per

: پر

(f. i.) : 1) kanad. (bkz. : bâl, cenah). 2) yelek, kuş kanadının büyük tüyleri, (bkz. : rîş). Şeb-per : gece uçan; yarasa, (bkz : huffâş, şeb-pere).

perahş

: پرخش

(f. i.) : sağrı.

perakende

: پراکنده

(f. s.) : 1) dağınık, darmadağan; dağıtma. 2) azar azar (yapılan, satılan) [zıddı : "toptan"] . [İranlılar "perâgende" derler]

perâkende-gû

: پراپنده گو

(f. b. s.) : saçmahyan, saçma konuşan, [iranlılar "perâgende-gû" derler]

perandâh

: پرانداخ

(f. i.) : sahtiyan, sepilenmiş deri.

per-âver

: پرآور

(f. b. s.) : kanad açıcı, keskin uçucu, (bkz. : per-güşâ).

perazvâne

: پراوزوانه

(f. i.) : kalemtıraş, bı çak, kılıç gibi şeylerin saplariyle ağzını birleşti rip pekitmek için pirinç, gümüş veya altından ya pılan bilezik.

perçem

: پرچم

(f. i.) : 1) kâkül. 2) tepede bırakılan saç. 3) yele. 4) mızrak, bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler, (bkz : ca'd, ferhâl, zülf).

perçin

: پرچين

(f. i.) : perçin.

perd

: پرد

(f. i.) : kıvrık, kat, büklüm.

perdâ

: پردا

(f. zf.) : yarın, (bkz. : ferda).

perdâht

: پرداخت

(f. i.) : 1) cila, parlaklık, parlama. 2) perdah.

perdâhte

: پرداخته

(f. s.) : 1) tertiplenmiş, düzenlenmiş. 2) cilalanmış, parlatılmış. (bkz. : mücellâ).

perdâz (-)

: پرداز

(f. s.) : "tertipliyen, düzenliyen, düzeltici", mânâlariyle *birleşik kelimeler yapar. Galat-perdâz : yanlış söyliyen. Nükte-perdâz : nükteli, kinayeli söz söyliyen. Suhen-perdâz : güzel söz söyliyen. (bkz. : fasîh, belîğ).

perde

: پرده

(f. i.) : 1) kapı, pencere gibi yerlere asılan örtü.

perde-i nilgûn

:  

gökyüzü. 2) iki yeri birbirinden ayıran şey, gergi, (bkz. : hâil, hicâb, mâni'). 3) müz. bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbiri. 4) bir sahne eserinin büyük kısımlarının herbiri. 5) ekran. 6) hek. aksu. 7) hakikati görmeyi engelliyen şey. 8) mec. namus. Ehl-i perde : namuslu.

perde-ber-dâr

: پرده بردار

(f. b. s.) : perde açıcı, perde kaldırıcı.

perde-ber-endâz

: پرده بر انداز

(f. b. s.) : perdeyikaldırıp atan, utanmayı bırakan, hayâsız, (bkz : bî-edeb, bî-hayâ).

perde-ber-endâzâne

: پرده بر اندازانه

(f. zf.) : hayasızcasına, utanmıyana yakışacak surette.

perde-bîrûn

: پرده بيرون

(f. b. s.) : utanmaz, açık saçık konuşan.

perde-bîrûnâne

: پرده بيرونانه

(f. zf. ve s.) : utanmazcasına; açık saçık [söz]

perde-dâr

: پرده دار

(f. b. s.) : tar. perde. ci, büyük bir kimsenin kapısında bekleyip içeri gireceklere kapı perdesini açmakla vazîfeli kimse, (bkz. : hâcib).

perde-dâr-i felek

:  

astr. Ay. (bkz. : Kamer). perde-dâr-ı harem : tar. haremin perdecisi, haremi yabancılardan saklıyan.

perde-dârî

: پرده داری

(f. b. i.) : perdedarlık. (bkz. : hicâbet1).

