mülâabe

: ملاعبه

(a. i. la'b'dan) : oynaşma, oynayıp eğlenme, (bkz. : mübâale).

mülâane

: ملاعنه

(a. i.) : (bkz. : mübâhele).

mülâbese

: ملابسه

(a. i. lebs'den) : 1) birbirine benziyen iki şeyin birbirinden ayırdedilemi-yerek karıştırılması. 2) münâsebet, yakınlık, ["mülâbeset" şeklinde de kullanılır]

mülâbis

: ملابس

(a. s. lebs'den) : 1) karışan. 2) münâsebet kuran; yakınlık gösteren.

mülâemet

: ملائمت

(a. i. le'm'den) : (bkz : mülâyemet).

mülâhaza

: ملاحظه

(a. i. lâhz'den. c. : mülâhazat) : 1) dikkatle bakma. 2) iyice düşünme. 3) düşünce.

mülâhazat

: ملاحظات

(a. i. mülâhaza'nın ı) : düşünceler.

mülâhham

: ملحم

(a. s. lâhm'den) : etli, şişman, semiz, [yapma kelimelerdendir]

mülâhhas

: ملخص

(a. s.) : telhîs edilmiş, hulâsası (*özeti) çıkarılmış.

mülâhık

: ملاحق

(a. s. lâhk'dan) : bitişik, yapışık.

mülâhid

: ملاحد

(a. s. c. : mülâhide) : hak mezhepten bâtıl mezhebe kayan.

mülâib

: ملاعب

(a. s. lû'b'dan) : oyniyan, oynaşan.

mülâim

: ملائم

(a. s. le'm'den) : (bkz. : mülayim).

mülakat

: ملاقات

("ka" uzun okunur, a. i. lika'dan) : 1) kavuşma; buluşma; birleşme. 2) görüşme.

mülâki

: ملاقی

(a. s. lika'dan) : buluşan, kavuşan; görüşen.

mülâkkab

: ملقب

(a. s. lâkab'dan) : telkibolunmuş, lâkablanmış, lâkablı.

mülâm

: ملام

(a. i.) : azarlama, azar. (bkz. : itâb).

mülâmese

: ملامسه

(a. i. lems'den) : lemsetme, el ile tutma, yoklama; birbirine dokunma, (bkz. : temas).

mülâsaka

: ملاصقه

(a. i.) : 1) iltisak etme, bitişme, yapışma. 2) ulaşma, yanaşma.

mülâsık

: ملاصق

(a. s. lûsûk'dan) : ilti-saklı, bitişik, yapışık; yanyana bulunan.

mülâtafa

: ملاطفه

(a. i. lûtf'dan. c. : mülâtafât) : 1) lâtife etme, şakalaşma. 2) lütfetme, güzel muamele.

mülâtafât

: ملاطفات

(a. i. mülâtafa'nın c.) : lâtife etmeler, şakalaşmalar.

mülâtama

: ملاطمه

(a. i.) : şamarlaşma, tokatlaşma.

mülâtıf

: ملاطف

(a. s.) : lâtîfe eden, edici.

mülâttıf, mülâttıfa

: ملطف ، ملطفه

(a. s. lûtf'dan) : 1) taltif eden, bir iyilikle gönül alan. 2) hek. yumuşatıcı [ilâç] , (bkz. : müleyyin). Edviye-i mülâttıfa : yumuşatıcı ilâçlar.

mülâttıfât

: ملطفات

(a. s. Mülâttıf 2 nin c.) : yumuşatıcı ilâçlar.

mülâveme

: ملاومه

(a. i.) : birbirini çekiştirme.

mülâyemet

: ملايمت

(a. i. le'm'den) : 1) uygunluk, (bkz. : muvafakat). 2) yumuşak huylu-luk, yavaşlık. 3) bağırsakların yumuşaklığı [kabz'ın zıddı]

mülâyenet

: ملاينت

(a. i.) : lînet, yumuşaklık. mülayim fCe (a. s. le'm'den) : 1) uygun, (bkz. : muvafık). 2) yumuşak huylu, yavaş [kimse] . 3) pekliği olmıyan. 4) i. erkek adı.

mülâzeme

: ملازمه

(a. s.) : lüzumlu, gerekli; ayrılmaz.

mülâzemet

: ملازمت

(a. i. lüzûm'dan) : 1) bir yere veya kimseye sımsıkı bağlanma. 2) gidip gelme. 3) bir işle devamlı meşgul olma. 4) staj görme.

mülâzemeten

: ملازمة

(a. zf.) : mülazım2 olarak, staj görerek, maaşsız, aylıksız.

mülâzık

: ملاذق

(a. s.) : yapışmış; yapışmış olma. (bkz. : mülâsık).

