mesâ'

: مساء

(a. i.) : akşam. Subh ü mesâ : sabah akşam.

mesâ'

: مصاع

(a. i.) : kuyumcu eşyası.

mesâb

: مشاب

(a. i.) : 1) geri dönülecek yer. 2) suyun biriktiği, isanların toplandığı yer. (bkz. : mecma').

mesabe

: مشابه

(a. i.) : derece, rütbe; kadar.

mesâbîh

: مصابيح

(a. i. misbâh'ın c.) : kandiller, çırağlar, aydınlatma âletleri.

mesâbîr

: مسابير

(a. i. misbâr'ın c.) : 1) hek. yara fitilleri. 2) sondalar.

mesâcid

: مساجد

(a. i. mescid'in c.) : 1) mescidler. 2) içinde cuma ve bayram namazları kılınması şer'an caiz olmıyan küçük camiler.

mes'adet

: مسعدت

(a. i. sa'd'den) : saâdat, bahtiyarlık, kutluluk.

mesâet

: مسائت

(a. i.) : fenalık etme, fena iş yapma.

mesâfât

: مسافات

(a. i. mesâfe'nin c.) : aralar, uzaklıklar. mesâfât-ı baîde : uzak mesafeler.

mesafe

: مسافه

(a. i. c. : mesâfât, müsâf.) : ara, uzaklık. Kat'-ı mesafe : yol alma. jeod. bir nevî arazî ölçme ve hesaplama metodu.

mesâfe-i semt-ür-re's

:  

herhangi bir yıldızın mevkii ile semt-ür-re's noktasının, râsıdın gözünde teşkîl ettiği açı.

mesâfî

: مصافی

(a. i. mushaf'ın c.) : 1) geçler.

mesaff

: مصف

(a. i. saff'dan. c. : mesâff) : sıra sıra dizilme yeri; harb safları yeri.

mesâg

: مساغ

(a. i. c. sevgiden.) : izin. (bkz. : ruhsat, cevaz).

mesâg-i kanunî

:  

("ka" uzun okunur) : kanunen izin verilmiş.

mesâg-i şer'î

:  

şerîatin verdiği izin.

mesaha, mesâhat

: مساحه ، مساحت

(a. i.) : ölçme [yer] , [aslı : "misâha, misâhat" dır]

mesâhif

: مصاحف

(a. i. mushaf'ın c.) : 1) sahife hâline getirilmiş şeyler, kitaplar. 2) Mushaflar, Kur'anlar. Tedkîk-i mesâhif : basılan veya elle yazılan Kur'ân-ı Kerim'leri imlâ, hareke bakımından gözden geçirme.

mesâhin

: مساخن

(a. i. meshane'nin c.) : öteberi ısıtacak şeyler.

mesaî

: مساعی

(a. i. c.) : çalışmalar. İb-zâl-i mesaî : bol çalışma.

mesâî-i cemîle

:  

güzel çalışmalar.

mesâib

: مصاعب

(a. i. mus'ab'ın c.) : zor işler, müşküller.

mesâib

: مصائب

(a. i. musîbet'in c.) : 1) felâketler. 2) s. mec. uğursuzlar.

mesâib-i dünyeviyye

:  

dünyâ felâketleri.

mesâib-penâh

: مصائب پناه

(a. f. b. i.) : musibetlerin, belâların sığınağı.

mesaid

: مصاعد

(a. i. mas'ad'ın c.) : yukarı çıkacak yerler.

mesâid

: مصائد

(a. i. sayd'dan. masîd'in c.) : av yerleri.

mesâil

: مسائل

(a. i. mes'ele'nin c.) : meseleler.

mesâil-i amika

:  

derin meseleler.

mesâil-i hukuk

:  

hukuk meseleleri.

mesâil-i müteahhire

:  

huk. görülen veya görülecek olan bir dâvayı te'hîr etme, ileriye bırakma.

mffsâtl-i mütekaddîme

:  

huk. bir dâva görülmezden önce yapılması îcâbeden işler.

mesâil-i settâ

:  

dağınık meseleler, maddeler.

mesâir

: مساعر

(a. i. mis'ar'ın c.) : ateş küsküleri, ateş karıştırmıya yarıyan demirler.

mesâ

: مساق

(a. i.) : sevk edilecek yer, sürücek yer.

