mûs

: موس

(a. i.) : bıçak, (bkz. : kârd, sikkîn).

Mûsâ, Mûsî

: موسی ، موسی

(a. h. i.) : 1) Sînâ yarımadasında Eymen vâdîsinde Tûr dağında Allahın lûtfuna mazhar olarak kavmine "Evâmir-i aşere (on emir)" adı altında ahlâk ve prensip kaidelerini bildiren peygamber. [Mısır'da Firaun-ların İsrail oğullarına zulmettikleri sırada dünyâya gelmiş ve ölümden kurtulması İçin bir sepet içinde Nil Nehri'ne atılmış, kurtarılıp büyüdükten sonra Firauna, asasını (asâyi Musa'yı) yılan şekline sokmak mucizesini göstermiş ve bu suretle kavmini Mısır'dan dışarı çıkarmak müsâadesini almıştır. Kızı İden iz kıyısına gelince asâsiyle denizi yararak kavmini geçirmiş ve arkadan gelen Firaun ve adamları tekrar birleşen su iç

mûsâ

: موصی

(a. s. vesâyet'den) : 1) vasiyet olunan mal ve menfaat. mûsâ-bih : vasiyet olunan şey. mûsâ-leh : kendisine bir şey vasiyet olunan [adam] . 2) tavsiye olunmuş, tavsiye edilmiş.

mû-sâ

: موسا [ی]

(f. b. i.) : ustura.

musa'ad -u

: مصعد

(a. s.) : kaynatılmış îarap.

musâare

: مصاعره

(a. i.) : büyüklük tas-lıyarak birinin yüzüne bakmayıp başını çevirme.

musâb

: مصاب

(a. s. savb'dan. c. : musâb'ın) : 1) isabet etmiş, rastlamış, üzerine düşmüş. 2) musibete uğramış, (bkz. : duçar, giriftar).

musabbag

: مصبغ

(a. s.) : boyanmış, boyalı.

musâbere, musâberet

: مصابره ، مصابرت

(a. i. sabr'dan) : sabretme, katlanma.

musabın

: مصابين

(a. s. musâb'ın c.) : (bkz. : musâb).

musâbiyyet

: مصابيت

(a. i.) : bir kötülfl-ğe yakalanma, bir hastalığa tutulma.

musâdaka ale-l-istihkak

: مصادقه علد الاستخقاق

(a. b. i.) : huk. [eskiden] muayyen bir hakka hangisinin mâlikiyeti hususunda iki kimsenin ittifak etmesi, [bir vakfiye mucibince kendisine gal-le-i vakıftan şu kadar sehim verilmesi îcâbeden (A), bu sehmin hiçbir kimseye âit olmayıp yalnız (B) ye âit bir hak olduğunu onun tasdikine mukarin olarak ve karşılığında bir ivaz almıyarak ikrar etse aralarında musâdaka bulunmuş olur]

musâdakat

: مصادقت

(a. i. sıdk'dan) : karşılıklı dostluk.

musâdat

: مصادات

(a. i.) : (bkz. : mudârâ).

musadda'

: مصدع

(a. s. sad'dan) : tasdi' edilmiş, başı ağrıtılmış.

musaddak

: مصدق

(a. s. sıdk'dan) : tasdik olumuş, gerçekliği, geçerliği resmî olarak yazı ile bildirilmiş.

musaddar

: مصدر

(a. s. sudur'dan) : sudur etmiş, çıkmış.

musaddık

: مصدق

(a. s. sıdk'dan) : tasdik eden, gerçekliğini, geçerliğini resmî olarak yazı ile bildiren.

musaddi'

: مصدع

(a. s. sad'dan) : tasdi' eden, baş ağrıtan.

musâdefe, musâdefet

: مصدفه ، مصادفة

(a. i. sudûf'dan. (bkz : musâdefe) :

müsadif

: مصادف

(a. s. sudûf'dan) : (bkz. : müsadif).

musâfaa

: مسافعه

(a. i.) : 1) birbirinin boynuna sarılma. 2) fizy, gözün, her uzaklıkta bulunan eşyayı görebilme hassası.

musâfaha

: مصافحه

(a. i. safh'dan) : el sıkışma, tokalaşma.