perde-der

: پرده در

(f. b. s.) : perde yırtan, hayâsız, (bkz. : halî-ül-ızâr).

perdegî

: پردگی

(f. i. c. perdeçjiyân) : iyi örtünmüş, namuslu kadın.

psrdegiyân

: پردگيان

(f. s. perdegî'nin c.) : kapalı, namuslu kadınlar.

perde-kâr

: پرده کار

(f. b. s.) : perdeli, perde ile örtülü fyeri.

perde-keş

: پرده کش

(f. b. s.) : perde çekici, örtücü; engel.

perde-nişin

: پرده نشين

(f. b. s.) : perde ardında oturan, temiz, namuslu.

perde-pûş

: پرده پوش

(f. b. s.) : örtücü, örten.

perde-serâ

: پرده سرا

(f. b. s.) : 1) saz çalan, çalgıcı. 2) şarkı söyliyen, şarkıcı. 3) i. küçük çadır, (bkz : . perde-serây1).

perde-serây

: پرده سرای

(f. b. i.) : 1) küçük çadır, (bkz. : perde-serâ3). 2) saz çalan, çalgıcı, (bkz. : sazende). 3) şarkıcı, şarkı söyliyen. (bkz : hanende).

perde-şinâs

: پرده شناس

(f. b. s.) : şarkıcı, okuyucu, (bkz. : hanende).

pere

: پره

(f. i.) : kenar, uç.

pere-i bînî

:  

burun ucu.

pere-î dest

:  

1) ovanın kenarı. 2) ufuk.

pere-i kûh

:  

daS eteği.

peren

: پرن

(f. i.) : astr. Ülker yıldızı, (bkz. : Pervin, Süreyya).

perend

: پرند

(f. i.) : 1) ipekten dokunmuş, düz, nakışsız kumaş, atlas. 2) kılınç veya hançer cevheri.

perend-âver

: پرند آور

(f. b. i.) : çok keskin kılıç, hançer, pala. (bkz. : tîg-i bürrân).

perende

: پرنده

(f. i.) : 1) uçucu, uçan. (bkz. : tâir, tayyar). 2) av kuşu. 3) perrende, çark gibi dönerek atılan takla [nazımda : "perrende" şeklinde kullanılabilir] . 4) semâ hâlinde Mevlevî dervişi.

perende-bâz

: پرنده باز

(f. b. s. ve i.) : perende, takla atan oyuncu, canbaz.

perendek

: پدندك

(f. i.) : küçük tepe, büyük yıîjın.

perendîn

: پرندين

(f. i.) : ipek kumaş; ipek elbise, mendil, kuşak v. b. (bkz : pernûn).

perendû

: پدندو

(f. i.) : (bkz. : perendûn).

perendûn

: پدندون

(f. i.) : evvelki gece. (bkz. : perendûş, perendvâr).

perendûş

: پرندوش

(f. i.) : evvelki gece. (bkz. : perendûn, perendvâr).

perendûşine

: پرندوشينه

(f. t. s.) : dün geceki şey.

perendvâr

: پرند وار

(f. i.) : evvelki gece. {bkz : perendûn, perendûş).

pereng

: پرنگك

(f. i.) : suyu iyi verilmiş kılıç.

perest (-)

: پرست

(f. s. c. : perestân) : "tapan, tapınan, taparcasına seven" mânâlariyle 'birleşik kelimeler yapılır. Âteş-perest : ateşe tapan, Hod -perest : kendini beğenen. İkbâl-perest : dalkavuk. Menfaat-perest : menfaatine düşkün.

perestân

: پرستان

(f. i.) : 1) tavus gibi güzel tüylü bir kuş. 2) ocak, fırın. 3) (f. s. pe-rest'in c.) tapanlar, tapınanlar, taparcasına sevenler.

perestâr

: پرستار

(f. i. c. : perestârân) : 1) hizmetçi, besleme. 2) kul. (bkz. : bende). 3) s. dalkavuk. 4) tapan, tapıcı. (bkz. : perestiş-kâr). perestâr-ı hayâl : şâir, ozan.

