rû (-) |
: | رو |
(f. s.) : "biten, olan" mânâlarına gelerek *bileşik kelimeler yapar. Hod-rü : kendilisinden. gibi. |
rû [y] |
: | رو [ی] |
(f. i.) : yüz, çehre. rû-yi aşîrân : müz. Türk müziğinin en az beş, altı asırlık mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur. |
rû-yi derya |
: |
denizin yüzü. |
|
rû-yi hicaz |
: |
müz. Türk müziğinin yeni mürekkep makamlarından biri. |
|
rû-yi hûb |
: |
güzel yüz. |
|
rû-yi ırak |
: |
müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamıdır. Segâh'a ırak makamındaki bir dörtlünün (ırak'da segah dörtlüsünün) ilâvesinden mürekkeptir. Bu dörtlü ile ırak perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede -segâh'ın durağı olan- segah, ikinci derecede- ırak'ın güçlüsü olan- dügâh, üçüncü derecede de -segâh'ın güçlüsü olan -nevadır-. Umumiyetle çıkıcı olarak seyreder. Donanımına ırak'ın (si) koma bemolü ile (fa) bakıyye diyezi yazılır, segâh'ın (mi) koma bemolü (lâ) bakiyye diyezi nota içerisinde kullanılır (donanımındaki arızalar, segâh'da da vardır). Bu terkip hüzzâm-ı cedîd'e pek benzemektedir. |
|
rû-yi lâle-reng |
: |
lâle renkli, kırmızı, sıhhatli yüz. |
|
rû-yi nigâr |
: |
1) sevgilinin yüzü; 2) penbe taneli bir cins üzüm; 3) bir çeşit zanbak. |
|
rû-yi zemîn |
: |
Yeryüzü, Dünyâ. |
|
rû-yi zerd |
: |
sarı, solgun yüz. |
|
rû-yi zerd-i sefalet |
: |
sefaletin sarı yüzü. |
|
rû-yi zişt |
: |
çirkin yüz. |
|
ruâf |
: | رعاف |
(a. i.) : hek. burun kanaması. |
ruam |
: | رعام |
(a. i.) : hek. sakağı (mankafa) hastalığı. |
ruit |
: | رعات |
(a. i. râî'nin c.) : çobanlar. |
ru'b |
: | رعب |
(a. i.) : 1) "korku, (bkz : havf, rehb). 2) fels. fr. cataplexie. |
rûb |
: | رعب |
(f. i.) : 1) süpürme. 2) süpürge. Reft ü rûb (silip süpürme) : mee. gezip tozma. |
rub' |
: | ربع |
(a. s. c. : erbâ', rubû') : dörtte bir, çeyrek, bir şeyin dört kısımdan bir kısmı. |
rub'-ı ceyb |
: |
astr. İslâm âleminin kullandığı, Türkler tarafından îcâdedilen ve eski bir astronomi âleti olan rubu' tahtasının bir çeşit logaritmik abak veya trigonometrik hesap cetveli mahiyetindeki bir yüzü. |
|
rub'-i dâire |
: |
dâirenin dörtte biri. |
|
rub'-i meskûn |
: |
dünyânın kara olan dörtte bir kısmı. |
|
rub'-i mukantara |
: |
astr. islâm âleminin kullandığı, Türkler tarafından îcâdedilen ve eski bir el astronomi âleti olan rubu' tahtasının üstüne semânın irtisamı çizilmiş bulunan bir yüzü. |
|
rûbâh, rûbeh |
: | روباه ، روبه |
(f. i.) : 1) tilki. 2) mec. hîlekâr, kurnaz. |
rubb |
: | رب |
(a. i.) : meyva suyu. |
rubbân |
: | ربان |
