muh

: مخ

(a. i.) : (bkz. : muhh).

muhâb

: مهاب

(a. s.) : kendisinden korkulan, ürkülen.

muhâbâ

: محابا

korku, ihtiraz, çekingenlik, (bkz. : perva). Bî-muhâbâ : korkusuz, çekinmeden, (bkz. : bî-pervâ).

muhabbet

: محبت

(a. i.) : [doğrusu : "mahabbet" dir] . (bkz. : mahabbet).

muhabbet-ârâ

: محبت آرا

(a. f. b. s.) : sevgi beziyen. [aslı : "mahabbet-ârâ" dır]

muhabbet-kâr

: محبتكار

(a. f. b. s.) : muhabbetli, sevgiyi gösteren, [aslı : "mahabbet -kâr" dır]

muhabbet-nâme

: محبتنامه

(a. f. b. i.) : 1) sevgi mektubu. 2) dostça mektup. [doğrusu : "mahabbet-nâme" dir]

Muhârebat

: مخاربات

(a. i. muhâbere'nin c.) : haberleşmeler.

muhabere

: مخابره

(a. i. haber'den. c. : muhâberât) : haberleşme; mektuplaşma. Hutût-i muhabere : telgraf hatları.

muhabere me'muru

:  

telgrafçı.

muhabir

: مخابر

(a. s. haber'den) : haberci, haber veren kimse; bir yerden gazeteye haber, havadis gönderen kimse.

Muhâcât

: محاجات

(a. i.) : bulmaca, bilmece üzerinde birbirleriyle zekâ yarışına çıkma.

Muhâcât

: مهاجات

(a. i. hecv'den) : birbirini hicvetme, yerme.

Muhâcce

: محاجه

hüccet'den) : huk. iddia edip münâkaşa ederek deliller ve ispatlar gösterme.

muhacceb

: محجب

perde ile ayrı. lan, perdelenmiş, (bkz. : tecrîd).

muhaccel

: محجل

haneye, gerdeğe konulmuş. 2) i. ayağı sekili, beyazlı at.

muhaecil

: مخجل

(a. s. haclet'den) : tah-cîl eden, utandıran.

muhâcemât

: مخجل

(a. i. hücûrrv'dan. mu-hâceme'nin c.) : hücumlar, saldırışlar.

muhâceme

: مهاجمه

(a. i. hücûm'dan. c. : muhâcemât) : 1) hücum etme, saldırma. 2) her taraftan birden saldırma.

muhaceret

: مهاجرت

(a. i. hicret'clen) : muhacirlik, göç etme, göç.

muhâceret-i akvam

:  

1) kavimlerin muhacereti, göçü; 2) tar. Mîlâdî IV. asırda, Avrupa doğusunda Hunların tazyîki i!e meydana gelen kavimler göçü.

muhâcet

: مهاجت

(a. i. hecv'den) : birbirini hicvetme.

muhâceze

: مهاجزه

(a. i.) : fısıldamak.

muhacim

:  

(a. s. hücûm'dan) : saldıran, hücûmeden.

muhâcimîn

: محاجمين

(a. s. muhâcim'in c.) : saldıranlar; üşüşenler.

muhacir

: مهاجر

(a. s. ve i. hicret'den. c. R muhacirin) : göçmen, göç eden, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede yerleşen.

muhâdaa, muhâdaat

: مخادعه ، مخادعت

(a. i. had'dan) : hîle etme, oyun etme, aldatma.

muhâdara

: محاضره

(a. i.) : (bkz. : muhâzara).

muhâdarât

: محاضرات

(a. i. muhâdara'nın c.) : (bkz. : muhâzarât).

muhâdât

: مهادات

(a. i.) : hediyeleşmek.

muhaddab

: مخصب

(a. s.) : tahdîbolunmuş, boyanmış, (bkz. : muhazzab).

muhaddar

: مخضر

(a. s.) : tahdîr olunmuş, yeşil renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz. : muhazzar).

muhadde

: محده

(a. s. hadde'den) : 1) sınırlanmış. 2) bilenmiş.

muhaddeb

: محدب

(a. s. hadeb'den) : 1) kanburlu, tümsekli. 2) geo. dışbükey, konveks, fr. convexe. muhaddeb-üt-tarafeyn : iki yanı tümsekli, bom-. beli dürbün camı.

muhadded

: محدد

(a. s.) : tahdîdedilmiş, sınırı çizilmiş, sınırlanmış.

muhadded

: مخدد

(a. s.) : eti buruşmuş olan.

muhadder, muhaddere

: مخدر ، مخدره

(a. s. c. : muhadderât) : kapalı, Örtülü, namuslu kadın; Müslüman kadını.

muhadderât

: مخدرات

(a. s. muhaddere'nin c.) : kapalı, örtülü, namuslu kadınlar; Müslüman kadınları.

muhaddes

: محدث

(a. s. hads'den) : 1) tahdîs olunmuş, haber verilmiş. 2) şükranla bildirilmiş.

muhaddid

: محدد

(a. s.) : 1) tahdîdeden, sınırını çizen, sınırlıyan. 2) bileyici, keskinleştirici.

muhaddir, muhaddire

: مخدر ، مخدره

(a. s. hadr'den) : tahdîr eden, hissi uyuşturucu, uyuşturan, fr. narcotique. Edviye-i muhaddire : hek. uyuşturucu ilâçlar.

muhaddir

: محدر

kabartan, şişiren. Darbe-i muhaddire : kabartıp şişiren vuruş.

muhaddirât

: مخدرات

(a. i. muhaddire'nin c.) : uyuşturucu ilâçlar.

muhadesin

: محدثين

(a. s. hadîs'cfen. c. : muhaddisîn) : hadîs ile meşgul olan, Hz. Muham-med'in sözlerini bildirmiş olan kimse.

muhaddisîn

: مخديش

(a. s. muhaddis'in c.) : hadîs ile meşgul olanlar, Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in sözlerini toplamış olan kimseler.

muhaddiş

: مخدش

(a. s. hads'den) : tahdîş eden, kulağı tırmalıyan.

Muhsedenet

: مهشادنت

(a. i.) : dostluk, yakın ahbaplık.

muhâdenet

: مهادنت

(a. i.) : barışma, barışık olma. (bkz. : musâlaha).

Muhâdese

: محادثه

(a. i. hadis'den) : konuşma; hikâye söyleme [birbirlerine]

muhâdeşe

: مخادشه

(a. i.) : tırmalama, zahmet, sıkıntı verme.

muhâdi'

: مخادع

(s. s. had've hıd'den) : hîle yapan, aldatan.

muhadiane

: مخادعانه

(a. f. zf.) : hîle ile, aldatarak.

