nev

: نو

(f. s.) : 1) yeni. 2) yeni, son zamanlarda çıkmış. 3) taze, körpe. Tarz-ı nev : yeni tarz.

nev'

: نوع

(a. i. c. : enva') : 1) çeşit, türlü. 2) cins. 3) sınıf. Benî-nev' : kendi nevinden, sınıfından, (bkz. : hem-cins).

nev'-i beser

:  

insan soyu, insanlar. nev-i teşhir : teşhir çeşidi, teşhir tarzı.

nevl[y]

: نوا [ی]

(f. i.) : 1) ses, sadâ, makam, ahenk, nâme. Mürg-i hoş-nevâ : güzel sesli kuş.

nevâ-yi bülbül

:  

bülbül nağmesi. 2) refah. 3) levazım, kuvvet, zenginlik. 4) nasîp, behre : Bî-nevâ : behresiz, mahrum. 5) müz. Türk müziğinin 7 numaralı basit makamı olup en eski makamlardan biridir. Uşşak dörtlüsüne rast beşlisinin ilâvesinden meydana gelmiştir. Seyri çıkıcıdır (inicisine tâhir denilir). Durak dügâh (lâ) ve güçlü-dörtlü ile beşlinin birleştikleri dördüncü derece olan-nevâ (re) dir. Donanımına si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi konulur (ilk arıza uşşak dörtlüsü, ikincisi rast beşlisi için). Orta sekizlideki sesleri pestden tîze doğru olmak üzere şöyledir : dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, eviç, gerdaniye ve muhayyer.

nevâ-yi Husrevânî

:  

meşhur Bârbed'in Husrev-I Pervîz'in meclisinde okuduğu bir şarkı.

nevâ-yi sünbüle

:  

müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup bir numunesi kalmamıştır.

nevâ-yi uşşak

:  

müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

nevâfis

: نوافس

(a. i. nefsâ'nın c.) : loğusalar.

nevâger

: نواگر

(f. i.) : hanende, okuyucu.

nevâ-gerdâniyye

: نواگردانيه

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur. müz. Türk

nevâ-geveşt

: نواگوشت

(f. fc. i.) : müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

nevâ-aşîrân

: نوا عشيان

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

nev-âbâd

: نو آباد

(f. b. s.) : yeni şenelmiş.

nev-âbâd kasrı

:  

IV. Murad tarafından Kandillide 1042 (1632-33) de yaptırılan kasır.

Nevâbız

: نوابض

damarları. (a. i. : nâbıza'nın c.) : nabız

nevâbig

: نوابغ

(a. s.) : nâbiga'nın c.) : 1) ulu, şerefli kimseler. 2) sonradan şâir olanlar.

nevâbit

: نوابت

(a. s. nâbite'nin c.) : verden bitenler, yerden çıkıp büyüyenler.

nevâciz

: نواجذ

(a. i. nâciz'in c.) : azı dişlerinin sonundaki altlı üstlü bulunan dişler.

nevâd

: نواد

(f. i.) : 1) mahzen. 2) zarar ziyan, (bkz. : hasar). 3) dil. (bkz. : zeban).

nevâde

: نواده

(a. i.) : torun, (bkz. : hafîd).

nevâdıc

: نواضج

(a. s. nâdıc'ın c.) : (bkz : nevâzıc).

nevâdî

: نوادی

(a. i. nâdî'nin c.) : meclisler, toplantılar.

nevâdî-i üdebâ

:  

ediplerin toplantıları.

nevâdir

: نوادر

(a. s. nâdire'nin c.) : nâdir olan, az bulunan şeyler, (bkz. : nâdirât).

nevâfic

: نوافج

(a. i. nâfic'in c.) : (bkz. nâfic).

nevâfil

: نوافل

(a. i. nâfile'nin c.) : farz ve vâcib'den mâda yapılan ibâdetler.

nevâhî

: نواحی

(a. i. nâhiye'nin c.) : 1) yanlar, taraflar. 2) nahiyeler, bucaklar.

nevâhî-i kaza

:  

bir kaza'ya bağlı olan nahiyeler.

nevâhî-i muhterika

:  

jeol. eski devirlerde sönmüş yanardağların etrafında volkan eserleri görülen yerler.