perestârân

: پرستاران

(f. i. perestâr'ın c.) : 1) hizmetçiler, beslemeler. 2) kullar, köleler, (bkz. : bendegân). 3) s. dalkavuklar. 4) tapanlar, tapıcılar.

perestâr-âne

: پرستارانه

(f. zf.) : hizmetçiye, kula yakışacak şekilde.

perestârî

: پرستاری

(f. i.) : 1) perestarlık, hizmetçilik. 2) kulluk. 3) dalkavukluk. 4) tapıcılık.

pereste

: پرسته

(f. i.) : 1) Tanrı, Çalap. (bkz. : ilâh, ma'bût). 2) s. tapılmış, tapılmaija lâyık görülmüş.

perestende

: پرستنده

(f. s.) : (bkz. : perestiş-kâr).

perestîde

: پرستيده

(f. s.) : sevgili, sevilen, (bkz. : mahbûb).

perejtiş

: پرستش

(f. i.) : tapınış; şiddetli sevgi, gönül akışı.

perestis-kâr

: پرستشکار

(f. b. s. Perestiş kârân) : 1) tapan, tapınan, tapınırcasına seven. 2) çok seven saygı besliyen. (bkz. : perestâr4).

perestiş-kârân

: پرستشکاران

(f. b. s. perestiş-kâr'ın c.) : tapınanlar, tapınırcasına sevenler.

perestişkâr-Sne

: پرستشکارانه

(f. zf.) : taparcasına, tapınırcasına.

pcrestiş-kârî

: پرستشکاری

(f. b. i.) : pereştişkârlık, tapınırcasına sevme, düşkünlük, (bkz ; meftûniyyet).

pergâl

: پرگال

(f. i.) : Seo. pergel, (bkzr pergâr).

pergâle

: پرگاله

(f. i.) : 1) parça. 2) kaba iplikten yapılan bir çeşit dokuma.

pergâle-pâş

: پرگاله پاش

(f. b. s.) : "parça saçan" : yuvarlak tahta kesmiye mahsus testere.

pergâle pergâle

: پرگاله ، پرگاله

(f. zf.) : parça parça.

pergâm

: پرگام

(f. i.) : döl yataftı. (bkz; rahm).

pergâr

: پرگار

(f. i.) : geo. pergel, (bkz : pergâl).

pergâr-vâr

: پرگار وار

(f. b. s.) : pergel gibi.

pergaze

: پرغازه

("ga" uzun okunur, f. i.) : kuş kanadının vücûda yapışık olan kısmı.

pergem

: پرگم

(f. s.) : işsiz güçsüz, boşta gezen [adam]

pergende

: پرگنده

(f. s.) : (bkz : perakende).

pergul

: پرغول

("gu" uzun okunur, f. i.) : 1) bulgur. 2) bulgur pilâvı. 3) un helvası.

pergune

: پرغونه

("gu" uzun okunur, f. s.) : çirkin, yakışıksız.

per-güşâ

: پرگشا

(f. b. s.) : 1) kanad açıct, (bkz. : tâir). 2) keskin uçucu, (bkz. : per-âver). per-güşâ-yi şitib : acele gitmek için kanat açan.

perh

: پرخ

(f. i.) : 1) hisse. 2) değersiz mal. 3) evbark. (bkz. : hânmân).

perhâş

: پرخاش

(f. i.) : harb, savaş; kavga, (bkz. : ceng, cidal, erdeb, nez').

perhâş-ı dil-hırâş

:  

çok acıklı savaş.

perhâs-eû [y]

: پرخاشجو [ی]

(f. b. s.) : kavgacı.

perhâş-hâh

: پرخاشخواه

(f. b. s.) : kavga istiyen, kavgacı (bkz. : perhâş-cû, perhâş-hor).

perhâş-hâr

: پرخاشخور

(f. b. s.) : (bkz : perhâş-hâh).

