nâ |
: | نا |
(f. e.) : başa gelerek kelimeyi menfîleştiren bir edat. : Nâ-bedîd : gözükmiyen. Görünmiyen. Nâ-pâk : temiz olmıyan, pis. Nâ-puhte : pişmemiş ham (adam) (farsçada "nâ" ile "bî" edatları arasında fark vardır. "Bî" kat'î nefy edâtıdır. "Nâ" ise nefy fiilinin vukuunu bildirir. "Bî" isimlerin başına gelir; "nâ" fiilerden türeme kelimerle sıfatların başına konur). |
nâ-âgaz |
: | نا آغاز |
("ga" uzun okunur. f. b. s.) : geçmişin başlangıcı olmıyan gün. |
nâ-âşna |
: | نا آشنا |
(f. b. s.) : bilinmiyen, yabancı, (bkz : bî-gâne). (bâzan nazımda: "nâşnâ" şeklinde de kullanılır. |
nâb |
: | ناب |
(a. i. c. : enyâb) : 1) Azı dişi. 2) yaşlı deve. |
na'b |
: | نعب |
(a. i.) : karga veya horoz gibi. |
nâb |
: | ناب |
(f. s.) : 1) hâlis, saf, arı. 2) katıksız. 3) berrak 4) i. Oluk. |
nâ-bâlig |
: | نابالغ |
(f. a. b. s.) : bâliğ olmıyan, henüz bülûğa ermemiş. |
nabazân |
: | نبضان |
(a. i.) : damar vurması, nabız atması. |
nâ-becâ |
: | نابجا |
(f. b. s.) : yersiz, yolsuz, yerinde değil, münâsebetsiz, uygunsuz. (bkz : nâ-bercâ). |
nâ-bedid |
: | نابديد |
(f. b. s.) : görünmez, belirsiz, kayıp. |
nâ-be-hengâm |
: | نابهنگام |
(f. b. s.) : mesimsiz, vakitsiz, zamânından önce. |
nâ-behre |
: | نا بهره |
(f. b. s.) : 1) ulu. (bkz : azîm). 2) soysuz, (bkz. : fürûmâys). 3) karışık, (bkz. : mağşuş). |
nâ-be-hencâr |
: | نا بهنجار |
(f. b. o.) : usulsüz, yolsuz. |
nâ-bs-kaide |
: | نا بقاعده |
("ka" uzun okunur. f. a. b. s.) : kaideye uymıyan, kurala aykırı, kaidesiz. |
nâ-bekâr |
: | نابکار |
(f. a. b. s.) : 1) işsiz, işe yaramaz. 2) haylaz, yaramaz, hayırsız. |
nâ-be-mahal |
: | نابمحل |
(f. a. b. s.) : mahalsiz, yersiz, yolsuz, yerinde olmıyan. |
nâ-bercâ |
: | نا برجا |
(f. b. s.) : yersiz, yolsuz, (bkz. : nâ-becâ). |
nâ-besî |
: | نابسی |
(f. i.) : yokluk, (bkz. : adem). |
nâ-be-sûd |
: | نا بسود |
(f. b. s.) : el değmemiş, el dokunmamış, yeni şey. Câme-i nâ-be-sûd : yeni elbise. |
nabız |
: | نابض |
(a. s.) : nabazan eden, vuran. |
nâbıza |
: | نابضا |
(a. i. c. : nevâbız) : anat. nabız damarı. |
nâbî |
: | نابی |
(a. i.) : 1) haberci, haber veren, (bkz. : muhbir). 2) i. erkek adı. |
nâbi', nâbia |
: |
(a. s. nebeân'dan) : yerden çıkıp fışkıran, kaynıyan, akan. |
|
Nâbî |
: | نابی |
(a. h. i.) : Büyük Türk. şâiridir; 1626 da Urfa'da doğmuştur. Dördüncü Sultan Mehmed devrinde (1648-1687) İstanbul'a gelerek Musâhib-i Şehriyârî Mustafa Paşa dâiresine intisab ile onun dîvan kâtipliğini yapmış ve bir ara Hicaz'a da gitmiştir. Mustafa Paşa ölünce Haleb'e çekilerek uzun müddet orada yaşamıştır; Halep Vâlîsi Baltacı Mehmet Paşa ile birlikte yeniden İstanbul'a gelmiştir (1710). İstanbul'da hayâtının son yıllarında baş muhasebecilik vazifesi görmüş ve' 1712 de ölmüştür. Başlıca eserleri şunlardır : Mürettep Divan, Hayriyye, Hayr-âbâd, Surnâme, Zeyl-i Siyer-i Veysî, Tuhfet-ül-Harameyn, Münşeat. Vâdî sahibi büyük bir şâirdir; şiirleri daha çok hikemîdir. Ebü-I-Hayr ve Emin adlı iki oğlu olmuştur. âlimdir, müzikte Seyyid Nuh müstear adiyle besteleri vardır; yazısı da pek güzeldir. |
nâbiga |
: | نابع ، نابعه |
(a. s. c. : nevâbig) : 1) şanı, şöhreti büyük adam. 2) sonradan şâir olan. 3) büyük Arap şâiri Nâbıgatü-z-Zübyânî. |
nâ-bînâ |
: | نابینا |
(f. b. s. c. : nâ-bînâyân) : a'mâ, gözü görmez, anadan doğma kör. (bkz. : a'mâ, darîr, kûr). , gözü görmez, anadî i, darîr, kûr). |
nâ-bînâ-yân |
: | نابينايان |
(f. b. s. nâ-bînâ'nın c.) : a'mâlar, gözü görmezler, anadan doğma körler, (bkz. : adırrâ, azırrâ). |
nâ-bînâyî |
: | نابينايی |
(f. b. i.) : körlük, a'mâlık. |
nâbit |
: | نابت |
(a. s. nebât'dan) : yerden biten, yerden çıkıp yüyen, [müen. : "nâbite"] |
nâbite |
: | نابته |
(a. i.) : bir kabilede yeni çıkan küçük evlât. |
nâbiz |
: | نابذ |
(a. i.) : savaşan, savaşçı, (bkz : muhârib). |
Nabt |
: | نبط |
(a. h. i.) : Arap yarımadasının kuzeyinde oturan Süryanilerden bir kısım. |
Nabtî |
: | نبطی |
(a. s.) : Nabt kavmine mensup, onunla ilgili. |
nâ-bûd |
: | نابود |
(f. b. s.) : 1) yok olan, bulunmıyan. (bkz. : ma'dûm). 2) sonradan yok olan. 3) iflâs etmiş, perişan olmuş, (bkz. : muzmahil) |
nâ-bûd-mend |
: | نابود مند |
(f. b. s.) : fakir, yoksul. |
nabz |
: | نبض |
(a. i.) : 1) biy. atar damar, vurur damar. 2) mec. hâlet-i rûhiyye, psikoloji. |
nabza |
: | نبضه |
(a. i.) : damarın bir kere atması. |
nabz-âşnâ |
: | نبض آشنا |
(a. f. b. s.) : nabızdan anlıyan, mizaç bilen. |
nabz-gîr |
: | نبض گير |
(a. f. b. s.) : nabza, mizâca göre davranmasını bilen, yaranmasını bilen [birine-] |
nabzî |
: | نبضی |
(a. s.) : damarın atmasiyle ilgili. |