nevâhî

: نواهی

(a. i. nehy'in c.) : yasak şeyler.

nevâhid

: نواهد

(a. s. nâhid'in c.) : turunç memeli kızlar. 

nevâhik

: نواهق

(a. i. nâhika'nın c.) : dudaklı hayvanların göz pınarları fiz. okşama. 2) sar

nevâht

: نواخت

(f. s.) : 1) okşanmış. 2) saz çalma.

nevâhte

: نواخته

çalmış.

nevâhten

: نواختن

(f. m.) : çalgı çaldırmak.

nevâî

: نوائی

(f. s.) : 1) makam, ahenk ve nasip ile ilgili. 2) h. i. Ali Şîr'in lâkabı.

Nevâî (Ali Şîr-)

: نوائی ( على شير)

ilk Çağatay lehçesini kullanan büyük Türk şâiridir. Herat'da doğmuştur; çocukluğunda Hüseyin Baykara ile süt kardeş olmuş ve aynı mektepte okumuştur. Baykara, Herat hükümdarı olunca eski mektep arkadaşı ve süt kardeşi Nevâî'yi yanına almış evvelâ mühürdarlığına, sonra da nedîmliğine tâyin etmitşir. Sultandan sonra devletin en yüksek resmî şahsiyeti olarak yaşamış ve altmış yaşında iken Herat'da ölmüştür. Başlıca eserleri şunlardır : Muhâkemet-ül-lûgateyn, Ferhâd ve Şîrîn, Mecnûn ve Leylî, Münşeât-ı Türkî, Mecâlis-ün-nefâis. (d. : 1441 -ö. : 1501).

nevâib

: نوائب

(a. i. nâibe'nin c.) : musibetler, kazalar, belâlar, (bkz. : mesâib, nâibât).

nevâib-i eyyam

:  

günlerin musibetleri.

nevâir

: نوائر

(a. i. nâire'nin c.) : âteşler, alevler.

nevâir

: نواعير

(a. i. nâûre'nin c.) : bostan dolapları.

nevâkıl

: نواقل

(a. i. nâkıle'nin c.) : (bkz. : nâkil).

nevâkıs

: نواقص

(a. i. nakîsa'nın c.) : noksanlar, eksikler. İkmâl-i nevâkıs : eksiklikleri tamamlama.

nevâkis

: نواکس

(a. s. nâkis'in c.) : başlarını dâima önüne eğen adamlar.

nevâkîs

: نواقيس

(a. i. nâkus'un c.) : ibâdet zamanlarında kilisede çalınan çanlar. Tanîn-i nevâkîs : çan sesleri.

nevâ-kürdî

: نواکردی

(f. a. b. i.) : müz. III. Selim tarafından terkîbedilmiş mürekkep makamlardan biridir, (şu halde 1, 5 asırlık veya birkaç sene daha eskidir). Neva makamına kürdî dörtlüsü ilâvesinden meydana gelmiştir. Kürdî dörtlüsü ile -nevâ'nın da, durak perdesi olan- dügâh "lâ" da kalır. Güçlüler, birinci derecede de nevâ'nın güçlüsü olan neva, "re" ve ikinci derecede çargâh "do" dur. Neva gibi "si" küçük mücenneb bemolü kullanılır.

nevâl

: نوال

(a. i.) : 1) talih, kısmet. 2) bahşiş, bağış. Deryâ-nevâl : bağışı deniz gibi çok olan.

nevale

: نواله

(a. i.) : 1) vergi, bağış, (bkz : nevâl2. . 2) nasib, talih, kısmet, (bkz. : nevâl1. . 3) yiyecek, içecek; bir tek porsiyon.

nevâle-çîn

: نواله چين

(a. f. b. s.) : kısmetini alan, yiyecek toplıyan.

nevâ-mâye

: نوامايه

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir örneği yoktur.

nev-âmed, nev-âmede

: نو آمد ، نو أمده

(f. b. s.) : yeni gelmiş, yeni yetme.

nevâmîs

: نواميس

(a. i. nâmus'un c.) : kanunlar, şerîatler.

nevâmîs-i İlâhiyye

:  

İlâhî kanunlar.

nevâmîs-i labîat

:  

tebîat kanunları.

