mesâ' |
: | مساء |
(a. i.) : akşam. Subh ü mesâ : sabah akşam. |
mesâ' |
: | مصاع |
(a. i.) : kuyumcu eşyası. |
mesâb |
: | مشاب |
(a. i.) : 1) geri dönülecek yer. 2) suyun biriktiği, isanların toplandığı yer. (bkz. : mecma'). |
mesabe |
: | مشابه |
(a. i.) : derece, rütbe; kadar. |
mesâbîh |
: | مصابيح |
(a. i. misbâh'ın c.) : kandiller, çırağlar, aydınlatma âletleri. |
mesâbîr |
: | مسابير |
(a. i. misbâr'ın c.) : 1) hek. yara fitilleri. 2) sondalar. |
mesâcid |
: | مساجد |
(a. i. mescid'in c.) : 1) mescidler. 2) içinde cuma ve bayram namazları kılınması şer'an caiz olmıyan küçük camiler. |
mes'adet |
: | مسعدت |
(a. i. sa'd'den) : saâdat, bahtiyarlık, kutluluk. |
mesâet |
: | مسائت |
(a. i.) : fenalık etme, fena iş yapma. |
mesâfât |
: | مسافات |
(a. i. mesâfe'nin c.) : aralar, uzaklıklar. mesâfât-ı baîde : uzak mesafeler. |
mesafe |
: | مسافه |
(a. i. c. : mesâfât, müsâf.) : ara, uzaklık. Kat'-ı mesafe : yol alma. jeod. bir nevî arazî ölçme ve hesaplama metodu. |
mesâfe-i semt-ür-re's |
: |
herhangi bir yıldızın mevkii ile semt-ür-re's noktasının, râsıdın gözünde teşkîl ettiği açı. |
|
mesâfî |
: | مصافی |
(a. i. mushaf'ın c.) : 1) geçler. |
mesaff |
: | مصف |
(a. i. saff'dan. c. : mesâff) : sıra sıra dizilme yeri; harb safları yeri. |
mesâg |
: | مساغ |
(a. i. c. sevgiden.) : izin. (bkz. : ruhsat, cevaz). |
mesâg-i kanunî |
: |
("ka" uzun okunur) : kanunen izin verilmiş. |
|
mesâg-i şer'î |
: |
şerîatin verdiği izin. |
|
mesaha, mesâhat |
: | مساحه ، مساحت |
(a. i.) : ölçme [yer] , [aslı : "misâha, misâhat" dır] |
mesâhif |
: | مصاحف |
(a. i. mushaf'ın c.) : 1) sahife hâline getirilmiş şeyler, kitaplar. 2) Mushaflar, Kur'anlar. Tedkîk-i mesâhif : basılan veya elle yazılan Kur'ân-ı Kerim'leri imlâ, hareke bakımından gözden geçirme. |
mesâhin |
: | مساخن |
(a. i. meshane'nin c.) : öteberi ısıtacak şeyler. |
mesaî |
: | مساعی |
(a. i. c.) : çalışmalar. İb-zâl-i mesaî : bol çalışma. |
mesâî-i cemîle |
: |
güzel çalışmalar. |
|
mesâib |
: | مصاعب |
(a. i. mus'ab'ın c.) : zor işler, müşküller. |
mesâib |
: | مصائب |
(a. i. musîbet'in c.) : 1) felâketler. 2) s. mec. uğursuzlar. |
mesâib-i dünyeviyye |
: |
dünyâ felâketleri. |
|
mesâib-penâh |
: | مصائب پناه |
(a. f. b. i.) : musibetlerin, belâların sığınağı. |
mesaid |
: | مصاعد |
(a. i. mas'ad'ın c.) : yukarı çıkacak yerler. |
mesâid |
: | مصائد |
(a. i. sayd'dan. masîd'in c.) : av yerleri. |
mesâil |
: | مسائل |
(a. i. mes'ele'nin c.) : meseleler. |
mesâil-i amika |
: |
derin meseleler. |
|
mesâil-i hukuk |
: |
hukuk meseleleri. |
|
mesâil-i müteahhire |
: |
