selâse

: ثلاثه ، ثلثه

(a. s.) : üç. Şuhûr-i selâse : üç aylar.

selâse-aşer

:  

on üç.

selâse-i gassale

:  

şarabı üçleme, üçüncü bardağı içme.

selâset

: سلاست

(a. i.) : ed. [sözün] akıct olma hâli, akıcılık.

selâsil

: سلاسل

(a. i. silsile'nin c.) : 1) zincirler. 2) zincirteme giden şeyler. 3) sıradağlar.

selâsil-i müşgîn

:  

sevgilinin saçı.

selâsîn

: ثلاثين

(a. s.) : otuz. (bkz : selâsûn).

selâsîn

: سلاسين

(a. i.) : selâsîniye fasilesinden yapraklan pek küçük bir ağaççık.

selâsûn

: ثلاثون

(a. s. i. : otuz. (bkz : sî, selâsîn)

selâtîn

: سلاطين

(a. i. sultân'ın1 c.) : sultanlar.

selâtîn-nâme

: سلاطين نامه

(a. f. b. i.) : Edirne Hasköy'ünde Adnî Mahmud Paşa medresesi müderrisi Sarıca Kemal'in 1489 (H. 895) yılında kaleme aldırı 3600 beyitlik manzum Osmanlı târihidir, [bir aefı da "TevârirM Al-i Osman" dır]

selb

: سلب

(a. i.) : 1) kapma zorla alma. 2) kaldırma, giderme, (bkz. : ibtâl, izâle). 3) menfîleştirme, olumsuzlaştırma. 4) irrkâr etme. 5) fels. fr. negatien.

selben

: سلبا

(a. zf.) : 1) kaldırarak, yok ederek, gidererek. 2) inkâr yoliyle.

selbî

: سلبی

(a. s.) : menfilikle (*olumi-suzlukla) ilgili.

Selc

: ثلج

(a. i. c. : sülûc) : kar. (bkz; berf).

selce

: سلجه

(a. i.) : ıoo). istiridye.

selcem

: سلجم

(a. i.) : bot. şalgam.

selcûkî

: سلجوقی

(a. s.) : Selçuklu.

Seleât

: سلعات

(a. i. sel'a'nın c.) : hek. hıyarcıklar; urlar.

seleb

: سلب

(a. i. c. : eslâb) : 1) birinden kapılıp alınan şey. 2) soyularak birinden alınan şey. 3) savaş âleti.

selef

: سلف

(a. i. c. : eslâf, süllâf) : 1) bir yerde, bir işte, bir vazifede başka birinden önce bulunmuş olan kimse, ["halef" in zıddı] . 2) eski adam. (bkz. : cedd).

Selefiyye

: سلفيه

(a. h. i.) : sahabe ile Tâbi'in mezhebinde bulunan fukahâ muhaddisîn. [bunun yerine Eseriyye de kullanılır; Selefiyyenin yolu Kur'an yoludur]

selem

: ثلم

(a. i.) : diş gediği.

selem

: سلم

(a. i.) : peşin para ile veresiye mal alma.

selh

: سلخ

(a. i.) : 1) yüzme, soyma, derisini çıkarma. 2) her arabî ayının son günü. [ilk gününe "gurre" denilir]

selh-hâne

: سلخخانه

(a. f. b. i.) : salhane, (bkz. : mezbaha).

selîb

: سليب

(a. s.) : 1) soyulmuş, alınmış, giderilmiş. 2) aklı başından alınmış. 3) traş olunmuş.

selîha

: سليخه

(a. s.) : 1) soyulmuş, bozulmuş şey. 2) kabuk.

selika

: سليقه

(a. i. c. : selâik) : güzel söyleme ve yazma istidadı.

selîkî, selîkiyye

: سليقی ، سليقيه

(a. s.) : selikaya mensup, bununla ilgili. Letâfet-i selîkiyye : selika güzelliği.

selîl

: سليل

(a. i.) : 1) yeni doğmuş erkek çocuğu. 2) netîce. (bkz. : semere).

selîl-i meyyit

:  

ölü doğmuş çocuk.

selîle

: سليله

(a. i.) : yeni doğmuş kız çocuğu.

selim

: سليم

(a. s. selâmet'den) : 1) sağlam, kusursuz, doğru, (bkz. : sahih). Akl-ı selim : *sagduyu. Zevk-i selim : güzel tabîat, güzel zevk sahibi. 2) i. erkek adı.

selim-ül-kalb

:  

temiz yürekli adam.