Muhâdi

: مخادي

(a. s.) : tırmalayıcı, zahmet ve ıztırap verici.

muhadremîn

: مخضر مين

(a. i. : muhadrem' in c.) : Câhiliyeti ve İslâmı idrâk eden ve ikinci derece îtibâr olunan Arap şâirleri.

muhafaza

: محافظه

(a. i. hıfz'dan) : hıfzetme, saklama, koruma, kayırma, (bkz. : vikaye).

muhâfazakâr

: محافظه كار

(a. f. zf.) : tutucu, bir şeyi olduğu gibi, değiştirmeden tutmak isteyen, eskiye bağımlı, fr. conservateur.

muhâfazat

: محافظت

(a. i.) : muhafızlık.

muhâfete

: محافته

(a. i.) : yavaş okuma* söyleme.

muhaffef

: مخفف

(a. s. hiffet'den) : 1) tahfîf olunmuş, hafifletilmiş, hafiflendirilmiş. 2) g. s. bir yazı sitili.

muhaffif

: مخفف

(a. s. hiffet'den) : hafifleten, hafifletici. Esbabı muhaffif e : hafifletici sebepler [suçu]

muhafız

: محافظ

(a. s. hıfz'dan1.) : 1) muhafaza eden, değiştirmiyen saklıyan, koruyan. 2) i. bekçi.

muhafızın

: محافظين

(a. i. muhâfız'ın c.) : muhafaza edenler, bir yeri koruyup bekliyenler.

muhâk

: محاق

(a. i.) : her arabî ayının son üç gecesi, [kelimeyi, üç harekesiyle de kullanmak caizdir] , (bkz. : mallak, mihâ'R).

muhikât

: محاكات

(a. i.) : birbirine hikâye söyleme.

muhâkât

: مهاكات

(a. i.) : ahmak yerine koyma [birini]

muhâkemât

: محاكمات

(a. i. muhâkeme'nin c.) : muhakemeler.

muhakeme

: محاكمه

(a. i. hükm'den. c. : muhâkemât) : 1) dâva için iki tarafın mahkemeye başvurması. 2) iki tarafı dinleyip hüküm verme. 3) bir hüküm çıkarmak için bir işi zihinde inceleme. 4) yargılama. 5) fels. "uslamlama, usa vurma.

Muhâkeme-i gıyâbiyye

:  

huk. gıyab karârı, davacılardan biri veya ikisi hazır bulunmadıkları halde mahkemece verilen hüküm.

muhâkî

: محاكی

(a. s.) : benziyen, benzer olan.

muhakka

: محقه

(a. i.) : 1) hak iddia etme. 2) çekişme.

muhakkak, muhakkaka

: محقق

(a. s. hakk'dan) : 1) tahkîk olunmuş, hakîkati, gerçekliği, doğruluğu belli olmuş; doğru. 2) her halde, no olursa olsun, (bkz. : mutlaka).

muhakkar

: محقر

(a. s. hakaret'den) : tahkîr olunmuş, hakarete uğramış, hor ve hakir tutulmuş.

muhakkem

: محكم

(a. s. hükm'den) : (bkz : muhkem).

muhakkik

: محقق

(a. s. hakk'dan c. : muhakkıkîn) : tahkîk eden, hakîkati, gerçeği arayıp meydana çıkaran; soruşturucu.

muhakkık-âne

: محققانه

(a. f. zf.) : hakîkati, gerçeği araştırana yakışacak yolda.

muhakkikin

: محققين

(a. s. muhâkkık'ınv c.) : muhakkıklar, hakîkati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar.

muhakkir

: محقر

(a. s. hakaret'den) : tahkîr eden, hakir ve hor gören.

muhakkir-âne

: محقرانه

(a. f. zf.) : tahkîr edercesine.

Muhal

: محال

(a. s.) : mümkün olmıyan, olamaz, olmaz, olmıyacak.

muhale la'lîk

:  

olmaza bağlama.

muhâlaa

: مخالعه

(a. i.) : birbirlerinden resmen ayrılma [karıkoca]

muhâlât

: محلات

(a. s. c.) : muhal olan, mümkün olmıyan, olamaz, olmaz, olmıyacak şeyler.

muhâlata

: مخالطه

(a. i. halt'dan. c. : muhalatat : i. karışma, (bkz : ihtilât) : 2) güzel uyuşma, anlaşma, (bkz. : hüsn-i imtizaç).

muhâlatât

: مخالطات

(a. i. muhâlata'nm c.) : 1) karışmalar. 2) güzel anlaşmalar.

muhalefet

: مخالفت

(a. i. sül. : halefe'den) : uhaliflik, uygunsuzluk, aykırılık; düşmanlık, (bkz. : zıddıyyet).

muhâlefetün li-l-havâdis

:  

mahlûkatın ('yaratıkların) hiçbirine benzememek sıfatı ve hâli. [Allah'ın sıfâtlanndandır]

Muhâleset

: مخالصت

(a. i. hulûs'dan) : birbiriyle dostça geçinme dostluk ve iyi muamele etme.

Muhalhil

: مخلخل

(a. s.) : havayı hafifleten.

Muhalif

: مخالف

(a. s. muhâlefet'den) : 1) muhalefet eden, aykırılık gösteren, uymıyan, uygun olmıyan. 2) birinin düşüncesine zıt düşüncede bulunan.

muhâlif-i ırak

:  

müz. Türk müziğinin pek esKİ bir mürekkep makamı olup XVIII. asır ortalarına kadar kullanılmış, sonra terkedilmiştir. [Gazî Gi-ray'ın XVI : asır sonlarından kalma peşrev ve saz semaîsi, makama misâldir]

muhalifin

: مخلفين

(a. s. muhalifin c.) : aykırılık gösterenler, zıt düşüncede olanlar.

muhallâ

: محلی

(a. s. halâ'dan) : tahliye olunmuş, süslenmiş, süs yapılmış, donatılmış.

muhallâ

: مخلی

(a. s. halâ' ve hâlî'den) : 1) tahliye olunmuş, boşaltılmış. 2) süslenmiş, süs yapılmış.

muhallak

: محلق

(a. s.) : 1) tıraş olmuş. 2) hacıların Mina'da tıraş oldukları yer.

muhalled

: مخلد

(a. s. huld'den. c. muballedîn ve muhalledûn) : tahlîd olunan, daimî, sürekli olarak kalan (bkz. : ebedî).

muhalledâl

: محلدات

(a. s. muhalled'in c.) : 1) kalacak şeyler. 2) şaheserler.

muhalledîn

: مخلدين

(a. s. muhalled'in c.) : daimî, sürekli olarak kalan şeyler.

muhalledûn

: مخلدون

(a. s. muhalled'in a) : (bkz. : muhalledîn).

muhallef

: مخلف

(a. s.) : 1) geride kalan. 2) ölenin bıraktığı mal. (bkz. : tereke).

muhallefât

: مخلفات

(a. i. muhallefe'nin c.) : ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, (bkz. : metrûkât). '

muhallefe

: مخلفه

(a. i.) : ölen bir adamın dul kalan karısı.

muhallelünleh

: محلل له

(a. b. i.) : huk. [eskiden] üç talâk ile boşadığı kadını, mahzâ kendisine helâl olmak üzere başkasına tezvîce razı olan.

muhallil

: محلل

(a. s. hall'den) : 1) tahlîleden, analiz yapan. 2) hele. yumruları, şişleriveya bir iltihabı iyi eden ilâç.

muhalles

: مخلص

(a. s.) : tahlîs olunmuş, kurtarılmış.

muhallî

: مخلی

(a. s. halâ'dan) : tahliye eden, boşaltan.