huk. görülen veya görülecek olan bir dâvayı te'hîr etme, ileriye bırakma. |
|
mffsâtl-i mütekaddîme |
: |
huk. bir dâva görülmezden önce yapılması îcâbeden işler. |
|
mesâil-i settâ |
: |
dağınık meseleler, maddeler. |
|
mesâir |
: | مساعر |
(a. i. mis'ar'ın c.) : ateş küsküleri, ateş karıştırmıya yarıyan demirler. |
mesâ |
: | مساق |
(a. i.) : sevk edilecek yer, sürücek yer. |
mesâkıb |
: | مثاقب |
(a. i. miskab'ın c.) : matkaplar, delme âletleri. |
mesâkıl |
: | مصالق |
(a. i. mıskal'ın c.) : 1) cilâhyan, parlatan âletler. 2) ince, zarif hatipler. |
mesâkıt |
: | مساقط |
(a. i. maskat ve maskıt'ın c.) : düşecek yerler. |
mesâkîl |
: | مثاقيل |
(a. i. miskal'in c.) : mıskallar, 1, 43 dirhemlik ağırlık ölçüleri. |
mesâlkin |
: | مساكن |
(a. i. mesken'in c.) : meskenler, oturulacak yerler, (bkz. : büyüt). |
mesâkîn |
: | مساكين |
(a. s. miskîn'in c.) : 1) ziyadesiyle fakir olanlar. 2) miskinler, uyuşuklar; miskin hastalığına tutulmuş kimseler. |
mes'al |
: | مسعل |
(a. i.) : hek. boğazda öksürecek yer. |
mesâlib |
: | مثالب |
(a. i. meslebe'nin c.) : ayıplar, eksiklikler, kusurlar, (bkz. : nakais). |
mesâlih |
: | مصالح |
(a. i. maslahat'ın c.) : işler. Eshâb-ı mesâlih, Erbâb-ı mesâlih : hükümet dâirelerinde bitecek işleri olan kimseler. |
mesâlih-i mescit |
: |
huk. [eskiden] mescitten maksûdolan gayenin tahakkuku için imam, hatip, müezzin, kayyum tâyini ve mescidin tenvîr ve tefrişi için gereken malların mubayaası gibi şeyler. |
|
mesâlih-i vâkıa-i yevmiyye |
: |
her gün vâki olan işler. |
|
mesâlik |
: | مسالك |
(a. i. meslek'in c.) : sülük edilen, tutulan yollar. |
mesâlik |
: | مثالك |
(a. i.) : raüı. üç telli sazlar. |
mesâm, mesâmet |
: | مصام ، مصامت |
(a. i.) : duracak yer. |
mesâmi' |
: | مسامع |
(a. i. misma'ın c.) : 1) işitme âletleri. 2) kulaklar. |
mesâm îr1 |
: | مسامير |
(a. i. mismâr'ın c.) : çiviler, mıhlar. |
mesâmîr-i nisyân'a ta'lîk |
: |
(unutma çivisine asma) : ehemmiyet vermeksizin geleceğe ta'lîk, asıntıda bırakma. |
|
mesâmm |
: | مسام |
(a. i. mesemm'in c.) : cilt üzerindeki küçük delikler. |
mesâmm-ül-cild |
: |
hek. cilt üzerindeki küçük delikler. |
|
mesâmmât |
: | مسامات |
(a. i. mesâmm'ın c.) : cilt üzerindeki küçük delikler. Zû-mesâmm, -mesâm-mât : mesamatı olan cisimler. Zû-mesâmmiyyet : fiı. her cismin zerreleri arasında mesamatı bulunması. |
mesâmmât-ı mehsûse, -zahire |
: |
fiz. cisimlerin zerreleri arasında olup gözle görülemiyen aralıklar. |
|
mesâmmât-ı mahsûse, - -ı zahire |
: |
fiz. cisimlerin zerreleri arasında olup gözle veya mikroskopla görülebilen delikler, [kelime bizde şeddesiz olarak kulanıır] |