(a. i.) : kaptan. (bkz. : keştî-bân, nâ-hüdâ). |
rubbe |
: | رب |
(ha. cerr) : öylesi var ki... |
rûbeh-âne |
: | روبهانه |
(f. zf.) : tilkicesine, kurnazca. |
rûbehî |
: | روبهی |
(f. i.) : tilkilik; kurnazlık. |
rû-be-râh |
: | روبراه |
(f. b. s.) : yüzü yola doğru; gitmiye hazır. |
rû-be-rû |
: | روبرو |
(f. b. s.) : yüzyüze. |
rub'iyye |
: | ربعيه |
(a. i.) : 1) çeyrek altın, [eskiden] kullanılan bir altın liranın dörtte biri. 2) bot. öküz gözü. |
rubû' |
: | ربوع |
(a. s. rub'un c.) : dörtte birler. |
rubûbî |
: | ربوبی |
(a. s.) : 1) sâhib'e, efendiye mensup. 2) Allah'a mensup. İlm-i rubûbî. (bkz. : ilâhiyyât). |
rûd |
: | رود |
(f. i.) : 1) ırmak, çay. (bkz : nehr). 2) kemence. 3) saz kirişi, saz teli. |
rudaâ |
: | رضعا |
(a. i. radî'nin c.) : 1) süt kardeşler. 2) süt emen çocuklar. |
rûd-âverd |
: | رود آورد |
(f. b. i.) : nehir sularının etraftan alarak getirdiği ağaç, dal gibi şeyler. |
rûd-bâr |
: | رودبار |
(f. b. i.) : 1) büyük ırmak. 2) ırmak kenarı. |
rûde |
: | روده |
(f. i. c. : rûde-gân) : anat. bağırsak. |
rûde-bîn |
: | روده بين |
(f. b. s.) : hayvanın bağırsağına bakarak güya gayıptan haber veren falcı. |
rûde-gân |
: | رودگان |
(f. i. rûde'nin c.) : anat. bağırsaklar. |
rûd-sâz |
: | رودساز |
(f. b. i.) : çalgıcı, (bkz. : sazende). |
rufûd |
: | رفود |
(a. i. rifd'in c.) : bahşişler. |
ruga' |
: | رغاء |
("ga" uzun okunur, a. i.) : ses, sadâ. |
rûganîn, rûganîne |
: | روغنين ، روغنينه |
(f. i.) : "kadı lokması" denilen bir hamur işi, gözleme; poğaça |
rû-gerdân |
: | روگردان |
(f. b. s.) : yüz çeviren, yüz döndüren. |
rû-gerdânî |
: | روگردانی |
(f. b. i.) : yüz çeviricilik, yüz döndürücülük. |
rûh |
: | روح |
(a. c. : ervah) : 1) can, nefes. 2) canlılık, his, duygu. 3) en mühim nokta, öz. Merkez-i rûh-i hayvanî : kalb. Merkez-i rûhu nefsânî : dimağ. Merkez-i rûh-i tabîî : kan. kim. esans. 5) ispirto gibi uçucu gaz. rûh-ullah : Hz. îsâ. rûh-ül-emîn, —ül-kudüs : Cebrail. 6) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi, yoktur. |
ruh |
: | رخ |
(f. i.) : 1) yanak, yüz, çehre* (bkz. : hadd, izâr, ruhsâr, ruhsâre). ruh-i dil-dâr : sevgilinin yanağı. |
ruh-i yâr-i dil-sitân |
: |
gönül alan sevgilinin yanağa. 2) anka kuşu. 3) bu kuşun adına verilen satranç taşlarından biri. |
|
ruh-üş-şatranç |
: |
(satranç taşı) : itibarlı, saygılı. 4) dizgin. 5) taç. (bkz. : efser, iklîl). 6) taraf. yön. (bkz. : cânib). 7) hasırotu. |
|
ruhim |
: | رخام |
(a. i.) : mermer. ruhâm-ı hâin : işlenmemiş mermer. |
ruhamâ |
: | رحماء |