mesâkıb

: مثاقب

(a. i. miskab'ın c.) : matkaplar, delme âletleri.

mesâkıl

: مصالق

(a. i. mıskal'ın c.) : 1) cilâhyan, parlatan âletler. 2) ince, zarif hatipler.

mesâkıt

: مساقط

(a. i. maskat ve maskıt'ın c.) : düşecek yerler.

mesâkîl

: مثاقيل

(a. i. miskal'in c.) : mıskallar, 1, 43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.

mesâlkin

: مساكن

(a. i. mesken'in c.) : meskenler, oturulacak yerler, (bkz. : büyüt).

mesâkîn

: مساكين

(a. s. miskîn'in c.) : 1) ziyadesiyle fakir olanlar. 2) miskinler, uyuşuklar; miskin hastalığına tutulmuş kimseler.

mes'al

: مسعل

(a. i.) : hek. boğazda öksürecek yer.

mesâlib

: مثالب

(a. i. meslebe'nin c.) : ayıplar, eksiklikler, kusurlar, (bkz. : nakais).

mesâlih

: مصالح

(a. i. maslahat'ın c.) : işler. Eshâb-ı mesâlih, Erbâb-ı mesâlih : hükümet dâirelerinde bitecek işleri olan kimseler.

mesâlih-i mescit

:  

huk. [eskiden] mescitten maksûdolan gayenin tahakkuku için imam, hatip, müezzin, kayyum tâyini ve mescidin tenvîr ve tefrişi için gereken malların mubayaası gibi şeyler.

mesâlih-i vâkıa-i yevmiyye

:  

her gün vâki olan işler.

mesâlik

: مسالك

(a. i. meslek'in c.) : sülük edilen, tutulan yollar.

mesâlik

: مثالك

(a. i.) : raüı. üç telli sazlar.

mesâm, mesâmet

: مصام ، مصامت

(a. i.) : duracak yer.

mesâmi'

: مسامع

(a. i. misma'ın c.) : 1) işitme âletleri. 2) kulaklar.

mesâm îr1

: مسامير

(a. i. mismâr'ın c.) : çiviler, mıhlar.

mesâmîr-i nisyân'a ta'lîk

:  

(unutma çivisine asma) : ehemmiyet vermeksizin geleceğe ta'lîk, asıntıda bırakma.

mesâmm

: مسام

(a. i. mesemm'in c.) : cilt üzerindeki küçük delikler.

mesâmm-ül-cild

:  

hek. cilt üzerindeki küçük delikler.

mesâmmât

: مسامات

(a. i. mesâmm'ın c.) : cilt üzerindeki küçük delikler. Zû-mesâmm, -mesâm-mât : mesamatı olan cisimler. Zû-mesâmmiyyet : fiı. her cismin zerreleri arasında mesamatı bulunması.

mesâmmât-ı mehsûse, -zahire

:  

fiz. cisimlerin zerreleri arasında olup gözle görülemiyen aralıklar.

mesâmmât-ı mahsûse, - -ı zahire

:  

fiz. cisimlerin zerreleri arasında olup gözle veya mikroskopla görülebilen delikler, [kelime bizde şeddesiz olarak kulanıır]

mesane

: مثانه

(a. i.) : sidik kavuğu.

mesâni

: مثانی

(a. i. mesnâ'nın c.) : bir şeyin tekrarı. Seb'ül-mesânî : yedi âyetten meydana gelen ve kur'ân'ın ilk sûresini teşkil eden "Fatiha" sûresi, [iki rekâtta iki defa okunduğu için bu ad verilmiştir]

mesânid

: مساند

(a. i. mesned'in c.) : rütbeler, dereceler; mevkiler.

mesânîd-i âliyye

:  

yüksek rütbeler, mevkiler.

mesâni-yül-ûd

: مثانی العود

(a. b. i.) : 1) tanburun, lağutanın ikinci teli. 2) iki telli tanbur; bulgari.

mesârib

: مسارب

(a. i. mesrebe'nin c.) : 1) çayırlar, otlaklar. 2) göğüsten karına kadar olan yerde biten kıllar.

mesârih

: مسارح

(a. i. mesrah'ın c.) : otluklar, çayırlıklar.

mesârr

: مسار

(a. i. meserret'in c.) : sevinçler, zevkler, (bkz. : meserrât). [dilimizde çok zaman müfret (tekil) gibi kullanılır] . Maal-mesârr : meserretle, sevinçle; zevkle.

