sad |
: | ص |
(a. ha.) : Osmanlı alfabesinin on yedinci harfi olup, "ebced" hesabında doksan sayısının karşılığıdır; "s" sesini verir. |
sad-ı mühmele |
: |
"sad" harfinin bir adı. [noktasızlığından dolayı] |
|
sad |
: | صد |
(f. s.) : yüz [sayı] , (bkz : mie). |
sa'd |
: | سعد |
(a. i.) : 1) kutluluk. 2) uğur. 3) s. kutlu; uğurlu. |
sa'd-ı asgar |
: |
astr. Venüs (Zühre, Nâhid) gezeğeni. |
|
sa'd-ı ekber |
: |
astr. Jüpiter (Müşteri) gezegeni. |
|
sa'd-üd-dîn |
: |
dilimizde "sadettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılan bu kelime : dînin mübârek-liği, dîni uğurlu, kutlu kılan demektir. |
|
sa'd-ullah |
: |
1) Allah'ın kutlu, talihli kıldığı "manasınadır"; 2) erkek adı. |
|
sâd |
: | ساد |
(a. i.) : göz ağrısı, göz hastalığı. (bkz. : remed). |
sadâ |
: | صدا |
(o. i.) : 1) ses. (bkz : savt âvâz). 2) a. yankı. |
sadâ-yi basît |
: |
sesin bir defa tekrarı. |
|
sadâ-yi mürekkeb |
: |
sesin bir çok defalar tekrarı. |
|
sadaka |
: | صدقه |
(a. i. c. : sadakat) : 1) sadaka. 2) zekât. |
sadaka-i fıtr |
: |
fitre, şeker bayramında aynen 1667 gram buğday, buğday unu; 3334 gram arpa, arpa unu, kuru üzüm, hurma veya râyfce göre bunların bedelleri üzerinden yoksullara verilen sadaka. |
|
sadaka-i mahbûse |
: |
huk. [eskiden] (bkz. : sadaka-i mevkufe). |
|
sadaka-i mevkufe |
: |
huk. [eskiden] vakfı inşâ için kullanılan sarih sözlerdendir. "Vakfettim, hap-seyledim" gibi "sadaka-ı mevkufe kıldım" da denilebilir ve bu sözle de vakıf inşâ edilmiş olur. |
|
sadaka-i muharreme |
: |
[eskiden] (bkz. : sadaka-i msvkufe). |
|
sadaka-i muhbese |
: |
huk. [eskiden] (bkz : sadaka-i mevkufe). |
|
sadaka-i müebbede |
: |
huk. [eskiden] (bkz. : vâkıf). |
|
sadakat |
: | صدقات |
("ka" uzun okunur, a. i. sadaka'nın c.) : sadakalar. |
sadâkat |
: | صداقت |
(a. i. sıdk'dan) : dostluk, ve-fdlılık, içten bağlılık; doğruluk, yürek doğruluğu. |
sadâkatkâr |
: | صداقتكار |
(a. f. b. s.) : sadakatli, hakikatli, sâdık, doğru. |
sa'dân |
: | صعدان |
(a. i. c.) : (bkz : sa'deyn). |
sadâret |
: | صدارت |
(a. i. sadr'dan) : 1) Başta bulunma, öne geçme. 2) sadrazamlık, sadrâzamın işi ve makamı. 3) Rumeli ve Anadolu kazaskerliği. |
sadâret hatt-ı hümâyunu |
: |
tar. sadrâzamın değişmesi münâsebetiyle padişah tarafından çıkarılan ferman. |
|
sadâret-penâh |
: | صدارتپناه |
(a. f. b. s.) : sadrâzam bulunan [kimse] |
sadâret-penâhî |
: | صدارتپناهی |
(a. f. b. s.) : sadrâzama âit, sadrâzamla ilgili. |
sâdât |
: | سادات |
(a. i. seyyid'in c.) : 1) seyyitler, ulular. 2) Hz. Hasan neslinden gelmek üzere Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in soyundan olanlar. [Hz. Hüseyin neslinden gelenlere de "şürefâ" derler] |
sâdât-ı kabile |
: |
kabilenin ileri gelenleri. |
|
sad-bâr |
: | صدبار |
(f. z. f.) : yüz kere. |
sad-berg |
: | صدبرك |
