sabâ

: صبا

(a. i.) : 1) gün doğusundan esen hafif ve lâtif rüzgâr. Esb-i sabâ-reftâr : rüzgâr gibi uçan at. 2) müz. Türk müziğinin en eski ve mâruf makamlarındandır. Türk müziğinin en orijinal ve karasteristik makamlarından biri olan sabâ, yürekler parçalayıcı, gönüller yakıcı bir hüzün, elem, zühd ve pişmanlık duygusunu gayet net olarak bildirir. Rağbetle kullanılmış bir makamdır. Çargâh'da zengûle (ki bu makam şekv-efzâ'nın terkibinde de mevcuttur) ile sabâ dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh (lâ) perdesinde kalır. Zengûle'nin durağı çargâh perdesi, sabâ'da çok mühim bir rolü olan güçlüdür. Çargâh'da zengûle'nin güçlüsü olan

sabâ-aşîrân

: صبا عشيران

(a. f. b. i.) : müz. elde yalnız numunelik fahte ujölünde "lâ" bir peşrevle "lâ" bir saz semaîsi bulunan mürekkep makam. Sabâ ile aşîran'da uşşak'dan ibarettir. Umumiyetle inici olarak seyrettikten sonra, ikinci dizi ile aşîran (mi) perdesinde kalır. Güçlüleri birinci derecede sabâ'nın güçlüsü çargâh (do) ikinci derecede de aşîran'da uşşâk'ın güçlüsü ve sabâ'nın durağı dügâh (lâ) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi "s" koma bemolü ile "re" bakiyye bemolü konulur. Sabâ'nın "lâ" bakiyye bemolü, aşîran'da uşşâk'ın iki bekar ile "fa" bakiyye diyezi nota içerisinde kullanılır.

sabâ-berâber

: صبا برابر

(a. f. b. s.) : sabâ rüzgârı gibi hafif ve lâtif.

sabâbet

: صبابت

(a. i.) : âşıklık, sevgi.

sabah

: صباح

(a. i.) : sabah. Ale-s-sabâh : sabahleyin erkenden.

sabâh-ı mahşer

:  

kıyamet sabahı.

sabâhat

: صباحت

(a. i.) : 1) güzellik, lâtif-lik, yüz güzelliği.

sabâhat-i sîmâ

:  

yüz güzelliği. 2) kadın adı.

sabâh-gâh

: صباحگاه

(a. f. b. i.) : sabah vakti, (bkz. : bâm-dâd).

sabâh-ül-hayr

: صباح الخير

(a. b. i.) : bâzı atların alnında bulunan beyaz leke. [bu beyazlık, alnından burnunun üstüne kadar uzarsa buna "akıtma" derler]

sabâ-pûselik

: صب پوسه لك

(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahmî-nen bir buçuk asır evvel veya biraz daha yakın bir zamanda Dede Ef. tarafından terkîbedilmiştir. Makam, sabâ'nın sonuna pûselik beşlisi veya tam dizisi ilâvesinden ibarettir. Pûselik ile dügâh (lâ) perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nin güçlüsü çargâh (do) ikinci derecede de pûselik'in güçlüsü hüseynî (mi) perdeleridir. Umumiyetle çıkıcı olarak seyreder. Donanımına sabâ'nın "si" koma ve "re" bakiyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "lâ" bakiyye bemolü ile pûselik'in iki bekarı ve "sol" bakiyye diyezi nota içinde kullanılır.

sabâ-reftâr

: صبا رفتار

(a. f. b. s.) : rüzgâr gibi haff ve çabuk giden [en çok at hakkında kullanılır]

sabâret

: صبارت

(a. i.) : (bkz. : kefalet).

sabâ-uşşâk

: صبا عشاق

(a. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

sabâvet

: صباوت

(a. i.) : sabîlik, çocukluk.

sabâya

: صبايا

(a. i. sabiyye'nin c.) : küçük kızlar, kız çocukları.

sabâ-zemzeme (veya sabâ kürdi)

: صبا زمزمه ، صبا كردی

(a. b. i.) : müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır : sabâ ile kürdî dörtlüsünden mürekkeptir. Bu dörtlü ile dügâh "lâ" perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın güçlüsü olan çargâh (do) ikinci derecede de neva (re) perdeleridir. Donanımına sabâ gibi "si" koma ve "re" bakiyye bemolleri konulur. Sabâ'nın "lâ" bakiyye bemolü, kürdî dörtlüsünün iki bekarı ile "si" küçük mücennep bemolü, nota içinde kullanılır.

