nâk |
: | ناک |
(f. e.) : isimlere takılarak sıfat meydana getiren bir edat olup "-İİ, -lü" mânâsını verir, [derd-nâk : dertli, elem-nâk : elemli. , gibi] |
nak' |
: | نقع |
(a. i.) : 1) suda ıslanma. 2) sıcak suda haşlama. 3) ilâç olarak çıkarılan su. 4) hayvanın yiyeceğini soğuk su ile ıslatma. 5) toz. (bkz. : gubâr). |
naka' |
: | نقاء |
("ka" uzun okunur, a. i.) : temiz olma, pâklenme. |
nâka |
: | ناقه |
(a. i.) : dişi deve, maya. |
nâ-kabil |
: | نا قابل |
("ka" uzun okunur, f. a. b. s. c. : nâ-kabilân) : 1) olmıyacak, olamıyacak. 2) kabiliyetsiz, câhil. |
nâ-kabûl |
: | ناقبول |
(f. a. b. s.) : istidatsız, kabiliyetsiz. |
nâ-kâfî |
: | نا کافی |
(f. a. b. s.) : kâfi de ğil, yetmez, (bkz. : gayr-ı kâfi). |
nakale |
: | نقله |
(a. s. nâkıl'in c.) : nakledenler, haberciler. |
nâ-kâm |
: | ناکان |
(f. b. s.) : maksadına erişememiş, (bkz. : bed-baht, mahrum). |
nâ-kâmî |
: | نا کامی |
(f. b. i.) : bahıtsızlık, mahrumiyet. |
nâ-kâmî-i düşmen |
: |
düşmanın muratlına nail olmaması, düşmanın mahrumiyeti. |
|
nakarat |
: | نقرات |
(a. i. nakra'nın c.) : 1) müz. bir müzik parçasında (güfteli eserlerde) güftenin tekrar edilen kısmı. 2) mec. usanç verecek kadar sık sık tekrarlanan söz. |
nakare |
: | نقاره |
("ka" uzun okunur, f. i.) : 1) davul, kös. [nazımda "nakkare" şeklinde de geçer] . 2) dümbelek. |
nâ-ka'ryâb |
: |
(f. a. b. s.) : dibi bucağı bulunmıyan, dipsiz. Bahr-i nâ ka'ryâb : dibi bucağı bulunmıyan deniz. |
nakb |
: | نقب |
(a. i.) : 1) delme. 2) delik veya lagarın açma. |
nakb-zen |
: | نقبزن |
(a. f. b. i.) : lağamcı, lağam açıcı. |
nakd |
: | نقد |
(a. i. c. : nukud) : 1) akçe, mâden para. 2) para olarak bulunan servet. 3) peşin para. |
nakd-i cân |
: |
en kıymetli şey. |
|
nakd-i mevcûd |
: |
elde bulunan para. |
|
nakd-i tevfîr etmek |
: |
parayı bol bol harcamak. |
|
nakden |
: | نقدا |
(a. zf.) : 1) para olarak, para ile. 2) peşin, elden. |
nakdî |
: | نقدی |
(a. s.) : nakde mensup, nakitle ilgili, para bakımından olan, paraca. |
nakdîne |
: | نقدينه |
(f. i.) : 1) hazır ve peşin para. 2) kıymetli mal. |
nakdîne-i hayât |
: |
hayâtın kıymeti. |
|
nâ-kerde |
: | ناکرده |
(f. b. s.) : yapılmamış, olmamış. |
nâ-kes |
: | ناکس |
(f. b. s. c. : nâ-kesân) : 1) nekes, cimri, pinti. 2) insaniyetsiz, alçak. |
nâ-kesân |
: | ناکسان |
(f. b. s. nâ-kes'in c.) : 1) nekesler, cimriler, pintiler 2) insaniyetsizler, alçaklar. |
nâ-kesâne |
: | ناکسانه |
(f. zf.) : 1) nekeslikle. 2) alçakcasına. |
nâ-kesî |
: | ناکسی |
(f. b. i.) : nekeslik. |
nâkıd |