|
mesane |
: | مثانه |
(a. i.) : sidik kavuğu. |
mesâni |
: | مثانی |
(a. i. mesnâ'nın c.) : bir şeyin tekrarı. Seb'ül-mesânî : yedi âyetten meydana gelen ve kur'ân'ın ilk sûresini teşkil eden "Fatiha" sûresi, [iki rekâtta iki defa okunduğu için bu ad verilmiştir] |
mesânid |
: | مساند |
(a. i. mesned'in c.) : rütbeler, dereceler; mevkiler. |
mesânîd-i âliyye |
: |
yüksek rütbeler, mevkiler. |
|
mesâni-yül-ûd |
: | مثانی العود |
(a. b. i.) : 1) tanburun, lağutanın ikinci teli. 2) iki telli tanbur; bulgari. |
mesârib |
: | مسارب |
(a. i. mesrebe'nin c.) : 1) çayırlar, otlaklar. 2) göğüsten karına kadar olan yerde biten kıllar. |
mesârih |
: | مسارح |
(a. i. mesrah'ın c.) : otluklar, çayırlıklar. |
mesârr |
: | مسار |
(a. i. meserret'in c.) : sevinçler, zevkler, (bkz. : meserrât). [dilimizde çok zaman müfret (tekil) gibi kullanılır] . Maal-mesârr : meserretle, sevinçle; zevkle. |
mesâs |
: | مساس |
(a. i.) : asıl, esas, kök. |
mesâtır |
: | مساطر |
(a. i. mistâr'ın c.) : 1) çizgi çizme âletleri, cetveller. 2) mastarlar [inşâat-"ta kullanılır] |
mesâvî |
: | مثاوی |
(a. i. mesvâ'nın c.) : meskenler, haneler, evler. |
mesâvî |
: | مساوی |
(a. i. sû'ün c.) : fenalıklar, kötülükler, [zıddı : mahâsin] |
mesâvik |
: | مساويك |
(a. i. misvâk'ın c.) : misvaklar. |
mesbaa |
: | مسبعه |
(a. i.) : yırtıcı hayvanı çok olan yer. |
mesbûk |
: | مسبوق |
(a. s. sebkat'den.) : 1) sebk etmiş, geçmiş, başkalarından geri kalmış, arkada bırakılmış. 2) önde bulunan, ondan evvel geçmiş. Gayr-i mesbûk, Nâ-mesbûk : benzeri olmı-yan, hiç görülmemiş. |
mesbûk-ül-emsâl |
: |
benzerleri görülmemiş. mesbûk-ül-hidme : hizmeti, emeği geçmiş. |
|
mesbûk-üz-zikr |
: |
zikri, adı geçmiş. |
|
mesbûk |
: | مسبوك |
(a. s. sebk'den.) : kalıba dökülmüş. Maâdin-i mesbûke : kalıba dökülmüş mâdenler. Tibr-mesbûk : kalıba dökülmüş altın. |
mescen |
: | مسجن |
(a. i.) : hapishane, cezaevi, zindan, (bkz. : mahbes). |
mescid |
: | مسجد |
(a. i. sücûd'dan. c. : mesâcid) : secde edilecek, namaz kılınacak yer, küçük cami. |
mescid-i aksa |
: |
Kudüs'deki meşhur büyük cami. |
|
mescid-ül-harâm |
: |
Mekke'de Kabe'nin bulunduğu en büyük ma'bed. |
|
mescûd |
: | مسجود |
(a. s.) : secde edilmiş, kendisine tapılmış; Allah. Hâlik-ı mescûd : Zâtına secde edilen Allah. |
mescûm |
: | مسجوم |
(a. s.) : dökülmüş, saçılmış. Dem'-i mescûm, Eşk-i mescûm : dökülmüş gözyaşı. |
mescûn |
: | مسجون |
(a. s. sicn'den.) : hapsedilmiş, zindana atılmış. |
mescûr |
: | مسجور |
(a. i.) : 1) taşkın su, deniz. 1) alevli ateş; kızgın fırın. |
mesdûd |
: | مسدود |