nevâmîs-i tabîiyye

:  

tabîî kanunlar.

nev-âmûı

: نو آموز

(f. b. s.) : yeni alışan, acemi.

nev'an

: نوعا

(a. zf.) : 1) nevi, çeşit bakımından, cinsçe. 2) biraz.

nev-â-nev

: نو آنو

(f. zf.) : yeni yeni.

nevâ-nevrûz

: نوآ نوروز

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir eseri yoktur.

nev'an-mâ

: نوعا مآ

(a. zf.) : bir türlü, bir suretle, bir dereceye kadar, bir bakıma göre.

nevâ-pûselik

: نواپوسه لك

(f. b. i.) : müı. Türk müziğinde bir mürekkep makam. III. Selim tarafından terkîbedilmiş olan mürekkep makamlardan biridir. (1, 5 asırlık veya bir kaç sene daha eskidir). Neva makamına pûselik beşlisi veya tam dizisi ilâvesinden meydana gelmiştir : Pûselik ile dügâh "lâ" perdesinde kalır : Güçlüler birinci derecede nevâ'nın güçlüsü neva "re", ikinci derecede de pûselik'in güçlüsü hüseynî (mi) perdeleridir : Donanımına neva gibi si koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Pûselik için nota içinde "si" bekar "fa" bekar, yedende de "sol" bakjyye diyezi kullanılır. Bu makamın yerine ikinci şekli olan tâhir-pûselik çok kullanıl

nev-arûs

: نو عروس

(f. a. b. s. c. : nev-arû-sân) : yeni gelin.

nev-arûsân

: نو عروسان

(f. a. b. s. : nev-arûs'-un c.) : yeni gelinler.

nevâ-sâz

: نوا ساز

(f. b. s.) : çalgıcı, okuyucu, (bkz. : hanende, mugannî).

neva selmek

: نوا سلمك

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.

nevâsıb

: نواصب

(a. i. nâsıb'dan) : a. gr. dâhil oldukları isim veyâ(fiili mansup kılan harfler.

nevâsî

: نواصی

(a. i. nâsiye'nin c.) : 1) alınlar. 2) ilerigelenler, ulular.

nevâsîr

: نواسير

(a. i. nâsûr'un c.) : basur delikleri, fr. fistules.

nevâ-şehnâz

: نوا شهناز

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.

nevat

: نوات

(a. i. c. : nevey, neveyât) : 1) hurma çekirdeği. 2) çekirdek. 3) s. çekirdek şeklinde va hâlinde olan [şey] . 4) bot. besler çekirdek.

nevâtıh

: نواطح

(a. i. nâtıh'ın c.) : (bkz. : natırı).

nevâtî

: نواتی

(a. i. nâtî'nin c.) : gemiciler.

nevâtîr

: نواطير

(a. i. nâtûr'un c.) : 1) natırlar, hamam hizmetlileri. 2) bostan bekçileri.

nev-âyende

: نو آينده

(f. b. s. c.) : nev-âyende

nev-âyendegân

: نو آيندگان

(a. b. s. nev-âyen-de'nin c.) : yeni gelmiş olanlar.

nev-âyîn

: نو آيين

(f. b. s.) : 1) yeni üslûp 2) yeni üslûp çıkaran.

nevâz

: نواز

(f. s.) : "okşıyan, okşayıcı"mânâlariyle kelimelere eklenir, [nevâhten mastarından] , Dil-nevâz : gönül okşıyan. Ruh-nevâz : okşayıcılık. . gibi

nevâzende

: نوازنده

(f. s.) : okşıyan, okşayıcı.

nevâzıc

: نوضج

(a. s. nâzıc'ın c.) : kıvama gelmişler, olgunlaşmışlar.

nevâzî

: نوازی

(f. i.) : nevaz "okşama" ile yapılan kelimeleri isimleştirir : Bende-nevâz! : ben-. deye, kölyee iltifat edicilik. Dil-nevâzî : gönül okşayıcılık, gibi.

nevazil

: نوازل

(a. i. nâzile'nin ve nezle'nin c.) : 1) hâdiseler. 2) belâlar. 3) nezleler.