mülâzım

: ملازم

(a. s. lüzûm'dan. c. : mülâzımîn, mülâzımân) : 1) bir yere veya kimseye sarılıp ayrılmıyan, tutunup kalan. 2) i. stajyer, bir yere maaşsız olarak gidip gelen. 3) i. ask. *teğmen.

mülâzım-ı evvel

:  

ask. *üsteğmen. mülâzım-ı sânî : ask. *teğmen.

mülâzımân

: ملازمان

(a. s. mülâzım'in c.) : -(bkz. : mülâzımîn).

mülâzımîn

: ملازمين

(a. s. mülâzım'in c.) : 1) bir yere tutunup kalanlar, bir kimseye sarılıp ondan ayrılmıyanlar. 2) i. stajyerler, bir yer maaşsız olarak gidip gelenler. 3) i. ask. "teğmenler

mülâzime

: ملازمه

(a. i.) : müz. Peşrev saz semaîsi, oyun havaları gibi saz eserlerinden her hanenin sonunda tekrarlanan, aynı nağme cümlelerinden yapılmış kısım.

mülcem

: ملجم

(a. s.) : gemli, yularlı.

mülcî

: ملجی

(a. s.) : ''câ eden, zorlıyan zorla yaptıran.

mülebbes

: ملبس

(a. s. lebs' ve libs'den) : 1) giyilmiş. 2) iltibaslı, karışık.

müleffaka

: ملفقه

(a. i.) : 1) *seçmeciler fr. Les eclectiques. 2) s. düzme, sahte. 3) yaldız] söz.

müleffef

: ملفف

(a. s. leffden) : (bkz. : melfûf).

mülekâ

: ملكا

(a. i. melîk'in c.) : (bkz. : meiîk).

mülemma'

: ملمع

(a. s. lem'den) : 1) telmi' edilmiş, parlak, (bkz. : revnak-dâr). 2) ala ca, renk renk. 3) (i. ed. : c. mülemmaât) bir kıs mı türkçe, bir kısmı arapça veya farsça söylenmi : olan manzume. 4) bulaşmış, sıvanmış. Mürg-i mü lemma-beden : Güneş.

mülemma' şemse

:  

g. s. ciltli kitaplarda kabir ortasında bulunan şemse ile köşebentlerin araş tezhiple doldurulmuş ise bu çeşit şemseye verilen bir ad.

mülemmaât

: ملمعات

(a. i. mülemma'3üı c.) : bir kısmı türkçe, bir kısmı arapça veyi farsça söylenmiş olan manzumeler.

mülemma'-kâr

: ملمعكار

(a. f. b. s.) : mürâyî, riyakâr.

mülessen

: ملسن

(a. s.) : ucu dil şeklin de mahrûtî.

mülevven

: ملون

(a. s. levn'den) : 1) renkli, renk renk, türlü türlü, (bkz. : reng-â-reng). İL. boyalı, boyanmış. Sem-i mülevven : psik. renkli işitme, fr. auditîon colore"e.

mülevves

: ملوث

(a. s. levs'den) : 1) telvîs edilmiş, kirli, pis. 2) intizamsız, karışık.

mülevvin

: ملون

(a. s. levn'den) : 1) telvîn eden, renk veren. 2) boyayan.

mülevven

: ملين

(a. s. lînet'den) : telyîn edilmiş, yumuşatılmış.

müleyyin

: ملين

(a. s. lînet'den) : telyîn eden, lînet veren, yumuşatan, yumuşatıcı, (bkz. : mülâttıf2.

mülga

: ملغی

("ga" uzun okunur, a. s. lağVdan) : ilga olunmuş, lağvedilmiş, kaldırılmış.

mülhak

:  

(a. s. lühûk'dan) : 1) ilhak edilmiş, sonradan takılmış, katılmış. 2) i. bir asker karargâhında emir subayı yardımcısı.

mülhakat

: ملحقات

("ka" uzun okunur, a. i. mülhak'ın c.) : 1) katmalar, ekler. 2) bir mer-'keze baülı olan yerler, (bkz. : muzâfât).

mülhem

: ملهم

(a. s. lehm'den. c. : mülhemûn) : ilham edilmiş, [birinin] içine doğmuş.

mülhem ü belîğ

:  

ilham edilmiş ve güzel, iyi ifâde edilmiş.

mülhemûn

: ملهمون

(a. s. ilhâm'dan. mülhem'in c.) : ilham olunanlar, içe doğanlar : El-mülûkü mülhemûn : pâdişâhlar, ilhamına mazhar olmuş kimselerdir.

mülhid

: ملحد

(a. s. lâhd'den. c. : melâhide, mülhidîn) : Allah'ı inkâr eden, dinsiz, imansız.