musâfât

: مصافات

(a. i. safvet'den) : samtmî ve hâlis dostluk. : 

musaffa

: مصفی

(a. s. safvet'den) : tasfiye edilmiş, süzülmüş, yabancı maddelerden ayrılmış.

musaffaf

: مصفف

(a. s. saff'dan) : tasfîf edilmiş, saf saf, sıra sıra dizilmiş.

musaffl

: مصفئ

(a. s. safvet'den) : tasfiye eden, süzen, sızıran.

musaffir

: مصفر

(a. s.) : tasfîr eden, ıslık çalan, seslenen.

musâfih

: مصافح

(a. s.) : musâfaha eden, el sıkışanlardan herbîri.

musaggar

: مصغر

(a. s. sagir'den) : küçültülmüş, "-cık, -cak" lı mânâsı verilmiş.

musâhabât

: مصاحبات

(a. i. sohbet'den. musâhabe'nin c.) : sohbetler, konuşup görüşmeler. musâhabât-ı ahlâkıyye : 1) ahlâkî konuşup görüşmeler; 2) [eskiden] ilkokullarda, okutulan bir kitap.

musahabe, musâhabet

: مصاحبه ، مصاحبت

(a. i. sohbet'den. c. : musâhhâbât) : sohbet etme, konuşma, görüşme.

musâhere, musâheret

: مصاهره ، مصاهرت

(a. i. sıhr'dan) : evlenme ile meydana gelen akrabalık.

musahhaf

: مصحف

(a. s.) : yanlışlıkla değiştirilmiş.

musahhah

: مصحح

(a. s. sıhhat'den) : tashih olunmuş, yanlışı düzeltilmiş, yanlışsız.

musahhar

: مسخر

(a. s.) : ele geçirilmiş.

musahhih

: مصحح

(a. s. ve i. sıhhat'den. c. : musahhihin) : tashîh eden, yanlış düzelten, düzeltici.

musahhihin

: مصححين

(a. s. ve i. musahhih'in c.) : tashîh edenler, yanlış düzeltenler, düzelticiler.

musahhin

: مسخن

(a. s. sahn'den) : tes-hîn eden, ısıtan, ısıtıcı, kızdıran.

musahhir

: مسخر

(a. s. sahr'dan) : tes-hîr eden, zapteden, boyun eğdiren; elde eden.

musâhî

: مصاحی

(a. s.) : bir şeyin hâlisi, seçilmişi.

musâh'b

: مصاحب

(a. s. sohbet'den. c. : musâhibân) : 1) biriyle musahabe eden, sohbette-bulunan, konuşan, arkadaş. 2) büyük bir zâtın yanında bulunarak onu söziyle sohbetiyle eğlendiren. 3) pâdişâhların husûsî işlerinde bulunanlardan-herbiri.

musâhibân

: مصاحبان

(a. f. s. musâhib'in c.) : (bkz. : musâhib).

musahibe

: مصاحبه

(a. i.) : kadın musahip, (bkz. : nedîme).

musahrac

: مصهرج

(a. s.) : horasan ve kireç ile sıvanmış sahrınç.

musakka

: مسقی

("ka" uzun okunur. a. s. saky'den) : 1) sakyedilmiş, sulanmış. 2) musakka [yemek]

musakkab

: مثقب

(a. s. sakb'dan) : teskîb-olunmuş, delinmiş. Lü'lü-i musakkab : delinmiş, delik inci.

musâlaha

: مصالحه

(a. i. sulh'den. c. : musâlahât) : (bkz. : musâlaha).

musâlahât

: مصالحات

(a. i. sulh'den. mu-sâlaha'nın c.) : barışlar.

mûsâ-leh

: موصی له

(a. b. i.) : fık. lehine-vasiyet olunan kimse.

musâleh-ün-aleyh

: مصالح عليه

(a. b. i.) : sulh bedeli.

musâlehün-anh

: مصالح عنه

(a. b. s.) : huk. iddia edilen ve istenen şey. (bkz. : müddeâ-bih).

musâlih

: مصالح

(a. s. sulh'den) : sulh yapan, barışan.

musalla

: مصلا ، مصلی

(a. i.) : 1) namaz kılmaca mahsus açık yer. (bkz. : namâz-gâh). 2) cami civarında cenaze namazı kılınan yer. Seng-i musalla : musalla taşı.

