per |
: | پر |
(f. i.) : 1) kanad. (bkz. : bâl, cenah). 2) yelek, kuş kanadının büyük tüyleri, (bkz. : rîş). Şeb-per : gece uçan; yarasa, (bkz : huffâş, şeb-pere). |
perahş |
: | پرخش |
(f. i.) : sağrı. |
perakende |
: | پراکنده |
(f. s.) : 1) dağınık, darmadağan; dağıtma. 2) azar azar (yapılan, satılan) [zıddı : "toptan"] . [İranlılar "perâgende" derler] |
perâkende-gû |
: | پراپنده گو |
(f. b. s.) : saçmahyan, saçma konuşan, [iranlılar "perâgende-gû" derler] |
perandâh |
: | پرانداخ |
(f. i.) : sahtiyan, sepilenmiş deri. |
per-âver |
: | پرآور |
(f. b. s.) : kanad açıcı, keskin uçucu, (bkz. : per-güşâ). |
perazvâne |
: | پراوزوانه |
(f. i.) : kalemtıraş, bı çak, kılıç gibi şeylerin saplariyle ağzını birleşti rip pekitmek için pirinç, gümüş veya altından ya pılan bilezik. |
perçem |
: | پرچم |
(f. i.) : 1) kâkül. 2) tepede bırakılan saç. 3) yele. 4) mızrak, bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler, (bkz : ca'd, ferhâl, zülf). |
perçin |
: | پرچين |
(f. i.) : perçin. |
perd |
: | پرد |
(f. i.) : kıvrık, kat, büklüm. |
perdâ |
: | پردا |
(f. zf.) : yarın, (bkz. : ferda). |
perdâht |
: | پرداخت |
(f. i.) : 1) cila, parlaklık, parlama. 2) perdah. |
perdâhte |
: | پرداخته |
(f. s.) : 1) tertiplenmiş, düzenlenmiş. 2) cilalanmış, parlatılmış. (bkz. : mücellâ). |
perdâz (-) |
: | پرداز |
(f. s.) : "tertipliyen, düzenliyen, düzeltici", mânâlariyle *birleşik kelimeler yapar. Galat-perdâz : yanlış söyliyen. Nükte-perdâz : nükteli, kinayeli söz söyliyen. Suhen-perdâz : güzel söz söyliyen. (bkz. : fasîh, belîğ). |
perde |
: | پرده |
(f. i.) : 1) kapı, pencere gibi yerlere asılan örtü. |
perde-i nilgûn |
: |
gökyüzü. 2) iki yeri birbirinden ayıran şey, gergi, (bkz. : hâil, hicâb, mâni'). 3) müz. bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbiri. 4) bir sahne eserinin büyük kısımlarının herbiri. 5) ekran. 6) hek. aksu. 7) hakikati görmeyi engelliyen şey. 8) mec. namus. Ehl-i perde : namuslu. |
|
perde-ber-dâr |
: | پرده بردار |
(f. b. s.) : perde açıcı, perde kaldırıcı. |
perde-ber-endâz |
: | پرده بر انداز |
(f. b. s.) : perdeyikaldırıp atan, utanmayı bırakan, hayâsız, (bkz : bî-edeb, bî-hayâ). |
perde-ber-endâzâne |
: | پرده بر اندازانه |
(f. zf.) : hayasızcasına, utanmıyana yakışacak surette. |
perde-bîrûn |
: | پرده بيرون |
(f. b. s.) : utanmaz, açık saçık konuşan. |
perde-bîrûnâne |
: | پرده بيرونانه |
(f. zf. ve s.) : utanmazcasına; açık saçık [söz] |
perde-dâr |
: | پرده دار |
(f. b. s.) : tar. perde. ci, büyük bir kimsenin kapısında bekleyip içeri gireceklere kapı perdesini açmakla vazîfeli kimse, (bkz. : hâcib). |
perde-dâr-i felek |
: |
astr. Ay. (bkz. : Kamer). perde-dâr-ı harem : tar. haremin perdecisi, haremi yabancılardan saklıyan. |
|
perde-dârî |
: | پرده داری |