Sabb

: صب

(a. i.) : dökme, dökülme; boşaltma, boşaltılma.

sabbâg

: صباغ

(a. s. ve i.) : 1) boyayan; boyacı. 2) deri altındaki boyalı madde.

sabbâr

: صبار

bot. 1) atlas çiçeği (kaktüs). 2) frenk inciri.

sabbâr

: صبار

(a. s.) : çok sabırlı, sabrı çok olan. (bkz. : sabûr).

sabbâriyye

: صباريه

bot. atlasçiçeğigiller, fr. cactees.

Sâbbe

: سابه

(a. h. i.) : tas. bid'at ve delâlet ehli arasındaki "Şîa" şubelerinden biri.

sabg

: صبغ

(a. i.) : 1) boyama, boyanma. 2) bâzı nebat köklerine ispirto, eter gibi şeyler karıştırılarak yapılan ilâç.

sabık, sabıka

: سابق ، سابقه

(a. s. sebk'den) : 1) geçici, geçen, geçmiş.

Sene-i sabıka

:  

geçen yıl. 2) şimdikinden bir evvel me'mûriyette bulunmuş olan. 3) ilerde bulunan, zamanca, rütbece önde bulunan.

sâbık-ül-beyân, sâbık-üz-zikr

:  

zikri geçmiş, yukarıda söylenilmiş.

sabıka

: سابقه

(a. i. c. : sâbıkat, sevâbık) : 1) geçmiş şey, geçmiş hal ve vak'a. 2) geçmişte işlenmiş suç.

sâbıka-i mükerrere

:  

birden fazla suç işleme.

sâbıka-i mükerrere eshâbından

:  

birkaç kerre. mahkûm ve suçlu olmuş kimse.

sabıkan

: سابقا

(a. zf.) : evvelce, bundan-önce.

sabıkîn

: سابقين

(a. s. sâbık'ın c.) : sabıklar, geçmişler, önce gelmiş olanlar, (bkz. : sâbikun).

sâbıkîn-i İslâm

:  

en önce İslâm olan kırk zat. (bkz. : sâbıkun-i evvelûn).

sâbi

: صابئ

(a. i. ves.) : yıldızlara tapanlardan sebea'lı.

sabî

: صبی

(a. i. c. : asbiye, sıbyân, sıbvân. sabye, sıbye, subye) : 1) henüz memeden kesilmemiş erkek çocuk. 2) üç yaşını tamamlamıyan erkek çocuk.

sabî-i muabbir

:  

huk. [eskiden] söyliyen ve söylediğini bilen çocuk.

sabi', sâbia

: سابع ، سابعه

(a. s.) : yedinci, (bkz : heftüm). Bâb-ı «âbi' : yedinci bab.

sâbi'-aşer

:  

on yedinci.

sâbian

: سابعا

(a. zf.) : yedinci olarak, yedinci olmak üzere.

sâbig, sâbiga

: سابغ ، سابغه

(a. s.) : tam. uzun, tafsilâtlı.

sabîh, sabiha

: صبيح ، صبيحه

(a. s. subh'dan) : 1) güzel, lâtif, şirin. 2) i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

sâbih

: سابح

(a. s. sibâhat'den) : yüzen, yüzücü. Havz-i sâbih : yüzer havuz.

sâbiha

: سابحه

(a. i. c. : sâbihât) : gemi. (bkz. : keştî, sefîne).

sâbihât

: سابحات

(a. i. sâbiha'nın c.) : 1) gemiler. 2) yıldızlar. 3) imanlıların ruhları.

sâbiîn

: صابئين

(a. i. sâbi'in c.) : yıldıza tapanlar.