perhîde

: پرخيده

(f. s.) : işaret olunmuş.

perhiz

: پرهيز

(f. i.) : 1) pehriz. 2) dince yasak edilen şeylerden tamâmiyle uzak kalma.

perhîz-kâr

: پرهيزکار

(f. b. s.) : mahrem olan şeylerden kaçınan, sofu. (bkz. : zâhid).

perhiz-kârâne

: پرهيزکارانه

(f. zf.) : sofucasına. (bkz. : zâhidâne).

perhîz-kârî

: پرهيزکاری

(f. b. i.) : sofuluk.

perhûd*

: پرهوده

(f. i.) : 1) saçma, saçmasapan söz. (bkz. : hezeyan). 2) ateşten sararmış eşya.

perhûn

: پرهون

(f. i.) : pergelle çizilmiş dâire, halka, çenber.

perî

: پری

(f. i.) : cinlerin çok güzel ve alımlı olarak farzedilen dişilerine verilen bir ad.

perî-çihre

: پری چهره

(f. b. s.) : peri yüzlü, güzel yüzlü.

perî-dâr

: پريدار

(f. b. s.) : perili, kendini cin tutmuş [kimse]

peride

: پريده

(f. s) : 1) uçmuş; mee. soluk solmuş. 2) i. kadın adı.

perîde-reng

: پريده رنگک

(f. b. s.) : rengi uçmuş, solmuş, soluk.

perî-duht

: پری دخت

(f. b. s.) : iran mitolojisinde Fağfûr-ı Çîn'in kızı ve San bin Neriman'ın sevgilisi olup meşhur Zal, bundan hâsıl olmuştur.

perî-efsâ [y]

: پری افسا [ی]

(f. b. s.) : fsuncu, büyücü.

perî-girifte

: پری گرفته

(f. b. s.) : (bkz. : perî-dâr).

perî-hân

: پری خوان

(f. b. s.) : efsuncu, büyücü, perileri davet eden.

perî-hân

: پريخان

(f. b. i.) : 1) peri pâdişâhı. 2) kadın adı.

perî-peyker

: پری پيکر

(f. b. s.) : peri yüzlü, peri suratlı, çok güzel.

perî-ruh

: پری رخ

(f. b. s.) : peri yanaklı.

perîr

: پرير

(f. zf.) : evvelki gün, öteki gün.

perî-rû

: پری رو

(f. b. s.) : peri yüzlü, çok güzel, (bkz. : perî-ruhsâr).

perî-ruhsârjl

: پری رخسار

(f. b. s.) : peri yanaklı, çok güzel, (bkz. : perî-rû).

perişan

: پريشان

(f. s.) : 1) dafiınık, karışık, dağınık sac. Gîsûy-i-perîşân : dağınık sac. Ka-kül-i perîşân, Zülf-i perişan : karışık, dağınık sac. Hâb-ı perîşân : karışık rü'yâ, sevgilisinin açık saçık yatması. 2) bozuk, düzensiz. 3) kederli, kaygılı.

perîşân-hâl

: پريشان خال

(f. a. b. s.) : hâli pe-rîşan olan, acınacak halde bulunan, gamlı, kasavetli.

perîşânî

: پريشانی

(f. i.) : 1) perişanlık, dağınıklık. 2) bozgunluk, düzensizlik. 3) yoksulluk. 4) tar. subaşı, şehir kadısının kethüdası gibi aşağı derecedeki me'murların giydikleri başlık.

perîşân-hâtır

: پريشان خاطر

(f. a. b. s.) : düşünceli, dalgın.

perîşân-rözgâr

: پريشان روزگار

(b. s.) : düşkün.

perî-şekl

: پری شکل

(f. a. b. s.) : peri kıyafetli, periye benziyen.

perî-vâr

: پری وار

(f. b. s.) : peri gibi.

perî-veş

: پری وش

(f. b. s.) : peri gibi, çok güzel.