: | ناقد |
(a. s.) : 1) paranın kalbini anlıyan. 2) bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3) i. dirhem, dinar. |
nâkil |
: | ناقل |
(a. s. nakl'den. c. : nâkılân) : 1) taşıyan. 2) geçiren. 3) çeviren [bir dilden-] . 4) işittiğini anlatan. 5) fiz. *iletken, fr. conducteur. |
nâkıl-i ahbâr |
: |
haberler nakledici. [müen. : "nâkile"] |
|
nâkıliyyet |
: | ناقليت |
(a. i.) : 1) geçirme vasfı. 2) fiz. 'iletkenlik, fr. conductibilite [yapma kelimelerdendir] |
nâkıl-meclis |
: | ناقل نجلس |
(a. b. s.) : söz taşıyan, (bkz. : münafık, gammaz). |
nakımet |
: | نقمت |
(a. i.) : (bkz. : nakmet). |
nâkır |
: | ناقر |
(a. i.) : nişana isabet eden ok. |
nakıs, nakısa |
: | ناقص ، ناقصه |
(a. s.) : 1) noksan, eksik; tam olmıyan. 2) kusuru olan, kusurlu, (bkz. : kem}. 3) mat. *eksi [—] işareti. Mahrût-i nakıs : kesik koni. 4) a. gr. yalnız lâm-ül-fi'li "son harfi" harf-i illet olan kelime : remy, sehv. . gibi. |
nakısat |
: | ناقصات |
Eksiği Olanlar |
nâkısat-ül-akl |
: |
(aklı kısa) : mec. kadın. |
|
nâkıs-ül iyâr |
: |
ayarı eksik, bozuk. |
|
nâkısât |
: |
(a. s. nâkıs'ın c.) : eksiği olanlar. |
|
nâkısât-ül-akl |
: |
(aklı kısa olanlar) : mec. kadınlar. |
|
nâkız |
: | ناغض |
(a. s. nakz'dan) : bozan, bozucu. |
naki |
: | نقی |
(a. s.) : 1) temiz, pâk. 2) i. erkek adı. |
nakî' |
: | نقيع |
(a. s.) : kandırıcı, kandıran. |
nakîa |
: | نقيعه |
(a. i.) : ziyafet; damat için hazırlanan yemek [zifaf gecesinde] |
nakîb |
: | نقيعب |
(a. s. ve i. nakabet'den. c. : nukabâ) : 1) bir kavim veya kabilenin reisi veya vekili. 2) bir tekkede, şeyhin yardımcısı olan en eski derviş veya dede. |
nakib-i imâret |
: |
imaret şeyhinin Câmirinin) yardımcısı. |
|
nakîb-ül-eşrâf |
: |
Peygamber soyundan olanların işlerini görmek üzere içlerinden hükümetçe tâyin olunan me'mur. |
|
nakib-ül-eşrâf kaymakamı |
: |
taşralarda bu işle vazifeli olan kimseler. |
|
nakîbe |
: | نقيبه |
(a. i.) : 1) insan ruhu. 2) akıl. (bkz. : hûş). |
nakîh |
: | نقيه |
(a. s. nekahet'den) : hastalıktan yeni kalkıp henüz zayıf olan [kimse] |
nakîiyye |
: | نقيعيه |
(a. i.) : zool. "haşlamlılar, fr. infusoires. |
nakîk |
: | نقيق |
(a. s.) : kurbağa, tavuk, kedi gibi hayvanların boğuk sesi. |
nâkil |
: | ناکل |
(a. s.) : 1) nükûl eden, dönen. 2) kaçınan, çekinen, (bkz. : muhteriz). |
nakîme |
: | نقيمه |
(a. i.) : nefis, kendi; asıl, |
nakîr |
: | نقير |
(a. i.) : 1) hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. 2) pek küçük, ehemmiyetsiz şey. |
nakîr ü kıtmîr |
: |
takımiyle, hepsi, iğneden ipliğe kadar. |
