sah

: ساح

(a. i. sahâ'nın c.) : (bkz : sâhât).

sah

: صح

(a. i.) : (bkz. : sahh).

saha'

: صخاء

(a. s.) : cömertlik, elaçıklığı. (bkz. : sahavet, semahat).

sâha

: ساحه

(a. i. c. : sâh, sâhât) : meydan, avlu, alan.

sâha-i mıknatısiyye

:  

fiz. magnetik alan. sâha-i zuhur : görünme meydanı.

sahâbe

: صحابه

(a. i. sâhib'in c.) : 1) sahipler, sahip çıkanlar, tutanlar, (bkz. : eshâb). 2) (bkz. : sahâbî).

sahâbet

: صحابت

(a. i.) : 1) sahip çıkma. 2) koruma, arka olma, yardım etme.

sahâbet-kâr

: صحابتكار

(a. f. b. s.) : sahip çıkan, koruyan.

sahâbî

: صحابی

(a. i.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'i görmüş ve Kendilerinin sohbetlerinde bulunmuş olan mü'min kimse. [müen. : "sahâbiyye" dır]

sahâfet

: سخافت

(a. i.) : 1) zayıflık; bozukluk. 2) hafiflik, akılsızlık.

sahâif

: صحائف

(a. i. sahîfe'nin c.) : sahi-feler, yapraklar, (bkz. : suhuf).

sahâif-i ikbâl

:  

bahtiyarlık sahifeleri.

sahâ-kâr

: صخا كار

(a. f. b. s.) : cömert, eliaçık. (bkz. : sahî).

saham

: صخم

(a. i.) : güneşde yanma [biri]

sahanân

: صخنان

(a. s.) : (bkz. : sahnân, suhnân).

sahânet

: صخانت

(a. i.) : sıcaklık, kızgınlık, (bkz. : sühunet).

sahar

: صخر

(a. i. sahre'nin c.) : (bkz. : suhûr).

sahârâ

: صحاری

(a. i. sahrâ'nın c.) : sahralar, kırlar; çöKer. (bkz. : sa. hârî).

saharât

: صخرات

(a. s. sahre'nin c.) : (bkz : suhûr).

saharî

: صخری

(a. s.) : kaya ile ilgili; kaya cinsinden.

sahârî

: صحاری

(a. i. sahrâ'nın c.) : sahralar, kırlar; çöller, (bkz. : sahârâ; sahrâvât).

sâhât

: ساحات

(a. i. sâha'nın c.) : açık yerler, meydanlar, avlular, alanlar.

sahâvet

: سخاوت

(a. i.) : 1) cömertlik, el-açıklığı. (bkz. : saha, semahat). 2) kadın adı.

sahâvet-kâr

: سخاوتكار

(a. f. b. s.) : cömert, eliaçık. (bkz. : cevâd, saf. î).

sahâvet-kârâne

: سخاوتكارانه

(a. f. zf.) : cömertlikle, cömertçesine.

sahb

: صحب

(a. s. sâhib'in c.) : sahipler, yakın dostlar, (bkz. : eshâb).

sahb

: سخب

(a. i.) : gürültü, patırdı etme. (bkz. : tevelvül).

sahbâ

: صهبا

(a. i.) : şarap, (bkz. : bade, hamr, mey) [asıl mânâsı : "ashab" ismi tafdîlinin müennesi olup "al, kızıl" mânâsına gelir]

sahh

: صح

(a. fi. sıhhat'den) : "doğrudur, yanlışsızdır" mânâsına resmî yazılara konulan bir işaret.

Sahâf

: صحاف

(a. i. sahf'den) : (eski) kitap alıp satan kimse, kitapçı.

sahhâka

: سحاقه

(a. i.) : sevici kadın, (bkz : sâhika2).

sâhıt

: ساخط

(a. s.) : kırgın, dargın.

sahî

: سخی

(a. s.) : cömert, eliaçık. (bkz : fetâ2, sahâ-kâr).

sâhî

: ساهی

(a. s. sehv'den) : hatâ işliyen, yanılan.

sâhib

: صاحب

(a. s. ve i. sahb'den. c. : eshâb) : 1) sahip, (bkz. : mâlik). 2) bir vasfı olan. (bkz : hâiz). 3) koruyan, (bkz. : hâmî). 4) bir iş yapmış olan. (bkz. : müellif, musannif).

sâhib-i arz

:  

devlet; devleti temsîl eden zat.

