sal'

: صلع

(a. i.) : baş tepesinin dazlaklığı, kılsızlığı.

sâl

: سال

(f. i.) : yıl. (bkz. : âm, sene). sâl-i hâl : içinde bulunulan yıl.

sala'

: صلاء

(a. i.) : 1) cuma namazına ve bâzı yerlerde cenazeye çağırmak için minarelerde okunan salavât. 2) meydan okuma, "kendine güvenen varsa çıksın!" diye bağırma. 3) bir mahalle çocuklarının, başka bir mahalle çocuklariyle taş kavgalarına çıkmaları, ["es-salâ" şeklinde de kullanılır]

salâbet

: صلابت

(a. i. sulb'den) : 1) peklik, katılık, sağlamlık. 2) manevî kuvvet, dayanma, (bkz. : sebat).

salâbet-i dîniyye

:  

dîn sağlamlığı. 3) bir mâdeni başka bir mâdene sürterek çizmek için sarfolunan kuvvete karşı çizilen mâdenin gösterdiği mukavemet.

salâh

: صلاح

(a. i.) : 1) düzelme, iyileşme, iyilik. 2) rahatlık, barış. 3) dîne olan bağlılık. salâh-ı hâl : hâlin, durumun düzelmesi.

salâh-üd-dîn

:  

salâhaddîn şeklinde yaygın olan bu kelime "dîne bağlı" mânâsına gelen bir erkek adıdır.

salâ-hân

: صلاخوان

(a. f. b. s.) : 1) minarede salat veren, cuma veya cenaze namazına davet için salavat okuyan müezzin. 2) meydan oku-yan, "kendine güvenen varsa çıksın!" diye bağıran.

Salâhiye-i Halvetiyye

: صلاحهء خلوتيه

(a. h. i.) : Us. Halvetiyye tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu, Balıkesirli Abdullah Salâhaddin efendiye nispetle bu adı almıştıri.

salâhiyyet

: صلاحيت

(o. i.) : 1) yetki, bir işe karışmıya veya vazîfe îcâbı bir iş yapmıya, bir harekette bulunmıya haklı olma. 2) bir dâvâyâ bakabilme. Adem-i salâhiyyet : salâhiyetsizlik (*yetkisizlik).

salâhiyyet-dâr

: صلاحيتدار

(o. b. s.) : salahiyetli (yetkili) (bkz. : vazîfe-dâr).

sal'am

: صلعم

(a. c.) : "sallAllahü aleyhi ve sellem" cümlesinin kaynaştırılıp, kısaltılmış şekli.

sâlâr

: سالار

(f. i.) : baş, kumandan, başbuğ, eri büyük âmir. Kafile-sâlâr : kafilenin başı. sâlâr-ı taife : taifenin büyüğü.

salât

: صلات ، صلاة ، صلوة

(a. i. c. : salâvât) : 1) namaz.

salât-ı aşa

:  

akşam namazı. salât-ı fecr : sabah namazı.

salât-ı hamse

:  

(beş vakit namaz) : sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları.

salât-ı havf

:  

muharebeden evvel kılınan iki rekât namaz.

salât-ı îd

:  

bayram namazı.

salât-i istiska

:  

yağmur duasına çıkıldığı zaman kılınan namaz.

salât-ı işrak

:  

güneş çıktıktan sonra kılınan namaz.

salât-ı sefer

:  

yola çıkıldığı zaman kılınan iki rekât namaz.

salât-ı vitr

:  

yatsı namazının son iki rekâtlik sünnetinden sonra (Hanefîlerce vacip, diğer mezheplerce sünnet) olarak kılınan üç rekâtlık namaz. 2) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)’e : aleyhisselâtı vesselâm, salavâtullahi aleyh, sallAllahü aleyhi vesellem dualarından birini okuma

salât-ı ümmiyye

:  

müz. salât'ın bir nev'ine Türk müziğinde verilen ad. Bâzı dînî âyinlerde muayyen dînî günlerde Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e âit eşyanın merasim ile ziyaretinde okunur. Cami mûsikisine âit şekillerdendir, [bugün elimizde bulunan "salât-ı ümmiyye", Itrî'nin olup segah makamında semai usulündedir ve Türk dînî müziğinin en beliğ şaheserlerinden biridir]

salavât

: صلوات

(a. î. salât2nin c.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e edilen dualar.