|
nakîs |
: | نقيص |
noksân'dan) : eksik, (bkz. : nâ-temâm). |
nâkis |
: | ناکس |
(a. s. c. : nevâkis) : başını dâima öne eğen [adam] |
nakîse |
: | نقيصه |
(a. i. c. : nekais) : eksiklik, kusur; kabahat, ayıp. |
nakîse-dâr |
: | نقيصه دار |
(a. f. b. s.) : kusurlu, eksiği olan. - |
nakîz |
: | نقيض |
(a. s. nakz'dan) : zıt, karşı. Müsemmâ bin-nakiz : adı, vaziyetine ve hareketine uymıyan. |
nakîz-i müddeâ |
: |
mant. antitez, karşı iddia. |
|
nakîza |
: | نقيضه |
(a. s. c. : nakâiz) : birbirine karşı, zıt olan şey, iş. |
nakizevn |
: | نقيضين |
(a. b. s.) : birbirine zıt olan iki şey. |
nakkab |
: | نقاب |
("ka" uzun okunur, a. s. nakb'den c. : nakkabân) : delik açıcı, delici. |
nakkabân |
: | نقابان |
("ka" uzun okunur, a. s. nakkab'ın c.) : delik açıcılar, deliciler. |
nakkad |
: | نقاد |
("ka" uzun okunur, a. s. nakd'den. c. : nakkadân) : 1) nakd eden, paranın kalpını sağlamından ayıran. 2) bir şeyin iyisini kötüsünden ayıran. 3) tenkidçi. 4) imam, hatip; kayyûm. |
nakkad-ı erz |
: |
imarette pişirilen pilâvın pirincini ayiklıyan hademe. |
|
nakkadân |
: | نقادان |
("ka"uzun okunur, a. s. nakkad'ın c.) : (bkz. : nakkad). |
nakkaf |
: | نقاف |
("ka" uzun okunur, a. s.) : iyi niyet sahibi, temkinli kimse. |
nakkal |
: | نقال |
("ka" uzun okunur, a. s. nakl'den) : nakledici, hikayeci, masalcı. |
nakkar |
: | نقار |
("ka" uzun okunur, a. i.) : 1) çalgı; müzik. 2) taş oyma sanatkârı. 3) s. gagalıyan. |
nakkare |
: | نقاره |
("ka" uzun okunur, a. i.) : çiftenâra, dümbelek. |
nakkar-hâne |
: | نقارخنه |
("ka" uzun okunur. a. f. b. i.) : çalgı takımı, çalgı yeri. (bkz. : mehter-hâne). |
nakkaş |
: | نقاش |
("ka" uzun okunur, a. i. nakş'dan) : yağlı boya ile duvar nakışları yapan usta, süsleme sanatkârı. |
nakkaş-ı ezel |
: |
Allah. |
|
nakl |
: | نقل |
(a. i.) : 1) bir şeyi başka bir yere götürme. 2) taşıma, aktarma, geçirme. |
nakl-i hümâyûn |
: |
pâdişâhın taşınması. |
|
nakl-i şahadet, |
: |
(bkz. : kitâb-ı hükmî) |
|
nakl-üd-dem |
: |
fizy. kan aktarma. 3) aynını başka bir şey üzerine alma. 4) anlatma, söyleme [hikâye, masal. .] . 5) tercüme etme. |
|
nakl-bend |
: | نقلبند |
(a. f. b. s.) : hikayeci, masal, hikâye bağlıyan, uyduran. |
naklen |
: | نقلی |
(a. zf.) : 1) nakil yoliyle 2) anlatma veya hikâye yoliyle. |
naklî |
: | نقلا |
(a. s.) : 1) taşıma ile ilgili. 2) akla değil, nakle dayanan, yânî, söylenen [hakikat] . Mâzî-i nakli gr. -miş'li geçmiş : sevmiş, gitmiş. , gibi. |
nakliyyât |
: | نقليات |