perîz

: پريز

(f. i.) : 1) bağırma, haykırma, (bkz. : feryâd). 2) su kenarında yetişen yeşil saz, ot.

perî-zâd

: پری زاد

(f. b. i.) : 1) peri çocuğu, peri çocuğu olacak kadar güzel, çok güzel : 2) kadın adı.

perîze

: پريزه

(f. i.) : 1) kırmızı altın. 2) ateşte pişirilen ekmek.

permer

: پرمر

(f. i.) : umma, bekleme, (bkz. : intizâr).

permûn

: پرمون

(f. i.) : bezek, süs.

pernîh

: پرنيخ

(f. i.) : ince, düz taş.

perniyân

: پرنيان

(f. i.) : ipekten dokunmuş, bir nevi işlemeli kumaş, nakışlı atlas.

perniyân-hû [v]

: پرنيان خو [ی]

(f. b. s.) : güzel, nâzik huylu.

pernû

: پرنو

(f. i.) : (bkz. : pernûn).

pernûn

: پرنون

(f. i.) : ince ve şık dokunmuş, nakışlı zarif ipek kumaş, (bkz. : perendîn).

perr

: پر

(f. i.) : (bkz. : per, tâir, tayyar).

perrân

: پران

(f. s.) : uçan, uçucu, (bkz : perre پره (f. i.) (bkz. : pere).

perseng

: پرسنگك

(f. i.) : (bkz. : pâr-seng).

pertâb

: پرتاب

(f. i.) : 1) atılma, sıçrama. 2) geriden koşarak hız alıp atılma. 3) uzağa düşen ok. 4) uzağa düşen şey.

pertâv

: پرتاو

(f. i.) : (bkz. : pertâb).

pertev

: پرتو

(f. i.) : 1) ışık, parlaklık, yalım, (bkz. : revnak, ziya). 2) erkek adı. pertev-i mihr : Güneş ışığı, parlaklığı.

pertev-efşân

: پرتو افشان

(f. b. s.) : ziya saçan, ışık saçan, (bkz. : pertev-endûz, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz).

pertev-endâz

: پرتو انداز

(f. b. s.) : nurlandı-ran, ziya veren, ışık veren, (bkz. : münîr, ziyâ-dâr).

pertev-endâzî

: پرتو اندازی

(f. b. i.) : ışık saçma, ışık verme.

pertev-feşân

: پرتو فشان

(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz).

pertev-nisâr

: پرتو نسار

(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-rîz).

pertev-pâş

: پرتو پاش

(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-rîz).

pertev-rîz

: پرتو ريز

(f. b. s.) : (bkz. : pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-nisâr).

pertev-sûz

: پرتو سوز

(f. b. s.) : pertavsız.

perûş

: پروش

(f. i.) : sivilce, küçük çıban, (bkz. : bisre).

perva

: پروا

(f. i.) : 1) korku, (bkz. : havf). 2) çekingenlik, (bkz. : ihtiraz). 3) ilgi, bağ. (bkz. : alâka). Bî-pervâ : korkusuz. Bilâ-pervâ : korkmadan; çekinmeden.

pervane

: پروانه

(f. i.) : 1) (c. pervânegân) geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. 2) fırıldak. 3) çark. 4) haberci, kılavuz.

pervâne-gân

: پروانگان

(f. b. i. pervanecin c.) : gece kelebekleri.

pervânek

: پروانك

(f. i.) : 1) karakulak denilen hayvan. 2) ask. öncü. (bkz. : pîş-dâr).

pervâne-vâr

: پروانه وار

(f. b. s.) : pervane gibi.

pervâr

: پروار

(f. s.) : besili, beslenmiş. Gâv-ı pervâr : besili öküz. (bkz. : pervâre, pervârî).

pervâre

: پرواره

(f. s.) : (bkz. : pervâr, pervârî).

pervârt

: پروارى

(f. s.) : (bkz. : pervâr, pervâre).

pervâs

: پرواس

(f. i.) : el ile dokunma, el ile yoklama, (bkz. : lems).