Nevâziş

: نوازش

alma, iltifat. (f. i.) : okşama, gönül

nevâziş-gâr

: نوازشگار

(f. b. s.) : okşıyan, gönül alan, iltifat eden.

nevâıiş-gârâne

: نوازشگارانه

(f. zf.) : okşıyarak, gönül alarak, iltifat ederek.

nevâzis-ger

: نوازشگر

(f. b. s.) : (bkz. : nevâziş-gâr).

nev-bâde

: نو باده

(f. b. i.) : taze şarap.

nev-bahâr

: نو بهار

(f. b. i.) : 1) İlkbahar, (bkz. : rebî, evvel bahar).

nev-bahâr-ı ömr

:  

ömrün ilkbaharı.

nev-bahâr-ı vuslat

:  

kavuşma bahan. 2) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olp zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.

nev-bahârî

: نو بهاری

(f. b. s.) : ilkbaharla ilgili.

nev-bâre

: نو باره

(f. b. s. ve i.) : (bkz : nev-bâve).

nev-bâve

: نو باوه

(f. b. s. ve i.) : 1) turfanda yemiş. 2) yeni yeşillik. 3) hediye.

nevfa»nev

: نو بنو

(f. zf.) : yeniden yeniye, tazeden tazeye.

nevber

: نوبر

(f. i.) : 1) turfanda çıkan meyve ve çiçek. 2) memeleri yeni gelişen kız.

nevbet

: نوبت

(f. i.) : resmî yerlerde muayyen vakitlerde çalıan davul, dümbelek gibi şeyler, bando mızıka, (bkz. : gülbâng).

nevbet

: نوبت

(a. i. c. : nüveb) : 1) sıra; şıra ile görülen iş.

nevbet-i mürettep

:  

müz. birbiriyle ilgist olan dört parçadan olma güfteli bir müzik.

nevbet-i sultanî

:  

[eskiden] muayyen vakitlerde sarayla muhtelif yerlerde mızıka çalınması,

nevbet-i telebbüs

:  

giyilme sırası. 2) hastalık ateşi. 3) hek. vakit vakit ortaya çıkan aynı cinsten fizyolojik bozuklukların hepsi. 4) karakol, nokta hizmeti.

nevbel-hânev

: نوبتخانه

(a. f. b. i.) : nöbet çalan mûsikî takımının yeri. (bkz. : mehter-hâne).

nevbet-zen

: نوبتزن

(a. f. b. s.) : nöbet çalan, muayyen vaktin geldiğini bildiren.

nevbetî

: نوبتی

(f. i.) : mehter başı [bando zâbiti]

nev-bünyân

: نوبنيان

(f. b. s.) : yeni yapılmış, yeni yapılı.

nev-bürîde

: نوبريده

(f. b. s.) : yeni kesilmiş, yeni koparılmış.

nev-câh

: نوجاه

(f. b. i.) : bir makama veya me'rriûriyete yeni geçmiş olan.

nevcet

: نوجت

(i.) : 1) eratın yatak bandıralarımbağladıkları ince ip. 2) (a. i. c. : neve) : fırtına.

nev-civân

: نو جوان

(f. b. s.) : taze, genç delikanlı, [aslı : "nev-cüvân" dır

nev-civânî

: نو جوانی

(f. b. i.) : tazelik, gençlik, delikanlılık, [aslı : "nev-cüvânî" dir]

nev-devlet

: نو دولت

(f. a. b. s. c. : nev-dev-letân) : yeni görmüş, sonradan görmüş, sonradan görme, büyüklüğü sindirememiş.

nev-devletân

: نودولتان

(f. a. b. s : nev-devlet'in c.) : sonradan görmeler, büyüklüğü sindirememiş olanlar.

neve

: نوه

(f. i.) : torun, (bkz. : hafîd).

neved

: نود

(f. s.) : doksan : 90. (bkz : tis'în, tis'ûn).

nev-edâ

: نو أدا

(f. a. b. i.) : 1) yeni tarz, yeni edâ. 2) müz. notacı Hacı Emin Ef. tarafından tahmînen altmış sene evvel terkîbedilmiş bir mürekkep makam olup Emin Ef. tarafından bir peşrev ile saz semaîsi vs "sâz-ı ahım dinleyin." güfteli bir şarkı bestelenmiş, başka bir bestekâr tarafından kullanılmıştır.