sâhib-i hâne

:  

ev sahibi, (bkz. : sâhib-ül-beyt).

sâhib-i hayrat

:  

hayırlı işler yapmış olan kimse [cami gibi, çeşme gibi]

sâhib-i imtiyaz

:  

imtiyaz sahibi.

sâhib-i mâide

:  

"sofra sahibi" : huk. [eskiden] evinde yemek pişirip ehil ve lyâline yediren kimse, [sâhib-i mâide olmak için, nafakası üzerine vacip olmıyanları beslemek şart değildir]

sâhib-i menzil

:  

eskiden ok atışlarında birinci-*ik alarak, oku düşürdüğü yere kendi adına kitabe diktiren atıcı.

sâhib-ül-beyt

:  

ev sahibi, (bkz : sâhib-i-hâne).

sâhib-ül-mekasrm

:  

huk. [eskiden] ganimet mallarını mücâhitler arasında tâyin ve tevzîa me'mur -olan kimse.

sâhib-üs-selem

:  

selemde para veren müşteri.

sâhibât

: صاحبات

(a. i. sâhibe'nin c.) : sahibeler, kadın sahipler.

sâhibe

: صاحبه

(a. i. c. : sâhibât) : 1) -sâhib'in müennesi.

sâhibe-i cemâl

:  

güzelliği olan kadın.

sâhibet-ül-beyt

:  

ev sahibesi, kadın ev sahibi. 2) kadın adı.

sâhib-fırâş

: صاحبفراش

(a. f. b. s.) : yatağa düşmüş, hasta.

sâhib-hurûc

: صاحب خورج

(a. f. b. s.) : ayaklanarak idareyi ele geçirmiş [kimse] ; ayaklanmış, âsî.

sâhib-kemâl

: صاحب كمال

(a. b. s.) : kemal sahibi, olgun [kimse]

sâhib-kırân

: صاحبقران

(a. f. b. i.) : 1) her zaman başarı, üstünlük kazanan hükümdar. 2) meşhur bir çeşit lâle.

sâhib-nazar

: صاحبنظر

(a. b. s.) : tecrübesi, görüşü, düşüncesi kuvvetli olan.

sâhib-vücûd

: صاحب وجود

(a. b. s.) : mevki sahibi, varlığı sayılır, sözü geçer [kimse]

sâhib-zuhûr

: صاحب ظهور

(a. b. s.) : ayaklanan, baş kaldıran, başa geçen.

sahîf

: سخيف

(a. s. sahâfet'den) : 1) zayıf, hafif. 2) gevşek, boş. 3) seyrek dokunmuş bez.

sahîfe

: صحيفه

(a. i. c. : sahâif, suhuf) : sayfa.

sahîfe-i hâliyye

:  

boş sahife.

sahih, sahîha

: صحيح ، صحيحه

(a. s. sihhat'den. c. : sihâh) : 1) gerçek, doğru. 2) hâlis, kusursuz, ayıpsız. Efkâr-ı sahiha : gerçek fikirler. 3) ed. lafzî ve manevî nakîselerden ârî üslûp. 4) a. gr. kelimenin ana harfleri (hurûf-ı asliye). 1) hemze (başta "elif", orta veya sonda hamzeden; tazîf (iki aynî harf yanyana geldiği zaman yalnız biri yazılıp üzeri şeddelenmek) den; harfli illet (değişmeyi kabul eden "ve", "ye" ile bunlardan kalbolunan "elif") den salim bulunursa kelime sahihtir. Meselâ : şerk, şâkir "şükr", ma'kul "akl", efdal "fazi", mezâhib "mezheb" gibi.

sahîhan

: صحيحا

(a. zf.) : gerçekten, (bkz : cidden, hakîkaten).

sahîk

: سحيق

(a. s.) : 1) uzak. (bkz. : baîd). 2) çok karışık anlaşılmaz söz.

sâhik

: ساحق

(a. s.) : ezip döğen.

sâhika

: ساحقه

(a. s.) : 1) sâhik'in müennesi. 2) i. sevici kadın.

sahil

: صاهل

(a. s.) : kişneyici, kişneyen.

sahil

: صهيل

(a. s.) : at kişnemesi, (bkz. : şîhe).

sahil

: ساحل

(a. i. c. : sevâhil) : deniz, nehir, göl kenarı, yalı, kıyı.

sâhil-hâne

: ساحلخانه

(a. f. b. i.) : yalı evi.