salb

: صلب

(a. i.) : 1) asma, darağacına çekme. 2) çarmıha germe.

salben

: صلبا

(a. zf.) : asarak, asmak suretiyle [îdam]

sâl-dîde

: سالديده

(f. b. s.) : ihtiyar, yaşlı; tecrübeli, (bkz. : sâl-hûrde).

sâle

: ساله

(f. s.) : 1) senelik, yıllık. Sad-sâle : yüz senelik. 2) (bkz. : saka).

sa'leb

: ثعلب

(a. i. c. : sallib) : tilki. Dâ-üs-sa'leb : hele. saç, sakal, kıl dökülmesi, fr. alopecie. Ineb-üs-sa'leb : itüzümü.

salhâ

: سالها

(f. i. sâl'in c.) : yıllar. (bkz. : a'vâm, senevât, sinîn).

sâl-hûrde

: سالخورده

(f. b. s.) : pek ihtiyar, çok yaşlı, (bkz. : sâl-dîde).

salîb

: صليب

(a. i. c. : sılâb) : haç. (bkz : çelîpâ). Ehl-i salib : haçlılar, fr. eroisades. İlka-üs-salib fi-l-mâ : haçı suya atma.

salîb-i ahmer

:  

kızılhaç.

salîb-i cenubî

:  

(cenup haçı) : Cenup (güney) kutup yıldızı, Beta Croix Austral; ing. : southern Cross.

Sâlib

: سالب

(a. s. selb'den) : 1) kapıp götüren, alan, alıp yok eden. 2) menfîleştiren. 3) inkâr eden. [müen. : "salibe"]

salibe

: سالبه

(a. i.) : fels. negatif.

salîbî

: صليبی

(a. s.) : 1) salîbe, haça mensup, putla ilgili. 2) salîb, haç şeklinde olan. 3) Hıristiyan. 4) haçlılardan olan.

salîbiyye

: صليبيه

(a. i.) : bot. turpgiller.

salîbiyyûn

: صليبيون

(a. i. c.) : Hıristiyanlar.

sâlif

: سالف

(a. s. selef'den) : geçen, geçmiş.

sâlife

: سالفه

(a. s. selef'den) : 1) [sâlif'in müen.] geçen, geçmiş. 2) anal. kulak memesinden . köprücük kemiğinin çukuruna kadar olan kısım.

sâlif-ül-beyân

: سالف البيان

(a. b. s.) : beyânı geçmiş, bildirilmiş.

sâlif-üz-zikr

: سالف الذكر

(a. b. s.) : zikri geçen, bildirilen, (bkz : mezkûr).

salîh

: صليح

(a. s. c. : sulehâ) : (bkz : sâlih).

sâlih, sâliha

: صالح ، صالحه

(a. s. salâh'den. c. : sâlihûn, sulehâ) : 1) yarar, elverişli, iyi, uygun, yakışır. 2) salâhiyeti (yetkisi) ve hakkı olan. 3) dînin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan. A'mâl-i sâliha : dince makbul olan işler. 4) i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

sâlihât

: صالحات

(a. i. sâlıha'nın c.) : 1) şeriatın emrettiği, ahlâk ve insaniyetçe beğenilen işler. 2) hayır ve hasenat sahibi Müslüman kadınlar.

sâlihât-ı nisvân

:  

dindar, iffetli, temiz Müslüman 'kadınlar.

sâlihât-ı ümmet

:  