nev-eser

: نو أثر

(f. a. b. i.) : müz. Dede Ef. tarafından tahmfnen 1, 5 asır önce veya biraz daha sonra terkîbedilmiş bir mürekkep makamdır. Dizisi bir sekizli içinde ifâde edilebilen basit görünüşlü bir terkîbolan nev-eser, nikriz beşlisine hicaz dörtlüsünün ilâvesinden mürekkeptir. Durağı rast (sol) ve güçlüsü -beşlinin dörtlü ile birleştiği beşinci derece olan- neva (re) dir. Dizisi inici -çıkıcı olarak seyreder. Donanımına "si" ve "mi" bakiyye bemolleri ile "fa" ve "do" bakiyye diyezleri konur. "Si" bemol ile "do" diyez nikriz beşlisi, "mi" bemol ile "fa" diyez de hicaz dörtlüsü içindir (aynı donanım şedaraban makamında da görülür ve esas

nevey, neveyât

: نوی ، نويات

çekirdekler.

nevfel

: نوفل

(a. i.) : 1) deniz, (bkz : derya, bahr). 2) Leylâ ile Mecnun masalındaki Mecnûn'un adı. c.) : sonradan görmeler, büyüklüğü sindirememiş olanlar.

nevend, nevende

: نوند، نونده

(f. i.) : 1) hızlı giden at. 2) postacı, atlı postacı.

Neverd

: نورد

(f. s.) : "dönen, dolaşan. gezen" mânâlariyle kelimelere katılır. Reh-neverd : yolda gezen, dolaşan.

nevesân

: نوصان

(a. i.) : hareket etme, kımıldama, (bkz. : nevs).

nev-güşâde

: نوگشاده

(f. b. s.) : yeni açılmış.

nevh

: نوح

(a. i. nâiha'nın c.) : ağıt yakan, ağıt ağlıyan kadınlar, (bkz : envâh).

nevh

: نوح

(a. i.) : 1) ölüye avaz avaz ağlama. 2) güvercinin nağme ile ötmesi.

nevha

: نوحه

(a. i. c. : nevhât) : ölüye sesle ağlama.

nevha-gâh

: نوحه گاه

(a. f. b. i.) : ölüye alanacak yer.

nevha-geh

: نوح گه

(a. f. b. i.) : (bkz. : nevha-gâh).

nevha-ger

: نوحه گر

(a. f. b. s. c. : nevha-gerân) : ölü ağlayıcısı. (a. f. b. i.) : ölü

nevha-gerî

: نوح کری

ağlayıcılığı.

nev-hâst

: نوخاست

(f. b. s.) : genç, taze hayvan.

nevhât

: نوحات

(a. i. nevha'nın c.) : ölüye yüksek sesle ağlamalar.

nev-hat

: نوخط

(f. a. b. s.) : sakal başı yeni çıkmıya başlamış [genç]

nev-heves

: نو هوس

(f. b. s. c. : nev-heve-sân) : 1) bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlıyan. 2) çabuk hevesi geçen, maymun iştahlı.

nev-hevesân

: نو هوسان

(f. b. s. nev-heves'in c.) : 1) bir işe yeni ve büyük bir hevesle başlıyanlar. 2) çabuk hevesi geçenler, maymun iştahlılar.

nev-hiz

: نو خيز

(f. b. s.) : 1) yeni yetişmiş, yeni çıkmış. 2) genç, taze. Nihâl-i nev-hîz : genç, taze fidan.

nevî

: نوی

(f. i.) : yenilik.

nev'î

: نوعی

(a. s. nev'den) : nevi ile, çeşitle, cinsle, sınıfla ilgili.