sâhil-resîde

: ساحلرسيده

(a. f. b. s.) : kıyıya ulaşmış.

sâhil-serây

: ساحلسرای

(a. f. b. i.) : büyük yalı kasrı.

sahîn, sahîne

: سخين ، سخينه

(a. s. suhûnet'den) : sıcak, kızgın, ısınmış. Mâyiât-ı sahîne : sıcak sular.

sahîn, sahîne

: ثخين ، ثخينه

(a. s. sihan'den) : kalın. 2) sık. 3) katı, pek. Abâ-i sahîn : kalın aba.

sâhir

: ساحر

(a. s. sihr'den. c. : sâhirîn, sâhirûn, sehere) : 1) büyücü (bkz. : efsûn-ger, füsûn-kâr, sihr-bâz). 2) büyüleyici te'sir yapan güzel.

sâhir

: ساهر

(a. s. seher'den) : 1) gece uyumıyan, uykusuz. 2) erkek adı. [müen. sâhire]

sâhir

: ساخر

(a. s.) : maskaralık eden. (bkz. : mashara).

sâhir-âne

: ساحرانه

(a. f. zf.) : büyülercesine; büyüleyici gibi.

sâhirât

: ساحرات

(a. s. sâhire'nin c.) : büyücü kadınlar, (bkz. : sevâhir).

sâhire

: ساهره

(a. i.) : 1) yer yüzü.

sâhire-i gabrâ

:  

yer yüzü. 2) çöl. (bkz. : beyaban).

sâhire

: ساحره

(a. s. c. : sâhirât, sevâhir) : büyücü kadın.

sâhiret-ün-nisâ

:  

1) kadınların sihirbazı; 2) kadınların erkekleri kendine en ziyâde bağlıyanı.

sâhirîn

: ساحرين

(a. s. sâhir'in c.) : büyücüler büyüleyiciler (bkz. : sâhirûn).

sâhir-pîşe

: ساحرپيشه

(a. f. b. s.) : 1) sihirbaz huylu; sihirbazlığı iş edinmiş olan. 2) güzelliğiyle insanı büyüliyen dilber.

sâhirûn

: ساحرون

(a. s. sâhir'in c.) : büyücüler, büyüleyiciler, (bkz. : sâhirîn).

sahk

: سحق

(a. i.) : 1) döğme, dögülme, ezme, kırma, kırılma, döğüp yumuşatma. 2) sürtme.

sahl

: صحل

(a. i.) : ses boğukluğu, ses kısıklığı.

sahleb

: سحلب

(a. i.) : salep, lât. orchîs.

sahlebî

: سحلبی

(a. i.) : sâlepçi, salep satan.

sahlebiyye

: سحلبيه

(a. i.) : bot. salepgiller, fr. orchidacees.

sahn

: سخن

(a. i.) : sıcaklık, hararet.

sahn

: صحن

(a. i. c. : suhûn, sıhân) : 1) avlu. 2) evin ortasındaki açıklık. 3) oyuk, boşluk, boş yer. 4) orta, meydan, aralık; cami ve medreselerde umûmun toplanmasına mahsus üstü kubbeli, örtülü yer. 5) büyük kâse. 6) sahan. 7) sahne. 8) zil.

sahn-i dûreng

:  

Dünyâ [gece ve gündüz olması İtibariyle]

sahn-i çemen

:  

bahçenin ortası, meydanı. sahn-i gülsen : gül bahçesinin ortası. sahn-i lâle-zâr : lâle bahçesinin ortası.

sahn-i seman

:  

[ibtidâ-yi hâriç ve ibtidâ-yi dâhif kısımlarından sonra gelen] (sekiz medrese meydanı). Fâtih medresesi, Fâtih câmiininiki tarafındaki kargır ve kurşunlu sekiz medrese ilmiye (sarıklıların) medrese tedrisâtında bir derece.

sahn

: سحن

(a. i.) : kırma, (bkz. : kesr).

sahnân

: سخنان

(a. s.) : (bkz. : sahanân, suhnân).

sahnân

: صحنان

(a. i. c.) : çifte zil. (bkz. : sahneyn).

sahne

: صحنه

(a. i. c. : sahanât) : sahne, şano. [aslı : taşlık tepelerdeki "düzlük" demektir]

sahneyn

: صحنين

(a. i. c.) : çifte zil. (bkz : sahnân).

sahr

: صخر

(a. i. c. : suhûr) : kaya.

