nâh

: ناخ

(f. i.) : göbek, (bkz. : nâf, sürre)

nah'

: نخع

(a. i.) : kesme, boğazlama, (bkz. : nahr, zebh).

nah

: نخ

(f. i.) : 1) tel. 2) ip. (bkz irişte).

nahâfet

: نحافت

(a. i.) : zayıflık, cılızlık, arıklık.

nahâfet

: نحافت

(a. i.) : aksırma. liyen, türkü söyliyen. (bkz. : nağme-keş, nağme-perdâz, nağme-sâz, nağme-zen).

nağme-hânî

: نغمه خوانى

(a. f. b. i.) : şarkı, türkü söyleyicilik. (bkz. : hânende-gî).

nağme-hîz

: نغمه خيز

(a. f. b. s.) : nağme kaldıran, ahenk uyandıran, türkü, şarkı söyliyen.

nağme-keş

: نخافت

(a. f. b. s.) : şarkı söy-

nâ-hâh

: ناخواه

(f. zf.) : istemiyerek, zoraki. Hâh-nâ-hâh : ister istemez, (bkz. : tav'an ve kerhan). (bkz. : kerhan). '

nâ-hakk

: ناحق

(f. a. b. s.) : 1) haksız. 2) bîhûde, boş.

nâ-halef

: ناخلف

(f. a. b. s.) : oyuna çekmiyen hayırsız evlâd.

nâ-hânde

: ناخوانده

(f. b. s.) : okumamış, câhil, (bkz. : ümmî).

nahârîr

: نحارير

(a. i. nihrîr'in c.) : bilgili, tecrübeli, âlim, fâzıl, mahir kimseler.

nâ-hâst

: ناخست

(f. b. s.) : kötürüm.

nahâset

: نخاست

(a. i.) : 1) canbazlık. 2) esircilik.

nâ-hâst

: ناخواست

(f. b. s.) : istenilmemiş, isteksiz; zf. istemeden.

nahb

: نحب

(a. i.) : ölüm, ecel.

nahb

: نحب

(a. i.) : 1) çekip çıkarma. 2) şerefe içilen kadeh.

nahçîr

: نخب

(f. i.) : 1) av. (bkz. : sayd). 2) yaban keçisi. 3) av yeri.

nahçîr-gâh

: نخچيرگاه

(f. b. i.) : avlak, av yeri. (bkz. : mısyed, mısyede).

nahçîr-gîr

: نخچير گير

(f. b. i.) : avcı. (bkz. : nahçîr-vân, sayyâd).

nahçîr-vân

: نخچيروان

(f. b. i.) : avcı. (bkz : nahçîr-gîr).

nâ-hemtâ

: ناهمتا

(f. b. s.) : müsâvî olmıyan, eş ve denk olmıyan.

nâ-hem-vâr

: ناهموار

(f. b. s.) : 1) düz olmıyan, eğri. 2) uygunsuz. 3) uymıyan. (bkz. : gayr-i mutabık).

nâ-hemvârî

: ناهمواری

(f. b. i.) : 1) düz olmama, eğrilik. 2) uygunsuzluk; uymazlık.

nâ-hencâr

: ناهنجار

(f. b. s.) : yolsuz, doğru olmıyan.

nahham

: نحام

(a. s.) : 1) çok balgam çıkaran adam. 2) tamahkâr, cimri, pinti, (bkz. : bahîl, hasîs).

nahhâs

: نخاس

(a. s. i.) : 1) hayvan alıp satan, canbaz. 2) esirci, esir satıcısı.

nahhâs

: نحاس

(a. i.) : bakırcı.

nahhât

: نحات

(a. i.) : kereste kesicisi, doğramacı; marangoz; tahta, ağaç oymacısı

nahhât

: نحاط

(a. s.) : kibirli, gururlu.

nâhî

: ناهی

(a. s. nehy'den) : men'eden, yasak eden, önliyen.

nâhî

: ناحی

(a. i. c. : nuhat) : nahiv (syntaxe) âlimi.

nâhib

: ناهب

(a. s. nehb'den) : yağma eden, talanlıyan, yağmacı, talancı, çapulcu, (bkz. : yağmâ-ger).

nahîb

: ناحی

(a. s.) : korkak, (bkz. : cebîn).

nahîb

: ناهب

(a. i.) : avaz avaz ağlama.

nâhidât

: نخيب

(a. s. nâhide'nin c.) : (bkz : nevâhid).

nâhîd, nâhîde

: ناهيد ، ناهيده

(f. i.) : 1) Venüs (Zühre) gezeğeni, Çulpan. 2) yeni yetme kız. (bkz : nâhid, nâhide).

nâhid, nâhide

: ناهيد ، ناهيده ناهيد ، ناهيده

(a. s. c. : nevâhid) : 1) turunç memeli kız. 2) i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

nahîf

: نحيف

(a. i.) : genizden gelen ses.

nahîf

: نحيف

(a. s. nehâfet'den) : zayıf, arık. (bkz. : lagar, zebûn).