selimî

: سليمی

(a. i.) : tar. bir çeşit başlık. [Yavuz Sultan Selîm'e nispetle bu adı almıştır; 65 santim boyunda, yukarısı ağzından genişçe, tepesi yarık değil düzdür ve üzerine tülbent sarılır]

selîmiyye

: سليميه

(a. i.) : eski ve zarif kumaşlardan birinin adı. [Üsküdar'da Selimiye'de dokunduğu için III. Selim'e nispet edildiği kayıtlardan anlaşılmıştır]

selis

: سلس

(a. s.) : 1) kolay, yumuşak. 2) bağlı, boyun eğmiş.

selis-ül-bevl

:  

hek. 1) sidiğin daimî akıntısı; 2) sidiğini tutamıyan [adam]

Selîs

: سليس

(a. s. selâset'den) : 1) düzgün, akıcı [ibare, anlatış] . 2) müz. Türk (Anadolu) halk şiiri ve müziğinin XIX. asır başlarında meydana çıktığı anlaşılan bir şeklidir. Arûz'un "fai-lâtün - failâtün -ofaiiâtün - failün, fa'lün" vezni ila yazılır; "forme" olarak gazel, bâzan murabba, muhammes ve müseddes kullanılır. Şehirli âşıklar tarafından seyrek olarak yazılmıştır.

selit

: سليط

(a. s.) : 1) ağzı bozuk. 2) i. zeytin yağı.

selîta

: سليطه

(a. i.) : 1) içine zeytinyağı konulan salata. 2) s. selit1'in müennesi.

seli

: سل

(a. i.) : 1) sıyırma, sıyrılma. 2) çıkarma, çıkarılma; çekme, çekilme.

sell-i seyf

:  

kılıç çekme.

sellâc

: ثلاج

(a. i.) : buz ve kar satan adam.

sellâh

: سلاخ

(a. i. selh’den) : kasaplık hayvan kesen, yüzen.

sellât

: سلات

(a. î. selle'nin c.) : seleler, sepetler.

selle

: ثله

(a. i.) : koyun, keçi sürüsü.

selle

: سله

(a. i. c. : sellât, silâl) : sele, sepet.

selle-bâf

: سله باف

(a. f. b. i.) : sele, sepet, küfe, zenbil ören kimse, sepetçi.

sellem

: سلم

(a. f. i.) : "selâmete erdirsin!" manâsıyla dualarda geçer.

selm

: سلم

(a. i.) : (bkz. : silm).

selmânî

: سلمانی

(a. i.) : niyaz kabul eden derviş. [Selmân-ı Fârisî'ye nispetle bu adı almıştır; bektâşilikle mevlevîiikte sadaka kabulü, dilencilik caiz değildir. Yapılan yardım "niyaz" adı altında kabul ediliri.

selme

: ثلمه

(a. i.) : gedik, rahne.

selmek

: سلمك

(f. i.) : müz. Türk müziğinde en eski bir mürekkep makamdır. Az kullanılmış, son asırlarda hiç rağbet edilmemişken, R. Fersan 1948 de -makamın mâhiyetini H. Saadettin Arel'den bilvasıta öğrenerek- bir saz semaîsi yazmıştır; elimizde başka bir numunesi yoktur. Selmek, hüseynî geçkili bir rast makamdır. Rast ile rast (sol) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede rastın güçlüsü -neva (re) ikinci derecede- hüseynînin durağı- dügâh (la) üçüncü derecede de -hüseynînin güçlüsü- hüseynî (mi) perdeleridir. Donanımına rast ve hüseynînin müşterek arızaları olan "si" koma bemolü ile "fa" bakiyye diyezi konulur. Esasen her iki dizin

selmek-i kebîr

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-i sagîr

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-büzürk

: سلمك بزرك

(f. fc. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-hieâz

: سلمك حجاز

(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-hüseynî

: سلمك حسينی

(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-ırâk

: سلمك عراق

(f. a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-ısfahân

: سلمك اصفهان

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-kûçek

: سلمك كوچك

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-râst

: سلمك راست

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selmek-rehâvî

: سلمك رهاوی

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur, [aslı : "selmek-ruhavî"dir]

selmek-zengûle

: سلمك زنگوله

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

selsâl

: سلسال

(a. i.) : tatlı, lezzetli; hafif su.

selsebil

: سلسبيل

(a. i.) : 1) tatlı ve hafif su. 2) Cennette bir çeşmenin adı. 3) (bkz : sebîl). 4) g. s. suyunun aktığı yer kademeli olan bir çeşit çeşme, fr. fontaine â cascades.

selûkiyye

: سلوقيه

(a. i.) : kaptan kamarası.

selûl

: سلول

(a. s.) : ölü olarak doğmuş çocuk.

selva

: سلوی

(a. i.) : 1) bal. (bkz : asel). 2) Isrâiloğullarının Tih sahrasında bulunduğu müddetçe "menn" ile Allah'ın ihsân-ı olan (bıldırcına benzer) bir kuş.

selvet

: سلوت

(a. i.) : gönül rahatı.