mesâs

: مساس

(a. i.) : asıl, esas, kök.

mesâtır

: مساطر

(a. i. mistâr'ın c.) : 1) çizgi çizme âletleri, cetveller. 2) mastarlar [inşâat-"ta kullanılır]

mesâvî

: مثاوی

(a. i. mesvâ'nın c.) : meskenler, haneler, evler.

mesâvî

: مساوی

(a. i. sû'ün c.) : fenalıklar, kötülükler, [zıddı : mahâsin]

mesâvik

: مساويك

(a. i. misvâk'ın c.) : misvaklar.

mesbaa

: مسبعه

(a. i.) : yırtıcı hayvanı çok olan yer.

mesbûk

: مسبوق

(a. s. sebkat'den.) : 1) sebk etmiş, geçmiş, başkalarından geri kalmış, arkada bırakılmış. 2) önde bulunan, ondan evvel geçmiş. Gayr-i mesbûk, Nâ-mesbûk : benzeri olmı-yan, hiç görülmemiş.

mesbûk-ül-emsâl

:  

benzerleri görülmemiş. mesbûk-ül-hidme : hizmeti, emeği geçmiş.

mesbûk-üz-zikr

:  

zikri, adı geçmiş.

mesbûk

: مسبوك

(a. s. sebk'den.) : kalıba dökülmüş. Maâdin-i mesbûke : kalıba dökülmüş mâdenler. Tibr-mesbûk : kalıba dökülmüş altın.

mescen

: مسجن

(a. i.) : hapishane, cezaevi, zindan, (bkz. : mahbes).

mescid

: مسجد

(a. i. sücûd'dan. c. : mesâcid) : secde edilecek, namaz kılınacak yer, küçük cami.

mescid-i aksa

:  

Kudüs'deki meşhur büyük cami.

mescid-ül-harâm

:  

Mekke'de Kabe'nin bulunduğu en büyük ma'bed.

mescûd

: مسجود

(a. s.) : secde edilmiş, kendisine tapılmış; Allah. Hâlik-ı mescûd : Zâtına secde edilen Allah.

mescûm

: مسجوم

(a. s.) : dökülmüş, saçılmış. Dem'-i mescûm, Eşk-i mescûm : dökülmüş gözyaşı.

mescûn

: مسجون

(a. s. sicn'den.) : hapsedilmiş, zindana atılmış.

mescûr

: مسجور

(a. i.) : 1) taşkın su, deniz. 1) alevli ateş; kızgın fırın.

mesdûd

: مسدود

(a. s. sedd'den.) : seddolunmuş, kapanmış, kapalı, tıkanmış, tıkalı. Bâb-ı mesdüd : kapalı kapı.

mesed

: مسد

(a. i.) : sağlam bükülmüş ip. [hurma lifinden de olunur|.

mesel

: مثل

(p. c. msâl) : 1) örnek, benzer, nümûne. (bkz. : mânend, nazîr, şibîh). 2) dokunaklı ve manâlı söz. 3) terbiye ve ahlâka faydalı, yararlı olan hikâye. Darb-ı mesel : atasözü, fr. proverbe.

meselâ

: مثلا

(a. zf.) : misal olarak, şunun gibi, söz gelişi, (bkz. : meselen).

mes'ele

: مسأله

(a. i. suâl'den. c. : mesâi!) : 1) sorulup karşılığı istenilen şev. 2) çözülmesi istenilen şey, problem, fr. probleme. 3) ehemmiyetli iş. 4) savaş, cenk.

mes'ele-i müstehhire

:  

huk. esas dâvanın tat-bîki sırasında meydana çıkıp halli o mahkemenin vazifesi dışında ve esas dâvanın halline te'sîri olan nizâlar, ihtilâflar.

mes'ele-i nâs

:  

huk. [eskiden] nâsdan tese'ül edilerek alınan mal.

mes'ele-i zaile

:  

geçen savaş.

mesele

: مثلا

(a. zf.) : misal olarak, söz gelişi, şunun gibi. (bkz. : meselâ).

meşem

: مسم

(a. i. c. : mesâmm) : cilt üzerindeki küçük delik.

mesemme

: مسمه

(a. i. c. : : meşinim, mesâm-mât) : ufak delikler.