sâbikun

: سابقون

("ku" uzun okunur, a. s. sâbık'ın c.) : geçmişler, öne gelip geçmiş o anlar, (bkz. : sâbıkîn).

sâbikun-i evvelûn

:  

ilk defa Müslüman olanlar. [40 kişdir ki ilki erkeklerden Hz. Ebûbekir; kadınlardan Hz. Hadîce çocuklardan Hz. Alî; sonuncusu Hz. Ömer'dir]

sâbir

: صابر

(a. s. sabr'dan) : sabreden, dayanan, acelesiz bekliyen, dişini sıkan, (bkz. : sabûr).

sâbirîn

: صابرين

(a. s. sâbir'in c.) : sabırlılar. Fukarâ-i sâbirîn : yoksulluğun ıztıraplarına katlanan fakirler.

sabit

: ثابت

(a. s. sebat, sübût'dan) : 1) hareketsiz, kımıldamıyan, yerinde duran. 2) ispat edilmiş, anlaşılmış. 3) i. erkek adı.

Sabit

: ثابت

(a. h. i.) : meşhur Türk şairlerindendir Bosna'da Oziçe kasabasında doğmuştur; asıl adı Alâeddin'djr; Şâir Nâbi ile muasırdır. Şiirlerinde tâbir ve atasözü kullanmıya çok "merak" satmıştır, istanbul'da tahsil görerek Bosna, Konya, Diyarbekir mevleviyetlerine eriştikten sonra (H. 1124) de ölmüştür. Dili tutuk olduğundan doğru dürüst konuşamadığı için münâsebet düştükçe : "ben konuşamıyorum, bereket versin kalemim biraz konuşuyor, o da konuşmazsa çatlardım" dermiş. Mürettep dîvânı vardır ve matbu'dur. Bilhassa "Derenâme" adlı eserinde Argoya da yer vermiştir.

sâbitât

: صابتات

(a. s. sâbite'nin c.) : seyyar (gezeğen) olmıyan, yerinde durur gibi görünen yıldızlar, [seyyârâtın zıddı]

sâbite

: ثابته

(a. s. c. : sâbitât, sevâbit) : 1) seyyar (gezeğen) olmıyan ve yerinde durur gibi görünen yıldız [seyyâre'nin zıddı] . 2) kadın adı.

sâbit-kadem

: ثابت قدم

(a. b. s.) : 1) ayağına sağlam. 2) yerinde veya sözünde duran.

sabiyye

: صبيه

(a. i. c. : sabâya) : küçük kız, kız çocuğu.

sabr

: صبر

(a. i.) : 1) sabır. sabr-i cemîl : Allah'dan gelen bir acıya dayanma.

sabr-i Eyyûb

:  

Hz. Eyyûb'un -dillere destan olan-sabrı. 2) bot. Sokatra adasında çıkan, sarı sabır da denilen ve özü hekimlikte kullanılan bir nebat (*bitki).

sabûh

: صبوح

(a. i.) : 1) sabahleyin sağılan süt. 2) sabah vakti içilen şarap. 3) mahmurluk bozan içki.

sabûhî

: صبوحی

(a. s.) : sabah içkisivle ilgili.

sâbûn

: صابون

(a. i.) : sabun.

sâbûnî, sâbûniyye

: صابونی ، صابونيه

(a. s.) : 1) sabuncu, sabun yapan ve satan. 2) sabunlu, sabun karışık. 3) sabun çeşidinden.

sâbûniyye

: صابونيه

(a. i.) : nişasta helvasının bir çeşidi.

sabûr

: صبور

(a. s. sabr'dan) : çok sabırlı. (bkz. : sabbâr). [Allah adlarındandır]

sabûr-âne

: صبورانه

(a. f. zf.) : sabırlı olana yakışacak yolda, sabırla.

sabye

: صبيه

(a. i. sabî'nin c.) : küçük erkek çocukları, oğlancıklar, (bkz. : sıbyân) [kelimenin : "sıbye, subye" şekilleri de vardır] , (bkz : sıbyân).