mer' |
: | مره |
(a. i.) : adam, erkek, kişi. (bkz. : merdüm). [müen. : "mer'e"] |
mer |
: | مر |
(f. s.) : elli [sayı] , (bkz. : hamsin, hamsûn, pençâh). |
mer'â |
: | مرآ |
(a. i. c.) : aynalar, (bkz. : merâî). |
mer'a |
: | مرعا ، مرعی |
(a. i. ra'y'dan. c. : merâî) : çayırlık, otlak. |
mer'abe |
: | مرعبه |
(a. i.) : 1) tenha ve korkunç yer. 2) birdenbire korkutma. |
merâbi' |
: | مرابع |
(a. i.) : 1) (mürabba'ın c.) : mürabbalar, kareler. 2) (merba'ın c.) ilkbaharda oturulan evler. |
merâbih |
: | مرابح |
(a. i. merabih c.) : ticaret kazançları. |
merâci' |
: | مراجع |
(a. i. merci'in c.) : rücû edilecek, dönülecek yerler, müracaat edilecek başvurulacak yerler, kimseler. |
merâdet |
: | مرادت |
(a. i.) : kuvvetlilik. (bkz. : salâbet). |
merâfık |
: | مرافق |
(a. i. mirfak'ın c.) : 1) dirsekler. 2) mutfaklar. 3) kilerler. |
merâh |
: | مراح |
(a. i.) : 1) rahat edecek yer. 2) yer, mekân (bkz. : mekân, me'vâ). 3) Arapça nahv cümlesinden meşhur eser. |
merah |
: | مرح |
(a. i.) : çok aşırı sevinme. |
merâhil |
: | مراحل |
(a. i. merhale'nin c.) : konaklar, mesafeler, menziller, duraklar, (bkz. : merâhil-i baîde : uzak konaklar, duraklar. |
merâhil-peymâ |
: | مراحل پيما |
(a. f. b. s.) : yolcu, seyyah, (bkz. : merhale-nişîn). |
merâh im |
: | مراحم |
(a. i. merhamet'in c.) : merhametler, acımalar. |
merâhim |
: | مراهم |
(a. i. merhem'in c.) : merhemler. |
merâî |
: | مرائی |
(a. i. mir'at'ın c.) : aynalar, (bkz. : mer'â, merâyâ). |
merâî |
: | مراعی |
(a. i. mer'a'nın c.) : çayırlıklar, otlaklar. |
mera ir |
: | مرائر |
(a. i. merâre'nin c.) : anat. öd keseleri. |
merak |
: | مراق |
(a. i.) : 1) bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan arzu. 2) bir şeyi edinmek, yapmak, bir şeyle uğraşmak arzusu. 3) heves, istek, düşkünlük. 4) iç darlığı. 5) kuruntu, telâş. 6) kaygı, tasa. 7) kara sevda, dalgınlık. |
merak |
: | مرق |
(a. i.) : çorba; etsuyu. |
meraka |
: | مرقه |
(a. i.) : 1) koyu etsuyu. 2) terbiye [yemek] |
merâkıd |
: | مراقد |
(a. i. merkad'ın c.) : mezarlar, kabirler. |
merakım |
: | مراقم |
(a. i. mirkam'ın c.) : kalemler, yazacak âletler. |
meraki |
: | مراقی |
(a. s.) : 1) kuruntu, vesvese içinde bulunan [kimse] . 2) (i. mirkât'ın c.) merdivenler, basamaklar; dereceler. |
merâkib |
: | مراكب |
(a. i. merkeb'in c.) : rükûbedilecek, binilecek şeyler. |
merâkib-i bahriye |
: |
vapurlar, gemiler, kayıklar gibi deniz nakil vâsıtaları. |
|
merâkib-i berriye |
: |
at, araba, otomobil gibi kara nakil vâsıtaları. |
|
merâkib-i cesîme |
: |
yüz tonilâtodan yukarı olan gemiler. |
|
merâgib-i sagîre |
: |
yüz tonilâtoya kadar olan gemiler. |