(a. s. sedd'den.) : seddolunmuş, kapanmış, kapalı, tıkanmış, tıkalı. Bâb-ı mesdüd : kapalı kapı. |
mesed |
: | مسد |
(a. i.) : sağlam bükülmüş ip. [hurma lifinden de olunur|. |
mesel |
: | مثل |
(p. c. msâl) : 1) örnek, benzer, nümûne. (bkz. : mânend, nazîr, şibîh). 2) dokunaklı ve manâlı söz. 3) terbiye ve ahlâka faydalı, yararlı olan hikâye. Darb-ı mesel : atasözü, fr. proverbe. |
meselâ |
: | مثلا |
(a. zf.) : misal olarak, şunun gibi, söz gelişi, (bkz. : meselen). |
mes'ele |
: | مسأله |
(a. i. suâl'den. c. : mesâi!) : 1) sorulup karşılığı istenilen şev. 2) çözülmesi istenilen şey, problem, fr. probleme. 3) ehemmiyetli iş. 4) savaş, cenk. |
mes'ele-i müstehhire |
: |
huk. esas dâvanın tat-bîki sırasında meydana çıkıp halli o mahkemenin vazifesi dışında ve esas dâvanın halline te'sîri olan nizâlar, ihtilâflar. |
|
mes'ele-i nâs |
: |
huk. [eskiden] nâsdan tese'ül edilerek alınan mal. |
|
mes'ele-i zaile |
: |
geçen savaş. |
|
mesele |
: | مثلا |
(a. zf.) : misal olarak, söz gelişi, şunun gibi. (bkz. : meselâ). |
meşem |
: | مسم |
(a. i. c. : mesâmm) : cilt üzerindeki küçük delik. |
mesemme |
: | مسمه |
(a. i. c. : : meşinim, mesâm-mât) : ufak delikler. |
me'sere |
: | مأثره |
(a. i. c. : meâsir) : güzel eser, nişan, iz. |
meser |
: | مسر |
(f. i.) : 1) buz. (bkz. : yan). 2) soğuk, (bkz. : berd, serd). |
meserrât |
: | مسرات |
(a. i. meserret'in c.) : sevinçler, şenlikler. |
meserret |
: | مسرت |
(a. i. sürûr'dan. c. : meserrât) : sevinç, şenlik. |
meserret-âver |
: | مسرت آور |
(a. f. b. s.) : meserret, sevinç getiren, sevindiren, sevindirici. (bkz. : meserret-engîz). |
meserret-bahşâ |
: | مسرت بخشا |
(a. f. b. s.) : meserret, sevinç bağışlıyan. |
meserret-efzâ |
: | مسرت افزا |
(a. f. b. s.) : meserreti, sevinci artıran. |
meserret-engîz |
: | مسرت انگيز |
(a. f. b. s.) : meserret meydana getiren, sevindiren, sevindirici, (bkz. : meserret-âver). |
mesfû' |
: | مسفوع |
(a. s.) : nazar değmiş. mesfû'-ül-ayn : gözü çukurlanıp içine batmış. |
mesfûh |
: | مسفوح |
(a. s.) : 1) dökülmüş, akıtılmış. 2) i. coğr. dağ eteği. |
mesfûk, mesfûk |
: | مسفوك ، مسفوكه |
(a. s.) : sefkedilmiş, dökülmüş, akıtılmış. Hûn-i mesfûk : akıtılmış kan. |
mesfûr |
: | مسفور |
(a. s.) : yazılmış, adı geçmiş, (bkz. : mezkûr) : [bu kelime, hakaret görmesi îcâbeden aşağılık kimseler, daha çok düşmanlar hakkında kullanılırdı] |
mesh |
: | مسح |
(a. i.) : 1) silme, sığama. 2) bir şeyi el ile sığama. 3) abdest alırken ıslak eli, başın dört bölüğünden bir bölüğüne sürme. |
mesh |
: | مسخ |
(a. s.) : şeklini değiştirerek çirkin bir hâle getirme. |
meshâ' |
: | مسحاء |
(a. i.) : düz yer, düzlük. |