mülhidîn

: ملحدين

(a. s. lâhd'den, mülhid'in c.) : Allah'ı inkâr edenler, dinsizler, imansızlar, (bkz. : melâhide).

mülhid-âne

: ملحدانه

(a. f. zf.) : dinsiz, "mansızcasına.

mülhik

: ملحق

(a. s.) : ilhak eden, katan.

mülhim

: ملهم

(a. s. lehm'den) : ilham eden, [birinin] içine doğduran, [müen. : mülhime]

mülimme

: ملمه

(a. i.) : felâket.

mülk

: ملك

(a. i. c. : emlâk) : 1) ev, dükkân, arazî gibi taşınmaz ve gelir getiren mal. (bkz. : gayr-i menkul). 2) bir devletin ülkesi. Dâr-ül-mülk : paytaht, başşehir. 3) vakıf olmayıp -doğrudan doğruya- birinin malı olan [toprak veya akar, yapı] , (bkz. : milk). Nefy-i mülk : fık. bir kimse malını başkasına bağışlama.

mülk-i mukayyed

:  

huk. irs ve şirâ gibi mülk sebeplerinden biriyle takyîd ve beyân olunan mülkiyet.

mülk-i mutlak

:  

huk. irs ve şirâ gibi mülk sebeplerinden biriyle takyîd ve beyan edilmiyen mülkiyet.

mülk-i saadet

:  

saadet ülkesi.

mülk-i suhan

:  

söz ülkesi, şiir diyarı.

mülk-i yemîn

:  

fık. bir kimsenin temellükünde bulunan köle ve câriye.

mülk-dâr

: ملكدار

(a. f. b. s.) : pâdişâh.

mülk-dârâne

: ملكدارانه

(a. f. zf.) : pâdişâha yaraşır yolda.

mülk-dârî

: ملكداری

(a. f. b. i.) : padişahlık.

mülket

: ملكت

(a. i.) : ülke. mülket-i Osmâniyye : Osmanlı ülkesi.

mülk-gîr

: ملكگير

(a. f. b. i.) : hükümdar.

mülkî

: ملكيه

(a. s.) : 1) bir ülkeye âit, ülke ile ilgili. 2) ülke idaresine âit, onunla ilgili. 3) asker ve sarıklı sınıfının dışındaki me'murlar. (bkz. : milkî).

mülkiyye 

:  

(a. i.) : asker ve sarıklı sınıfının dışındaki me'murlar sınıfı. Mekteb-i mülkiyye : *Siyasal Bilgiler Okulu, idare me'muru yetiştirmek üzere kurulmuş olan mektep.

mülkiyyet

: ملكيت

(a. i.) : mülk sahipliği.

müllâk

: ملاك

(a. s. mâlik'in c.) : (bkz. : mâlik).

mülsak

: ملصق

(a. s.) : ilsâk edilmiş, bitiştirilmiş, kavuşturulmuş.

mültebis

: ملتبس

(a. s. lebs'ten) : iltibaslı, benziyen, başka bir şeyden ayırdedilemez. fels. fr. confus.

mültecâ

: ملتجی

(a. s. lec'den) : iltica edilecek, sığınıjacak yer. (bkz. : melce', penâ-gâh, melâz).

mülteci

: ملتجی

(a. s. lec'den) : iltica eden, yabancı diyardan gelip sığman.

mültefet

: ملتفت

(a. s. left'den) : 1) iltifat edilmiş, bakılmış. 2) güler yüz gösterilmiş, hoş davranılmış. 3) ehemmiyet verilmiş.

mülteff, mülteffe

: ملتف ، ملتفه

(a. s.) : birbirine sarılmış, karışmış. Eşcâr-ı mülteffet-ül-ag-sân : bot. dalları birbirine karışmış ağaçlar; fels. fr. concomitant.

mültefit

: ملتفت

(a. s. left'den) : 1) iltifat eden, yüzünü çevirip bakan. 2) güler yüz gösteren, hoş davranan. 3) ehemmiyet veren.

mültefit-âne

: ملتفتانه

(a. f. zf.) : mültefitçe, iltifatlılıkla.

mültehî

: ملتحی

(a. s. lihye'den) : sakalı çıkmış olan genç.

mültehib

: ملتهب

(a. s. lehb'den) : 1) iltihâbetmiş, alevlenmiş, tutuşmuş. 2) iltihaplı, şişmiş, kızarmış.

mültehif

: ملتحف

(a. s.) : yorgan gibi bir şeye bürünüp sarılan.

mültehif

: ملتهف

(a. s.) : 1) alevli. 2) mec. kederle yanan, çok üzgün.

mültehik

: ملتحق

(a. s. lühûk'dan) : ilhak etmiş, ilhak olunmuş, katılmış.

