me'vâ |
: | مأوی |
(a. i.) : yurt, mesken, yer, makam, sığınacak yer. |
mevâcib |
: | مواجب |
(a. i. c.) : maaşlar, aylıklar; tar. Yeniçeri maaşı. |
mevâcib-i leşker |
: |
asker aylıkları. |
|
mevâcibât |
: | مواجبات |
(a. i. mevâcib'in c.) : mevâcibler. |
mevâdd |
: | مواد |
(a. i. madde'nin c.) : 1) fezada, boşlukta yer dolduran varlıklar, cisimler. 2) işler, hususlar. 3) kanunlar, nizamlar, hususlar. 4) kanun, lügat gibi metinlerde herbiri, başlı başına bir hüküm veya bir mevzu (*konu) bildiren kısımlar. 5) maddeler. |
mevâdd-i ibtidâiyye |
: |
ilkel maddeler, ham maddeler, fr. matieres premieres. |
|
mevâdd-ı lâhkiyye |
: |
suların sürüklediği teressüfoât, dibe çöken nesneler. |
|
mevâdd-ı mürekkibe |
: |
terkîbeden maddeler. |
|
meyâdd-ı nâfia |
: |
yararlı maddeler. |
|
mevâdd-ı nişâiyye |
: |
nişastalı maddeler. |
|
mevâdd-ı şahmiyye |
: |
yağlı, yağdan yapılmış maddeler. |
|
mevâdd-ı zülâliyye |
: |
azotlu maddeler. |
|
mevâhîb |
: | مواهيب |
(a. s. mevhûb'un c.) : (bkz. : mevhûb). |
mevâhib |
: | مواهب |
(a. i. mevhibe'nin c.) : ihsanlar, bahşişler. |
mevâhib-i kudret |
: |
kudret mevhibeleri, ihsanları. mevâhib-i subhâniyye : Allah'ın ihsanları. |
|
mevâız |
: | مواعظ |
(a. i. mev'ıza'nın c.) : na-sîhatler, öğütler. |
mevâız-ı hakimane |
: |
feylezofca öğütler. |
|
mevâid |
: | موائد |
(a. i. mâide'nin c.) : sofralar. |
mevâid |
: | مواعد |
(a. i. mev'id'in c.) : söz verilen yerler, vaidler, söz vermeler. |
mevâîd |
: | مواعيد |
(a. i. mev'ûd ve mîâd'ın. c.) : 1) va'dolunmuş şeyler. 2) muayyen, belirli zamanlar. |
mevâîd-i kâzibe |
: |
yerine getirilmiyen vaitler. |
|
mevâkıf |
: | مواقف |
(a. i. mevkif'in c.) : durak yerleri, oturulacak yerler. |
mevâkıt |
: | مواقت |
(a. i. mevkıt'ın c.) : evvelden belirtilmiş vakitler. |
mevâkî' |
: | مواقع |
(a. i. mevki'in c.) : mevkiler, yerler. |
mevâki'-i baîde |
: |
uzak yerler. mevâki'-i harVıyye : savaş yerleri. ™evSfcî'-i mühimme : mühim yerler. |
|
mevâkib |
: | مواكب |
(a. i. mevkib'in c.) : alaylar, güruhlar, cemaatler, kalabalıklar. |
mevâkin |
: | مواكن |
(a. i. mevkin'in c.) : kuş yuvaları. |
mevâkît |
: | كواقيت |
(a. i. mîkat'ın c.) : 1) bir iş için ta'yîn edilen vakitler. 2) hacıların ehrama büründükleri yerler. |
mevâlî |
: | موالی |
(a. i. mevlâ'nın c.) : 1) mevleviyyet payesine ulaşmış olan sarıklı âlimler. |
mevâlî-i kiram |
: |
yüksek rütbeli kadılar, hâkimler. 2) köleler. Mevl-el-mevâlî : kölelerin efendisi. |
|
mevâlid |
: | موالد |
(a. i. mevlid'in c.) : mevlitler, doğulan yerler. |
mevâlîd |
: | مواليد |
(a. s. mevlûd'un c.) : 1) yeni doğmuş çocuklar. 2) mevcutlar. |
mevâlîd-i selâse |
: |
mâden, nebat, hayvan olmak üzere tabîatın üç âleminden bahseden ilim, tabîat ilmi. |
|
mevâni' |
: | موانع |
(a. i. mâni' ve mânia'nın c.) : manîler, engeller. |
mevânî-i hissiye |
: |
huk. [eskiden] küçüklük veya zararlı hastalık gibi sebepler ile karı kocanın mukarenetine manî olan haller. |