muhallid

: مخلد

(a. s. huld'den) : devamlı, sürekli kılan, ebedîleştiren.

muhallil

: محلل

(a. i.) : huk. [eskiden}üç talâk ile boşanan bir kadını, mahzâ eski kocasına helâl kılmak için, bu kadınla evlenen kimse, [bu hareket kötü sayılır]

muhallilât

: محللات

(a. i. muhallile'nin c.) : hek. iltihaplan, şişleri, yumruları iyi eden ilâçlar.

muhallim

: محلم

(a. s.) : halîm eden, sakin, yavaş kılan.

muhallis

: مخلص

(a. s. halâs'dan) : tahlîs eden, kurtaran.

muhallit

: مخلط

(a. s. halt'dan) : tahlît eden, karıştıran.

muhalliye

: مخليه

(a. i.) : fiz. boşaltaç.

mualliyet-ül-hevâ

:  

fiz. hava boşaltma tulumbası.

muhallün-leh

: محل له

(a. b. s.) : 1) kendisine helâl olan. 2) fık. boşadığı karısı, başka birisiyle evlenip boşandıktan ve bir iddet devresi bekledikten sonra tekrar kendisine dönmesi şer'an kabul edilen koGa.

muhâlün aleyh

: محال عليه

(a. s.) : fık. "aleyhine gönderilen" : havaleyi kabul eden kimse.

muhâlün bih

: محال به

(a. s.) : fık. birine havale olunan mal.

muhâlün leh

: محال له

(a. s.) : "lehine gönderilen" fık. alacaklı olan kimse, (bkz. : dâyin).

muhâmât

: محامات

(a. i.) : 1) koruma. 2) avukatlık etme.

muhâmese

: مهامسه

(a. i.) : fısıldaşma.

muhâmî

: مهامى

(a. i.) : avukat.

muharamas

: محرمص

(a. s) : (bkz ; muhammes).

Muhammed

: محمد

(a. h. i.) : bir çok defalar hamd ü sena olunmuş, tekrar tekrar övülmüş mânâsına gelen bu kolime. Peygamberimizin adıdır. [Kendisi'nden evvel de bu adı almış kimse yoktur]

Muhammedi

: محمدی

(a. s. hamd'den) : 1) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'e âit, onunla ilgili. 2) (a. c. Muhammediyyûn) : Muhammed ümmetinden olan, Müslüman.

Muhammediyye

: محمديه

(a. s.) : 1) (bkz. : Muhammedi). 2) i. Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in hayâtına dâir Hacı bayram-ı Velî'nin halîfesi Gelibolulu Muhammed efendi tarafından yazılmış olan meşhur manzum eser.

Muhammediyyûn

: محمديون

(a. s. Muhammedi 2 nin c.) : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in ümmetinden olanlar, Müslümanlar.

muhammen

: مخمن

(a. s. hamn'den) : tahmîn edilmiş veya edilen, sanılmış, sanılan.

muhammer

: محمر

(a. s. himâr'dan) : tahmîr olunmuş, eşeğe benzetilmiş, kendisine eşek denilmiş.

muhammer

: محمر

(a. s. hamr'dan) : 1) tahmîr olunmuş, mayalanmış, ekşiyip kabarmış. 2) yuğurulmuş; şarap gibi kaynayıp kıvamını bulmuş, {bkz : muhmer).

muhammes

: محمس

(a. s.) : tahammüs etmiş, ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş, (bkz. : muhammas).

muhammes

: مخمس

(a. s. hums'dan) : 1) talımîs edilmiş, beşli, beş katlı. 2) eef. [i. s.] her bendi beş mısralı olan manzume. 3) geo. beşgen, fr. pentagona.

muhammes-i muntazam

:  

geo. düzgün beşgen.

muhammesi mütekerrir

:  

ed. beşinci mısraı tekrarlanan muhammes.

muhammes-i müzdevic

:  

ed. beşinci mısraı tekrarlanmış muhammes.

muhammez

: محمض

(a. s. hamz'dan) : hamızlanmış, oksitlenmiş, paslanmış.

muhammıs

: محمص

(a. s.) : 1) tava. 2) kahve, mısır gibi şeyleri kavuran, kavurup satan [kimse]

muhammin

: مخمن

(a. s. hamn'den) : 1) tahmîn eâen, sanan. 2) i. karar veren, değer biçen kimse, eksper.

muhammir

: مخمر

(a. s. hamr'dan) : 1) tahmîr eden, mayalıyan, ekşitip kabartan, 2) yu-ğuran; şarap gibi kaynatıp kıvamını bulduran, (bkz. : muhmir).

muhammir

: محمر

(a. s.) : kızdırıcı ilâç.

muhân

: مهان

(a. s. hevn'den) : 1) ihanet olunmuş. 2) alçak kişi.

muhannâ

: محنی

(a. s.) : 1) eğri, çarpık, bükük, dolambaç. 2) kınalanmış.

muhannes

: مخنث

(a. s.) : korkak, alçak, kadın tabîatli, kalleş, (bkz. : nâ-merd).

muhannet

: محنط

(a. s.) : tahnit olunmuş, mumyalanmış, (bkz. : muhnat).

muhannit

: محنط

(a. s.) : tahnit eden, mumyalıyan.

muhârât

: مهارات

(a. i.) : sakalına gülerek biriyle alay etme.

muhârebât

: محاربات

(a. i. harb'den. muhârebe'nin c.) : harbetmeler, savaşmalar; harbler, savaşlar.

muharebe

: محاربه

(a. i. harb'den. c. : muhârebât) : harbetme, savaşma; harb, savaş, savaşta yapılan çarpışmalardan her biri. (bkz. : ceng, cidal, perhâş, vega).

muhârese, muhâreset

: محارسه ، محارست

(a. i. hirâset'den) : muhafaza, koruma,

muhârese

: مهارشه

(a. i.) : kışkırtma, halkı birbirine düşürme.

muhârese

: محارشه

(a. i.) : fît verip kavga çıkartma.

muhârib

: محارب

(a. i. harb'den) : 1) muharebe eden, savaşan. 2) harb tekniğini iyi bilen.

muhâribeyn

: محاربين

(a. s. c.) : iki muhârib, iki savaşçı. Tarafeyn-i mukaribeyn : savaşan iki taraf.

muharrak

: مخرق

(a. s. harîk'den) : tahrîk olunmuş, yakılmış, yanmış.

muharref

: محرف

(a. s. harf den) : tahrif edilmiş, değiştirilmiş, kalem oynatılmış [üzerinde]

muharef

: مخرف

(a. s.) : tahrif olunmuş, bunak denilmiş [kendisine-]

muharrefât

: محرفات

(a. s. muharref in c.) : tahrif edilmiş, değiştirilmiş şeyler.

muharrem

: محرم

(a. s. i. c. : muharremât) : 1) tahrîm olunmuş, haram kılınmış. 2) kamer takvîminin birinci ayı, aşure ayı. [Müslümanlıktan önce bu ayda savaş haram olduğu için muharrem adı verilmiştir. Bu ayın ilk on gününde, Kerbelâ vak'asının yıldönümü olarak matem yapılır ve onuncu günü de aşure pişirilir] . 3) erkek adı.