me'sere

: مأثره

(a. i. c. : meâsir) : güzel eser, nişan, iz.

meser

: مسر

(f. i.) : 1) buz. (bkz. : yan). 2) soğuk, (bkz. : berd, serd).

meserrât

: مسرات

(a. i. meserret'in c.) : sevinçler, şenlikler.

meserret

: مسرت

(a. i. sürûr'dan. c. : meserrât) : sevinç, şenlik.

meserret-âver

: مسرت آور

(a. f. b. s.) : meserret, sevinç getiren, sevindiren, sevindirici. (bkz. : meserret-engîz).

meserret-bahşâ

: مسرت بخشا

(a. f. b. s.) : meserret, sevinç bağışlıyan.

meserret-efzâ

: مسرت افزا

(a. f. b. s.) : meserreti, sevinci artıran.

meserret-engîz

: مسرت انگيز

(a. f. b. s.) : meserret meydana getiren, sevindiren, sevindirici, (bkz. : meserret-âver).

mesfû'

: مسفوع

(a. s.) : nazar değmiş. mesfû'-ül-ayn : gözü çukurlanıp içine batmış.

mesfûh

: مسفوح

(a. s.) : 1) dökülmüş, akıtılmış. 2) i. coğr. dağ eteği.

mesfûk, mesfûk

: مسفوك ، مسفوكه

(a. s.) : sefkedilmiş, dökülmüş, akıtılmış. Hûn-i mesfûk : akıtılmış kan.

mesfûr

: مسفور

(a. s.) : yazılmış, adı geçmiş, (bkz. : mezkûr) : [bu kelime, hakaret görmesi îcâbeden aşağılık kimseler, daha çok düşmanlar hakkında kullanılırdı]

mesh

: مسح

(a. i.) : 1) silme, sığama. 2) bir şeyi el ile sığama. 3) abdest alırken ıslak eli, başın dört bölüğünden bir bölüğüne sürme.

mesh

: مسخ

(a. s.) : şeklini değiştirerek çirkin bir hâle getirme.

meshâ'

: مسحاء

(a. i.) : düz yer, düzlük.

meshane

: مسخنه

(a. i. c. : mesâhin) : öteberi ısıtacak şey.

meshûf

: مسهوف

(a. s.) : susamış, suya kanamamış. (bkz. : atşân, teşne).

meshûk

: مسحوق

(a. s. sahk'dan.) : sahkolunmuş, döğülüp toz hâline getirilmiş. Sükker-i meshûk : toz şeker.

meshûn

: مسخون

(a. s.) : ısıtılmış.

meshûr

: مسحور

(a. s. sihr'den.) : sihirlenmiş, sihire uğramış, büyülenmiş, büyülü gibi tutkun.

meshût

: مسخوط

(a. s.) : beğenilmiyen

mesîh

: مسيح

(a. s.) : üzerine yağ sürülmüş.

mesîh

: مسيخ

(a. s. mesh'den.) : 1) mesholunmuş, başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş olan [insan] . 2) acîbe, garîbe, fr. monstre.

mesîh

: مسيح

(a. h. i.) : Hz. İsâ (Aleyhisselâm). [elini sürdüğü hastaların derhal iyileşmesinden kinaye olarak]

mesihâ-dem

: مسيحادم

(a. b. i.) : (bkz. : mesîhâ-nefes).

mesîhâ-nefes

: مسيحا نفس

(a. b. s.) : Hz. Îsâ (Aleyhisselâm) gibi nefesinde hayat bulunan, nefesi şifâ veren, nefesi te'sirli. (bkz. : mesîhâ-dem).

mesîhî, mesîhiyye

: مسيحی ، مسيحيه

(a. s.) : 1) Hz. îsâ'ya âit olan, onunla ilgili bulunan. 2) Hıristiyan, Nasrânî.

mesîhiyyûn

: مسيحيون

(a. i. mesîhî'nin c.) : Hıristiyanlar.

mesîle

: مسيك

(a. s.) : hasis, pinti.

mesîl

: مثيل

(a. s.) : benzer, (bkz. : mânend, misi, nazîr, şibîh).

mesîl

: مسيل

(a. i. seyelân'dan.) : suyun aktığı, geçtiği yer. (bkz. : reh-güzâr).