|
mevânî-i şer'iyye |
: |
huk. [eskiden] karı ila kocadan birinin hac için ihrama girmesi, ramazanda oruçlu olması, farzolan namazda bulunması ve karının hayz ve nifâs hâlinde olması gibi hallerdir ki eşler arasında mukarenete manî olur. |
|
mevârid |
: | موارد |
(a. i. mevrid'in c.) : vürûdedecek, gelecek, varacak şeyler. |
mevârîs |
: | موريث |
(a. i. mîrâs'ın o.) : (bkz. : mîrâs). |
mevâsık |
: | مواثق |
(a. i. mevsik ve mîsâk'ın c.) : yeminler, sözleşmeler). |
mevâsîk |
: | مواثيق |
(a. i. mîsâk ve mevsûk'un c.) : (bkz. : mevâsık). |
mevâsim |
: | مواسم |
(a. i. mevsim'in c.) : mevsimler. |
mevâsim-i erbaa |
: |
dört mevsim, [rebî (ilkbahar), sayf (yaz), harîf (güz), şitâ (kış)] |
|
mevâşî |
: | مواشی |
(a. i. mâşiye'nin c.) : davar (koyun, keçi) ve mal (öküz, inek) gibi hayvanlar. |
mevât |
: | موات |
(a. s. mevt'den.) : 1) cansız şeyler. 2) sahipsiz, işlenmemiş toprak. Arâzî-i me-vât : işlenmemiş, sahipsiz, boş toprak. |
mevâtın |
: | مواطن |
(a. i. mavtın'ın c.) : yurtlar, yurtlandırılmış, şenlendirilmiş, bayındır yerler. |
mevâtın-ül-harb |
: |
savaş yerleri, cenk meydanları. |
|
mevâtî |
: | مواطئ |
(a. i. mevtî'nin c.) : ayak basılan yerler. |
mevâtî |
: | مواتی |
(a. s.) : mevât'a, cansız şeye âit, bununla ilgili; işlenmemiş toprağa âit. |
mevâzı' |
: | مواضع |
(a. i. mevzi'in c.) : mevzîler, yerler. |
mevâzin |
: | موازين |
(a. i. mîzân'ın c.) : teraziler, öiçü âletleri, ölçekler, (bkz. : mîzân). |
mevbik |
: | موبق |
(a. i.) : 1) Cehennem'de bir yer adı. 2) (c. : mevbikat) korkulu yer. |
mevbikat |
: | موبقات |
("ka" uzun okunur, a. i. Mevbik 2 nin c.) : korkulu yerler. |
mevbikat-ı seb'a |
: |
insanı nia'nen uçuruma sürükleyen yedi büyük günah, [şirk (Allaha eş koşma); adam öldürme; tefecilik; yetim malı yeme; savaştan kaçma; namuslu kadınlara iftira atma; sihirbazlık] |
|
mevc |
: | موج |
(a. i. c. : emvâc) : dalga. |
mevc-i derya |
: |
denizin dalgası. |
|
mevc-â-mevc |
: | موجا موج |
(a. zf.) : dalga ile. |
mevce |
: | موجه |
(a. i. c. : mevecât) : [bir] dalga, (bkz. : mevc). |
mevce-i derya |
: |
deniz dalgası. mevcet-üş-şebâb : gençlik çağı. |
|
mevce-dâr |
: | موجه دار |
(a. f. b. s.) : mevceli, dalgalı. |
mevce-nümûd |
: | موجه نمود |
(a. f. b. s.) : dalga gibi. |
mevc-hîz |
: | موج خيز |
(a. f. b. s.) : dalga kaldıran. |
mevcûb |
: | موجوب |
(a. s.) : kendisine bir şey vacip kılınmış. |
mevcûd, mevcûde |
: | موجود ، موجوده |
(a. s. vücûd'dan. c. : mevcudat) : 1) var olan, . bulunan. 2) hazır olan, hazır bulunan. 3) bir topluluğu meydana getiren fertlerin hepsi. Nâ-mevcûd : yok. |
mevcûd-i ma'nevî |
: |
manevî varlık. |
|
mevcudat |
: | موجودات |
(a. i. mevcûd'un c.) : var olan şeyler, mahlûklar, (bkz. : kâinat, mükevvenât). Mefhar-ül-mevcûdât : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm). |
mevcûden |
: | موجودا |