muharremât

: محرمات

(a. i. muharrem'in c.) : şeriatça haram ve yasak olan şeyler.

muharremiyye

: محرميه

(a. i.) : 1) muharrem'in ilk günü verilmesi âdet olan bahşiş, yılbaşı bahşişi [hicret yılı hesabiyle] . 2) yeni yıl için söylenilen kasîde; muharrem ayından bahseden şiir.

muharrer

: محرر

(a. i.) : tahrir olunmuş, yazılmış, yazılı.

muharrerât

: محررات

(a. s. muharrer'in c.) : yazılmış şeyler, yazılı kâğıtlar; mektuplar.

muharrerât-ı resmiyye

:  

resmî yazılar, mektuplar.

muharrib

: مخرب

(a. s. harab'ctan. c. : muharribîn) : harabeden, yıkan, yok eden. (bkz : muhrib).

muharribin

: مخربين

(a. s. muharrib'in c.) : harâbedenler, yıkanlar, yok edenler

muharrif

: محرف

(a. s.) : tahrîfeden, bozan, silen; hilecilik yapan.

muharrik

: مخرق

(a. s. harîk'den) : tahrik eden, yakan.

muharrik

: محرق

(a. s. hark'dan) : 1) tahrik eden, çok yakan. 2) çok hararet veren, pek susatan.

muharrik, muharrike

: محرك ، محركه

(a. s. hareket'den) : 1) tahrîk eden, harekete getiren, oynatan. 2) kışkırtan, ayartan, dürten. 3) fels. *devitken. 4) kim. *karmaç.

muharrir

: محرر

(a. s. ve i. c. : muharririn) : 1) tahrir eden, yazı yazan, kâtib, yazar, bir mevzu (*konu) yu yazı ile anlatan. 2) te'lif eser sahibi, (bkz. : müellif).

muharririn

: محررين

(a. s. i. muharrir'in c.) : 1) muharrirler, yazarlar. 2) te'lîf, eser sahipleri . (bkz. : müellifin).

muharriş

: محرص

(a. s. hırs'dan) : tahriş eden, hırslandıran, hırs ve tamah arttıran.

muharrişine

: محرصانه

(a. f. zf.) : hıfslan-dırırcasına; hırs ve tamahı arttırırcasına.

muharriş

: مخرش

(a. s.) : tahriş eden, tırmalıyan; azdıran.

muharrit

: مخرط

(a. s.) : ishal verici bir ilâç.

muharriz

: محرض

(a. s.) : tahrîz ve teşvik eden, kışkırtan.

muhâsama

: مخاصمه

(a. i. husOmet'den. c. muhasamat) : iki taraf arasındaki düşmanlık, (bkz. : husûmet).

muhasamat

: مخاصمات

(a. i. muhâsama'tın c.) : düşmanlık. İ'lân-ı muhasamat : ask. harb ilânı.

muhâsamet

: مخاصمت

(a. i. husûmet'den) : düşmanlık, (bkz. : muhâsama).

muhasara

: محاصره

(a. i. hasr'dan) : kuşatma, etrafını çevirme, fr. siege. Ref'-i muhasara : muhasarayı kaldırma.

muhasebat

: محاسبات

(a. i. muhâsebe'nin c.) : hesap işleri, hesap görmeler; hesap dâireleri. Dî-vân-ı muhasebat : 'Sayıştay.

muhasebe

: محاسبه

(a. i. hisâb'dan. c. : muhasebat) : 1) hesap işi. 2) hesaplaşma, hesap görme. 3) bir dâire veya ticarethanenin hesap işleriyle meşgul olan kısmı, 'saymanlık.

muhâsede

: محاسده

(a. i. hased'den) : ha-sedleşme; birbirini çekememe.

muhâsım

: مخاصم

(a. s. husûmet'den) : hasım, düşman olarak karşılaşanlardan her biri.

muhâsimîn

: محاصمين

(a. i. muhâsım'ın c.) : düşmanlar, (bkz. : a'dâ).

muhâsır

: محاصر

(a. s. hasr'dan. c. : muhâsırîn, muhâsırûn) : muhasara eden, etrafını kuşatan, saran, fr. assiegeant.

muhâsırîn

: محاصرين

(a. s. muhâsır'ın c.) : muhasara edenler, etrafını kuşatanlar, (bkz. : muhâsırûn).

muhâsırûn

: محاصرون

(a. s. muhâsır'ın ; a) : (bkz. : muhâsırîn).

muhâsib

: محاسب

(a. s. ve i. hisâb'dan.) : muhasebe, hesap işlerini iyi bilen, *sayman.

muhâsibivye

: محاسبيه

(a. h. i.) : Ebî Abdullah-il-Hâris bin Esed-ül-Muhâsibî tarafından kurulan tarikat.

muhassal

: محصل

(a. s. husûl'den) : 1) tahsU olunmuş, hâsıl edilmiş, elde edilmiş. 2) ıf. hâsılı, hulâsa, sözün kısası, işin sonu.

muhassal-ı kelâm

:  

sözün kısası.

muhassala

: محصله

(a. i. husûl'den.) : 1) elde edilen netîce. 2) fiz. 'bileşke.

muhassan

: محصن

(a. s. hısn'dan) : kuvvetlendirilmiş, istihkâmlanmış.

muhassas

: مخصص

(a. s. husus ve hâss'dan. c. : muhassasât) : tahsis -olunmuş, tâyin edilmiş, ayrılmış [birine]

muhassasât

: مخصصات

(a. s. muhassas'ırr c.) : 1) bir kimseye verilmiş olan maaş, tayın. , v. b. 2) bütçeden, devlet dâireleri için ayrılan para, , ödenek.

muhassenât

: محسنات

(a. i. muhassene'nirr c.) : 1) güzel, faydalı, hayırlı işler. 2) üstünlük sebepleri.

muhasser

: محسر

(a. s.) : tahsîr olunmuş, , hasret kalmış.

muhassıl

: محصل

(a. s. husûl'den) : 1) husule getiren, hâsıl eden, meydana getiren. 2) i. vergi tahsildarı [Tanzimat'tan önce] . 3) [eskiden mutasarrıftan küçük, kaymakam ve müdürler derecesinde bir memur.

muhassın

: محصن

(a. s.) : 1) kale gibî korunaklı ve sağlam kılan. 2) nâmahremden saklıyan.

muhassin

: محسن

(hasen'den) : tahsîrr eden, güzel kılan, güzelleştiren.

muhassir

: مخسر

(a. s. : hasar'dan. c. : muhassırîn) : hasara, zarara, ziyana uğratan.

muhassirîn

: مخسرين

(a. s. muhassir'in c.) : hasara, zarara, ziyana uğratanlar.

muhassis

: مخصص

(a. s. husûs'dan) : tahsîs eden, has kılan.

muhaşşâ

: محشا ، محشی

(a. s.) : tahşiye olunmuş, haşiye yazılmış.

muhaşşem

: مخشم

(a. s.) : sarhoş, (bkz. : mest).

muhasşi

: محشی

(a. s.) : haşiye yazan, hâşiyeliyen.

muhaşşi'

: مخشع

(a. s.) : kibirlinin, kibrini, burnunu kıran.

muhaşşî

: مخشی

(a. s. haşyet'den) : haşyete düşüren, korkutan.

muhaşşid

: محشد

(a. s.) : tahşîdeden, bir yere toplayan.

muhaşşim

: محشم

(a. s.) : keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey.

muhaşşin

: محشن

(a. s.) : gücendiren, öfkelendiren.

muhat

: محاط

(a. s.) : 1) ihata olunmuş, etrafı çevrilmiş, kuşatılmış. 2) birşeyin içinde bulunan, (bkz. : mazruf).

muhat

: مخاط

(a. i.) : biy. sümük; sümüğe benziyen yapışkanlı nesneler

muhât-üş-şeytân

:  

öğle sıcağında tel tel gibi görünen Güneş'in ışığı.