mülteim

: ملتئم

(a. s. le'm'den) : iltiyam bulan, onulan, iyileşen [yara] , (bkz. : iltiyâm-pezîr).

mülteka

: ملتقی

("ka" uzun okunur, a. s. lika'dan) : kavuşak, kavuşma; buluşma; birleşme yeri.

mülteka-l-ebhür

:  

coğr. 1) denizlerin kavuşup birleştiği yer; 2) İslâm fıkhına âit ünlü eser.

mülteka-yi neseb

:  

("ka" uzun okunur) : fer. iki veya daha çok kimsenin neseplerinin birleştiği şahıs.

mültekım

: ملتقم

(a. s. lâkm'den) : ilti-kam eden, yutan.

mültekım-âne

: ملتقمانه

(a. f. zf.) : yutarcasına.

mültekıt

: ملتقط

(a. s. lâkt'dan) : iltikat eden, yerden alan; toplıyan.

mültekî

: ملتقی

(a. s. lika'dan) : iltika eden, kavuşan; birleşen; buluşan.

mültemes

: ملتمس

(a. s. lems'den. c. : mültemesât) : iltimaslı, kayırılan.

mültemesât

: ملتمسات

(a. s. mültemis'in c.) : iltimaslılar, kayırılanlar.

mültemi'

: ملتمع

(a. s. lem'den) : iltimâ eden, parıldıyan; parlıyan.

mültemis

: ملتمس

(a. s. lems'den. c. : mültemisîn) : iltimas eden, kayıran.

mültemisin

: ملتمسين

(a. s. mültemîs'in c.) : I iltimas edenler, kayıranlar.

mültesem

: ملتثم

(a. s.) : öpülür.

mültesık

: ملتصق

(a. s. lüsûk'dan) : 1) bitişik, yapışık. 2) birbirine bağlanmış.

mültesık-ül-esbâ'

:  

zool. iki parmağı bitişik olan kuşlar.

mültesık-ül-vüreyka-i tüveyciyye

:  

bot. bitişik *taçyapraklılar.

mültesim

: ملتثم

(a. s.) : yaşmaklı.

mültevi

: ملتوی

(a. s. leviy'den) : iltivâ eden, bükülen, sarılan, eğilen; eğrilmiş, eğri büğrü, (bkz. : müntavî).

mültezem

: ملتزم

(a. s. lüzûm'dan) : 1) iltizâm olunmuş lüzumlu, gerekli görülen. 2_ kayırılan.

mültezim

: ملتزم

(a. s. lüzûm'dan. c. r. mültezimîn) : 1) iltizâm : eden, bir şeyi veya kimseyi lüzumlu sayıp taraflık gösteren. 2) i. iltizamcı, kesenekçi, kesimci, devlete âit bir geliri götürü olarak üstüne alıp toplıyan [eskiden]

mültezimin

: ملتزمين

(a. s. mültezim'in c.) : 1) iltizâm edenler bir şeyi veya kimseyi lüzumlu sayıp taraflılık gösterenler. 2) i. iltizamcılar, kese-nekçiler, kesimciler, (bkz. : mültezim2.

mültezim-âne

: ملتزمانه

(a. f. zf.) : iltizâm edercesine.

mülûhyâ

: ملوخيا

(a. i.) : bot. mülhiye, ebegümeciye benziyen bir sebze, [yunancadan]

mülûk

: ملوك

(a. i. melik'in c.) : hükümdarlar, (bkz. : hükümdâr-ân}. Kelâm-ül-mülûk mülûk-ül-kelâm : hükümdarların sözü, sözün hükümdarlarıdır.

mülûk-i selâse

:  

astr. Elcebbâr denilen burcun dörtgeni içinde bir sıraya dizilmiş üç parlak yıldızın müşterek ismi, fr. les Trois Rois.

mülûk-âne

: ملوكانه

(a. f. zf.) : hükümdar gibi, hükümdara yakışacak yolda. Zât-ı mülûkâne : padişah.

mülzem

: ملزم

(a. s. lüzûm'dan) : 1) ilzam edilen, baskın çıkarak susturulan, susturulmuş kimse [bir bahsite] , 2) lüzumlu görülmüş, gerektİFİlmiş.

mülzim

: ملزم

(a. s. lüzûm'dan) : 1) ilzam eden, baskın çıkarak susturan, susturucu kimse [bir bahiste] . 2) lüzumlu gören, gerektiren.

mülzim-âne

: ملزمانه

(a. f. zf.) : sustururca-sına, susturmıya zorlıyarak [sözle]

müzime

: ملزمه

(a. i.) : masa üzerindeki kâğıdın dağılmaması, o uçmaması için üzerine konulan bir âlet.