|
merâkiz |
: | مراكز |
(a. i. merkez'in c.) : merkezler, (bkz. : merkez). |
merakk |
: | مرق |
(a. i.) : 1) sağrı [atta] . 2) astr. Dübb-i ekber adlı yıldız kümesinin dörtgeninde bulunan parlak yıldız, fr. ing. merak. Lât. Beta Ursus Majoris. [yedili kümenin ikinci derecedeki parlak yıldızıdır] |
meram |
: | مرام |
(a. i.) : 1) istek, maksad, niyet. 2) Konya'nın meşhur sayfiye yeri. |
merâm-bahş, merâm-bahsâ |
: | مرام بخش ، مرام بخشا |
(a. f. b. s.) : birine istediğini veren. |
merânet |
: | مرانت |
(a. i.) : 1) yumuşaklık. {bkz : nuûmet). 2) fiz. bir maddenin, çekiçle dövüldüğü zaman yayılması vasfı. |
merare |
: | مراره |
(a. i. c. : merâir) : anat. öd kesesi. |
merâret |
: | مرارت |
(a. i.) : acılık, tatsızlık. merâret-i esaret : esirliğin acılığı. |
merâsıd |
: | مراصد |
(a. i. mersad'ın c.) : rasat yerleri. |
merâsî |
: | مراثس |
(a. i. mersiye'nin c.) : mersiyeler, ağıtlar. |
merisi |
: | مراسی |
(a. i. mersâ'nın c.) : limanlar, gemilerin barındığı yerler. |
merâsid |
: | مراصد |
(a. i. mirsâd ve mirsad'ın c.) : mirsat yerleri, gözetme yerleri. |
merasim |
: | مراسم |
(a. i. resm'in c.) : 1) resmî muameleler; resmî törenler, seremoniler. merasim-i teşrîfâtiyya : protokol seremonisi. |
merâ-şid |
: | مراشد |
(a. i. merşed'in c.) : maksada ulaştıran doğru yollar. |
merâti' |
: | مراتع |
(a. i. merta'ın c.) : çayırlar, otlaklar. |
merâtib |
: | مراتب |
(a. i. mertebe'nin c.) : rütbeler, dereceler. |
merâvîh |
: | مروايح |
(a. i. mirvaha'nın c.) : 1) ovalar, çöller. 2) etrafı açık ve rüzgârlı yerler. |
merâvih |
: | مراوح |
(a. i. mirvaha'nın c.) : yelpazeler. |
merâyâ |
: | مرايا |
(a. i. mirât'ın c.) : aynalar, (bkz. : mecâlî, merâî). |
merâyâ-yi huzuz |
: |
hazların aynaları. |
|
merâzibe |
: | مرازبه |
(a. i. merzûbân'ın c.) : hudut muhafızlar, serhat beylerbeyleri. |
merba' |
: | مربع |
(a. i. rebî'den. : merâbi') : ilkbaharda oturulan ev. |
merba'-nisîn |
: | مربع نشين |
(a. f. b. s.) : yazlıkta oturan. |
merbat |
: | مربط |
(a. i.) : koyun, keçi batf-lanacak yer; ahır; ağıl. |
merbû' |
: | مربوب |
(a. i.) : kul, köle. (bkz. : memlûk). |
merbûb |
: | مربوب |
(a. i.) : köle. (bkz. : memlûk). |
merbut |
: | مربوط |
(a. s. rabt'dan.) : 1) raptolunmuş, bağlanmış, bağlı. 2) ulaşmış, bitişmiş, bitişik. 3) iliştirilmiş, eklenmiş. 4) bağlı, (bkz. : vâ-beste). |
merbûtât |
: | مربوطات |
(a. i. ve s. merbût'un c.) : raptolunmuş şeyler, ekli, bağlı şeyler. |
merbûtât-ı hâdise |
: |