(a. zf.) : mevcut olarak, kendisi beraber olarak. |
mevcûdîn |
: | موجودين |
(a. s. mevcûd'un c.) : mevcutlar, var olan şeyler, bulunan şeyler. |
mevcûdiyyet |
: | موجوديت |
(a. i.) : mevcut olma, varlık. |
mevc-zen |
: | موج زن |
(a. f. b. s.) : dalga vuran, dalgalanan, dalgalı [deniz] |
mevdu', mevdûa |
: | مودوع ، مودوعه |
(a. s.) : tevdi olunan, emânet edilmiş, üstüne verilmiş. Emvâl-mevdûa : tevdî edilmiş, emânet bırakılmışmallar. |
mevduat |
: | مودوعات |
(a. i. c.) : 1) emânet bırakılan şeyler. 2) *yatırım. |
mevdûd |
: | مودود |
(a. s.) : sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. |
mevecât |
: | مودت |
(a. i. mevce'nin c.) : dalgalar. |
meveddet |
: | مودت |
(a. i.) : sevme, sevgi. . İzhâr-ı meveddet : sevgi gösterme. |
meveddetlü |
: | مودتلو |
(a. t. i.) : rütbesi ol~ mıyan kadı. |
mevfûr |
: | موفور |
çoğaltılmış, çok, bol. (bkz. : kesîr, vefîr). |
mevhibe |
: | موهبه |
(a. i. c. : mevâhib) : 1) bahşiş, ihsan, bağış, (bkz. : atiyye). 2) kadın adı. . mevhibe-i llâhiyye-i kudret : Allah vergisi. |
mevhibet |
: | موهبت |
(a. i.) : (bkz. : mevhibe); |
mevhil |
: | موحل |
(a. s. vahl'den) : çamurlu [yer] |
mevhûb |
: | موهوب |
(a. s. vehb'den. c. : mevâhîb) : hibe olunmuş, ihsan edilmiş, verlimiş. fık. karşılıksız olarak birine verilmiş. |
mevhûb-ün leh |
: |
lehine bir mal hibe olunan, bağışlanan; hibeyi, ihsanı, bahşişi kabul eden. |
|
mevhûbât |
: | موهوبات |
(a. i. mevhûb'un c.) : ihsanlar, bahşişler, bağışlar. |
mevhum |
: | موهوم |
(a. s. vehm'den.) : vehmolunmuş, aslı, esâsı yokken zihinde kurulmuş olan, kuruntuya dayanan. |
mevhûmât |
: | موهومات |
(a. s. c.) : kuruntuya dayanan, zihinde kurulmuş, vehim ve hayal ka-bîlinden olan şeyler. |
mevhûme |
: | موهومه |
(a. i.) : vehim, hayal, kuruntu nevinden şey. |
mevhûn |
: | موهون |
(a. s.) : arık, zayıf [adam] |
mev'id |
: | موعد |
(a. i. va'd'den. c. : mevâid) : 1) va'dedilen, söz verilen yer. 2) söz verme, vaid. |
mev'id-i mülakat |
: |
buluşma yeri, fr. "rendez-vous" yeri. |
|
mev'il |
: | موئل |
(a. i.) : 1) sığınacak yer, sığınak, (bkz. : melâz, melce', penâh). 2) sel suyunun biriktiği yer. |
mev'ize |
: | موعظه |
(a. i. va'z'dan. c. : mevâiz) : öğüt. mev'ize-i dîniyye : dîne âit öğüt. |
mev'ize-kâr |
: | موعظه كار |
(a. f. b. s.) : öğütçü, öğüt veren. |
mev'izet |
: | موعظت |
(a. i.) : (bkz. : mev'ize). |
mevki' |
: | موقع |
(a. i. c. : mevâki') : 1) yer. 2) nakil vasıtalarında yer sınıfı. mevki'-i iktidar : hükümet başı. |
mevki'-i müstahkem |
: |
ask. istihkâmlarla sağlamlaştırılmış yer. |
|
mevkib |
: | موكب |
(a. i. c. mevâkib) : atlı veya yaya olarak maiyette yürüyen alay, kafile. mevkib-i hâcc : hacılar kafilesi. ınevkib-i hümâyûn : pâdişâh alayı. |
mevkid |
: | موقد |
(a. i. c. : mevâkid) : ateş ocağı. |
mevkif |
: | موقف |