meshane |
: | مسخنه |
(a. i. c. : mesâhin) : öteberi ısıtacak şey. |
meshûf |
: | مسهوف |
(a. s.) : susamış, suya kanamamış. (bkz. : atşân, teşne). |
meshûk |
: | مسحوق |
(a. s. sahk'dan.) : sahkolunmuş, döğülüp toz hâline getirilmiş. Sükker-i meshûk : toz şeker. |
meshûn |
: | مسخون |
(a. s.) : ısıtılmış. |
meshûr |
: | مسحور |
(a. s. sihr'den.) : sihirlenmiş, sihire uğramış, büyülenmiş, büyülü gibi tutkun. |
meshût |
: | مسخوط |
(a. s.) : beğenilmiyen |
mesîh |
: | مسيح |
(a. s.) : üzerine yağ sürülmüş. |
mesîh |
: | مسيخ |
(a. s. mesh'den.) : 1) mesholunmuş, başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş olan [insan] . 2) acîbe, garîbe, fr. monstre. |
mesîh |
: | مسيح |
(a. h. i.) : Hz. İsâ (Aleyhisselâm). [elini sürdüğü hastaların derhal iyileşmesinden kinaye olarak] |
mesihâ-dem |
: | مسيحادم |
(a. b. i.) : (bkz. : mesîhâ-nefes). |
mesîhâ-nefes |
: | مسيحا نفس |
(a. b. s.) : Hz. Îsâ (Aleyhisselâm) gibi nefesinde hayat bulunan, nefesi şifâ veren, nefesi te'sirli. (bkz. : mesîhâ-dem). |
mesîhî, mesîhiyye |
: | مسيحی ، مسيحيه |
(a. s.) : 1) Hz. îsâ'ya âit olan, onunla ilgili bulunan. 2) Hıristiyan, Nasrânî. |
mesîhiyyûn |
: | مسيحيون |
(a. i. mesîhî'nin c.) : Hıristiyanlar. |
mesîle |
: | مسيك |
(a. s.) : hasis, pinti. |
mesîl |
: | مثيل |
(a. s.) : benzer, (bkz. : mânend, misi, nazîr, şibîh). |
mesîl |
: | مسيل |
(a. i. seyelân'dan.) : suyun aktığı, geçtiği yer. (bkz. : reh-güzâr). |
mesîr, mesire |
: | مسير ، مسيره |
(a. i. seyr'den.) : seyir edilecek, gezilecek yer, gezinti yeri. (bkz. : teferrüc-gâh). |
mesîre-gâh |
: | مسيره گاه |
(a. f. b. i.) : mesire yeri. [aslında "gâh" fazladır; çünkü "mesire" : seyrangâh" demektir. Bununla beraber osmanlicada kullanılır olmuştur] |
mesken |
: | مسكن |
(a. i. sükûn'dan. c. : mesâkin) : sakin olacak, oturulacak yer, oturulan ev. (bkz. : beyt, hâne, ikamet-gâh, menzil, me'vâ). |
mesken-i şer'î |
: |
huk. [eskiden] ikamete elverişli, mutfak ve şâire gibi teferruatı hâvî olan mesken. |
|
mesken ü medfen |
: |
oturacak ve gömülecek ver. |
|
meskenet |
: | مسكنت |
(a. i.) : 1) miskinlik; fakirlik, yoksulluk. 2) beceriksizlik. |
meskenet-fiken |
: | مسكنت فكن |
(a. f. b. s.) : miskinliği gideren). |
meskub |
: | مثقوب |
("ku" uzun okunur. a. s. sakb'dan.) : sakbolunmuş, delinmiş, delikli, (bkz. : sufle). Lü'-lü'-i, dürr-i meskub : delinmiş, delikli inci. |
meskub |
: | مسكوب |
(a. s. sükûb'dan.) : kalıba dökülmüş, akıtılmış. |
meşkûk |
: | مسكوك |
(a. s.) : sikkeli, damgası vurulmuş, para hâline getirilmiş. |
meskukât |
: | مسكوكات |