Nahîfî

: نحيفی

Süleyman Nahîfî istanbul'da doğmuştur. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş 1738 de istanbul'da ölmüştür. Nahîfî iyi bir gazel şâiri olmakla beraber, ona ün kazandıran asıl eseri Mesnevî Tercümesi'dir. Mevlânâ'nın 6 ciltlik bu büyük eserini 1712 de aynen ve manzum olarak tercümeye başlamış, 1730 da tamamlamıştır. Bundan başka bir dîvânı ile bir kaç eseri daha vardır.

nâhik

: ناهق

(a. s. nehak'dan) : merkep gibi anıran, eşek sesli.

nâhika

: ناهقه

(a. i. c. : nevâhik) : dudaklı hayvanların göz pınarı.

nahîl

: نخيل

(a. i.) : 1) hurma ağacı. 2) (nahl'in c.) : hurma ağaçları, hurmalık.

nâhil, nâhile

: ناحل ، ناحله

(a. s.) : ince, zayıf, arık.

nâhil

: ناهل

(a. s.) : susuz, suyu olmıyan. (bkz. : beyaban).

nâhil

: ناخل

(a. i.) : kalburcu.

nahîle

: ناحر

(a. i.) : huy, tabîat.

nâhir

: نحير

(a. i.) : 1) çürüyüp ufalanmış kemik. 2) hayvan kırımında kemikleri kırıp, eritip çerviş yapı yapan kasap.

nahîr

: نخير

(a. s. nahr'den) : boğazlanmış, kesilmiş, (bkz. : mezbuh). Üştür-i nahîr : boğazlanmış deve

nahır

: نحيره

(a. i.) : burundan hırlama.

nâhire

: ناحر

(a. i.) : 1) ayın birinci günü. 2) ayın sonu, sonu, son gecesi,

nahîre

: ناحر

(a. i.) : ayın ilk günü veya son gecesi.

nâhis

: ناحس

(a. i.) : kıtlık yılı.

nahîs

: نحيس

(a. s.) : 1) uğursuz, yümünsüz 2) i. Kıtlık : Sâl-i Nahîs : Kıtlık Yılı

nahît, nahîte

: نحيت ، نحيته

(a. i.) : inilti.

nahiye

: ناحيه

(a. i. c. : nevâhî) : 1) yan taraf, kenar, yan 2) civar, çevre. 3) küçük yer; bölge. 4) mülkî taksimatta kazadan küçük, köyden büyük yurt parçası.

nâhiye-i ıbtiyye

:  

anat. koltukaltı bölgesi.

nâhiye-i katâniyye

:  

anat. bel bölgesi.

nâhiye-i rakabiyye

:  

anat. ense nahiyesi.

nâhiye-i zahriyye

: نحمه

anat. arka nahiyesi.

nâhiye-i us’ûsiyye

:  

anat. Kuyruk sokumu nâhiyesi. 5) (c. : Nehvâhî) * bucak

nahîz

: ناخوش

(f. s.) : pusu. (bkz. : kemîn)

nahîz-gâh

: ناخوشی

(f. b. i.) : pusu yeri. (bkz : kemîn-gâh).

nahl

: نخيل

(a. i. c. : nühûl) : arı, balarısı, (bkz. : ya'sûb, zünbûr).

nahl

: ناهل

(a. i.) : 1) hurma ağacı. 2) gümüş veya mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulması, vaktiyle âdet olan süs ağacı, (bkz. : beyaban). nahl-ı erguvân : meşhur bir çeşit lâle.

nahl-i Meryem

:  

Hz. İsa'nın doğumu sıralarında Hz. Meryem'in doğum sancılarından ıztıraplı bir halde tutunduğu altında oturduğu hurma ağacı

nâhil

: نخيله

(a. i.) : kalburcu. da Hz. Meryem'in doğum sancılarından ıztıraplıbir halde tutunduğu, altında oturduğu hurma

nahl-i matem, nahl-i tâbut

:  

evvelce İran'da, ölen pek yaşlı kimselerin tabutu üzerine konulan bir çeşit süslü taç.

nahl-i Tûr

:  

Hz. Mûsâ'nın Eymen Vâdîsi'nde, üzerinde tecellî eden İlâhî nurları görmüş olduğu mukaddes ağaç. (bkz. : seçeri-i tûr)

nahl-bend

: نخلبند

(a. f. b. i.) : 1) ağaç boğazlanmış deve. budayıp tanzîm eden kimse. 2) balmumundan tak. I ît süs ağacı yapan kimse, balmumcu, (bkz. : kalem-kâr)

nahle

: نخله

(a. i.) : 1) bir fidan. 2) ayın sonu, son gecesi. bir tane hurma ağacı.

nahle

: نحله

(a. i.) : bir tek Arı

nahliyye

: نخليه

(a. i.) : bot. hurmalar, fr. Palmiers.

nahl-sitân

: نخلستان

(a. f. b. i.) : 1) hurmalık, hurma fidanlığı. 2) fidanlık, ağaçlık. (bkz : nahl-zâr)

nahl-zâr

: نخلزار

(a. f. b. i.) : (bkz. : nahl)

nahme

: نحمه

(a. i.) : göğüsten çıkan ses.