Musallat

: مسلط

(a. s. salâtet'den) : teslît olunmuş, birinin üzerine düşmüş, sataşmış, ilişmiş; sataşan, rahat bırakmıyan.

musalleb

: مصلب

(a. s. sulb'den) : tas-lîbedilmiş, salâbet verilmiş, katılaştırılmış.

musallî

: مصلی

(a. s. salât'dan) : namaz kılan, beş vakit namazına devam eden.

musallit

: مسلط

(a. s. salâtet'den) : tas-lît eden, birini başkasına sataştıran.

musammat

: مسمت

(a. i.) : ed. beyitleri kafiyeli ve dört kısımdan ibaret manzume.

Musammem

: مصمم

(a. s. samm'dan) : tesmîm olunmuş, kat'î olarak karar verilmiş, (bkz. : mukarrer).

Musammet

: مصمت

(a. s. ve i. sammet'den) : 1) içi boş, kof olmıyan şey. 2) gr. Arap alfabesinde (m, r, b, n, f, I) den başka bütün Jiarfler.

musanna'

: مصنع

(a. s. sun'dan) : 1) tasnî edilmiş, sanat eseri olarak meydana getirilmiş, usta elinden çıkmış, fr. objet d'art. 2) çok süslü. 3) uydurulmuş.

Musannef

: مصنف

(a. s. sınf'dan) : 1) tasnîf edilmiş, sıraya konmuş. 2) te'lif edilmiş, yazılmış; kitap.

musannefât

: مصنفات

(a. s. c. : sınf'dan) : tasnîf edilmiş kitaplar.

musannif

: مصنف

(a. s. sınf'dan. c. : musannîfîn) : kitap yazan, müellif.

Musannifan

: مصنفان

(a. i. musannifin c.) : kitap yazan kadınlar, (bkz. : musannifin).

musannifin

: مصنفين

(a. i. musannifin c.) : İkitap yazanlar, (bkz. : müellifin).

musâraa

: مصارعه

(a. i. sar'dan) : güreşme, pehlivanlık.

musâraha

: مصارحه

(a. i.) : işi meydanda görme.

musârahaten

: مصارحة

(a. zf.) : aşikâr olarak.

musâri'

: مصارع

(a. s. ve i. sar'dan) : güreşçi, pehlivan.

musarra'

: مصرع

(a. s. sar'dan.) : ed. iki mısraı kafiyeli olan beyit.

musarrah

: مصرح

(a. s. sarâhat'den) : tasrîh olunmuş, açık söylenmiş, belirtilmiş, apaçık.

musarrahan

: مصرحا

(a. zf. sarâhat'den) : sarih, açık olarak, açıkça. (bkz. : mufassalan, muvazzafan).

musattah, musattaha

: مسطح ، مسطحه

(a. s. sath'dan) : satıhlandırılmış, düz, yassı hâle sokulmuş. Hendese-i musattaha : geo. *düzlem geometri, fr. geometrie plane. Küre-i musattaha : coğr. *düzlemküre, fr. planosphere.

Musattar

: مسطر

(a. s. satr'dan) : tastîr edilmiş, yazılmış.

musâvele

: مصاوله

(a. i.) : savlet etme, dö-ğüşmek için birinin üzerine atlama.

musavver

: مصور

(a. s. sûret'den) : 1) tasvirli, resimli. 2) tasarlanmış, düşünülmüş. Rûh-i musavver : cisimlenmiş ruh.

musavvîr, musavvire

: مصور ، مصوره

(a. s. Ve i. sûret'den. c. : musavvirân, musavvirîn) : tasvîr, resim yapan, ressam, figürist. Madde-i musavvire : anat. protoplazma.

Musavvirân

: مصوران

(a. f. s. musavvir'in c.) : (bkz. : musavvirîn).

musavvir-âne

: مصورانه

(a. f. zf.) : tasvîr edene, resim yapana yaraşır yolda.