(a. i. meskûk'ün c.) : sikke hâline getirilmiş madenî paralar, akçeler. |
meskûkât-ı cedide |
: |
yeni paralar. |
|
mekûkât-ı ecnebiye |
: |
yabancı devletlerin paralan, fr. monnaies etrangeres. |
|
meskum |
: | مسقوم |
("ku" uzun okunur, a. s.) : hasta ve yoksul [kimse] |
meskûn |
: | مسكو ن |
(a. s. sükûn'dan.) : 1) içinde insan oturan yer. 2) insan bulunan, şenel-miş yer. Gayr-i meskûn : içinde insan bulunmı-yan, ıssız, tenha yer. Rub'-i meskûn : Dünyâ'nın insan bulunan (dörtte bir) kısmı. |
meskûr |
: | مسكور |
(a. s.) : sarhoş, (bkz . mest). |
meskût |
: | مسكوت |
(a. s. sükût'dan) : sükût edilmiş, söylenmemiş. |
meslah |
: | مسلخ |
(a. i. selh'den.) : salhane, kanara, hayvan kesilen yer. |
meslaha |
: | مسلحه |
(a. i.) : derbent, sınır kalesi. |
meslebe |
: | مثلبه |
(a. i. c. : mesâlib) : ayıp, eksik, kusur, (bkz. : nakîsa). |
meslek |
: | مسلك |
(a. i. sülûk'dan. c. : mesâlik) : 1) sülük edilen yer, yol; gidiş. 2) geçim için tutulan yol. 3) sistem, fr. systeme. |
meslek-i muzır |
: |
zarar veren meslek. |
|
meslek-i şûhâne |
: |
neşeli meslek, şen tutum. |
|
mesleki |
: | مسلكی |
(a. s.) : mesleğe âit, meslekle ilgili. |
meslekî tedrisât |
: |
meslekle ilgili olan dersler. |
|
meslû' |
: | مسلوع |
(f. a. s.) : vücudunda ur bulunan kimse. |
meslûb |
: | مسلوب |
(a. s. selb'den.) : selbolunmuş, soyulmuş, alınmış, giderilmiş. |
meslûb-ül-ak |
: |
aklı alınmış, deli edilmiş. meslûb-üş-şuûr : şuursuz, anlayışsız. |
|
meslûc |
: | مسلوج |
(a. s.) : befolunmuş, yutulmuş. |
meslûh |
: | مسلوخ |
(a. s.) : teslih edilmiş, derisi yüzülmüş. |
meslûl |
: | مسلول |
(a. s. sell'den.) : 1) selledilmiş, kınından çıkarılmış, kınından sıyrılmış. Seyf-i meslûl : kınından sıyrılmış kılıç. 2) dîn uğruna nefsini feda eden kahraman. 3) verem. |
meslûs |
: | مثلوث |
(a. s.) : 1) üçte biri alınmış. 2) i. üç kat bükülmüş ip. |
meslût |
: | مسلوط |
(a. s.) : 1) yenilmiş, (bkz. : mağlûb). 2) zayıf, arık. |
meslût-ül-lihye |
: |
sakalı hafif adam. |
|
mesmû' |
: | مسموع |
(a. s. sem'den) : 1) işitilmiş, duyulmuş, haber alınmış. 2) dinlenen, işitilen. |
mesmûât |
: | مسموعات |
(a. i. mesmû'un c.) : işitilen, duyulan, haber alınan şeyler. |
mesmum |
: | مسموم |
(a. s. semm'den.) : zehirlenmiş, ağılanmış, zehirli. |
mesmûmen |
: | مسموما |
(a. zf.) : mesmûm olarak, zehirlenmiş olarak, zehirlenme suretiyle. |
mesmûr |
: | مسمور |
(a. s.) : ufak tefek olmakla beraber sinirleri kuvvetti [adam] |
mesnâ |
: | مثنی |
(a. zf.) : ikişer ikişer. |
mesnâî |
: | مثنائی |
(a. i.) : ikizli bitki. |
mesned |
: | مسند |
(a. i. c. : mesânid) : 1) isnâdedilen, dayanılan şey. 2) rütbe, derece, paye, makam. |