(f. b. i.) : perdedarlık. (bkz. : hicâbet1). |
perde-der |
: | پرده در |
(f. b. s.) : perde yırtan, hayâsız, (bkz. : halî-ül-ızâr). |
perdegî |
: | پردگی |
(f. i. c. perdeçjiyân) : iyi örtünmüş, namuslu kadın. |
psrdegiyân |
: | پردگيان |
(f. s. perdegî'nin c.) : kapalı, namuslu kadınlar. |
perde-kâr |
: | پرده کار |
(f. b. s.) : perdeli, perde ile örtülü fyeri. |
perde-keş |
: | پرده کش |
(f. b. s.) : perde çekici, örtücü; engel. |
perde-nişin |
: | پرده نشين |
(f. b. s.) : perde ardında oturan, temiz, namuslu. |
perde-pûş |
: | پرده پوش |
(f. b. s.) : örtücü, örten. |
perde-serâ |
: | پرده سرا |
(f. b. s.) : 1) saz çalan, çalgıcı. 2) şarkı söyliyen, şarkıcı. 3) i. küçük çadır, (bkz : . perde-serây1). |
perde-serây |
: | پرده سرای |
(f. b. i.) : 1) küçük çadır, (bkz. : perde-serâ3). 2) saz çalan, çalgıcı, (bkz. : sazende). 3) şarkıcı, şarkı söyliyen. (bkz : hanende). |
perde-şinâs |
: | پرده شناس |
(f. b. s.) : şarkıcı, okuyucu, (bkz. : hanende). |
pere |
: | پره |
(f. i.) : kenar, uç. |
pere-i bînî |
: |
burun ucu. |
|
pere-î dest |
: |
1) ovanın kenarı. 2) ufuk. |
|
pere-i kûh |
: |
daS eteği. |
|
peren |
: | پرن |
(f. i.) : astr. Ülker yıldızı, (bkz. : Pervin, Süreyya). |
perend |
: | پرند |
(f. i.) : 1) ipekten dokunmuş, düz, nakışsız kumaş, atlas. 2) kılınç veya hançer cevheri. |
perend-âver |
: | پرند آور |
(f. b. i.) : çok keskin kılıç, hançer, pala. (bkz. : tîg-i bürrân). |
perende |
: | پرنده |
(f. i.) : 1) uçucu, uçan. (bkz. : tâir, tayyar). 2) av kuşu. 3) perrende, çark gibi dönerek atılan takla [nazımda : "perrende" şeklinde kullanılabilir] . 4) semâ hâlinde Mevlevî dervişi. |
perende-bâz |
: | پرنده باز |
(f. b. s. ve i.) : perende, takla atan oyuncu, canbaz. |
perendek |
: | پدندك |
(f. i.) : küçük tepe, büyük yıîjın. |
perendîn |
: | پرندين |
(f. i.) : ipek kumaş; ipek elbise, mendil, kuşak v. b. (bkz : pernûn). |
perendû |
: | پدندو |
(f. i.) : (bkz. : perendûn). |
perendûn |
: | پدندون |
(f. i.) : evvelki gece. (bkz. : perendûş, perendvâr). |
perendûş |
: | پرندوش |
(f. i.) : evvelki gece. (bkz. : perendûn, perendvâr). |
perendûşine |
: | پرندوشينه |
(f. t. s.) : dün geceki şey. |
perendvâr |
: | پرند وار |
(f. i.) : evvelki gece. {bkz : perendûn, perendûş). |
pereng |
: | پرنگك |
(f. i.) : suyu iyi verilmiş kılıç. |
perest (-) |
: | پرست |
(f. s. c. : perestân) : "tapan, tapınan, taparcasına seven" mânâlariyle 'birleşik kelimeler yapılır. Âteş-perest : ateşe tapan, Hod -perest : kendini beğenen. İkbâl-perest : dalkavuk. Menfaat-perest : menfaatine düşkün. |
perestân |
: | پرستان |
(f. i.) : 1) tavus gibi güzel tüylü bir kuş. 2) ocak, fırın. 3) (f. s. pe-rest'in c.) tapanlar, tapınanlar, taparcasına sevenler. |
perestâr |
: | پرستار |