Musavvirîn

: مصورين

(a. s. musavvir'in c.) : (bkz. : musavvir).

musavvit

: مصوت

(a. s. savt'dan) : tasvît eden, seslenen, ses çıkaran.

musâyaha

: مصايحه

(a. i. sayha'dan) : haykırışma.

Musâyefe

: مصايفه

(a. i. sayf'den) : yazlığına, bir yaz tutulmak üzere pazarlık etme.

musaykal

: مصيقل

(a. s. saykal'dan) : cilâlı, parlak, yaldızlı, perdahlı.

mûse

: موسه

(f. i.) : arı. (bkz. : nahl.).

mûsel

: موصل

(a. s. vusûl'den) : îsâledil-miş, vardırılmış, yetiştirilmiş, ulaştırılmış.

Mûsevl

: موسوی

(a. s. ve i.) : Yahudi, Hz. Musa'nın din ve şerîatinden olan kimse.

Mushaf

: مصحف

(a. s. sül. : sahafe. c. Mesâhif) : 1) sahife hâline getirilmiş şey, kitap. 2) i. Kur'an, (bkz. : Fürkan, Hüdâ, Hitâb, Kitâb, Necm, Nûr, Zikr)

Mûsî

: موصی

(a. s. vesâyet'den) : 1) vasiyet eden; birini vasî gösteren. 2) tavsiye eden. [müen. : "mûsiye"]

musîb, musıbe

: مصيب ، مصيبه

(a. s. sevab'dan) : isabet eden, rastgelen; yanılmıyan. Akvfil-ı musîbe İsabetli sözler.

Musibet

: مصيبت

(a. i. c. : mesâib) : 1) felâket, ansızın gelen belâ, sıkıntı. 2) mec. uğursuz.

musîbet-nâme

: مصيبتنامه

(a. f. b. i.) : îrân edebiyatının tanınmış mutasavvıf şâirlerinden Ferîd-üd-dîn-i Attâr'ın eseridir.

musîbet-zede

: مصيبت زده

(a. f. b. s.) : musibete, felâkete, belâya, kazaya uğramış.

Mûsikal

: موسيقال

("ka" uzun okunur, f. i.) : (bkz. : mûsîkar).

mûsîkar

: موسيقار

("ka" uzun okunur, f. i.) : 1) mizmar çeşidinden sıra, kalem, düdük; kaval; dervişlere mahsus bir saz. 2) rüzgâr estikçe gagasındaki deliklerden türlü türlü ses çıkardığı için "mûsikî" sözünün de bundan alındığı rviâyet olunan mevhum bir kuş. (bkz. : diğerân).

mûsiki, mûsikıyye

: موسيقی ، موسيقيه

(o. i.) : müzik. Âlât-ı mOsikiyya : müzik âletleri.

mûsikî-i figan

:  

("ga" uzun okunur) : feryâdın mûsikisi.

mûsikî-i sükût

:  

sessizliğin mûsikisi.

mûsikî-şinâs

: موسيقی شناس

(a. f. b.) : müzikçi, fr. musicien.

Mûsil

: موصل

(a. s. vusûl'den) : îsâleden, ulaştıran, yetiştiren, vardıran.

Mûsile

: موصله

(a. i.) : müderrislikte ikinci yüksek derece.

mûsile-i sahn-i Süleymâniyye

:  

"Fatih ve Süleymaniye müderrislikleri olan en yüksek derecedeki basamak.

Musir

: موسر

(a. s.) : zengin.

Musir

: مصر

(a. s. sarr'dan) : ısrar eden, direnen, ayak direyen.

musirr-âne

: مصرانه

(a. f. zf.) : ısrar ve inatla, ayak direyerek.

Mûsiye

: موصيه

(a. i.) : vasiyet eden kadın.

Muskıt

: مسقط

(a. s. ve i. sukut'dan. c. : muskıtât) : 1) iskat eden, düşüren. 2) çocuk düşürücü ilâç.