Muhâtab

: مخاط

(a. s. hutbe'den) : 1) hitâbolunan, kendisine söz söylenilen. 2) gr. ikinci şahıs.

muhataba

: مخاطب

(a. i. hutbe'den. c. : muhâtabât) : 1) birbirine hitâbetme, söyleşme, konuşma. 2) mec. çekişme.

muhâtabât

: مخاطبات

(a. i. muhâtaba'nın c.) : konuşmalar.

Muhatara

: مخاطه

(a. i. hatar'dan. c. : muhâtarât) : 1) tehlike. 2) zarar, ziyan, korku. Şirket-i muhatara : kâr ve zarara ortak olmak üzere kurulan şirket. muhâtara-i izmihlal : dağılma tehlikesi.

muhâtarât

: مخاطرات

(a. i. muhâtara'nın c.) : 1) tehlikeler; korkular. 2) zararlar, ziyanlar. muhâtıb Jals (a. s. hutbe'den) : hitabe, den, birine söz söyleyen.

muhâtî

: مخاطب

(a. s. muhât'dan) : biy. *sümüksel, sümüğümsü.

muhattat

: محاطی

(a. s. hatt'dan) : tahtît olunmuş, çizilmiş, resmi yapılmış.

muhattıt

: مخطط

(a. s. hatt'dan) : tahtît eden, çizen; resmini yapan. muhâvele (a. i.) : isteme, (bkz. : taleb).

muhâverâ

: محاورات

(a. i. muhâvere'nin c.) : konuşmalar [karşılıklı]

muhavere

: محاوله

(a. i. c. : muhâverât) : konuşma [iki kişi karşılıklı olarak]

muhavvef

: محوف

(a. c. havf'den) : korkutulmuş.

muhavvel

: محول

(a. s. havl'den) : 1) tah-vîl olunmuş, değiştirilmiş. 2) havale edilmiş, gönderilmiş; ısmarlanmış, bırakılmış.

muhavvelât

: محولات

(a. i. muhavvel'in c.) : havaleler, devlet borcu olarak ödenmesi bir vilâyet veya dâireye havale eden paralar.

muhavvelün aleyh

: محول عليه

(a. b. s.) : üzerine (poliçe ve şâire) havale edilen.

muhavven

: مخون

(a. s.) : tahvîn edilen, hâinleşen.

muhavvet

: محوط

(a. s.) : tahvît olunmuş, duvar çekilmiş.

muhavvıt

: محوط

(a. s.) : tahvît eden, duvar çeken.

muhavvif

: مخوف

(a. s. havf'den) : havf veren, korkutan.

Muhavvil

: محول

(a. s. havl'den) : tah-vîl eden, değiştiren, başka şekle sokan. Cenâb-ı muhavvîl-ül-havli ve-l-ahvâl : havli, kuvvetli ve halleri başka şekle sokan, Allah.

Muhavvile

: محوله

(a. i. havl'den) : fiz. transformatör, fr. transformateur.

muhâyâ yi

: مهايا

(a. i.) : bölünemeyen bir şeyi nöbetleşe kullanma.

muhâyee

: مهايئه

(a. i.) : bölüşmesi kabil olmayan bir şeyi sıra ile kullanma.

muhâyene

: محاينه

(a. i.) : muayyen bir zaman için kiralama.

muhayyeb

: مخيب

(a. s.) : mahrum kılınmış, yoksun bırakılmış.

Muhayyeben

: مخيبا

(a. zf.) : mahrum, yoksun bırakarak.

muhayyel

: مخيل

(a. s. hayâl'den) : tahayyül olunmuş, hayal kurulmuş.

muhayyelât

: مخيلات

(a. i. muhayyile'nin c.) : muhayyel olan, hayâl edilmiş şeyler.

muhayyem

: مخيم

(a. s. hayme'den) : 1) -kurulmuş çadır. 2) çadırı kurulmuş ordugâh.

muhayyem-gâh

: مخيمگاه

(a. f. b. i.) : ordu yeri, ordugâh, (bkz. : mu-asker).

muhayyer

: مخير

(a. s. hayr'dan.) : 1) seçmeli, beğenmeye bağlı, beğenmece. 2) i. müz. Türk müziğinin en eski ve en çok kullanılan ma-kamlarındandır. 6 numaralı basit makam olan hü-seynî'nin inici şekline verilen bir addır. Basit bir makamdır. Durağı dügâh (lâ) ve güçlüsü de -beşinci derecede olan- hüseynî (rai) dir. İnici olan dizisinin "fa" bakıyye diyezi ve "si" koma bemolü arızaları, donanımında gösterilir. Hüseynî beşlisinin tizine uşşak dörtlüsü getirilerek dizisi teşkil olunan muhayyer'in niseb-i şerife miktarı 8, yâni mülâyemeti hâizdir. Orta sekizi isindeki sesleri, tizden peşte doğru olmak üzere şöyledir : muhayyer, gerdaniye, eviç,

muhayyer-kürdî

: مخير كردی

(a. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarından-dır. Tahminen bir buçuk asır evvel terkîbedilmiş-tir. Muhayyer makamına bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden ibarettir. Durak ve güçlü -aynen muhayyerde olduğu üzere- dügâh ve hüseynî perdeleridir. Donanımına muhayyer'in "si" koma bemolü ve "fa" bakıyye diyezi arızaları konulur; kürdî dörtlüsü için "si" bekar ve "si" küçük - mücenneb bemolü değişikliği yapılır.

muhayyer-pûselik

: مخير پوسه لك

(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarından olup, tahmînen dört asır önce terkîbedilmiştir. Muhayyer makamına, bir pûselik beşlisi veya sekizlisi ilâvesinden ibarettir. Durak ve güçlü -aynen muhayyer makamında olduğu üzere- dügâh (lâ) ve hüseynî (mi) dir. Donanımına muhayyer'in "si" koma bemolü ve "fa" bakıyye diyezi arızaları konulur, Pûselik dizisi için "si" bekar, "fa" bekar ve "sol" diyez değişiklikleri yapılır.