Nev'î

: نوعی

(a. h. i.) : 1533 de Malkara'dadoğmuştur. Asıl adı Yahya'dır; medrese tahsilinden sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik gibi vazifelerde bulunmuş, 1599 da ölmüştür. Bir dîvânı, edebî risaleleri ve bâzı ilmî eserleri vardır.

nev-îcâd

: نو ايجاد

(f. a. b. s.) : yeniden meydana getirilmiş, evvelce yok iken sonradan yapılmış.

nevîd

: نويد

(f. i.) : iyi, sevinçli haber, müjde, (bkz. : beşaret).

nevin

: نوين

(f. s.) : 1) yepyeni, yeni şey, yeni olma. 2) i. kadın adı.

nev-inân

: نوعنان

(f. a. b. s.) : bineğe yeni alıştırılan at, acemi, torlak at.

nev'iyyet

: نوعيت

(a. i.) : fels. özgüllük, türsellik, fr. specificite.

nevk

: نوك

(f. i.) : sivri uc. nevk-i kalem : kalemin sivri ucu.

nevk-i müjgân

:  

kirpiklerin ucu. F. 63

nev-kâr

: نوکار

(f. b. s.) : yeni işe başlamış,

nevi

: نول

(a. i.) : 1) bahşiş, (bkz. : atiyye). 2) navlun, gemi kirası; yolcuların verdiği vapur parası.

nevm

: نوم

(a. i.) : 1) uyku. (bkz. : hâb, nüâs, sine). 2) rüya. En-nevm uhuvv-ül-mevt : uyku ölümün kardeşidir. Bevn-en-nevm-ve-l-yakaza : uyku ile uyanıklık arası.

nevm-i müstecleb

:  

fels. fr. provoque (som-nambulisme).

nevm-i sınaî

:  

psik. hipnoz, sözle, bakışla telkin yapılarak meydana getirilen bir çeşit uyku, fr. hypnose.

nevmî, nevmiyye

: نومی ، نوميه

(a. s.) : uykuya mensup, uyku ile ilgili.

nevmîd

: نوميد

(f. s. : nâ-ümîd-'den) : ümitsiz, ümidi kırık, (bkz. : kanût, me'yûs).

nevmîd-âne

: نوميدانه

(f. zf.) : ümitsizcesine, ümitsizlikle, (bkz. : me'yûsâneı).

nevmîdî

: نوميدی

ümitsizlik, (bkz. : kunût)

nev-nihâl

: نو نهال

(f. b. s.) : taze fidan, ağacın taze sürgünü.

nev-niyâz

: نو نياز

(f. b. s.) : 1) işe yenjbaşlıyan, yeni meşk alan [çocuk] . 2) tas. müptedî sâlik hakkında kullanılır, Mevlevî tâbirlerindendir. [bunlar bin bir günden ibaret olan çile müddetini matbahta (mütvakta) doldururlardı]

nev-peydi

: نو پيدا

(f. b. s.) : yeni çıkma.

nevr

: نور

(a. i. c. : envâr) : 1) parlaklık. 2) ağaç çiçeği.

nev-râh

: نوراه

(f. b. i.) : 1) yeni yolcu, ilk olarak yolculuğa çıkan. 2) yeni yol.

nevred

: نورد

(f. s.) : "gezen, dolaşan, yolalan" mnââlarında "birleşik sıfat yapar. Reh-nev-red : yol alan. Sahrâ-nevfed : sahralarda gezen, göçebe.

nevregân

: نورگان

(f. i.) : mukavva ve deri oymakta kullanılan bir mücellit âleti.

nev-res

: نورس

(f. b. s.) : 1) yeni yetişen, yeni biten. 2) i. kadın, bazen erkek adı. (f. b. s.) : yeni yetişme,

nev-resîd

: نورسيد

yeni yetişmiş.

nev-resîde

: نورسيده

(f. b. s. c. : nevresîde-gân) : yeni yetişmiş, yeni olgunlaşmıya başlamış, genç, taze.

nevresîde-gân

: نورسيدگان

(f. b. s. nev-resîde'nln c.) : yeni yetişmişler, yeni olgunlaşmıya başlamış olanlar, gençler, tazeler.

nev-resm

: نو رسم

(f. a. b. i.) : 1) [yeniçıkma] yakası büyük, kolsuz, harmani gibi, kırmalı bir çeşit kaput. 2) yeni moda.

nev-resta

: نورسته

(f. b. s. c. : nev-reste-gâ'n) : yeni bitmiş, yeni yetişmiş, yeni meydana gelmiş.

nev-restegân

: نورستگان

(f. b. s. nevreste'nin c.) : yeni bitmişler, yeni yetişmişler, yeni meydana gelmiş olanlar.