(a. i. nakliyye'nin c.) : 1) taşıma işleri. 2) anlatılanlardan öğrenilen şeyler. |
nakliyye |
: | نقليه |
(a. i. c. : nakliyyât) : 1) eşya taşıma işi. 2) taşıma parası, taşımalık. Masârif-i nakliyye : taşıma parası. |
nakm |
: | نقم |
(a. i.) : intikam, öc alma, ezâ vererek cezalandırma. |
naktmet |
: | نقمت |
(a. i.) : intikam, öc alma, ezâ vererek cezalandırma. |
nakr |
: | نقر |
(a. i.) : 1) vurma. 2) kuşun yem toplaması. 3) oyma, kazma, taş oyma, heykel yapma, taş oymacılığı Fenn-i' nakr : heykeltıraşlık, fr. sculpture. |
naks |
: | نقص |
(a. i.) : 1) noksan, eksiklik. 2) eksiltme, azaltma. |
nakş |
: | نقش |
(a. i.) : 1) resim. 2) duvarlara, tavanlara yapılan yağlı veya sulu boya resim, süsleme sanatı. 3) ipekle, sırma ile işleme. 4) mec. hîle, renk. |
nakş-ı ber-âb |
: |
devamsız, süreksiz şey. |
|
nakş-ı cebin |
: |
alın yazısı, (bkz. : ser-nüvişt). |
|
nakş-ı dil-firîb |
: |
gönül aldatıcı suret. |
|
nakş-ı kadem,-ı pâv |
: |
ayak izi. 5) müz. beste ve semaî forme larının husûsî bir şekline verilen isim. |
|
nakş-ı peleng |
: |
g. s. bir kumaş ve çini motifi. |
|
nakş-bend |
: | نقشبند |
(a. f. b. i.) : kumaşların nakışlarını bağlayıp ipek tellerle tezgâha hazırlı- yan kimse, süslemeli dokuma sanatkârı, (bkz. : nakkaş, ressam). |
nakş-bendî |
: | نقشبندی |
(a. f. b. i.) : 1) nakışbendîlik, ressamlık; söslemeli dokuma sanatı. 2) Şeyh Muhammed Bahâüddîn Nakşbend'in kurduğu zühde, murakabeye ve hafî zikre dayanan tarîkatine girmiş kimse. |
nakş beste |
: | نقش بسته |
(a. f. b. i.) : müz. iki haneli beste şekli olup nâdir kullanılmıştır. Nakış bestelerde, bir gelenek olarak hemen dâima lenk-fâhte usûlü kullanılmıştır. |
nakş-perdâz |
: | نقش پرداز |
(a. f. b. s. ve i.) : nakış yapan ressam. |
nakş-perdâzî |
: | نقش پردازی |
(a. f. b. i.) : ressamlık. |
nakş-semâî |
: | نقش سماعی |
(a. b. i.) : müz. iki haneli beste veya semaî. |
nakş-tırâz |
: | نقش طراز |
(a. f. b. i.) : süslü işlemeler. |
nâkur |
: | ناقور |
("ku" uzun okunur, a. i.) : 1) düdük. 2) boru. diyen, (bkz (bkz nâle-nâle-zen). çılan. 4) yabancı, (bkz nâle-senci (f. b. i.) : feryâd-nâ-mahremiyyet -mahremlik. edicilik. |
nâkus |
: | ناقوس |
("ku" uzun okunur, a. i. c. nevâkîs) : Hıristiyanlarda ibâdet vaktini bildirmek üzere kilisede çalıan çan. |
nakvet |
: | نقوت |
(a. i. ve i.) : bir şeyin seçkini. |
nakz |
: | نقض |
(a. i.) : 1) bozma, çözme; kırma. 2) bir sözleşmeyi yok sayma. |
nakz-i sinn |
: | ناقوس |
çürüyüp kırılan dişin çukurunda kalan kök parçası. |
nakzen |
: | نقض |
(a. zf.) : nakzederek, bozarak. |