mesîr, mesire

: مسير ، مسيره

(a. i. seyr'den.) : seyir edilecek, gezilecek yer, gezinti yeri. (bkz. : teferrüc-gâh).

mesîre-gâh

: مسيره گاه

(a. f. b. i.) : mesire yeri. [aslında "gâh" fazladır; çünkü "mesire" : seyrangâh" demektir. Bununla beraber osmanlicada kullanılır olmuştur]

mesken

: مسكن

(a. i. sükûn'dan. c. : mesâkin) : sakin olacak, oturulacak yer, oturulan ev. (bkz. : beyt, hâne, ikamet-gâh, menzil, me'vâ).

mesken-i şer'î

:  

huk. [eskiden] ikamete elverişli, mutfak ve şâire gibi teferruatı hâvî olan mesken.

mesken ü medfen

:  

oturacak ve gömülecek ver.

meskenet

: مسكنت

(a. i.) : 1) miskinlik; fakirlik, yoksulluk. 2) beceriksizlik.

meskenet-fiken

: مسكنت فكن

(a. f. b. s.) : miskinliği gideren).

meskub

: مثقوب

("ku" uzun okunur. a. s. sakb'dan.) : sakbolunmuş, delinmiş, delikli, (bkz. : sufle). Lü'-lü'-i, dürr-i meskub : delinmiş, delikli inci.

meskub

: مسكوب

(a. s. sükûb'dan.) : kalıba dökülmüş, akıtılmış.

meşkûk

: مسكوك

(a. s.) : sikkeli, damgası vurulmuş, para hâline getirilmiş.

meskukât

: مسكوكات

(a. i. meskûk'ün c.) : sikke hâline getirilmiş madenî paralar, akçeler.

meskûkât-ı cedide

:  

yeni paralar.

mekûkât-ı ecnebiye

:  

yabancı devletlerin paralan, fr. monnaies etrangeres.

meskum

: مسقوم

("ku" uzun okunur, a. s.) : hasta ve yoksul [kimse]

meskûn

: مسكو ن

(a. s. sükûn'dan.) : 1) içinde insan oturan yer. 2) insan bulunan, şenel-miş yer. Gayr-i meskûn : içinde insan bulunmı-yan, ıssız, tenha yer. Rub'-i meskûn : Dünyâ'nın insan bulunan (dörtte bir) kısmı.

meskûr

: مسكور

(a. s.) : sarhoş, (bkz . mest).

meskût

: مسكوت

(a. s. sükût'dan) : sükût edilmiş, söylenmemiş.

meslah

: مسلخ

(a. i. selh'den.) : salhane, kanara, hayvan kesilen yer.

meslaha

: مسلحه

(a. i.) : derbent, sınır kalesi.

meslebe

: مثلبه

(a. i. c. : mesâlib) : ayıp, eksik, kusur, (bkz. : nakîsa).

meslek

: مسلك

(a. i. sülûk'dan. c. : mesâlik) : 1) sülük edilen yer, yol; gidiş. 2) geçim için tutulan yol. 3) sistem, fr. systeme.

meslek-i muzır

:  

zarar veren meslek.

meslek-i şûhâne

:  

neşeli meslek, şen tutum.

mesleki

: مسلكی

(a. s.) : mesleğe âit, meslekle ilgili.

meslekî tedrisât

:  

meslekle ilgili olan dersler.

meslû'

: مسلوع

(f. a. s.) : vücudunda ur bulunan kimse.

meslûb

: مسلوب

(a. s. selb'den.) : selbolunmuş, soyulmuş, alınmış, giderilmiş.

meslûb-ül-ak

:  

aklı alınmış, deli edilmiş. meslûb-üş-şuûr : şuursuz, anlayışsız.

meslûc

: مسلوج

(a. s.) : befolunmuş, yutulmuş.

meslûh

: مسلوخ

(a. s.) : teslih edilmiş, derisi yüzülmüş.

meslûl

: مسلول

(a. s. sell'den.) : 1) selledilmiş, kınından çıkarılmış, kınından sıyrılmış. Seyf-i meslûl : kınından sıyrılmış kılıç. 2) dîn uğruna nefsini feda eden kahraman. 3) verem.

meslûs

: مثلوث

(a. s.) : 1) üçte biri alınmış. 2) i. üç kat bükülmüş ip.

meslût

: مسلوط

(a. s.) : 1) yenilmiş, (bkz. : mağlûb). 2) zayıf, arık.