nev-restegân-ı maârif

:  

bilgide yeni yetişenler.

nev-rûr

: نوروز

(f. b. i.) : 1) yeni gün. 2) Güneş'in koç. burcuna girdiği gün olup rffmf martın dokuzuna rastlar, ilkbahar başlangıcı ve Celâl} takvimine göre yılbaşıdır. 3) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından biridir. Urmiyeli Safiyüddîn'in kitabına yazmış olduğu arapça güfteli bir remel beste bu makama misaldir. Son zamanlarda İ. Hakkı Bey, bu makamdan darbeyn ve hafif besteler ile aksak ve yürük semaîler, 2 de şarkı bestelemiştir.

nevrûz-i Acem

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kal-. mamıştır.

nevrûz-i Arab

:  

müz. 3-4 asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kaimi; numunesi yoktur.

nevrûz-i asi

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-i beyâtî

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

nevrûz-i büzürg

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkeo makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

nevrûz-ı hârâ

:  

müz. Türk müziğinin en az 3-4 asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

navrûz-i hieâz

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.

nevrûz-i hüseynî

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

nevröz-i ırak

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza bir numunesi kalmamıştır,

nevrûz-i ısfahan

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

nevrûz-i rûmî

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-i sultanî

:  

1) Sultan Celâlücfdîn Melîk-şâh'ın takvimindeki nevruz; 2) müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-i uşşak

:  

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi kalmamıştır.

nevrûziyye

: نوروزيه

(f. t. i.) : nevruz günüiçin hazırlanan bir çeşit macun, o gün için hazırlanan kasîde. [fasâhat kaidelerine aykırıdır]

nevrûz-kûçek

: نوروز گوچك

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

nevrûz-nevâ

: نوروز نوا

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup numunesi zamanımıza kalmamıştır. (f. b. i.) : 

nevrûz-pûselik

: نوروز پوسه لك

müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-râst

: نوروز راست

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-rehâvî

: نوروز رهاوی

(b. i.) : müz. Türk müziğinin en az beş-altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış numunesi yoktur.

nevrûz-sabâ

: نوروز صبا

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az 5-6 asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

nevrûz-zengûle

: نوروز زنگوله

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

nev-rüste

: نورسته

(f. b. i.) : yeni yetişme.

nevs

: نوص

(a. i.) : asılı olan bir nesnenin, öteye beriye sallanması, hareket etmesi, kımıldanma, hareket etme. (bkz. : nevesân).

nev-sâle

: نو ساله

(f. b. s.) : genç; taze; küçük.

nev-sefer

: نو سفر

(f. a. b. s.) : yeni yolculuğa çıkan.

nev-sefer-i nûr-tal'at

:  

parlak yüzlü yolcu.

nev-şâh

: نوشاخ

(f. b. i.) : 1) yeni dal. 2) yeni bitmiş geyik boynuzu.

nev-şüküfte

: نوشکفته

(f. fc. s.) : yeni açılmış [çiçek] . Gonce-i nev-şüküfte : yeni açılmış gonca.

nevt

: نوط

(a. i. c. : envât, niyât) : asma [bir yere-] , (bkz. : ta'lîk).

nevtî

: نوتی

(a. i.) : gemici, (bkz. : keştî-bân,

nev-zâd

: نوزاد

(f. b. s.) : 1) yeni doğmuş, yeni doğan. Tıfl-ı nev-zâd : yemi doğmuş çocuk. 2) i. erkek adı.

nev-zemîn

: نوزمين

(f. b. s.) : yeni tarz, yeni çeşit.

nev-zuhûr

: نو ظهور

(f. a. b. s.) : yeni çıkma.

Nûtî

: نوتی

(a. zf.) : bir suretle, bir

nev-ummâ

: نوعما

derece.

nevvâb

: نواب

(a. s.) : naiplik eden, vekillik eden.

nevvâh

: نواح

(a. s. nevh'den) : 1) ağllyan, ığltk koparan. 2) ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [adam]

nevvâhe

: نواحه

(a. s. nevh'den) : 1) ağlıyan, ığlık koparan [kadın, kız] . 2) ölünün arkasından ağlamak üzere para ile tutulan [kadın, kız]