sahr

: صخر

(a. sahre'nin c.) : (bkz. : suhûr).

sahrâ

: صحراء

(a. i. c. : sahârâ, sahârî, sahrâvât) : kır, ova, çöl. (bkz. : bâdiye, dest, feyfâ).

sahrâ-yi adem

:  

yokluk çölü; ölüm.

sahrâ-yi kebîr

:  

güneyde Çat gölü hizasından doğuya doğru ve kuzeyde Cezayir, Tunus, Libya altına kadar uzanan Afrika'nın en büyük çölü.

sahrâî

: صحرائی

(a. i.) : ahraya, kıra, ovaya âit.

sahrâ-neverd

: صحرانورد

(a. f. b. s.) : çölde, kırda dolaşan.

sahrâ-nişîn

: صحرا نشين

(a. f. b. s.) : kırda, çölde oturan, (bkz. : bedevî).

sahrâvât

: صحراوات

(a. i. sahrâ'nın c.) : ovalar, kırlar; çöller, (bkz. : sahârî).

sahre [t]

: صخره

(a. i. c. : sahr, sahar, suhûr, saharât) : 1) kaya. 2) jeol. külte.

sahre-i indifâiyye

:  

jeol. püskürme külte.

sahre-i mültesika

:  

jeol. yapışık külte.

sahre-i muştaile

:  

jeol. yanar külte.

sahret-ullah

: صخرة الله

(a. b. i.) : Beyt-i Mukaddes (Beyt-ül-Makdis) de Benîisrâil peygamberlerinin ibâdet ettikleri meşhur kaya ki Hz. Peygamber (Aleyhisselâm) Mîrac gecesinde semâya buradan urûc etmiştir.

sahrınc

: صهرنج

(a. i.) : sarnıç.

sahrınc-ı peke

:  

anat. peke sarnıcı.

sahrîc

: صهريج

(a. i.) : (bkz : sahrınc).

saht

: سخت

(f. s.) : 1) katı, sert, çetin, pek. 2) kuvvetli, güçlü, sağlam. 3) güç, zor.

saht-bâzû

: سخت بازو

(f. b. s.) : kolu kuvvetli.

saht-dil

: سختدل

(f. b. s.) : katı yürekli.

sâhte

: ساخته

(f. s.) : 1) düzme, düzmece, yapmacık; yalandan; taklit 2) kalp; karışık.

sâhtegî

: ساختگی

(f. i.) : sahtelik, kalplık; yalan, düzme.

sâhte-kâr

: ساخته كار

(f. fc. s.) : 1) sahteci. 2) kalpazan, (bkz. : hîle-kâr).

sâhte-kârî

: ساخته كاری

(f. b. i.) : sahtekârlık, hilekârlık.

sâhte-vekar

: ساخته وقار

(f. a. b. s.) : yapma tavırlar takınan, kendini satmıya çalışan.

saht-gîr

: سخت گير

(f. b. s.) : bir şeyi sıkıca tutan.

sahtî

: سختی

(f. i.) : 1) katılık, sertlik. 2) güçlük, sıkıntı.

sahtiyan

: سختيان

(fi. i.) : 1) sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri. 2) s. bu deriden yapılmış, [aslında "sahtyân" dır]

sahtiyânî

: سختيانی

(f. s.) : sahtiyan (deri) yapan veya satan.

sahf-ligâm

: سخت لگام

(f. b. s.) : başı sert, gem almaz [at]

saht-rû

: سخت رو

(f. b. s.) : 1) pek yüzlü. 2) dargın, suratı asık.

sahur

: سحور

(a. i.) : sahur, temcit yemeği.

sâhûr

: ساهور

(a. i.) : 1) gece uyanıklığı, uykusuzluk. 2) ay ağılı, (bkz. : hâle).

sâhûr

: صاهور

(a. i.) : Dünyâ'nın Ay'a düşen, husufu (Ay'ın tutulmasını) meydana getiren gölgesi.

sahûrî

: سحوری

(a. i.) : 1) sahur davulcusu. 2) sahurdaki davul gürültüsü.

sahv

: صحو

(a. i.) : 1) ayılma, ayıklık. kendine gelme. 2) hastanın iyileşmesi. 3) tas. sekr (kendinden geçme) hâlinin zıddı olup bîhudluk (kendinden geçme) hâlinden sonra his âlemine tekrar dönme.

sahve

: صحوه

(a. i.) : ayıklık, uyanıklık.