pervâz

: پرواز

(f. i.) : 1) uçma, uçuş. (bkz : tayerân). 2) saçak [dam ve elbisede] . 3) hücre. 4) ayna. 5) dolap. 6) aynalı ince uzun tahta.

pervâz (-)

: پرواز

(f. s.) : "uçan, uçucu" mânâlariyle "birleşik kelimeler yapar. Bâlâ-pervâz (yüksekten uçan) : atıp tutan. Bülend-pervâz : iddiacı, inatçı. gibi.

pervâze

: پروازه

(f. i.) : 1) kır, gezinti için hazırlanan yemek. 2) gece eğlentisi ışığı. 3) altın ve gümüş yaprakların kırıntısı, (bkz. : rîze-i sî-mîn, rîze-i zer).

pervâze-ger

: پروازه گر

(f. b. s.) : altın ve gümüş yaprağı yapan.

pervâz-gâh

: پروازگاه

(f. b. i.) : uçacak, uçulacak yer, tayyare meydanı, *uçak alanı.

pervâz-geh

: پروازگه

(f. b. i.) : (bkz. : pervâz-gâh).

pervâzi

: پروازی

(f. i.) : [eskiden] Dîvân-ı hümâyûn ve Defter-i hâkanî kalemlerine devam ve hizmet etmeden ve hâcegândan olmadan yolunu bularak bu kalemlerden birinde ketebeden olduğuna dâir kayıtlarına şerh verilen kimse.

perver (-)

: پرور

(f. s. c. : perverân) : "besliyen, besleyici, büyüten, yetiştiren, yetiştirici, koruyan, terbiye eden" mânâlariyle "birleşik kelimeler yapar. Dehâ-perver : dehâ öğreten, dahî yetiştiren. Figan-perver : figana, acıya sebebolan. Fu-karâ-perver : fukara besliyen, gözeten. Hamiyyet-perver : hayal ile yetiştirilmiş. Maârif-perver : maârifi koruyan, ilerlemesine çalışan. gibi.

perverân

: پروران

(i. s. perver'in c.) : besli-yenler, yetiştirenler, koruyanlar, terbiye edenler.

perverd

: پرورد

(f. i.) : (bkz. : perver).

perverde

: پرورده

(f. s.) : 1) beslenmiş, terbiye edilip yetiştirilmiş, büyütülmüş. 2) f. i. üzüm şırasından yapılan bir çeşit tatlı.

perverd-gâr

: پروردگار

(f. b. s.) : "besleyici, terbiye edici, rızıklandırıcı" : Allah.

perverende

: پرورنده

(f. s.) : 1) terbiye' edici, yetiştirici. 2) besleyici, büyütücü.

perverî

: پروری

(f. i.) : besleyicilik, büyü-tücülük; terbiye.

perveriş

: پرورش

(f. i.) : 1) besleyiş, besjeme; beslenme. 2) terbiye etme, yetiştirme. 3) llerileme. (bkz. : terakkî). 4) kadın adı.

perveriş-vâb

: پرور شياب

(f. b. s.) : 1) beslenen. 2) terbiye gören, terbiye edilen, yetiştirilen.

perveriş-yâfte

: پرور شيافته

(f. b. s.) : büyütülmüş, terbiye edilmiş, bakımlı, terbiyeli.

pervez

: پروز

(f. i.) : pervaz.

pervîn

: پروين

(f. i.) : 1) astr. Ülker yıldızı, (bkz. : Süreyya). 2) kadın adı.

pervîz

: پرويز

(f. s.) : 1) üstün, (bkz : galib, muzaffer). 2) elek. 3) süzgeç. 4) balık, (bkz : mâhî). 5) güzellik. 6) h. i. îran hükümdarı Hus-rev'in lâkabı. 7) cilve.

pervîz-i felek

:  

Güneş.

pervizen

: پرويزن

(f. i.) : elek, kalbur, (bkz. : gırbâl).