(a. i. rahîm'in c.) : rahim olanlar, (bkz. : râhimîn, râhimûn). |
ruhâmî |
: | رخامی |
(a. s.) : 1) mermere âit, mermerle ilgili. 2) mermerden yapılmış. |
rûhânî |
: | روحانی |
(a. s. rûh'dan) : 1) ruha âit, ruh ile ilgili. 2) gözle görülemiyen, cismi olmıyan. 3) mezhep işlerine, â'it, âhiretle ilgili olan. Meclis-i rûhâni : Hıristiyanların, mezheplerine âit işlerin tetkikiyle vazifeli bulunan hey'etleri. Reis-i rühâni : papas, piskopos. 4) i. ruhtan meydana gelmiş olan melek. |
rûhâniyân |
: | روحانيان |
(a. i. rûhânî'nin c.) : ruhtan meydana gelmiş olan melekler. |
ruhâniyyât |
: | روحانيات |
(a. i. rûhânî'nin c.) : (bkz : rûhâniyân, rûhâniyyûn). |
rûhâniyyet |
: | روحانيت |
(a. i.) : 1) rûhânîlik, ruhtan ibaret olanın hâli. 2) ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhunun kudreti. |
rûhâniyyûn |
: | روحانيون |
(a. i. rûhânî'nin c.) : (bkz. : rûhâniyân, rûhâniyyât). |
ruhas |
: | رخص |
(a. i. ruhsat'ın c.) : izinler, müsaadeler. |
ruhb |
: | رهب |
(a. i.) : (bkz. : reheb, rehb). |
ruhban |
: | رهبان |
(a. i. râhib'in c.) : evlenmiyen papazlar, (bkz. : râhibân, rehebân). |
ruhbâniyyet |
: | رهبانيت |
(a. i.) : ["rehbâniy-yet" şekli doğrudur] , (bkz. : rehbâniyyet). |
rûh-efzâ |
: | روح افزا |
(a. f. b. s.) : 1) ruha tazelik veren, cana can katan. 2) müz. Türk müziğin, de en az iki asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur. |
rûh-firîb |
: | روح فريب |
(f. b. s.) : ruh avlayıcı; ruh eğlendirici. |
ruhî |
: | روحی |
(a. s.) : ruha âit, ruhla ilgili, ruhça. |
ruhî |
: | روحی |
(a. h. i.) : XVI. asırda yetişen vâdî sahibi büyük Osmanlı şâiri Rûhî-i Bağdadî. |
rûhiyyât |
: | روحيات |
(a. i.) : pslkololl, *ruh-bilim, fr. psychologie. |
rûhiyye |
: | روحيه |
(a. i.) : 1) fels. etinselcilik, fr. spritualisme. 2) hek. dibi iltihaplı ve yassı bir takım kabarcıklar ile meydana gelen bir nevî cilt hastalığı. |
rûh-nevâz |
: | روح نواز |
(a. f. b. i.) : 1) ruh okşıyan. 2) müz. Türk müziğinde bir makam. Dr. Suphi Ezgi tarafından, pûselik'in aşîran (mi) perdesindeki şeddine verilmiş isimdir. Güçlü - beşinci derece olan -si (pûselik) perdesidir. Donanımına (fa) için bir küçük mücennep diyezi konulur (yâni mi "mineur" ün aynıdır). Yedenine "re" diyezi, nota içinde kullanılır. Sesleri, pestden tîze doğru şöyledir : hüseynî-aşîran, mahur, rast, dügâh, çargâh, neva, nim hisar (veya hisar) ve hüseynî. Niseb-i şerîfe'den 9 adedine mâliktir (mülayim) Umumiyetle çıkıcı olarak seyreder. |
rûh-perver |
: | روح پرور |
(a. f. b. s.) : ruh besliyen, ruha kuvvet va ferahlık veren. |
