sâk

: ساق

(a. i. c. : sikan, sûk) : 1) anat. baldır, incik. 2) bot. sap.

sâk-ı cezrî

:  

bot. köksap.

sâk-ı mültesık

:  

bot. yapışık sap.

sâk-ı mütehâfit

:  

bot. sarılgan sap.

sâk-ı zâhif

:  

bot. sürüngen sap.

sâk-ül-esved

:  

bot. baldırıkara denilen nebat (*bitki). 3) geo. kenar.

sak

: صك

(a. i.) : (bkz. : sakk).

sa'ka

: صعقه

(a. i.) : hek. bayılma, baygınlık, (bkz. : gaşy).

sa'ka-i hafife

:  

hafif baygınlık.

sa'ka-i şedide

:  

şiddetli baygınlık.

sâka

: ساقه

(a. i. sevk'den. sâik'ın c.) : ask. ardçılar, ordunun gerisinde bulunan askerler. sâkat-ül-ceyş : ardçılar, ordunun gerisinde bulunan askerler.

sakalân

: ثقلان

(a. i. c.) : (bkz. : sakaleyn).

sakaleyn

: ثقلين

(a. i. c.) : insan ve cin. Resûl-üs-sakaleyn, Seyyid-üs-sakaleyn : [ins ve cinnin Peygamberi olması hasebiyle] : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm).

sakalibe

: صقالبه

("ka" uzun okunur, a. h. i. sıklâb'ın c.) : Islâvlar.

sakam

: سقم

(a. i. c. : eskam) : hastalık, illet, (bkz. : sakam, maraz).

sakam

: سقام

("ka" uzun okunur, a. i. c. : eskam) : hastalık, illet.

sakamet

: سقامت

("ka" uzun okunur, a. i.) : sakimlik, bozukluk, noksanlık, sakatlık; yanlışlık.

sakankur

: سقنقور

(a. i.) : 1) Mısır'da bulunan kum kertenkelesi. 2) sahangur denilen bir tülbent; sargı; bir çeşit ince tül.

sakar

: سقر

(a. i.) : cehennem, tamu. (bkz : dûzah).

sakar-makarr

: سقرمقر

(a. b. s.) : mekânı cehennem olan, cehenneme giden.

sakat

: سقط

(a. s.) : 1) bir şeyin düşük ve işe yaramaz kısmı. 2) fena ve faydasız şey. 3) yanlış. 4) bir tarafı hasta veya eksik olan. (bkz : alil). 5) bozuk, yanlış.

sakatât

: سقطات

(a. i. sakta'nın c.) : 1) düşük yerler, eksikler, yanlışlar (sözde, konuşmada). 2) eti yenen hayvanların paça, cîfcfer, iş-kenbe, baş gibi uzuvları.

sakatî

: سقطی

(a. s.) : 1) kötü, fena mal satan. 2) yanlışları çok olan [muharrir, şâir]

sakatiyyûn

: سقطيون

(a. s. sakatî'nin c.) : çok yanlış yapan muharrirler, şâirler.

sâkayn

: ساقين

(a. i. c.) : ikizkenar.

sâkayn-i şibhi münharif

:  

geo. *ikizkenar *yamuk, fr. trapeze isoeele.

sakb

: ثقب

(a. i. c. : sukub) : 1) delme, delinme. 2) bir taraftan, öteki tarafa kadar açık olan delik, (bkz. : sukb).

sakb-ı müteşârî

:  

hek. vücûdun türlü organlarını delmiye mahsus âlet.

sakf

: سقف

(a. i. c. : sukuf) : tavan, çatı, dam.

sâkıb

: ثاقب

(a. s. sakb'dan) : 1) delen, delik açan, bir taraftan öbür tarafa delip geçen. 2) parlak ışıklı. Necm-i sâkıb : parlak yıldız. 3) i. erkek adı.

sakıt

: ساقط

(a. s. sukut'dan) : 1) düşen, düşücü, düşmüş. 2) hüküm ve itibardan düşmüş, hükümsüz. 3) düşük, vakitsiz rahimden düşen çocuk, [müen. : "sakıta"]

sâkiye

: ساقيه

(a. saky'den. c. : sâkıyât) : 1) içki dağıtan kadın. 2) (c. : sevâkî) su dolabı, su arkı.

sakî

: صقيع

(a. i.) : kırağı, çiy. (bkz. : jale, şeb-nem).

