Sâm |
: | سام |
(f. i.) : 1) eleğimsaöma, gök kuşağı, (bkz. : âdyende, âlâim-i semâ, kavs-i kuzah). 2) ateş, od. 3) sersemlik hastalığı. |
Sâm |
: | سام |
(f. h. i.) : Hz. Nuh'un oğlu ki semitik kavimler bunun neslindendjr. |
sâmân |
: | سامان |
(f. i.) : 1) servet, zenginlik. 2) rahat; dinçlik. 3) düzen, (bkz. : âsâyiş). Bî-ser ü sâmân : perişan hal. |
Sâmân |
: | سامان |
(a. h. i.) : Sâmânî devletinin kurucusu. |
Sâmânî |
: | سامانی |
(a. h. i. Farsça c. : Sâmâniyân) : 1) Sâmânî devletinden olan. 2) s. Sâmân devletine ait, onunla *ilgili. [müen. : sâmâniye] |
samânî |
: | صمانی |
(t. a. s.) : saman renginde, açık sarı. |
sâmân-sûz |
: | سامانسوز |
(f. b. s.) : rahatı, huzuru bozan. |
samed |
: | صمد |
(a. s.) : 1) pek yüksek, ulu, dâim. 2) (h. i.) : kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmıyan Allah. 3) i. (Abdüssamed'den) erkek adı. |
samedâni, samedâniyye |
: | صمدانی ، صمدانيه |
(a. s.) : Allah'a ve O'nun ezelî kuvvet ve kudretine mensup, Allah ile ilgili olan. Avn-i samedânî : Allah'ın yardımı. Eltâf-ı samedâniyye : İlâhi lütuflar. |
samedâniyyet |
: | صمدانيت |
(a. i.) : samedânî-lik, Tanrılık, (bkz. : ulûhiyyet). |
samem |
: | صمم |
(a. i.) : sağırlık. |
samg |
: | صمغ |
(a. i. c. : sumûg) : zamk. |
samgî |
: | صمغی |
(a. s.) : zamk hâlinde veyâN zamk gibi olan. |
sâmî |
: | سامی |
(a. s. sümüvv'den) : 1) yüksek, yüce. (bkz. : âlî) [sadrâzamla ilgili olan ve o makamdan çıkan işler için kullanılırdı] . Emir-nâme-i sâmî : sadâret makamından çıkan yüksek emir kâğıdı. 2) i. erkek adı. [müen. : "sâmiye" ve kadın adı] |
sâmi' |
: | سامع |
(a. s. sem'den. c. : sâmiîn, sâmiûn.) : 1) işiten. 2) dinliyen, dinleyici. Uzn-i sâmi' : işiten, dinliyen kulak. |
Sâmî |
: | سامی |
(a. s.) : Sâm soyundan olan. |
sâmî |
: | صامی |
(a. i.) : katılık, sertlik; kuruluk. |
Sâmi |
: | سامی |
(a. h. i.) : XVIIl'. Asırda yaşamış Osmanlı şâirlerinden biri olup Arpa Emîni. Zade diye meşhurdur. |
Sâmî |
: | سامی |
(a. i.) : 1) beyaz ırkın Asurca, İbranca, Habeşçe gibi dilleri konuşan çeşitli kavimlerinin toplandığı kol. 2) s. bu koldan olan. |
sâmia |
: | سامعه |
(a. s.) : 1) sâmi'in müennesi. 2) kulaktaki işitme kuvveti, biy. *işidim. Kuvve-i sâmia : işitme kuvveti. |
sâmih |
: | سامح |
(a. s. semâhat'den) : 1) cömert, eliaçık. (bkz. : sahî). 2) i. erkek adı. |
sâmiîn |
: | سامعين |
(a. s. sâmi'in c.) : 1) işitenler. 2) dinliyenler, dinleyiciler. |
samîm, samîme |
: | صميم ، صميمه |
(a. i.) : 1) iç, öz, asıl; merkez, göbek [insan hakkında] . 2) i. [birincisi] erkek, fikincisi] kadın adı. An sa-mîm'-il-kalb : can ve gönülden. |
samîm-ül-kalb |
: |
kalbin, gönülün içi. |
|
sâmîmâne |
: | صيمانه |
(a. f. zf.) : samîmi olarak, içten, gönülden gelerek. |
samîmî |
: | صميمی |
(a. s.) : 1) içten, candan, gönülden. 2) içli dışlı, senli benli. |
samîmiyyet |
: | صميميت |
(a. i.) : samimîlik, senli benli, içli dişli olma hâli. |
sâmin |
: | سامن |
(a. s.) : yağlı, semiz. |
sâmin |
: | ثامن |
(a. s.) : sekizinci, (bkz. : heştüm). Cild-i sâmin : sekizinci cild. [müen. : "sâmine"] |
sâminen |
: | ثامنا |
(a. zf.) : sekizinci olarak, sekizinci derecede. |
sâmir |
: | سامر |
(a. i.) : gece toplantıları. |
sâmir |
: | ثامر |
(a. s.) : meyvalı, meyva tutmuş, (bkz. : mîve-dâr). Diraht-i sâmir : meyvalı ağaç. |
Sâmirî |
: | سامری |
(a. h. i.) : yaptığı bir buzağıya, Hz. Mûsâ Tûr-i Sînâ'da Allahla konuşurken, halkı taptırmıya kalkışan herif, (bkz : icl-i sâmirî). |
sâmit |
: | صامت |
(a. s. samt'dan) : 1) sesi çıkmıyan, susan, (bkz. : sâkit). 2) sessiz, ses çıkarmaz, sağır. 3) cansız [mal] . 4) gr. sessiz harf, fr. consonne. |
sâmit ü lerzân |
: |
susmuş ve titrek. |
|
sâmit-âne |
: | صامتانه |
(a. f. zf.) : sessizce, ses çıkarmaksızın. (bkz. : sâkit-âne). |
sâmiûn |
: | سامعون |
(a. i.) : (bkz. : sâmiîn). |
saml |
: | صمل |
(a. i.) : katılık, sertlik, kuruluk, diklik, (bkz. : sumûl). |
samlâh |
: | صملاح |
(a. i.) : 1) kulak deliği. 2) kulak pası, kulak kiri. |
sâmm, sâmme |
: | سام ، سامه |
(a. s. sem'den) : zehirliyen, ağılı. Nebâtât-ı sâmme : zehirli otlar. |
sammâ |
: | صما |
(a. s.) : 1) sağır ve dilsiz. [esamm'ın müennesi] . 2) sesi çıkmıyan 3) katı ve som kaya. 4) anat. mîdeye yakın bağırsaklar. |
sâmme |
: | سامه |
(a. s. c. : sevvâm) : (yılan, akrep gibi) zehirli [hayvan] |
samsâm |
: | صمصام |
(a. i.) : keskin kılıç, (bkz : seyf-i bürrân). |
samsâme |
: | صمصامه |
(a. i.) : Amr'ın kılıcı. [Zülfekar'dan sonra gelen meşhur kılıç] |
samt |
: | صمت |
(a. i.) : susma, (bkz. : hâmûşî, sükût). |
samû |
: | صمو |
(a. i.) : iyi olma, afiyet bulma, (bkz. : ifâkat). |
samût |
: | صموت |
(a. s. samt'dan) : 1) az konuşan. 2) susmuş; surat asarak susan. |