ruhsâr, ruhsâre |
: | رخسار ، رخساره |
(f. i.) : 1) yanak, (bkz. : ruh1, hadd, İzâr). 2) yüz, çehre, (bkz. : ruh2. . Hatt-ı ruhsâr : yüzde sakaldan önce çıkan ayva tüyleri. |
ruhsat |
: | رخصت |
(a. i. c. : ruhas, ruhsat) : izin, müsaade. ruhsatı nezzâre : bakma izni, bakmıya müsâade etme. ruhsat-ı niyaz : yalvarma izni. |
ruhsat |
: | رخصات |
(a. i. ruhsat'ın c.) : izinler, müsaadeler. |
ruhsatiyye |
: | رخصتيه |
(a. i.) : izin kâğıdı [ticâret veya sanat için verilen) |
ruhsat-nâme |
: | رخصتنامه |
(a. f. b. i.) : izin kâğıdı. |
ruhsat-yâb |
: | رخصتياب |
(a. f. b. s.) : izin alma. |
ruh-sûde |
: | رخسوده |
(f. s.) : yanağını, yüzüne süren, yüzünü sürmüş. |
ruh-sûdegî |
: | رخسود گی |
(f. b. i.) : "ruh-sûde" lik. yüz sürmüşlük. |
ruk'a |
: | رقعه |
(a. i. c. : ruka', rıka') : 1) üzerine yazı yazılan kâğıt, deri parçası. 2) kısa mektup, (bkz. : şukka). 3) yama. 4) dilekçe. |
ruka' |
: | رقع |
(a. i. ruk'a'nın c.) : (bkz : rıka'). |
rukabâ' |
: | رقباء |
(a. s. rakîb'in c.) : 1) rakîpler; ricâl-i gayb'den bir zümre. 2) i. bekçiler, (bkz. : rakîbân). |
rukad |
: | رقاد |
("ka" uzun okunur, a. i.) : uyuma, uyku. (bkz. : nevm). |
rukbâ |
: | رقبی |
(a. i. irtikab'dan) : uk. [eskiden] "ben senden önce ölürsem senin olsun, sen benden önce ölürsen benim olsun" diyerek bir şeyi hibe etme. |
rukud |
: | رقود |
("ku" uzun okunur, a. i.) : uyuma, (bkz. : nevm, rukad). |
rukum |
: | رقوم |
("ku" uzun okunur, a. i. ra-kam'ın c.) : rakamlar. |
rukye |
: | رقيه |
(a. i.) : büyücü ve üfürükçülerin okudukları şey, afsun, (bkz. : nefs). |
rukye-hân |
: | رقيه خوان |
(a. f. b. s.) : afsuncu, üfürükçü, (bkz. : neffâs, neffâse, sihr-bâz). |
rûm |
: | روم |
(a.) : 1) Romalı. 2) Arap ilinden başka ilden olan kimse. 3) Anadolu. 4) Osmanlı. Mollâ-yi Rûm : Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî). |
rû-mâl |
: | رومال |
(f. b. s.) : yüz süren, yüz sürücü. |
rûmâlî |
: | رومالی |
(f. b. i.) : yüz sürücülük. |
rûmî |
: | رومی |
(a. s.) : 1) (bkz. : rûm2) 2) rum ülkesinden; Anadolulu. 3) i. g. s. süslemede (tezhip) sitilize edilmiş yaprakları andıran ve umumiyetle zıd kıvrımlı iki parçacıktan, bâzan tek parçadan ibaret olan motiflerle bir göbeğe bağlı olarak spiral kıvrımları hâlinde yapılan süsleme nev'i ve süslemedeki motiflerden her biri. |
rûmiyye |
: | روميه |
(a. h. i.) : tas. Abdülkadir-i Geylânî tarafından kurulan "Kadirî" tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu Şeyh İsmail Rûmî'ye nispetle "Ismâiliyye" de dendir] |
rumûs |
: | رموس |