Allah'ın emirlerine uyarak hayırlı işlerde bulunan İslâm kadınları.

sâlihûn

: صالحون

(a. s. sâlih'in c.) : sâlihler, günahkâr olmıyanlar. (bkz : sulehâ).

sâlik

: سالك

(a. s. sülûk'den. c. : sâlikân, sâlikîn) : 1) bir yola giren, bir yolda giden, (bkz. : münselik). 2) bir tarikata girmiş bulunan, (bkz. : mürîd).

sâlikân

: سالكان

(a. f. s. sâlik'in c.) : sâlikter, bir tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş olanlar, (bkz. : sâlikîn).

sâlikân-ı arş

:  

büyük melekler.

sâlikîn

: سالكين

(a. s. sâlik'in c.) : sâlikler, bir tarikata veya bir mesleğe bağlanmış olanlar, (bkz. : sâlikân).

sâlim

: سالم

(a. s. silm'den. c. : sâlimîn) : 1) sağ; sağlam. 2) eksiksiz, sakatı, noksanı olmayan. 3) korkusuz, emîn. (bkz. : mutmain, müsterih. 4) a. gr. içinde illet harflerinden biri (elif, vav, ye) bulunmayan kelime.

sâlimen

: سالما

(a. zf.) : 1) sag, sağlam, sıhhatte olarak. 2) emniyetle, güvenle.

sâlimîn

: سالمين

(a. s. sâlim'in c.) : sağ ve sağlam olanlar.

sâlis

: ثالث

(a. s.) : üçüncü. Şahs-i sâlis : bir işle ilgili karşılıklı iki tarafın dışında kalan bir üçüncü şahıs.

sâlisât

: ثالثات

(a. s. sâlise'nin c.) : sâliseler.

sâlise

: ثالثه

(a. s. c. : sâlisât, sevâlis) : 1) üçüncü ["sâlis" in münnesi] . 2) i. saniyenin altmışta biri. 3) i. binbaşılık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı : "rif'atlü" dür. 4) i. kadın adı.

sâlisen

: ثالثا

(a. zf.) : üçüncü olarak.

sâliyye

: ساليه

(f. i.) : ed. yeni yılın kutlanmasını ve târihini ele alarak muharremde yazılıp sunulan medhiye. [yapma kelimelerdendir]

sallâ

: صلی

(a. n.) : (bkz. : sal'am). sallAllahü teâlâ : Allah onun sânını yüceltsin!

sâl-nâme

: سالنامه

(f. b. i.) : yıllık, [muayyen mevzulara dâir yıldan yıla çıkarılan dergi, kitap]

salsâl

: صلصال

(a. i.) : jeol. 1) kumla karışık ince çamur. 2) lüleci çamuru.

salsâlî

: صلصالی

(a. s.) : salsal'la ilgili, lüleci çamuru hâlinde olan.

saltanat

: سلطنت

(a. i.) : 1) sultanlık; padişahlık, hükümdarlık. 2) bolluk ve zenginlik, sata. fatlı hayat, (bkz. : dârât, debdebe, tantana).

saltanat-ı seniyye

:  

Osmanlı imparatorluğunun bir adı.

sâlûs

: سالوث

(f. s.) : riyakâr, ikiyüzlü. (bkz. : münafık, zerrâk). Merd-i sâlûs : riyakâr adam.

sâlûs

: ثالوث

(a. i.) : fels. (r. trivium.

sâlûsî

: سالوسی

(f. i.) : riyakârlık, ikiyüzlülük, (bkz. : riya).

salvele

: صلوله

(a. i.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e okunan : "besmele, hamdele" ile birlikte "vesse-lâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammed (Alehisselâm)in ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn" şeklindeki duâ.

salyan, salyâne

: ساليان ، ساليانه

(f. i.) : yılda bir alınan vergi; Tanzimat'tan önce bir kısım me'murlarla müstahdemlere yıllık olarak verilen vazîfe (ücret).