(f. i. c. : perestârân) : 1) hizmetçi, besleme. 2) kul. (bkz. : bende). 3) s. dalkavuk. 4) tapan, tapıcı. (bkz. : perestiş-kâr). perestâr-ı hayâl : şâir, ozan. |
perestârân |
: | پرستاران |
(f. i. perestâr'ın c.) : 1) hizmetçiler, beslemeler. 2) kullar, köleler, (bkz. : bendegân). 3) s. dalkavuklar. 4) tapanlar, tapıcılar. |
perestâr-âne |
: | پرستارانه |
(f. zf.) : hizmetçiye, kula yakışacak şekilde. |
perestârî |
: | پرستاری |
(f. i.) : 1) perestarlık, hizmetçilik. 2) kulluk. 3) dalkavukluk. 4) tapıcılık. |
pereste |
: | پرسته |
(f. i.) : 1) Tanrı, Çalap. (bkz. : ilâh, ma'bût). 2) s. tapılmış, tapılmaija lâyık görülmüş. |
perestende |
: | پرستنده |
(f. s.) : (bkz. : perestiş-kâr). |
perestîde |
: | پرستيده |
(f. s.) : sevgili, sevilen, (bkz. : mahbûb). |
perejtiş |
: | پرستش |
(f. i.) : tapınış; şiddetli sevgi, gönül akışı. |
perestis-kâr |
: | پرستشکار |
(f. b. s. Perestiş kârân) : 1) tapan, tapınan, tapınırcasına seven. 2) çok seven saygı besliyen. (bkz. : perestâr4). |
perestiş-kârân |
: | پرستشکاران |
(f. b. s. perestiş-kâr'ın c.) : tapınanlar, tapınırcasına sevenler. |
perestişkâr-Sne |
: | پرستشکارانه |
(f. zf.) : taparcasına, tapınırcasına. |
pcrestiş-kârî |
: | پرستشکاری |
(f. b. i.) : pereştişkârlık, tapınırcasına sevme, düşkünlük, (bkz ; meftûniyyet). |
pergâl |
: | پرگال |
(f. i.) : Seo. pergel, (bkzr pergâr). |
pergâle |
: | پرگاله |
(f. i.) : 1) parça. 2) kaba iplikten yapılan bir çeşit dokuma. |
pergâle-pâş |
: | پرگاله پاش |
(f. b. s.) : "parça saçan" : yuvarlak tahta kesmiye mahsus testere. |
pergâle pergâle |
: | پرگاله ، پرگاله |
(f. zf.) : parça parça. |
pergâm |
: | پرگام |
(f. i.) : döl yataftı. (bkz; rahm). |
pergâr |
: | پرگار |
(f. i.) : geo. pergel, (bkz : pergâl). |
pergâr-vâr |
: | پرگار وار |
(f. b. s.) : pergel gibi. |
pergaze |
: | پرغازه |
("ga" uzun okunur, f. i.) : kuş kanadının vücûda yapışık olan kısmı. |
pergem |
: | پرگم |
(f. s.) : işsiz güçsüz, boşta gezen [adam] |
pergende |
: | پرگنده |
(f. s.) : (bkz : perakende). |
pergul |
: | پرغول |
("gu" uzun okunur, f. i.) : 1) bulgur. 2) bulgur pilâvı. 3) un helvası. |
pergune |
: | پرغونه |
("gu" uzun okunur, f. s.) : çirkin, yakışıksız. |
per-güşâ |
: | پرگشا |
(f. b. s.) : 1) kanad açıct, (bkz. : tâir). 2) keskin uçucu, (bkz. : per-âver). per-güşâ-yi şitib : acele gitmek için kanat açan. |
perh |
: | پرخ |
(f. i.) : 1) hisse. 2) değersiz mal. 3) evbark. (bkz. : hânmân). |
perhâş |
: | پرخاش |
(f. i.) : harb, savaş; kavga, (bkz. : ceng, cidal, erdeb, nez'). |
perhâş-ı dil-hırâş |
: |
çok acıklı savaş. |
|
perhâs-eû [y] |
: | پرخاشجو [ی] |
(f. b. s.) : kavgacı. |
perhâş-hâh |
: | پرخاشخواه |
(f. b. s.) : kavga istiyen, kavgacı (bkz. : perhâş-cû, perhâş-hor). |
perhâş-hâr |
: | پرخاشخور |
(f. b. s.) : (bkz : perhâş-hâh). |
perhîde |
: | پرخيده |
(f. s.) : işaret olunmuş. |