(a. i. rems'in c.) : sinler, mezarlar, kabirler, (bkz. : kubur). |
rumuz |
: | رموز |
(a. i. remz'in c.) : remizler, işaretler; mânâsı gizli olan sözler. rumûz-i istiklâl : İstiklâl remizleri. rumûz-i milliyyet : milliyyet remizleri, işaretleri. |
rumûzât |
: | رموزات |
(a. i. rumûz'un c.) : rumuzlar, işaretler. |
rû-nümâ |
: | رونما |
(f. b. s.) : 1) yüz gösteren, meydana çıkan. 2) i. yüz görümlüğü. |
rû-nümâyî |
: | رونمايی |
(f. b. i.) : yüz göstericilik, meydana çıkma. |
rû-nümûn |
: | رونمون |
(f. b. s.) : yüz gösterici, meydana çıkan, (bkz. : rû-nümâ). |
rû-pûş |
: | روپوش |
(f. b. s. ve i.) : 1) yüz örtüsü. 2) yüz örtücü, yüz örten. |
rusg |
: | رسغ |
(a. i.) : anat. bilek. rusg-ül-kadem : anat. ayak bileği. rusg-ül-yed : anat. el bileği. |
rû-siyâh |
: | روسياه |
(f. b. s.) : kara yüzlü, yüzü kara, ayıbı olan. |
rû-siyeh |
: | روسيه |
(f. b. s.) : (bkz. : rû-siyâh, siyeh-rû). |
rûspî |
: | روسپی |
(f. i.) : orospu, (bkz : fahişe). |
rûstâ |
: | روستا |
(f. i.) : köy. (bkz : dih, karye, rustâk). |
rûst-â-hîz |
: | روستا خيز |
(f. i.) : kıyamet günü. (bkz : rüst-â-hîz, rüst-e-hîz, yevm-i kıyamet). |
rustâî, rustâyî |
: | روستائی ، روستايی |
(f. i.) : köylü, (bkz. : rüstâî, rüstâyî). |
rustâk |
: | رستاق |
(a. i. c. : resâtîk) : köy. (bkz. : dih, karye, rûstâ). |
rustâkî |
: | رستاقی |
(a. s.) : köylü. (bkz : dîhkan). |
rûşen |
: | روشن |
(f. s.) : 1) aydın, parlak. 2) belli, meydanda, (bkz. : ayan, âşkâr, müşa'şa'1, zahir). 3) i. erkek adı. |
rûşenâ |
: | روشنا |
(f. s.) : (bkz. : rûşen). |
rûşenâyî |
: | روشنايی |
(f. i.) : (bkz. : rûşenî |
rûşen-beyân |
: | روشن بيان |
(f. a. b. s.) : açık söyliyen, fasih konuşan. |
rûşen-dil |
: | روشن دل |
(f. b. s. c. : rûşen-dilân) : gönlü aydınlık, hakikatleri bilen, (bkz. : rû-şen-zâmir). |
rûşen-dilân |
: | روشن دلان |
(f. b. s. rûşen-dil'in c.) : gönlü aydınlık olanlar, hakikatleri bilenler. |
rûşen-fuâd |
: | رشوشن فؤاد |
(f. a. b. s.) : aydın yürekli. |
rûşen-gîr |
: | روشنگير |
(f. b. s. ve i.) : parlatıcı, cilâcı, cila veren. |
rûşenî |
: | روشنی |
(f. i.) : 1) aydınlık, açıklık 2) belli olma. 3) bir tarikatın adı. 4) Halvetiye'nin Rûşenî kolunun kurucusu olan Aydınlı Ömer dede. |
rûşeniyye |
: | روشنيه |
(a. h. i.) : tas. Halvetiyye tarîkati şubelerinden biri. [kurucusu Şeyh Dede Ömer Rûşenî'ye nispetle bu adı almıştır] |
rûşen-zamîr |
: | روشن ضمير |
(a. b. s.) : (bkz : rûşen-dil). |
rû-şinâs |
: | روشناس |
(f. b. s.) : bilen, tanıyan. |
rû-şinâsî |
: | روشناسی |
(f. b. i.) : aşinalık, tanırlık. |
rutab |
: | رطب |
(a. i.) : hurma, olgun hurma. |