Sâkî

: ساقی

(a. s. saky'dan. c. : sukat) : 1) su veren, su dağıtan. 2) kadeh, içki sunan. 3) (sak'dan) baldıra veya baldır kemiğine âit, onunla ilgili.

sâkib, sâkibe

: ساكب ، ساكبه

(a. s.) : dökülen, dökücü. Dem'-i sâkib : dökülen gözyaşı. Miyâh-ı sâkibe : dökülen sular.

sakil

: ثقيل

(a. s. siklet'den c. : sikal, sukalâ) : 1) ağır. (bkz. : girân). 2) sıkıntılı, can sıkan. 3) çrkin. 4) gr. ağır ve kalın okunan [hece]

sakil-i remel

:  

müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir büyük usul.

sakîl-ür-rûh

:  

ruhu ağır, kanı ağır, insana sıkıntı veren [kimse] , (bkz. : girân-cân).

sâkîl-ül-hezec

: ثقيل الهزج

(a. b. i.) : müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir büyük usul.

sakîm

: سقيم

(a. s. sakamet'den) : 1) hasta, hastalıklı, (bkz. : marîz). 2) yanlış. 3) rivayeti doğru, sağlam olmıyan [hadîs]

sâkin, sâkine

: ساكن ، ساكنه

(a. s. sükûn'dan) : 1) hareketsiz olan, oynamıyan. 2) uslu, kendi hâlinde olan, yavaş. 3) (c. : sâkinân) oturan (bir verde). (bkz. : mukîm) a. gr. hareke ile okun-mıyan [harf] . Hurûf-i sakine : sakin harfler, harekesiz harfler.

sâkî-nâme

: ساقی نامه

(a. f. b. i.) : ed. Sâkî ve şarabı överek, sâkîden şarap istemiye dâir dîvan şâirlerinin yazmış oldukları manzume, [bizim edebiyatımızda bilhassa Nef'î'ninki meşhurdur]

sâkinân

: ساكنان

(a. f. s. sâkin5ün c.) : sakinler, oturanlar [bir yerde-]

sâkinâne

: ساكنانه

(a. f. zf.) : sessizce; sakin olana yaraşır yolda.

sâkit, sâkite

: ساكت ، ساكته

(a. s. sükût'dan) : susan, ses çıkarmıyan. (bkz. : hâmûş.).

sâkit-âne

: ساكتانه

(a. f. zf.) : sessizce, ses çıkarmıyarak. (bkz. : sâmit-âne)

sakk

: صك

(a. i. c. : sikâk. sukûk) : 1) huk. şer'î mahkemeden verilen îlâm, berat, kadı hücceti ve bu gibi yazılardaki tâbirler, *deyimler. 2) huk. vesikalar.

sakka

: سقا

("ka" uzun okunur, a. i. saky'dan) : su dağıtan; saka.

sakkâk

: صكاك

(a. s. sakk'den) : i'lâm, berat, hüccet yazmada mahareti olan, şeriat mahkemesi kâtibi.

sakl

: صقل

(a. i.) : törpü ile eğeleme; cilalama.

sakmûniya

: سقمونيا

(a. i.) : hefc. bir gözotu, müshil gibi kullanılan bir madde, [aslı yunancadır]

sakr

: صقر

(a. i. c. : sıkar, şukur) : zool. tepeli doğan.

sakta

: سقطه

(a. i. c. : sakatât) : sözdeki yanlışlık, bozukluk.

saky

: سقی

(a. i.) : sulama, su içirme. (bkz. : irvâ; İska). saky-i mâ' : su dağıtma.