mîr-âb

: ميرآب

(f. b. i.) : bir şehrin su işlerine bakan, kimse.

mîrâbâd kasrı

: مير آباد قصری

(f. a. b. i.) : sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından III. Sultan Ahmet için Kanlıca tepesinde yaptırılan kasır.

mi'râc

: معراج

(a. i. ç. maârîc) : 1) merdiven, (bkz : mirkat, süllem). 2) göğe çıkma. Leyle-i mi'râc. (bkz : leylet-ül-isrâ) : mi'rac gecesi, Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in göğe çıktığı gece ki, Receb ayının yirmi yedisine rastlıyan kandil gecesidir.

mi'râciyye

: معراجيه

(a. i.) : 1) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in mi'râc-ı şeriflerinden bahseden eser, mîrac münasebetiyle yazılan manzume. 2) müz. Türk müziğinde, cami müziğinin en tantanalı form’udur. Bugün, elde bulunan yegâne mîrâciye Nâyî Osman Dede'nin şaheseridir ki, bütün Türk müziğinin hâl-i hazırda en büyük eseri bulunmaktadır. Bu eser de emsali gibi unutulmak üzere iken Dr. Suphi Ezgi tarafından H. Saadettin Arel ve Ahmet Irsoy'un da yardımlarıyla büyük bir çalışma ile kurtarılmış ve bozuk şeklinden aslî şekline döndürülmüştür.

mîr-âhûr

: مير آخور

(f. b. i.) : imparator sarayın ahır müdürü, ["mî'r-i âhûr"dan bozma]

mîr-alây

: مير آلای

(f. b. i.) : ask. "alaybeyi" : albay, [yazıda : "izzetlü" lâkabı ile hitâbedilirdi]

mîrân

: ميران

(f. i. mîr'in c.) : beyler.

mirâr

: مرار

(a. i. merre'nin c.) : kerreler, defalar, kezler.

mîrâs

: ميراث

(a. i. veraset ve irs'den c. : mevârîs) : ölenin hısımlarına veya kanunen verilmesi gereken kimseye bıraktığı mal, mülk, para. mîrâs-ül-mükâteb : huk. [eskiden] kitabete kesilmiş olan memlûke ait terekenin veresesine intikali, ki şu veçhile olur : mükâtebin terekesinden evvelâ yabancılara âit borcu varsa o tesviye olunur. Sonra mevlâsına borcu varsa bu verilir, daha sonra kitabet bedelinden artan kısım te'diye olunur, bundan sonra ne kalırsa o da veresesine kalır.

mîrâs-hâr

: ميراثخوار

(a. f. b. s.) : mirasyedi, [halk dilinde : "mîrâs-hâr" suretinde kullanılır]

mir'ât

: مرآت

(a. i. c. : merâî, meraya) : 1) ayna. (bkz : minzâr, secencel). 2) meşhur bir çeşit lâle.

mirbat

: مربط

(a. i.) : davar bağlanacak bağ.

mi'râzu

: معراض

(a. i. c. : maârîz) : sözün gizli manası.

mircel

: مرجل

(a. i. c. : merâcil) : kazan.

mirfak

: مرفق

(a. i. c. : merâfık) : 1) dirsek. 2) mutfak. 3) kiler. 4) astr. semanın kuzey tarafında bir yıldız ismi

mirfaka

: مرفقه

(a. i.) : dirsek yastığı.

mirfed

: مرفد

(a. i.) : büyük kâse.

mîrî

: ميری

(f. s.) : 1) beylik, devlet hazînesine âit. 2) i. devlet hazinesi, [arapçaya benzetilerek : "mîriyye" demek yanlıştır]

mîrilû

: ميريلو

(i.) : uzayan harpte ve askerin kifayetsizliği zamanında aylıkla toplanan asker.

mirkam

: مرقم

(a. i. c. : merakım) : kalem, yazacak âlet.

mirkak

: مرقاق

(a. i.) : oklava.

mîr-livâ

: ميرلوا

(f. a. b. i.) : ask. tuğgeneral.

Mirrîh

: مريح

(a. h. i.) : (bkz : Merih). [kelimenin aslı : "Mirrîh" olduğu halde, "Merih" şekli yaygındır]

mirsâd, mirsad

: مرصاد ، مرصد

(a. i. c. : merâsid) : rasat yeri, gözetme yeri.

mirsât

: مرسات

(a. i. c. : merâsî) : gemi demiri, lenger.

mirşah, mirşaha

: مرشح ، مرشحه

(a. i.) : süzgeç, süzgü.

mirtâz

: مرتاض

(a. s.) : dinin yasağından kaçınan, (bkz : perhizkâr).

mirvaha

: مروحه

(a. i. rîh'den. c. : merâ-vih) : yelpaze, (bkz : meges-rân).

mirvaha-cünbân

: مروحه جنبان

(a. f. h. s.) : yelpaze sallayan.

mirvaha-cünbânî

: مروحه جنبانی

(a. f. b. i.) : yelpaze sallayıcılık.

mîr-zâ, mirza

: ميرزا ، مرزا

(f. b. i.) : 1) İranlılara mahsus bir asalet unvânı, beyzade, [kelimenin sonuna getirilirse : (Haydar Mirza gibi) nesepçe büyüklüğe delâlet eder; kelimenin başına getirilirse (mirza Hüseyin gibi) alelade, efendi, bey mânâsına gelir] . 2) astr. Dübb-i Ekber yıldız kümesinin kuyruk ortasındaki çukurda bulunan, kümenin altıncı derecede parlak yıldızı, lât. zela Ursus Majoris.