meslût-ül-lihye

:  

sakalı hafif adam.

mesmû'

: مسموع

(a. s. sem'den) : 1) işitilmiş, duyulmuş, haber alınmış. 2) dinlenen, işitilen.

mesmûât

: مسموعات

(a. i. mesmû'un c.) : işitilen, duyulan, haber alınan şeyler.

mesmum

: مسموم

(a. s. semm'den.) : zehirlenmiş, ağılanmış, zehirli.

mesmûmen

: مسموما

(a. zf.) : mesmûm olarak, zehirlenmiş olarak, zehirlenme suretiyle.

mesmûr

: مسمور

(a. s.) : ufak tefek olmakla beraber sinirleri kuvvetti [adam]

mesnâ

: مثنی

(a. zf.) : ikişer ikişer.

mesnâî

: مثنائی

(a. i.) : ikizli bitki.

mesned

: مسند

(a. i. c. : mesânid) : 1) isnâdedilen, dayanılan şey. 2) rütbe, derece, paye, makam.

mesııed-i meşihat

:  

şeyhislâmlık mertebesi, mevkii.

mesned-i sadiret-i uzmâ

:  

sadrazamlık mevkii.

mesned-ârâ

: مسند آرا

(a. f. b. s.) : mesnede süs veren, o mesnedde bulunan.

mesnediyyet

: مسندت

(a. i.) : fels. fr. imputabilite.

mesned-nisîn

: مسند نشين

(a. f. b. s.) : bir mesned veya makamda bulunan.

mesnevi

: مثنوی

(a. i.) : 1) ed. her beyti başlı başına kafiyeli ve başından sonuna kadar aynı vezinde olan manzume. 2) h. i. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin, bu şekilde yazmış olduğu farsça meşhur eseri.

mesnevî-hân

: مثنوی خوان

(a. f. b. s.) : mesnevî okumıya ve okutmıya icazet almış âlim.

mesneviyyât

: مثنويات

(a. i. c.) : mesnevî tarzında yazılmış eserler.

mesnûn

: مسنون

(a. s. sünnet'den.) : 1) bilenmiş [bıçak, çakı] . 2) sünnet olan şey. 3) âdet edilen şey. 4) yıllanmış şey.

mesrâ

: مسری

(a. i.) : gece vakti yola çıkma.

mesrah

: مسرح

(a. i. c. : mesârih) : otluk, çayırlık,

meşrebe

: مسربه

(a. i. c. : mesârib) : 1) çayır, mer'a, otlak. 2) göğüsten karına kadar uzanan kıllı yer.

mesrece

: مسرجه

(a. i.) : kandil konulan zarf, şişe.

mesrûd

: مسرود

(f. i.) : büyü, sihir, (bkz. : efsun).

mesrûd

: مسرود

(a. s. serd'den.) : serdolunmuş, söylenmiş, bildirilmiş, (bkz. : mezkûr).

mesrûdât

: مسرودات

(a. i. c.) : söylenenler.

mesrûk

: مسروق

(a. s. sirkat'den) : sirkat olunmuş, çalınmış. Mâl-i mesrûk : çalınmış mal. Nakd-i mesrûk : çalınmış para.

mesrur

: مسرور

(a. s. sürûr'dan) : sürurlu, memnun, sevinmiş; meramına ermiş, (bkz. : dil-şâd, mahzûz, şâdân).

mesrüriyyet

: مسروريت

(a. i.) : mesrurluk, sevinme; meramına erme. İ'lân-ı mesrüriyyet : sürürünü, sevincini açığa vurma.

mess

: مس

(a. i.) : 1) yapışma, değme, dokunma. (bkz. : temas). 2) meydana gelme, (bkz. : vâki').

mess-i hacet

:  

lüzum görülme, gerekme.

messâh

: مساح

(a. s.) : 1) (mesâhet'den) çok ölçen, çok ölçüp biçen. 2) (mesh'den) uğuşturan, masaj yapan, (bkz. : dellâk).

mest

: مست

(o. i.) : mesh verilen ve üzerine pabuç giyilen, kısa konçlu hafif ve yumuşak ayakkabı, ["mesh" den bozulma olsa gerek]

mest ser-gerdân

:  

bir çeşit ayakkabı.