(f. b. s. ve i.) : yüz yapraklı, katmerli. Gül-i sad-berg : yüz yapraklı sanılan, katmerli, makbul bir gül çeşidi. |
sâdd |
: | ساد |
(a. s. sedd'den) : 1) kapıyan, örten, engel olan. 2) hek. aksu denilen göz perdesi. |
sâde |
: | ساده |
(a. i. seyyid'in c.) : seyyidler. |
sâde |
: | ساده |
(f. s.) : 1) düz, basit, yalın, gösterişsiz. 2) süssüz. 3) karışıksız, katkısız. 4) derin düşünemiyen, bön, saf [adam] . S. zf. yalnız, ancak. |
sâdec |
: | سادج |
(a. i.) : "sâde"nin arapça-laştırılmışı. |
saded |
: | صدد |
(a. i.) : 1) yakınlık, civar. 2) fikir, niyet, kasid; teşebbüs. 3) konuşulan madde, asıl mevzu. Hâric-ez-saded : mevzu dışı. Sadede gelmek : mevzua dönmek, mevzu dışı sözleri bir yana bırakmak. |
sâde-dil |
: | ساده دل |
(a. f. b. s. c. : sâde-dilân) : 1) temiz yürekli. 2) saf, bön. (bkz. : sâde-levh). |
sâde-dilân |
: | ساده دلان |
(a. f. b. s. sâde-dil'in c.) : temiz yürekliler, saflar, bönler. |
sâde-dilâne |
: | ساده دلانه |
(f. zf.) : saflıkla, bönlükle. Hissiyyât-ı sâde-dilâne : ed. saf, laubali sözlerle dolu olan ibare. |
sâde-dilî |
: | ساده دلی |
(a. f. b. i.) : saflık, bönlük. |
sadef |
: | صدف |
(a. i. c. : esdâf) : 'sedef, inci kabuğu. |
sedef-çe |
: | صدفجه |
(a. f. b. i.) : küçük sedef. |
sâdegi |
: | ساده گی |
(f. i.) : sadelik, düzlük, süssüzlük. |
sâdegî-i ifâde |
: |
ifâde sadeliği. sâdegî-i libâs : giyim sadeliği. |
|
sâde-kâr |
: | ساده كار |
(a. f. b. i.) : kuyumcu taslakçısı. |
sâde-levh |
: | ساده لوح |
(a. b. s.) : saf, bön. (bkz. : sâde-dil2.). |
sademât |
: | صدمات |
(a. i. sadme'nin c.) : 1) çarpmalar, tokuşmalar, çatmalar. 2) ansızın başa gelen belâlar. 3) kim. patlamalar. |
sâde-rû |
: | ساده رو |
(a. f. b. s. c. : sâde-rûyân) : yüzü tüysüz, genç delikanlı. |
sâde-rûyân |
: | ساده رويان |
(a. f. b. s. sâde-rû'nun c.) : sakalı, bıyığı çıkmamış gençler. |
sâdet |
: | سادت |
(a. i.) : hek. üzerine aksu denilen perde gelmiş göz. |
sa'deyn |
: | سعدين |
(a. i. c.) : astr. "iki umurlular" : Venüs (Zühre) ile Jüpiter (Müşteri) gezeğenleri. Kırân-ı sa'deyn : Venüs ile Jüpiter'in aynı durumda olması ki, kutluluk işareti sayılır. |
sad-gûne |
: | صدگونه |
(f. b. s.) : yüz türlü, çeşitli. |
sad-hezâr |
: | صد هزار |
(f. b. s.) : yüz bin. |
sâdık |
: | صادق |
(a. s. sıdk'dan. c. : asdika) : 1) doğru, gerçek, (bkz. : sahîh). 2) sadâkati, içten bağlılığı olan. (bkz. : vefâ-kâr). |
sâdık-ül-kavl |
: |
doğru sözlü, (bkz. : râst-gû, sâ-dık-ül-kelâm). |
|
sâdık-ül-kelâm |
: |
doğru söyliyen. (bkz. : râst-gû, sâdık-ül-kavl). |
|
sâdık-ül-va'd |
: |
va'dinde, sözünde duran. 3) i. erkek adı. |
|
sâdıkan |
: | صادقان |
("ka" uzun okunur, a. s. sâdık'ın c.) : 1) doğru kimseler. 2) sadakatli, içten bağlılığı olan kimseler. |
sâdıkan-ı aşk |
: |
aşkta sâdık olanlar |
|
sadıkane |
: | صادقانه |
("ka" uzun okunur, a. zf.) : sâdık olana yaraşır yolda. |