mesııed-i meşihat |
: |
şeyhislâmlık mertebesi, mevkii. |
|
mesned-i sadiret-i uzmâ |
: |
sadrazamlık mevkii. |
|
mesned-ârâ |
: | مسند آرا |
(a. f. b. s.) : mesnede süs veren, o mesnedde bulunan. |
mesnediyyet |
: | مسندت |
(a. i.) : fels. fr. imputabilite. |
mesned-nisîn |
: | مسند نشين |
(a. f. b. s.) : bir mesned veya makamda bulunan. |
mesnevi |
: | مثنوی |
(a. i.) : 1) ed. her beyti başlı başına kafiyeli ve başından sonuna kadar aynı vezinde olan manzume. 2) h. i. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin, bu şekilde yazmış olduğu farsça meşhur eseri. |
mesnevî-hân |
: | مثنوی خوان |
(a. f. b. s.) : mesnevî okumıya ve okutmıya icazet almış âlim. |
mesneviyyât |
: | مثنويات |
(a. i. c.) : mesnevî tarzında yazılmış eserler. |
mesnûn |
: | مسنون |
(a. s. sünnet'den.) : 1) bilenmiş [bıçak, çakı] . 2) sünnet olan şey. 3) âdet edilen şey. 4) yıllanmış şey. |
mesrâ |
: | مسری |
(a. i.) : gece vakti yola çıkma. |
mesrah |
: | مسرح |
(a. i. c. : mesârih) : otluk, çayırlık, |
meşrebe |
: | مسربه |
(a. i. c. : mesârib) : 1) çayır, mer'a, otlak. 2) göğüsten karına kadar uzanan kıllı yer. |
mesrece |
: | مسرجه |
(a. i.) : kandil konulan zarf, şişe. |
mesrûd |
: | مسرود |
(f. i.) : büyü, sihir, (bkz. : efsun). |
mesrûd |
: | مسرود |
(a. s. serd'den.) : serdolunmuş, söylenmiş, bildirilmiş, (bkz. : mezkûr). |
mesrûdât |
: | مسرودات |
(a. i. c.) : söylenenler. |
mesrûk |
: | مسروق |
(a. s. sirkat'den) : sirkat olunmuş, çalınmış. Mâl-i mesrûk : çalınmış mal. Nakd-i mesrûk : çalınmış para. |
mesrur |
: | مسرور |
(a. s. sürûr'dan) : sürurlu, memnun, sevinmiş; meramına ermiş, (bkz. : dil-şâd, mahzûz, şâdân). |
mesrüriyyet |
: | مسروريت |
(a. i.) : mesrurluk, sevinme; meramına erme. İ'lân-ı mesrüriyyet : sürürünü, sevincini açığa vurma. |
mess |
: | مس |
(a. i.) : 1) yapışma, değme, dokunma. (bkz. : temas). 2) meydana gelme, (bkz. : vâki'). |
mess-i hacet |
: |
lüzum görülme, gerekme. |
|
messâh |
: | مساح |
(a. s.) : 1) (mesâhet'den) çok ölçen, çok ölçüp biçen. 2) (mesh'den) uğuşturan, masaj yapan, (bkz. : dellâk). |
mest |
: | مست |
(o. i.) : mesh verilen ve üzerine pabuç giyilen, kısa konçlu hafif ve yumuşak ayakkabı, ["mesh" den bozulma olsa gerek] |
mest ser-gerdân |
: |
bir çeşit ayakkabı. |
|
mest |
: | مست |
(f. s. c. : mestân) : sarhoş. Bed-mest : sarkıntılık eden cıvık sarhoş. Ser-mest, Siyeh-mest : fazla sarhoş. |
mest-i bî-riyâ |
: |
riyasız sarhoş. |
|
mest-i elest |
: |
ezel meclisinde hitâb-ı ilâhî ile sarhoş olan. |
|
mest-i harâb |
: |
harâbolmuş sarhoş, yıkılasıya içmiş adam. |
|
mest-i müdâm |
: |