nahnaha

: نحنحه

(a. i.) : 1) öksürük. 2) hırıltılı soluma.

nâ-hôş

: ناخش

(f. b. s.) : hoşa girmiyen, beğenilmiyen.

nâ-hôşî

: ناخشى

(f. b. i.) : fenalık, iğrençlik.

nâ-hoşnûd

: ناخشنود

(f. b. s.) : hoşnut olmıyan, razı olmıyan. (bkz. : gayr-i memnun).

nâ-hoş-güvâr

: ناخوشگوار

(f. b. s.) : hazmi zor, tatsız, (bkz. : nâ-güvâr).

nâ-hoşnûdî

: ناخشنودی

(f. b. i.) : hoşnutsuzluk.

nahr

: نحر

(a. i.) : boğazlama, kesme. Yevm-ün-nahr : kurban bayramının ilk, zilhiccenin onuncu günü. (bkz. : nah, zebh).

nahs

: نحس

(a. i.) : 1) uğursuzluk, yümünsüzlük. 2) s. uğursuz, bahtsız.

nahs-i asgar

: نخس

astr. Merih (Mars) gezegeni.

nahs-i ekber

: نحت

astr. Zühal (Satürn) gezeğeni.

nahs-i felek

:  

astr. Zuhal ve Merrih gezeğenleri.

nahs

: نخس

(a. i.) : zayıflama.

naht

: نحت

(a. i.) : 1) yonma, yonulma, oyma, oyulma, tahta, ağaç oymacılığı. 2) iki kelimeden tek kelime meydana getirme : "Elhamdü-lillâhi. Bismillâhi" yerine "hemdele, besmele" gibi. (bkz. : menhût).

nâ-hudâ

: ناخدا

(f. b. s.) : 1) Allahsız, Allahtan korkmaz. 2) gemi kaptanı.

nâ-hudâ-yi Hudâ-nâ-şinâs

:  

Allah'ı tanımıyan gemici : [Süleyman Nazif'in kullandığı cinaslı bir tâbir] , (aslı : "nâv-ı hudâ : tekne sahibi" dir).

nâhun

: ناخن

(f. i.) : tırnak, (bkz : zıfr).

nâhun-ı âf-tâb

:  

ateş.

nâhun-ı hâme

:  

kalemin ucu, burnu.

nâhun-âftâb

: ناخن آفتاب

(f. b. i.) : ateş.

nâhun-be-dendân

: ناخن بدندان

(f. b. s.) : kederden veya hayretten dolayı parmağını dişleri arasına kıstırmış olan.

nâhun-bür

: ناخن بر

(f. b. i.) : tırnak makası veya çakısı, (bkz. : nâhun-bürâ, nâhun-gîr).

nâhun-bürâ [y]

: ناخن برا [ی]

(f. b. i.) : tırnak makası, tırnak çakısı, (bkz. : nâhun-bür, nâhun-gîr).

nâhune

: ناخنه

(f. i.) : 1) tanbur mızrabı. 2) tırnak.

nâhun-gîr

: ناخن گير

(f. b. s.) : (bkz. : nâhun-bür, nâhun-bürâ).

nâhun-hâreojl

: ناخن خواره

(f. b. i.) : hek. dolama, (bkz. : nâhun-pâl).

nâhun-pâl

: ناخن پال

(f. b. i.) : hek. dolama, (bkz. : nâhun-hâre).

nâhun-pîrâ

: ناخن پيرا

(f. b. i.) : (bkz. : nâ-hun-tırâş).

nâhun-tırâş

: ناخن تراش

(f. b. i.) : tırnak çakısı veya makası, (bkz. : nâhun-gîr).

nahv

: نحو

(a. i.) : 1) (c. : enhâ) yan, yön, taraf, cihet. 2) yol. 3) e. gibi, benzer, (bkz : mânend). 4) *sözdizimi, sintaks, " fr. syntaxe.

nahve

: نخوه

(a. i.) : çörek otu. (bkz. : habbe-i sevda).

nahvet

: نخوت

(a. i.) : kibir, gurur, büyüklenme, ululanma, kurulma, böbürlenme, (bkz. : taazzum, tekebbür).

nahvet-i cündiyâne

:  

binicilik gururu.

nahvet-fürûş

: نخوت فروش

(a. f. b. s.) : büyüklük satan, böbürlenen, (bkz. : nahvet-pîşe).

nahvet-pîşe

: نخوت پيشه

(a. f. b. s.) : (bkz : nahvet-fürûş).

nahvî

: نحوی

(a. s.) : "sözdizimi, sintaksla ilgili, fr. syntaxique.

nahviyyûn

: نحويون

(a. s. ve i.) : gramerciler, gramer uzmanları.

nahz

: نحز

(a. i.) : 1) bir şeyle dürtme. 2) biber gibi şeyleri havanda dövme.

nahz

: نحض

(a. i.) : 1) kemiğin etini ayıklama. 2) cerrahlıkta ameliyatta kesilecek kemiği açma.