(a. i. vukûf'dan. c. : mevâkif) : 1) durak, duracak yer, istasyon. 2) astr. , top. her hangi bir astronomi ve topografya âletinin belli bir maksatla rasat yapmak için kurulduğu nokta, istasyon, durak noktası. |
mevkin |
: | موكن |
(a. i. c. : mevâkin) : kuş yuvası. |
mevkit |
: | موقت |
(a. i. c. : mevâkit) : kararlaştırılan, tâyin ve tespit edilen zaman veya yer. |
mevkud |
: | موقود |
("ku" uzun okunur, a. s. îkad'dan.) : îkaclolunmuş, yakılmış. |
mevkuf, mevkufe |
: | موقوف ، موقوفه |
("ku" lar uzun okunur, a. s. vakf'dan.) : 1) vakfedilmiş. arâzî-i mevkufe : vakfolunmuş toprak. vakıf toprağı. 2) durdurulmuş, alıkonulmuş. 3) tutulmuş, hapsedilmiş, *tutuklu. 4) âit, bağlı, (bkz. : vabeste). |
mevkuf-ün-a!eyh |
: |
huk. vâkıf tarafından kendisine vakfın menfaatleri şart olunan cihet, (bkz. : meşrût-ün-leh). |
|
mevküfât |
: | موقوفات |
("ku" uzun okunur. a. i. mevkufun c.) : (bir zaman için) tutulmuş, bekletilmiş [mal veya para] |
mevkufâtî |
: | موقوفاتی |
("ku" uzun okunur. a. i.) : vakfolunmuş mülklerin idaresiyle meşgul me'mur. |
mevkufen |
: | موقوفا |
("ku" uzun okunur, a. zf.) : mevkuf olarak, mevkuf olduğu halde. |
mavkufîn |
: | موقوفين |
("ku" uzun okunur. a. s. mevkufun c.) : tevkif edilmiş kimseler, 'tutuklular. |
mevkufiyyet |
: | موقوفيت |
("ku" uzun okunur, a. i.) : 1) hüküm giyinciye kadar hapsedilme. 2) vakfolunma. 3) âit, bağlı olma. |
mevkûl |
: | موكول |
(a. s. vekâlet'den) : birvekile emânet edilen. |
mevkûlün ileyh |
: |
kendisine bir iş bırakılan adam, vekil. |
|
mevkut, mevkute |
: | موقوت ، موقوته |
("ku" lar uzun okunur, a. s. vakt'den.) : vakti, zamanı belli olan. Risâle-i mevkuta : muayyen, belirli günlerde çıkan mecmua. |
mevlâ |
: | مولا |
(a. s. c. : mevâlî) : 1) efendi, sahip, mâlik. 2) Allah. 3) kul, köle azat eden. (bkz. : mu'tik). 4) velayeti olan, velî, karışmıya hakkı olan. 5) şanlı, şerefli [adam] . 6) yardımcı. 7) mürebbî, terbiye eden. |
mevle-l-atâk |
: |
bir köle veya câriye azat etmiş olan kimse. |
|
mevle-l-müvalât |
: |
huk. [eskiden] akdi velâ' eden şahıslardan "mevlâ-yi a'lâ'dır" [bâzı ulemâya göre nesebi meçhul olan bir kimse bir şahsa hitaben : "sen benim evlâdım ol!, vefat ettiğimde malıma vâris ol!, bir cinayet işlersen âkilem olup tarafıma lâzımgelen ma'kuleyi (borcu) tesviye et!" diyip o da kabul etse velâ-i müvâlât mün'akit olur. O şahıslardan îcabda bulunan şahsa : "mevlâ-yi esfel", kabul edene : "mevlâ-yi a'lâ" denir. |
|
mevlânâ |
: | مولانا |
(a. s.) : 1) "efendimiz" manasınadır. 2) bâzı sarıklı ilim adamlarının ve şeyhlerin lâkabı. 3) "hazret" mânâsına kullanılan bir hitap. |
Mevlânâ Muhammed Celâl-üd-dîn-i Rûmî |
: | مولانا محمد جلال الدين رومی |
(a. b. h. i.) : mutasavvıf bir Türk şâiri ve mevlevî tarikatının kurucusudur. Belh'de doğmuş, Konya'da ölmüştür. Eserleri dîvan, gazel ve rubailerden meydana gelmiştir. En meşhuru Mesnevi sidir. Bu büyük mistik ve diadaktik eser altı defterden meydana gelmiş olup 25. 585 beyti ihtiva eder. Divân-ı Kebîr'ı 97. 000 beyittir, (d. : 1207 - ö. : 1273. |