muhayyer-sünbüle

: مخير سنبله

(a. b. i.) : rrçüz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. En eski terkiplerden biridir. Eskiden sâdece "sün-büle" denilirdi. Makam, acem-aşîran, sabâ dizisinden birkaç ses ilâvesinden mürekkeptir. Sabâ ile, onun durağı olan dügâh (lâ) perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede sabâ'nın tiz durağı olanmuhayyer (ince lâ), ikinci derecede hem acem-aşîrân'ın hem de sabâ'nın güçlüsü olan çargâh (do) üçüncü derecede de acem-aşîran'ın durağı olan acem-âşîran veya acem "fa" dır. Dizisi umumiyetle inici olarak seyreder. Donanımına, sabâ'nın "si" koma ve "re" bakıyye bemolleri arızaları konulur. Acem-aşîran için, "si" küçük mücenn

muhayyer-zengûle

: مخير زنگوله

(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Tahmînen bir buçuk asır evvel terkîbedilmiştir. Muhayyer ve zengûle makamlarından ibarettir. Zengûle ile dügâh (la) perdesinde kalır. Her iki makamın da güçlüsü olan hüseynî (mi), burada da güçlüdür. Donanımına muhayyer'in "si" koma bemolü ve "fa" bakıyye diyezi arızaları konulur. Zengûle için "si" bekar ve "si" bakıyye bemolü, "do" bakıyye-diyezi "fa" bekar ve "sol" bakıyye diyezi değişiklikleri yapılır. Umumiyetle inici bir seyir tâkîbeder.

muhayyer-zir-keş

: مخير زيركش

(a. f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az altı yedi asırlık bir mürekkep makamı olup, son asırlarda hiç kullanılmamıştır; zamanımıza makama nümûne olarak bir eser intikal etmemiştir. 3) g. s. güzel sanatlarda kullanılan moiree bir kâğıt cinsi.

muhayyib

: مخيب

(a. s.) : mahrum kılan, yoksun bırakan.

muhayyib-âne

: مخيبانه

(a. f. zf.) : mahrum, yoksun bırakırcasına.

muhayyil

: مخيل

(a. s. hayâl'den) : tahayyül eden, hayal kuran.

muhayyile

: مخيله

(a. i. hayâl'den. c. : muhayyelât) : psik. hayâl etme gücü, *imgelem, fr. imagination.

muhayyir

: محير

(a. s. hayret'den) : hayret veren, * hayrette bırakan, şaşırtan.

muhayyir-ül-ukul

:  

1) akıllara şaşkınlık veren, akılları durduran. 2) meşhur bir lâle cinsi.

mühayyir

: مخير

(a. s. hayr'den) : iki şey arasında seçim yapılmasını serbest bırakan.

muhâzara

: محاضره

(a. i. huzOr'dan. c. : muhâzarât) : 1) hatırda tutulan şeyler. 2) edebî, târihî fıkralar, hikâyeler anlatma, bu mevzu üza-rinde konuşma.

muhâzarât

: محاضرات

(a. i. muhâzara'nın c.) : akılda tutulan hikâyeler, faydalı bilgiler.

muhâzât

: محازات

(a. i.) : yüz yüze gelme.

Muhâzât

: محاذات

(a. i. hizâ'dan) : ayni hizada bulunma, karşı durma, karşı olma.

Muhâzele

: محاذله

(a. i.) : hakirlik, aşağılık.

Muhâzere

: محاذره

(a. i.) : birbirini korkutma.

muhâzi

: محازی

(a. s. hizâ'dan) : 1) birbirinin karşısında ve bîr hizada bulunan. 2) mat. paralel.

muhazzab

: مخضب

(a. s.) : tahzîbolunmuş, boyanmış, (bkz. : muhaddab).

muhazzar

: مخضر

(a. s.) : tahzîr olunmuş, yeşil renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz. : muhaddar).

muhazii'

: مخزع

(a. s.) : ot ve saman kesmeğe yarayan bir çeşit ziraat makinesi, fr. tıache-paille.

muhazzil

: مخذل

(a. s.) : tahzîl eden, alçaklık, bayağılık içinde bırakan.

muhazzil-âne

: مخذلانه

(a. f. zf.) : alçaklıkla, bayağılıkla.

muhazzir

: محذر

(a. s.) : tahzîr eden, sakındıran.

muhbir

: مخبر

(a. s. i. haber'den) : 1) haber veren, haberci. 2) bir gazete için haber toplayıp ulaştıran.

muhbir-i sâdık

:  

sâdık haberci; mec. mes'ul olmaktan kaçınarak imzasız mektup yazan kimse.

muhcil

: مخجل

(a. s. haclet'den) : (bkz. : muhaccil).

muhdes

: محدث

(a. s.) : 1) ihdas edilmiş, sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan 2) i. g. s. bir yazı sitili.

muhdis

: محدث

(a. s.) : ihdas eden, yeniden meydana getiren, icâdeden, kuran.

muheyh

: مخيخ

(a. i.) : anat. beyincik.

muhh

: مخ

(a. i. c. : mihâh) : 1) anat. ilik.

muhh-i azmî

:  

anat. kemik iliği.

muhh-! şevki

:  

anal. murdar ilik. 2) anat. beyin. 3) madde, cevher.

muhıkk-ane

: محقانه

("ka" uzun okunur. a. f. zf.) : haklı olarak; haklı olana, doğruya yakışacak surette.

muhibb

: محب

(a. s. hubb'dan.) : 1) seven, sevgi besleyen, dost.

muhibb-iil-kils

:  

coğr. kireççi

muhibb-ül-milh

:  

coğr. *tuzcul.

muhibb-ül-yubOsa

:  

coğr. »kurakçıl.

muhibb-ür-rütûbe

:  

coğr. »nemcil. 2) i. erkek adı.

muhibbân

: محبان

(a. s. muhibb'in c.) : 1) sevenler, sevgi besliyenler, dostlar. 2) bir tarî-katın taraflısı olanlar [tarikattan olmadıkları halde] , (bkz. : yârân).

muhibb-âne

: محبانه

(a. zf.) : 1) sevene, sevgi besliyene, dosta yakışır surette, (bkz. : dost-âne). 2) tarîkatsever kimseye yakışır surette.

muhibbe

: محبه

(a. s.) : kadın dost, kadın sevgili.

muhibbi

: محبی

(a. s.) : 1) muhibbe âit, muhib ile ilgili. 2) Kanûnî'nin nazımda kullandığı mahlas.

muhîf, muhîfe

: مخيف ، مخيفه

(a. s. havf'den) : korkutucu, korkunç. Kıyâfet-i muhîfe : korkunç kıyafet.

muhikk

: محق

(a. s. hakk'dan) : 1) ihkak eden, hakkı yerine getiren. 2) haklı, doğru.

muhîl

: محيل

(a. s.) : 1) ihale eden, havale eden. 2) fık. borcunu başkasının borcuna nakleden.

muhîlî

: محيلی

(a. i.) : hîle, hilekârlık.

muhill

: مخل

(a. s. halel'den) : ihlâl eden, dokunan, sakatlayan, bozan.

muhill-i âsâyiş

:  

asayişi, güvenliği bozan.

muhill-i nâmûs

:  

namusa dokunan, namusa zarar veren.

muhiss

: محس

(a. s. hiss'den) : hissettiren, duyuran.

mûhiş

: موحش

(a. s. vahşet'den) : korku ve dehşet veren, korkutan, ürküten. (bkz. : muvahhiş).