rutubet |
: | رطوبت |
(a. i.) : yaşlık, nem. (bkz. : beli). |
ruûnet |
: | رعونت |
(a. i.) : 1) bönlük, sünepelik. 2) insana ağır gelecek hallerde bulunma. |
ruvât |
: | روات |
(a. s. râvî'nin c.) : rivayet edenler, hikâye edenler, (bkz : peyâm-âverân, peyâm-âverdegân, râviyân). |
rûy |
: | روی |
(f. i.) : tunç. |
ruyâ |
: | رويا |
(f. s.) : yerden biten, bitici. (bkz. : nâbit). |
rûyîn |
: | رويين |
(f. s.) : 1) tunçtan. 2) i. tunç. |
rûyîn-ten |
: | رويين تن |
(f. b. s.) : tunç vücutlu, güçlü kuvvetli. |
rûy-ver |
: | رويور |
(f. s.) : tunçtan. |
ruz |
: | روز |
(f. c. : rozân) : 1) gün. (bkz. : yevm). 2) gündüz, (bkz. : nehâr). rûz-i efzâ-i haşr, hisâb : Kıyamet günü. f (bkz. : mahşer). rûz ü şeb : gece ve gündüz, (bkz. : Leyi ü nehâr). |
ruzaâ' |
: | رضعاء |
(a. i. razî'in c.) : 1) süt kardeşler. 2) süt emen çocuklar. |
rûzân |
: | روزان |
(f. rûz'un c.) : günler; gündüzler, (bkz. : eyyam). |
rûzâne |
: | روزانه |
(f. i.) : gündelik, (bkz : rûzîne, yevmiyye). |
rûz-bân |
: | روزبان |
(f. b. i.) : kapıcı. |
rûz-be-rûz |
: | روز بروز |
(f. zf.) : günden güne. (bkz. : yevmen-fe-yevmen). |
rûze |
: | روزه |
(f. i.) : oruç. (bkz. : savm, sıyâm). |
rûze-dâr |
: | روزه دار |
(f. b. s.) : oruçlu, (bkz : sâim). |
rûi-efrûz |
: | روز افروز |
(f. zf.) : (bkz. : rûz-be-rûz). |
rûz-efzûn |
: | روز افزون |
(f. b. s.) : 1) uzun ömürki. 2) ömür uzatan. |
rûze-güşâ |
: | روزه گشا |
(f. b. s.) : oruç açan, oruç bozan, iftar eden. |
rûze-hâr |
: | روزه خوار |
(f. b. s.) : oruç yiyen, oruçsuz. |
rû-zerd |
: | رو زرد |
(f. b. s.) : sarı yüzlü, sararmış. |
rûzgir |
: | روزگار |
(f. i.) : (bkz. : rüzgâr). |
rûzî |
: | روزی |
(f. s.) : 1) gündüze âit, gündüzle ilgili. 2) i. rızık, azık; nasip, kısmet. |
rûzi-dih |
: | روزی ده |
(b. i.) : (bkz. : rûzî-resân). |
rûzi-hâr |
: | روزی خوار |
(f. b. s.) : rızık, azık yiyici; mahlûk, canlı. |
rûzîne |
: | روزينه |
(f. i.) : gündelik, (bkz : rûzâne, yevmiyye). |
rûzîne-dâr |
: | روزينه دار |
(f. b. s. ve i.) : gündelikçi. |
rûzî-resân |
: | روزی رسان |
(f. b. s.) : rızık ulaştıran, Allah. |
rûz-merre |
: | روزمره |
(f. s.) : her günkü, her günlük, (bkz. : yevmi). |
rûz-nâmçe |
: | روز نامچه |
(f. b. i.) : "vukuât-ı yevmiye defteri", günlük hâdiselerin yazıldığı defter. |
rûz-nâme |
: | روز نامه |
(f. b. i.) : 1) yevmiye defteri. 2) takvim. 3) günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt, gazete. 4) *gündem. |
ruznâme-i havadis |
: |
vaktiyle çörçil adında bir ingiliz'in Türkçe olarak İstanbul'da çıkardığı gazetenin ismi. |