perhiz |
: | پرهيز |
(f. i.) : 1) pehriz. 2) dince yasak edilen şeylerden tamâmiyle uzak kalma. |
perhîz-kâr |
: | پرهيزکار |
(f. b. s.) : mahrem olan şeylerden kaçınan, sofu. (bkz. : zâhid). |
perhiz-kârâne |
: | پرهيزکارانه |
(f. zf.) : sofucasına. (bkz. : zâhidâne). |
perhîz-kârî |
: | پرهيزکاری |
(f. b. i.) : sofuluk. |
perhûd* |
: | پرهوده |
(f. i.) : 1) saçma, saçmasapan söz. (bkz. : hezeyan). 2) ateşten sararmış eşya. |
perhûn |
: | پرهون |
(f. i.) : pergelle çizilmiş dâire, halka, çenber. |
perî |
: | پری |
(f. i.) : cinlerin çok güzel ve alımlı olarak farzedilen dişilerine verilen bir ad. |
perî-çihre |
: | پری چهره |
(f. b. s.) : peri yüzlü, güzel yüzlü. |
perî-dâr |
: | پريدار |
(f. b. s.) : perili, kendini cin tutmuş [kimse] |
peride |
: | پريده |
(f. s) : 1) uçmuş; mee. soluk solmuş. 2) i. kadın adı. |
perîde-reng |
: | پريده رنگک |
(f. b. s.) : rengi uçmuş, solmuş, soluk. |
perî-duht |
: | پری دخت |
(f. b. s.) : iran mitolojisinde Fağfûr-ı Çîn'in kızı ve San bin Neriman'ın sevgilisi olup meşhur Zal, bundan hâsıl olmuştur. |
perî-efsâ [y] |
: | پری افسا [ی] |
(f. b. s.) : fsuncu, büyücü. |
perî-girifte |
: | پری گرفته |
(f. b. s.) : (bkz. : perî-dâr). |
perî-hân |
: | پری خوان |
(f. b. s.) : efsuncu, büyücü, perileri davet eden. |
perî-hân |
: | پريخان |
(f. b. i.) : 1) peri pâdişâhı. 2) kadın adı. |
perî-peyker |
: | پری پيکر |
(f. b. s.) : peri yüzlü, peri suratlı, çok güzel. |
perî-ruh |
: | پری رخ |
(f. b. s.) : peri yanaklı. |
perîr |
: | پرير |
(f. zf.) : evvelki gün, öteki gün. |
perî-rû |
: | پری رو |
(f. b. s.) : peri yüzlü, çok güzel, (bkz. : perî-ruhsâr). |
perî-ruhsârjl |
: | پری رخسار |
(f. b. s.) : peri yanaklı, çok güzel, (bkz. : perî-rû). |
perişan |
: | پريشان |
(f. s.) : 1) dafiınık, karışık, dağınık sac. Gîsûy-i-perîşân : dağınık sac. Ka-kül-i perîşân, Zülf-i perişan : karışık, dağınık sac. Hâb-ı perîşân : karışık rü'yâ, sevgilisinin açık saçık yatması. 2) bozuk, düzensiz. 3) kederli, kaygılı. |
perîşân-hâl |
: | پريشان خال |
(f. a. b. s.) : hâli pe-rîşan olan, acınacak halde bulunan, gamlı, kasavetli. |
perîşânî |
: | پريشانی |
(f. i.) : 1) perişanlık, dağınıklık. 2) bozgunluk, düzensizlik. 3) yoksulluk. 4) tar. subaşı, şehir kadısının kethüdası gibi aşağı derecedeki me'murların giydikleri başlık. |
perîşân-hâtır |
: | پريشان خاطر |
(f. a. b. s.) : düşünceli, dalgın. |
perîşân-rözgâr |
: | پريشان روزگار |
(b. s.) : düşkün. |
perî-şekl |
: | پری شکل |
(f. a. b. s.) : peri kıyafetli, periye benziyen. |
perî-vâr |
: | پری وار |
(f. b. s.) : peri gibi. |
perî-veş |
: | پری وش |
(f. b. s.) : peri gibi, çok güzel. |
perîz |
: | پريز |
(f. i.) : 1) bağırma, haykırma, (bkz. : feryâd). 2) su kenarında yetişen yeşil saz, ot. |
perî-zâd |
: | پری زاد |