mest

: مست

(f. s. c. : mestân) : sarhoş. Bed-mest : sarkıntılık eden cıvık sarhoş. Ser-mest, Siyeh-mest : fazla sarhoş.

mest-i bî-riyâ

:  

riyasız sarhoş.

mest-i elest

:  

ezel meclisinde hitâb-ı ilâhî ile sarhoş olan.

mest-i harâb

:  

harâbolmuş sarhoş, yıkılasıya içmiş adam.

mest-i müdâm

:  

devamlı, her zaman sarhoş.

mest-i nâz

:  

1) s. naz sarhoşu; 2) süzgün bakışlı, nazlı güzel; 3) i. kadın adı.

mest-i ser-şâr

:  

haddinden fazla sarhoş.

mest-i temâşâ

:  

bakma, seyretme sarhoşu; seyretmekten sarhoş olmuş olan.

mestân

: مستان

(f. s. mest'in c.) : sarhoşlar.

mest-âne

: مستانه

(f. zf. ve s.) : sarhoşa yakışacak şekilde, sarhoşça, sarhcşcasına. çeşm-i mest-âne : mahmur, baygın göz. Na'ra-i mest-âne : sarhoş na'rası.

mesti

: مستی

(f. i.) : sarhoşluk.

mestî-âver

: مستی آور

(f. b. s.) : sarhoş edici, bayıltıcı, (bkz. : gaşy-âver, mugşî).

mestî-bahs

: مشتی بخش

(f. b. s.) : bayıltıcı, sarhoşluk veren.

mestur

: مسطور

(a. s. satr'dan.) : satırlanmış, yazılmış, çizilmiş. Ber-vech-i mestur : yazılmış olduğu gibi (bkz. : muharrer).

mestur, mesture

: مستور ، مستوره

(a. s. setr'den) : 1) setrolunmuş, örtülü, kapalı, gizli. 2) açık saçık gezmiyen, namuslu kadın, (bkz. : muhaddere).

mesture

: مستوره

(a. i.) : huk. Şahitleri gizli olarak temize çıkarmak üzere hâkim tarafından âit oldukları makama yazılan yazı. Tahsîsât-ı mesture : örtülü ödenek, devletin mâlî formalitelere tabî tutmaksızın, gizli siyasî işler için bütçede tahsîs ettiği para.

mesûbat

: مثوبات

(a. i. mesûbe'nin c.) : 1) iyiliğe karşı Allah tarafından verilen mükâfatlar. 2) edilen ibâdetlerin kıyamette göreceği mükâfatlar.

mesûbe

: مثوبه

(a. i. c. : mesûbât) : 1) iyiliğe karşı Allah tarafından verilen mükâfat. 2) edilen ibâdetlerin kıyamette göreceği mükâfat.

mes'ûd

: مسعود

(a. s. sa'd'den) : saâdetli, bahtlı, bahtiyar, kutlu.

mes'udâne

: مسعودانه

(a. zf.) : mes'ut-çasına, kutlu elana yakışacak surette, kutlulukla.

mes'udiyyet

:  

(a. i.) : mes'utluk, bahtiyarlık, kutluluk.

mes'ûl

: مسئول

(a. s. : sûâl'den) : 1) suâl olunmuş; kendisinden sorulmuş 2) * sorumlu. Müdîr-i mes'ûl : *sorumlu müdür. Is'âf-ı mes'ûl : istenileni yerine getirme. 3) cezaya çarptırılmış.

mes'ul-bi-l-mâl

:  

para ile mes'ûl, sorumlu ve kefîl olan.

mes'ûl-bi-n-nefs

:  

şahsan mes'ûl, sorumlu ve kefîl oîan.

mes'uliyyet

: مئوليت

(a. i.) : mes'ûl olma hâli, * sorumluluk.

me'sûm

: مدثوم

(a. s.) : günahlı, suçlu, (bkz. : maznun).

me'sûr

: مأسور

(a. s.) : esîr edilmiş tutsak, yolu kesilmiş.

me'sûre

: مأثوره

(a. s.) : rivayet suretiyle öğrenilmiş olan meşhur ve mühim haberler. Ed'iye-i me'sûre : Hz. Huhammed'le sahabelerden naklolunan te'sirli dualar.

mesvâ

: مثوی

(a. i. c. : mesâvî) : mesken, hâne, ev (bkz. : me'vâ).