sâdır, sâdıre |
: | صادر ، صادره |
(a. s. sudûr'dan) : çıkan. Şeref-sâdır : şerefle çıkan fpâdişah emri] . Kelimât-ı sâdıre : çıkan kelimeler. |
sa'dî |
: | سعدی |
(a. s.) : 1) saadete, uğura mensup. 2) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur. 3) i. erkek adı. 4) îrân'ın büyük mutasavvıf ve mütefekkir şâiri (Şeyh Sa'di). |
sâdic |
: | سادج |
(a. s.) : (bkz. : sâde). |
sadîd |
: | صديد |
(a. i.) : hek. irin, yaradan akan sarı su. |
sadîd-r seretânî |
: |
hek. seretan denilen yaradan akan irin. |
|
sadîk |
: | صديق |
(a. s. c. : asdika, sudeka, sudkan) : 1) doğru, gerçek dost. |
sadîk-ı kadîm |
: |
esk dost. 2) doğru sözlü [adam] , (bkz. : rast-gû). |
|
sâdin |
: | سادن |
(a. i. c. : sedene) : kapıcı; perdedar; Kâbe-i Mükerreme kapıcısı. |
sâdir |
: | سادر |
(a. s.) : hayrette kalan, şaşan, (bkz. : hâir, hayran, mütehayyir, velhân). |
sâdis |
: | سادس |
(a. s.) : altıncı, (bkz. : şeşüm). Dâire-i sâdise : altıncı dâire [Beyoğlu Belediye Dâiresi] |
sâdis-aşer |
: |
onaltıncı, onaltı. |
|
sâdisen |
: | سادسا |
(a. zf.) : altıncı olarak, altıncı olmak üzere, altıncı derecede. |
sa'diyye |
: | سعديه |
(o. i.) : bot. papirüsgil-ler, fr. cyperacees. |
Sa'diyye |
: | سعديه |
(a. h. i.) : tas. Sâ'düddîn-i Cevabî tarafından kurulmuş olan tarîkat. |
sadme |
: | صدمه |
(a. i. c. : sademât) : 1) çarpma, tokuşma, çatma. 2) ansızın başa gelen belâ. 3) kim. patlama. |
sadme-i inkılâb |
: |
inkılâp sadmesi, hayattaki değişiklik darbesi. |
|
sadme-i mün'akise |
: |
fiz. bir te'sirden sonra onun zıddına aksi taraftan çıkan te'sir. |
|
sad-pâ |
: | صدپا |
(f. b. s.) : yüz ayaklı [olan] |
sad-pâre |
: | صدپاره |
(f. b. s.) : yüz parça; parça parça olmuş, (bkz. : rîze rîze). |
sadr |
: | صدر |
(a. i. c. : sudur) : 1) göğüs. (bkz. : ber, sfne). 2) yürek. 3) herşeyin önü, başı, ilerisi, en yukarı, en baş. 4) oturulacak en iyi yer. 5) baş, başkan, (bkz. : reis). 6) kazasker. 7) sadrâzam sözünün kısaltılmışı. |
sadre şifâ vermek |
: |
gönül ferahlatmak. |
|
sadr-ı âlî |
: |
vezirlerin, vekillerin başı, sadrâzam. |
|
sadr-ı Anatolu |
: |
Anadolu kazaskeri. |
|
sadr-ı a'zam |
: |
"sadrâzam" : [saltanat devrinde] başvekil. |
|
sadr-ı cehân |
: |
dünyânın en itibarlı mevkiinde bulunan. |
|
sadr-ı Rûm |
: |
Rumeli kazaskeri. |
|
sadreyn |
: | صدرين |
(a. i. c.) : "iki sadır" : Rumeli ve Anadolu kazaskerliği. |
sadr-gâh |
: | صدرگاه |
(a. f. b. i.) : en mühim yer; tam orta yer. |
sadrî, sadriyye |
: | صدری ، صدريه |
(a. s.) : göğse âit, göğüsle ligili. Emrâz-ı sadriyye : göğüs hastalıkları. |
sadriyye |
: | صدريه |
(a. i.) : çocuğun anaya nispetinde kullanılan bir kelime, [babaya nispetinde sulbî, sulbiyye denildiği gibi] |
sadr-nişîn |
: | صدر نشين |
(a. f. b. s.) : baş se. dirde, üst başta oturan [toplantıda-] |
sad-sâl |
: | صد سال |
(f. b. i.) : yüzyıl, asır. |