muhît

: محيط

(a. s. ve i. havt'dan. c. : muhîtât) : 1) ihata eden, etrafını çeviren, kuşatan. 2) mat. , soys. çevre. 3) Allah adlanndandır.

muhît-i Arz

:  

coğr. Dünyâ'nın çevresi.

muhît-i dâire

:  

geo. çenber, dâire çevresi. Bahr-î muhit : Okyanus.

muhîtât

: محيطات

(a. s. ve i. : muhît'in c.) : çevreler.

muhkem

: محكم

(a. s. hükm'den) : tah-kîm edilmiş, sağlam kılınmış, sağlam, berk, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.

muhkemât

: محكمات

(a. i. muhkeme'nin c.) : içinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler. muhkemât-ı Kur'âniyye : mânâsı sarîh, açık olan âyetler, [zıddı : "müteşâbihât" dır]

muhkim

: محكم

(a. s.) : ihkâm eden, kuvvet veren, kuvvetleştiren, sağlam kılan.

muhlif

: محلف

(a. i.) : şöyle idi veya böyle idi diye halkın yemin etmesine sebep olan şey.

muhlis

: مخلس

(a. s) : sac ve sakalına kır düşmüş [kimse]

muhlis

: مخلص

(a. s. hulûs'dan) : 1) hâlis, katkısız. 2) dostluğu, samimiliği ve her hâli içten, gönülden olan. [eskiden, büyükten küçüğe yazılan resmî yazılarda bir nezâket dili olarak "ben" mânâsına gelen "muhlisiniz" kelimesi kullanılırdı] . 3) i. erkek adı.

muhlis-âne

: مخلصانه

(a. f. zf.) : samîmî olarak, içten gelerek, dostlukla, (bkz. : hâlis-âne).

muhmer

: مخمر

(a. s.) : (bkz. : mu-hammer).

muhmid

: مخمد

(a. s.) : ihmâdeden, ateşin alevini bastıran.

muhmir

: مخمر

(a. s.) : (bkz. : mu-hammir).

muhnat

: محنط

(a. s.) : (bkz. : muhannet).

muhnik

: مخنق

(a. s. hank'dan) : boğan, boğucu.

muhnis

: محنث

(a. s.) : birine verdiği sözü geri aldıran.

muhnit

: محنط

(a. s.) : (bkz. : muhannit).

muhrec

: مخرج

(a. s. hurûc'dan) : 1) ihrâcolunmuş, dışarı çıkarılmış. 2) bir şeyin sureti çıkarılmış.

muhrez

: محرز

(a. s.) : 1) ihraz olunmuş, elde edilmiş, kazanılmış. 2) sudaki balık, akan su gibi kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi.

muhrib

: محرب

(a. s.) : torpidoları avlamaya yarayan ve çok hızlı giden bir çeşit küçük harp gemisi.

muhrib

: مخرب

(a. s. harâb'dan. c. : muhribin) : harabeden, yıkıp yuğuran. (bkz. : muharrib).

muhribin

: مخربين

(a. s. muhrib'in c.) : harâbedenler, yıkıp yoğuranlar.

muhrice

: مخرجه

(a. i.) : çıkrıkçı.

muhrik, muhrika

: محرق ، محرقه

(a. s. hark'dan) : 1) ihrâk eden, yakan, yakıcı. Edviye-i muh-rika : yakıcı ilâçlar. 2) yanık [ses]

muhrik-dem

: محرق دم

(a. f. b. s.) : nefesi yakıcı olan; âşık.

muhriı

: محرز

(a. s. ihrâz'dan) : ihrâzeden, elde eden, kazanan.

muhsan

: محصن

(a. s.) : [eskiden] akıl, bulûğ, İslâmiyet, hürriyet, nikâh-ı sahîh ile teehhül gibi evsâfı câmî olan kimse.

muhsenât

: محصنات

(a. i. muhsene'nin c.) : haramdan sakınan temiz, namuslu kadınlar.

Muhsene

: محصنه

(a. i. c. : muhsenât) : haramdan kaçınan temiz, namuslu kadın.

muhsın

: محصن

(a. s.) : (bkz. : muhassın1, 2.

muhsî

: محصی

(a. s.) : ıhsas eden, sayan [sayı]

muhsin

: محسن

(a. s. hasen'den) : 1) ihsan eden, iyilikte, bağışta bulunan. 2) i. erkek adı. [müen. muhsine = kadın adı]

muhtâc

: محتاج

(a. s. hacet ve havc'den. c. : muhtâcfn) : 1) ihtiyâcı olan, kendisine bir şey lâzım olan, bir eksiği olup onu tamamlamak isteyen. 2) yoksul, fakir.

muhtâc-ı ta'rif

:  

anlatmaya muhtaç.

muhtacın

: محتاجين

(a. s. muhtâc'ın c.) : ihtiyaç sahipleri; fakirler, yoksullar.

muhtâciyyet

: محتاجيت

(a. i.) : muhtaçlık, ihtiyaç, yoksulluk; fakirlik

muhtâl

: محتال

(a. s. hîle'derr) : hîleci, dalavereci, dubaracı, (bkz. : dessas, muhtedî').

muhtâl

: مختال

(a. s.) : kibirli, büyüklük taslayan. (bkz. : mütaazzım, mütekebbir).

muhtâle

: محتاله

(a. s.) : hîleci, dalavereci [kadın]

muhtân

: مختان

(a. s.) : 1) hâin. 2) kendisine hainlik edilen [kimse]

muhtar

: مختار

(a. s. hayr'dan. c. : muhtârân) : 1) ihtiyar eden, seçilmiş, seçkin [Hz. Muhammed (Aleyhisselâm) hakkında kullanılır] . 2) hareketinde serbest olan, istediği gibi davranan, dilediğini ya-pan. 3) i. köy veya mahalle işlerine bakmak üzere halkın seçtiği kimse.

muhtârân

: مختاران

(a. s. i. muhtâr'ın o.) : (bkz. : muhtar).

Muhtâriyet

: مختاريت

(a. i.) : muhtarlık, *erkinlik, irâdesi ve idaresi kendi elinde olma, kendi kendine hareket edebilme.

muhtasar

: مختصر

(a. s. hasr'dan) : ihtisar edilmiş, kısaltılmış, kısaltma, kısa.

muhtasaran

: مختصران

(a. zf.) : muhtasar, kısaltılmış, kısa olarak.

muhtasıd

: محتصد

(a. s. hasad'dan) : ihti-sâdeden, ekin biçen, ekinci.

muhtasım

: مختصم

(a. s.) : husûmet, düşmanlık eden.

muhtasıra

: مختصرا

(a. i.) : hülâsa, kısaltma.

muhtass

: مختص

(a. s. husûs'dan. c. : muhtass'ın) : bir kimseye veya şeye mahsus olan, . . -e vergi.

muhtassan

: مختصان

(a. zf.) : bilhassa, ençok.

muhtassin

: مختصين

(a. s. husûs'dan) :

muhtass'nm

:  

bir kimseye veya şeye mahsus olan şeyler, . . . . -e vergi olanlar.