Muskıtât

: مسقطاط

(a. i. ve s. muskıt'ıri c.) : iskat edenler, düşürenler, çocuk düşürücü ilâçlar.

muskıtât-ı cizye

:  

huk. [eskiden] cizyenin edasını ba'delvücup ıskat eden sebepler [mükellefin' islâmlığı kabulü, kableledâ vefatı, kableledâ tam bir senenin geçip diğer senenin girmesi gibi]

muskıtât-ı hudûd

:  

huk. hududu bâdelvücup iskat eden sebepler.

muskıtât-ı kısas

:  

huk. [eskiden] kısası ıskat eden sebepler, [kısas olunacak nefis veya uzvun-fevt olması veliyyi cinayetin cânîyi affetmesi gibi]

Muslih

: مصلح

(a. s. sulh'dan. c. : muslihîn, muslihûn) : 1) islâh eden, iyileştiren, düzeltici, arabulucu. 2) t. erkek adı.

muslih-âne

: مصلحانه

(a. f. zf. sulh'den) : arabuluculukla, aracılıkla.

Muslihîn

: مصلحين

(a. s. muslih'in c.) : İslah edenler, iyileştirenler, düzelticiler, arabulucular.

Muslihiyye-i Halvetiyye

: مصلحيهء خولتيه

(a. b. i.) : tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu, Muslih'in galatı olup. "Mûsilî" lâkabiyle tanınan Şeyh Mustafâ Muslihüddin Efen-di'ye nispetle bu adı almıştır; Tekirdağ'da doğmuştur. Ölümü : 1099 (1697 - 98) dir]

Muslihûn

: مصلحون

(a. s. muslih'in c.) : (bkz. : muslihîn).

Musmet

: مصمت

(a. s. ve i.) : (bkz. : musammet).

Müsrif

: مصرف

(a. i.) : hek. kan hücum eden yeri iyi etmek için kullanılan kuru hacamat, hardal yakısı gibi şeyler.

Mustabır

: مصطبر

(a. s. sabr'dan) : sabreden.

Mustaf

: مصطف

(a. s.) : saf ve tabur hâlinde dizilmiş.

Mustafâ

: مصطفی

(a. s. safvet'den) : 1) ıstıfâ edilmiş, seçilmiş, (bkz. : güzide, mün-tehab). 2) h. i. Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in adlarından. 3) i. erkek adı.

mustafâvî, mustafâviyye

: مصطفوی ، مصطفويه

(a. s. safvet'den) : Hz. Muhammed Mustafâ'ya mensup, onunla ilgili. Ahlâk-ı mustafâviyye : Hz. Muhammed Mustafâ'nın ahlâkı. Ahâdîs-i Mustafâviyye : Hz. Muhammed Mustafâ'nın hadîsleri.

Mustalah

: مصطلح

(a. s. sulh'den. c. : mustalahât) : ıstılah!ı, içinde çok ıstılah ve terim olan, ağdalı.

Mustalahât

: مصطلحات

(a. i. mustalah'ın c.) : ıstılah hâline getirilmiş kelimeler.

Mustalatıl

: مصطلحی

(a. s.) : ıstılahtı, ağdalı konuşan, (bkz. : ıstılâh-perdâz, mustalih).

Mustalih

: مصطلح

(a. s. sulh'den) : (bkz. : mustalahî).

mustani'

: مصطنع

(a. s.) : 1) ziyafet veren, yedirip içiren. 2) birini yetiştirip adam eden.

Mustâr

: مسطار

(a. i.) : çok sert ve keskin şarap.

Mustarıf

: مصطرف

(a. s.) : çıkarı için her yana başvuran.

Mustashib

: مستصحب

(a. sahâbet'den) : birini yanına alan, beraberinde götüren.

Mustashiben

: مستصحبا

(a. zf.) : yanında olarak, birlikte.

mustatâb

: مستصحبا

(a. s. tayyib'den) : iyi, gü âlâ. Kitâb-ı mustatâb : güzel kitap.

Mustatil

: مستصحبا

(a. s. tûl'den) : 1) istitâle eden, uzıyan. 2) i. geo. *dik dörtgen, fr. rectangle.

Mustazill

: متظل

(a. s. zıll'dan) : 1) istizlâl eden, gölgede oturan, gölgelenen. 2) birinin himâyesi, koruması altında [bulunan] , korunan, gölgesine sığınmış, (bkz. : mahmî).

Mustazref

: متظرف

(a. s.) : 1) zariflik, nükte. 2) hâvî; muhit.