devamlı, her zaman sarhoş. |
|
mest-i nâz |
: |
1) s. naz sarhoşu; 2) süzgün bakışlı, nazlı güzel; 3) i. kadın adı. |
|
mest-i ser-şâr |
: |
haddinden fazla sarhoş. |
|
mest-i temâşâ |
: |
bakma, seyretme sarhoşu; seyretmekten sarhoş olmuş olan. |
|
mestân |
: | مستان |
(f. s. mest'in c.) : sarhoşlar. |
mest-âne |
: | مستانه |
(f. zf. ve s.) : sarhoşa yakışacak şekilde, sarhoşça, sarhcşcasına. çeşm-i mest-âne : mahmur, baygın göz. Na'ra-i mest-âne : sarhoş na'rası. |
mesti |
: | مستی |
(f. i.) : sarhoşluk. |
mestî-âver |
: | مستی آور |
(f. b. s.) : sarhoş edici, bayıltıcı, (bkz. : gaşy-âver, mugşî). |
mestî-bahs |
: | مشتی بخش |
(f. b. s.) : bayıltıcı, sarhoşluk veren. |
mestur |
: | مسطور |
(a. s. satr'dan.) : satırlanmış, yazılmış, çizilmiş. Ber-vech-i mestur : yazılmış olduğu gibi (bkz. : muharrer). |
mestur, mesture |
: | مستور ، مستوره |
(a. s. setr'den) : 1) setrolunmuş, örtülü, kapalı, gizli. 2) açık saçık gezmiyen, namuslu kadın, (bkz. : muhaddere). |
mesture |
: | مستوره |
(a. i.) : huk. Şahitleri gizli olarak temize çıkarmak üzere hâkim tarafından âit oldukları makama yazılan yazı. Tahsîsât-ı mesture : örtülü ödenek, devletin mâlî formalitelere tabî tutmaksızın, gizli siyasî işler için bütçede tahsîs ettiği para. |
mesûbat |
: | مثوبات |
(a. i. mesûbe'nin c.) : 1) iyiliğe karşı Allah tarafından verilen mükâfatlar. 2) edilen ibâdetlerin kıyamette göreceği mükâfatlar. |
mesûbe |
: | مثوبه |
(a. i. c. : mesûbât) : 1) iyiliğe karşı Allah tarafından verilen mükâfat. 2) edilen ibâdetlerin kıyamette göreceği mükâfat. |
mes'ûd |
: | مسعود |
(a. s. sa'd'den) : saâdetli, bahtlı, bahtiyar, kutlu. |
mes'udâne |
: | مسعودانه |
(a. zf.) : mes'ut-çasına, kutlu elana yakışacak surette, kutlulukla. |
mes'udiyyet |
: |
(a. i.) : mes'utluk, bahtiyarlık, kutluluk. |
|
mes'ûl |
: | مسئول |
(a. s. : sûâl'den) : 1) suâl olunmuş; kendisinden sorulmuş 2) * sorumlu. Müdîr-i mes'ûl : *sorumlu müdür. Is'âf-ı mes'ûl : istenileni yerine getirme. 3) cezaya çarptırılmış. |
mes'ul-bi-l-mâl |
: |
para ile mes'ûl, sorumlu ve kefîl olan. |
|
mes'ûl-bi-n-nefs |
: |
şahsan mes'ûl, sorumlu ve kefîl oîan. |
|
mes'uliyyet |
: | مئوليت |
(a. i.) : mes'ûl olma hâli, * sorumluluk. |
me'sûm |
: | مدثوم |
(a. s.) : günahlı, suçlu, (bkz. : maznun). |
me'sûr |
: | مأسور |
(a. s.) : esîr edilmiş tutsak, yolu kesilmiş. |
me'sûre |
: | مأثوره |
(a. s.) : rivayet suretiyle öğrenilmiş olan meşhur ve mühim haberler. Ed'iye-i me'sûre : Hz. Huhammed'le sahabelerden naklolunan te'sirli dualar. |
mesvâ |
: | مثوی |
(a. i. c. : mesâvî) : mesken, hâne, ev (bkz. : me'vâ). |