Muhtatıb

: مختطب

(a. s.) : ihtitâbeden, nikâhla isteyen.

muhtatıf

: مختطف

(a. s.) : 1) ihtitâf eden, kapıp götüren. 2) göz kamaştıran. Eşi'a-i muh-tatife : göz kamaştıran ışıklar.

muhtazar

: محتضر

(a. s. huzûr'dan) : hazırlanmış, ölüme hazır, (bkz. : muhtazır).

muhtazı

: مختضع

(a. s.) : alçak gönüllülük gösteren; boyun eğen.

muhtazı-âne

: مختضعانه

(a. f. zf.) : alçakgönüllülükle; boyun eğerek.

muhtazıb

: مختضب

(a. s.) : ihtizâbeden, renklenen, boyanan.

muhtazır

: محتضر

(a. s. huzûr'dan) : ihtizar halînde bulunan, can çekişen.

muhtekir-âne

: محتضرانه

(a. f. zf.) : vurgunculukla, istifçilikle.

muhtekirin

: محتضرن

(a. s. muhtekir'ir c.) : ihtikâr yapanlar, yolsuz kazanç elde edenler, vurguncular, istifçiler.

muhtemel

: محتمل

(a. s. haml'den) : 1) ihtimâli olan, umulur, beklenir, olabilir, olmaya-cak şey değil. 2) mant. *olası, fr. probable.

muhtemel-üz-zıddeyn

:  

ed. bir sözün iki taraflı, yânî hem medih, hem zem olabilecek surette söylenilmesi. [Meselâ : "âb-ı hayvandır efendim artığın" mânâsındaki (âb-ı hayvan) hem âb-ı hayât, hem hayvan suyu mânâsına gelir ki : efendim senin artığın âb-ı hayât tır, yahut : efendim senin artığın hayvan suyudur. Yânî : "sen hayvansın, senden artan su da hayvanın içtiği bir sudur" demek olur]

muhtemelât

: محتملات

(a. s. muhtemel'in c.) : beklenir, umulur, olabilir şeyler.

muhtemî

: محتمی

(a. s.) : ihtimâ eden, perhîz eden.

muhtemir

: مختمر

(a. s. hamr'dan) : 1) ih-timâr eden, mayalanarak ekşiyip kabaran. 2) örtüye bürünen, yaşmaklanan.

muhtenik

: مختنق

(a. s. hank'dan) : ihti-nâk eden, nefes alamayıp boğulan; boğulmuş, boğuk.

Muhtera

: مخترع

(a. s.) : intira olunmuş, îcâdedilmiş. 2) uydurulmuş, uydurma [şey, söz]

muhtereât

: مخترعات

(a. s. muhterea'nın c.) : 1) uydurma, yalan, düzme [sözler] . 2) yeni çıkarılmış, yoktan meydana getirilmiş [şeyler]

muhterem, muhtereme

: محترم ، محترمه

(a. s. hürmet'den) : 1) ihtiram olunmuş 'saygıdeğer, sayın. Zevât-ı muhtereme : saygıdeğer kimseler 2) i. erkek adı.

muhteri

: مخترع

(a. s.) : 1) ihtira eden, icat eden. yepyeni bir şey meydana getiren. 2) yalandan havadisler uydurarak iftirada bulunan. [bkz : müfteri]

muhteri-âne

: مخترعانه

(a. f. zf.) : 1) îcâd-ederek. 2) iftirada bulunarak.

muhterib

: محترب

(a. s. harb'den. c. : muhteribîn) : harbeden, savaşan, (bkz. : muhârib).

muhteribîn

: محتربين

(a. s. muhterib'in c.) : harbedenler, savaşanlar.

muhterif, muhterife

: محترف ، محترفه

(a. i. hiref'den) : iş sahipleri, sanatkârlar.

muhterik

: محترق

(a. s. hark'dan) : ihtirâk eden, tutuşup yanan, yanmış, yanık.

muhteris

: محترس

(a. s.) : sakınan, çekinen, (bkz. : muhteriz, muhtezir).

muhteris

: محترص

(a. s. hırs'dan) : 1) hırs sahibi. 2) çok istekli. 3) ateşli.

muhteriz

: محترز

(a. s. hırz'dan) : ihtiraz eden, sakınan, çekinen, (bkz. : muhteris, muhtezir).

muhteriz-âne

: محترزانه

(a. f. zf.) : sakınarak, sakına sakına, çekinerek, çekine çekine.

muhtesib

: محتسب

(a. s. hisâb'dan) : 1) [eskiden] belediye işlerine bakan me'mur, belediye me'muru. 2) [eskiden] polis ve belediye işlerine bakan me'mur. (bkz. : şahne, şıhne).

muhteşem

: محتشم

(a. s. haşmet'den) : 1) ihtişamlı, tantanalı, debdebeli, görkemli. 2) i. erkek adı. faslı : "muhteşim" dir]

Muhteşi

: مختشم

(a. s.) : kendisini alçak tutan.

muhteşid

: محتشد

(a. s.) : ihtişâd eden, biriken, toplanan, (bkz. : mütehaşşid).

muhtetıb

: مختطب

(at. s. hatab'dan) : 1) ih-titâbeden, odun toplayan. 2) i. baltalık, koru, orman.

muhtetin

: مختتن

(a. s.) : sünnet olmuş, (bkz. : mahtûn).

muhteva

: محتوی

(a. s.) : bir şeyin içinde bulunan; içteki şey.

muhtevi

: محتوي

(a. s.) : ihtiva eden, içine alan, içinde bulunduran, kavrayan.

muhteviyyât

: محتويات

(a. i. c.) : içindekiler, [doğrusu : "muhteveyât" dır]

muhtezen

: مختزن

(a. s.) : biriktirilip ha-rfneye, ambara konmuş.

muhtezin

: محتزن

(a. s.) : hüzünlü, kederli, (bkz. : mahzun, mükedder).

muhtezin

: مختزن

(a. s.) : hazîneye koyan [biriktirip] , biriktirip biriktirip toplayıp saklayan, ambara atan.

muhtezir

: محتذر

(a. s.) : sakınan, çekinen, (bkz. : muhteris, muhteriz).

muhtır

: مخطر

(a. s. hatr'dan) : hatıra getiren, hatırlatan.

muhtıra

: مخطره

(a. i.) : 1) hatırlatmaküzere yazılan ve sunulan tezkere. 2) hatıra gelen bir şeyin -unutmamak için- içine yazıldığı kâğıt, defter. . . v. b. fr. me'moire.

muhtî

: مخطی

(a. s. hatâ'dan) : 1) hatâya düşüren, yanıltan 2) hatâ eden, yanılan.

Muhyî

: محيی

(a. s. hayât'dan.) : ihya eden, dirilten, canlandıran, hayat veren [maddî, manevî]

muhzır

: محضر

(a. i. huzûr'dan) : [eskiden] şerîat mahkemelerinde mübaşir hizmetini gören kimse.

muhzıriyya

: مخضريه

(a. i.) : huk. Aleyhine açılan dâva münâsebetiyle "muhzır" veya "mübaşir" gönderilmek suretiyle getirilenlerden alınan para.

muhzin

: محزن

(a. s. hüzn'den) : hüzün verici; acıklandırıcı.