mevlevî, mevleviyye |
: | مولوی ، مولويه |
(a. s. ve i.) : 1) mevlâya mensup. 2) Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî'nin tarikatı, yolu ve bu tarikat-ten olan kimse. Tarik-i Mevlevî, Tarîkat-mevleviyye : Mevlevî tarikatı. |
mevleviyyet |
: | مولويت |
(a. i.) : 1) mevlevîlik. 2) mollalık. 3) müderrislikten sonraki ilmiye payesi. |
mevlid |
: | مولد |
(a. i. velâdet'den. c. : mevâlid) : 1) insanın doğduğu ver. 2) doğma, dünyâya gelme. 3) doğulan zaman. 4) Hz. Muhammed (Aleyhisselâm)'in doğumunu anlatan manzum eser. [en yaygın olanı : Süleyman Çelebi'nin yazdığı eserdir] |
mevlûd |
: | مولود |
(a. i. velâdet'den. c. : mevâlid) : 1) yeni doğmuş [çocuk] . 2) [galat olarak] mevlid. |
mevlûdât |
: | مولودات |
(a. i. c.) : muayyen bir zaman içinde doğanlar. |
mevrid |
: | مورد |
(a. i. vürûd'dan. c. : me-vârid) : varacak yer, varacak yol. |
mevrûd |
: | مورود |
(a. s. vürûd'dan.) : gelmiş, gelen. |
mevrûdât |
: | مورودات |
(a. i. mevrûde'nin c.) : gelen şeyler. |
mevrûde |
: | موروده |
(a. s. c. : mevrûdât) : gelmiş, ulaşmış. Evrâk-ı mevrûde : gelmiş evrak. |
mevrûs, mevrûse |
: | موروث ،موروثه |
(a. s. verâset'den) : miras kalmış, ana babadan geçmiş |
mevsık |
: | موثق |
(a. i. c. : mevâsık) : yemin, sözleşme. |
mevsil |
: | موصل |
(a. i. vusûl'den.) : kavşak, kavuşacak yer; ek yeri. [Irak'da bir şehir adı olan Musul kelimesinin aslıdır] |
mevsim |
: | موسم |
(a. i. c. : mevâsim) : 1) yılın dört bölümünden herbiri. |
mevsim-i behâr |
: |
ilkbahar devresi. mevsim-i sayf : yaz devresi. mevsim-i harîf : sonbahar, güz devresi. |
|
mevsim-i şitâ |
: |
kış devresi. 2) bir şeyin muayyen zamanı. Nâ-be-mevsim : mevsimsiz, zamansız, vaktinde, zamanında olmıyan. |
|
mevsûf |
: | موصوف |
(a. s. vasf'dan.) : 1) vasfolunmuş, vasıflanmış. 2) gr. *belirtilen [sıfat takımlarında] |
mevsuk |
: | موثوق |
(a. s. vüsûk'dan.) : vesikaya dayanan, sağlam, inanılır. |
mevsûk-ül-kelim |
: |
sözlerine inanılır, güvenilir. |
|
mevsûkan |
: | موثوقا |
(a. zf.) : mevsuk olarak, inanılır, güvenilir şekilde, gerçek olarak. |
mevsukıyyet |
: | موثوقيت |
(a. i.) : mevsukluk, gerçeklik, sağlamlık. |
mevsûl |
: | موصول |
(a. s. vusûl'den.) : vaslolunmuş, bitiştirilmiş; birleşmiş, kavuşmuş. İsm-i mevsûl : a. gr. " o şey ki, o kimse ki" mânâlarını anlatan" mâ, men, ellezî" gibi kelimeler. |
mevsûm |
: | موسوم |
(a. s. vesm'den) : 1) vesimlenmiş, nişanlanmış, damgalanmış, işaretlenmiş, imlenmiş. 2) isimlendirilmiş, ad verilmiş. |
mevsûme |
: | موسومه |
(a. i.) : 1) bahar yağmuru yağmış toprak. 2) baştan aşağı süslü zırh. |
mevt |
: | موت |
(a. i.) : ölüm; tas. benliği -öldürme. |
mevt-i ahdar |
: |
(bkz. : mevt-i ahzar) |
|
mevt-i ahmer |
: |
meşakkatli, kanlı ölüm. tas. nefse karşı koyma. |
|
mevt-i ahzar |
: |
az yiyeceğe, eski, yamalı giymeye razı olma. |
|
mevt-i ebyaz |