(f. b. i.) : 1) peri çocuğu, peri çocuğu olacak kadar güzel, çok güzel : 2) kadın adı. |
perîze |
: | پريزه |
(f. i.) : 1) kırmızı altın. 2) ateşte pişirilen ekmek. |
permer |
: | پرمر |
(f. i.) : umma, bekleme, (bkz. : intizâr). |
permûn |
: | پرمون |
(f. i.) : bezek, süs. |
pernîh |
: | پرنيخ |
(f. i.) : ince, düz taş. |
perniyân |
: | پرنيان |
(f. i.) : ipekten dokunmuş, bir nevi işlemeli kumaş, nakışlı atlas. |
perniyân-hû [v] |
: | پرنيان خو [ی] |
(f. b. s.) : güzel, nâzik huylu. |
pernû |
: | پرنو |
(f. i.) : (bkz. : pernûn). |
pernûn |
: | پرنون |
(f. i.) : ince ve şık dokunmuş, nakışlı zarif ipek kumaş, (bkz. : perendîn). |
perr |
: | پر |
(f. i.) : (bkz. : per, tâir, tayyar). |
perrân |
: | پران |
(f. s.) : uçan, uçucu, (bkz : perre پره (f. i.) (bkz. : pere). |
perseng |
: | پرسنگك |
(f. i.) : (bkz. : pâr-seng). |
pertâb |
: | پرتاب |
(f. i.) : 1) atılma, sıçrama. 2) geriden koşarak hız alıp atılma. 3) uzağa düşen ok. 4) uzağa düşen şey. |
pertâv |
: | پرتاو |
(f. i.) : (bkz. : pertâb). |
pertev |
: | پرتو |
(f. i.) : 1) ışık, parlaklık, yalım, (bkz. : revnak, ziya). 2) erkek adı. pertev-i mihr : Güneş ışığı, parlaklığı. |
pertev-efşân |
: | پرتو افشان |
(f. b. s.) : ziya saçan, ışık saçan, (bkz. : pertev-endûz, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz). |
pertev-endâz |
: | پرتو انداز |
(f. b. s.) : nurlandı-ran, ziya veren, ışık veren, (bkz. : münîr, ziyâ-dâr). |
pertev-endâzî |
: | پرتو اندازی |
(f. b. i.) : ışık saçma, ışık verme. |
pertev-feşân |
: | پرتو فشان |
(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz). |
pertev-nisâr |
: | پرتو نسار |
(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-rîz). |
pertev-pâş |
: | پرتو پاش |
(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-rîz). |
pertev-rîz |
: | پرتو ريز |
(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-nisâr). |
pertev-sûz |
: | پرتو سوز |
(f. b. s.) : pertavsız. |
perûş |
: | پروش |
(f. i.) : sivilce, küçük çıban, (bkz. : bisre). |
perva |
: | پروا |
(f. i.) : 1) korku, (bkz. : havf). 2) çekingenlik, (bkz. : ihtiraz). 3) ilgi, bağ. (bkz. : alâka). Bî-pervâ : korkusuz. Bilâ-pervâ : korkmadan; çekinmeden. |
pervane |
: | پروانه |
(f. i.) : 1) (c. pervânegân) geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. 2) fırıldak. 3) çark. 4) haberci, kılavuz. |
pervâne-gân |
: | پروانگان |
(f. b. i. pervanecin c.) : gece kelebekleri. |
pervânek |
: | پروانك |
(f. i.) : 1) karakulak denilen hayvan. 2) ask. öncü. (bkz. : pîş-dâr). |
pervâne-vâr |
: | پروانه وار |
(f. b. s.) : pervane gibi. |
pervâr |
: | پروار |
(f. s.) : besili, beslenmiş. Gâv-ı pervâr : besili öküz. (bkz. : pervâre, pervârî). |
pervâre |
: | پرواره |
(f. s.) : (bkz. : pervâr, pervârî). |
pervârt |
: | پروارى |
(f. s.) : (bkz. : pervâr, pervâre). |
pervâs |