: |
1) ânî ölüm; 2) tas. açlık. |
|
mevt-i esved |
: |
gırtlağı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm, fr. mort noir. Halkın ezâ ve cefâsına katlanma. |
|
mevt-i hâil |
: |
korkunç ölüm. |
|
mevt-i hükmî |
: |
huk. mefkut olan yânî kaybolup hayat ve memâtı malûm olmıyan kimsenin vefatına yargıç tarafından hükmolunması. |
|
mevt-i takdirî |
: |
huk. iskatı hâlinde gurre lâzım-gelen cenînin sanki sağken öldürülmüş gibi sayılması hâli. |
|
mevta |
: | موتا |
(a. i. meyt ve meyyit'in c.) : -ölüler, ölmüşler. |
mevta' |
: | موطأ |
(a. i.) : ayağın bastığı yer. |
mevtâî |
: | موتائی |
(a. s.) : ölüye benzer, ölü gibi. |
mevt-âlûd |
: | موت آلود |
(a. f. b. s.) : ölüm karışığı, ölü gibi. |
mevtan |
: | موتان |
(a. s.) : 1) baygın. 2) cansız, ["mevetân" şekli de vardır] |
mevtin |
: | موطن |
(a. i. c. : mevâtın) : tevat-tun edilen, yerleşilip oturulan, yurd edinilen yer. |
mevtî |
: | موتی |
(a. s.) : mevte mensup, ölü ile ilgili. |
mevtûa |
: | موطوئه |
(a. i. ve s.) : cimağ edilmiş kadın. |
mev'ûd |
: | موعود |
(a. i. va'd'den. c. : mevâîd) : 1) va'dolunmuş, söz verilmiş. Arz-ı mev'ûd : -Hz. Musa'nın dîninde olanlar için- vâde-dilmiş toprak, fr. terre promise. Ecel-i mev'ûd : tabîî ölüm. 2) vadeli, zamanı belli. |
mevvâc |
: | مواج |
(a. s. mevc'den.) : çok dalgalanan, pek dalgalı, (bkz. : zehhâr). Bahr-i mevvâc : çok dalgalı deniz. Ziyâ-yi mevvâc : çok dalgalanan ışık. |
mevz |
: | موض |
(a. i.) : bot. muz. |
mevzi' |
: | موضع |
(a. i. vaz'dan. c. : mevâzi') : bir şey konulacak yer, yer. |
mevziî, mevziiyye |
: | موضعی ، موضعيه |
(a. s.) : bir yere mahsus, bir yerde olan, sınırı dar, yayılmamış, fr. local. (bkz. : mahallî). Evcâ-ı mevziiyye : bir yerde olan, bir yere mahsus ağrılar. |
mevzu' |
: | موضوع |
(a. s. vaz'dan.) : 1) vaz'olunmuş, konulmuş. 2) işlemekte olan, geçer olan. 3) doğru olmıyan, uydurma, sonradan düzme. |
mevzu' |
: | موضوع |
(a. i.) : konu, fr. sujet. mevzû-i bahs : bahis konusu, kendisinden bahsedilen. |
mevzua |
: | موضوعه |
(a. i.) : fels. konut, fr. postulat. |
mevzuat |
: | موضوعات |
(a. i. c.) : 1) bahsolunan frıaddeler, kanun, nizâmnâme (tüzük), kararname, ve talimatnamelerin ihtiva ettiği hükümler. 2) sandık, çuval; teneke gibi içerisine ticâret malı konulan şeyler. |
mevzûât-ı beşer |
: |
insanların koyup kabûi ettikleri şeyler. |
|
mevzûât-ül-ulûm |
: |
Taşköprülü Zade Kemâlettin Mehmet merhumun Arapça'dan meşhur tercüme eseri. |
|
mevzun, mevzûne |
: | موزون ، موزونه |
(a. s. vezn'den) : 1) vezinli, tartılı, tartılmış. 2) vezinli, vezinle yazılmış olan. Kelâm-ı mevzun : vezinli söz. 3) biçimli, yakışıklı, güzel, uygun, düzgün. Ka-met-i mevzun : biçimli, yakışıklı, düzgün boy. |
mevzûnât |
: | موزونات |
(a. i. mevzun ve mevzûne'nin c.) : vezinli, tartılı tartılmış şeyler. |
mevzûniyyet |
: | موزونيت |
(o. i.) : 1) mevzun olma hâli. 2) hesaplı, düzgün, düzenli. |