: | پرواس |
(f. i.) : el ile dokunma, el ile yoklama, (bkz. : lems). |
pervâz |
: | پرواز |
(f. i.) : 1) uçma, uçuş. (bkz : tayerân). 2) saçak [dam ve elbisede] . 3) hücre. 4) ayna. 5) dolap. 6) aynalı ince uzun tahta. |
pervâz (-) |
: | پرواز |
(f. s.) : "uçan, uçucu" mânâlariyle "birleşik kelimeler yapar. Bâlâ-pervâz (yüksekten uçan) : atıp tutan. Bülend-pervâz : iddiacı, inatçı. gibi. |
pervâze |
: | پروازه |
(f. i.) : 1) kır, gezinti için hazırlanan yemek. 2) gece eğlentisi ışığı. 3) altın ve gümüş yaprakların kırıntısı, (bkz. : rîze-i sî-mîn, rîze-i zer). |
pervâze-ger |
: | پروازه گر |
(f. b. s.) : altın ve gümüş yaprağı yapan. |
pervâz-gâh |
: | پروازگاه |
(f. b. i.) : uçacak, uçulacak yer, tayyare meydanı, *uçak alanı. |
pervâz-geh |
: | پروازگه |
(f. b. i.) : (bkz. : pervâz-gâh). |
pervâzi |
: | پروازی |
(f. i.) : [eskiden] Dîvân-ı hümâyûn ve Defter-i hâkanî kalemlerine devam ve hizmet etmeden ve hâcegândan olmadan yolunu bularak bu kalemlerden birinde ketebeden olduğuna dâir kayıtlarına şerh verilen kimse. |
perver (-) |
: | پرور |
(f. s. c. : perverân) : "besliyen, besleyici, büyüten, yetiştiren, yetiştirici, koruyan, terbiye eden" mânâlariyle "birleşik kelimeler yapar. Dehâ-perver : dehâ öğreten, dahî yetiştiren. Figan-perver : figana, acıya sebebolan. Fu-karâ-perver : fukara besliyen, gözeten. Hamiyyet-perver : hayal ile yetiştirilmiş. Maârif-perver : maârifi koruyan, ilerlemesine çalışan. gibi. |
perverân |
: | پروران |
(i. s. perver'in c.) : besli-yenler, yetiştirenler, koruyanlar, terbiye edenler. |
perverd |
: | پرورد |
(f. i.) : (bkz. : perver). |
perverde |
: | پرورده |
(f. s.) : 1) beslenmiş, terbiye edilip yetiştirilmiş, büyütülmüş. 2) f. i. üzüm şırasından yapılan bir çeşit tatlı. |
perverd-gâr |
: | پروردگار |
(f. b. s.) : "besleyici, terbiye edici, rızıklandırıcı" : Allah. |
perverende |
: | پرورنده |
(f. s.) : 1) terbiye' edici, yetiştirici. 2) besleyici, büyütücü. |
perverî |
: | پروری |
(f. i.) : besleyicilik, büyü-tücülük; terbiye. |
perveriş |
: | پرورش |
(f. i.) : 1) besleyiş, besjeme; beslenme. 2) terbiye etme, yetiştirme. 3) llerileme. (bkz. : terakkî). 4) kadın adı. |
perveriş-vâb |
: | پرور شياب |
(f. b. s.) : 1) beslenen. 2) terbiye gören, terbiye edilen, yetiştirilen. |
perveriş-yâfte |
: | پرور شيافته |
(f. b. s.) : büyütülmüş, terbiye edilmiş, bakımlı, terbiyeli. |
pervez |
: | پروز |
(f. i.) : pervaz. |
pervîn |
: | پروين |
(f. i.) : 1) astr. Ülker yıldızı, (bkz. : Süreyya). 2) kadın adı. |
pervîz |
: | پرويز |
(f. s.) : 1) üstün, (bkz : galib, muzaffer). 2) elek. 3) süzgeç. 4) balık, (bkz : mâhî). 5) güzellik. 6) h. i. îran hükümdarı Hus-rev'in lâkabı. 7) cilve. |
pervîz-i felek |
: |
Güneş. |
|
pervizen |
: | پرويزن |
(f. i.) : elek, kalbur, (bkz. : gırbâl). |