huk. [eskiden] eskiden beri tapu ile tasarruf olunagelirken sonradan bir tak-rîb ile ruhban eline geçmiş ve manastıra merbut olmak üzere tapusuz tasarruf olunmakta bulunmuş olan arazî demektir ki, bunlarda arâzî-i emîriye hükümleri tatbîk olunur manastır nâmına tasarrufa müsâade edilmez. |
|
merbûtât-ı kadîme |
: |
huk. [eskiden] bir manastıra eşkidenberi merbut olan ve merbûtiyeti defter-hânede mukayyet bulunan arazî olup tapu ile tasarruf olunmaz ve alınıp satılmaz. |
|
merbûten |
: | مربوطا |
(a. zf.) : raptedilerek, bağlanmış olarak. |
merbûtiyyet |
: | مربوطيت |
(a. i. c.) : merbutli, bağlılık, eklilik. |
merc |
: | مرج |
(a. i. c. : mürûc) : çayır, çayırlık, (bkz. : mertâ'). |
merc |
: | مرج |
(f. s.) : "here" ile birlikte kullanılır. Here G merc : karmakarışık, altüst. |
mercan |
: | مرجان |
(a. i.) : mercan, îr. corail. |
mercâne |
: | مرجانه |
(a. i.) : mercan tanesi. |
merci' |
: | مرجع |
(a. i. rücû'dan. c. : merâci') : 1) rücû edilecek, dönülecek yer. 2) müracaat olunacak, başvurulacak yer, kimse. |
merci'-i küll |
: |
bütün işler için başvurulacak makam. |
|
merci'-i resmi |
: |
bir idarenin veya bir me'mûrun bağlı bulunduğu üstün yer. |
|
merci'-i rü'yet |
: |
htılc. bir işin görülmesi için başvurulan yer. |
|
mercû |
: | مرجو |
(a. s. recâ'dan.) : 1) umulan. 2) rica olunan, [aslı : "mercûv" dur] |
mercûh, mercûha |
: | مرجوح ، مرجوحه |
(a. s. rüchân'dan.) : 1) başka bir şeyin kendisine üstün tutulduğu şey. 2) hasmından önce iddiasını ispata salâhiyeti olmıyan. |
mercûl |
: | مرجول |
(a. s.) : 1) kıllı, kıllanmış, başında saçı bitmiş. 2) zool. ayak yerinde olan kanatları karnında veya başında bulunan hayvan. |
mercûl-ül-batn |
: |
zool. karından ayaklı. |
|
mercûm |
: | مرجوم |
(a. s. reem'den.) : recmolunmuş, taşlanmış. |
merd |
: | مرد |
(f. i.) : 1) adam, insan. 2) erkek. 3) özü, sözü doğru, kabadayı, yiğit. Nâ-merd : korkak; alçak, kancık [kişi] |
merd-i garîb |
: |
yabancı, gurbete düşmüş kişi. |
|
merd-i Hüdâ |
: |
(Allah adamı) : ermiş kişi. |
|
merd-i kıbtî |
: |
çingenenin merdi, özü sözü doğru ve cesur olanı. |
|
merdân |
: | مردان |
(f. i. merd'in c.) : mertler, insanlar, erkekler, yiğitler. |
merd-âne |
: | مردانه |
(f. zf.) : ere, erkeğe yakışacak yolda, mertçe, erkekçe, (bkz. : bahâdır-âne). |
merdânegî |
: | مردانگی |
(f. i.) : mertlik, yiğitlik, cesurluk. |
me'dâne-ser-gerdan |
: | مردانه سر گردان |
(f. b. i.) : bir çeşit terlik. |
merdâne-zenâne |
: | مردانه زنانه |
(f. b. i.) : bir çeşit kadın terliği. |
merdân-hüdâ |
: | مردان خدا |
(f. b. s.) : erenler. |
merd-bece |
: | مردبچه |
(f. b. i.) : mert oğlu mert, yiğit oğlu yiğit. |
merdî |
: | مردی |
(f. b. i.) : 1) mertlik, erkeklik, erlik. 2) cesurluk. 3) hamiyet, insanlık. |
merdûd |
: | مردود |
(a. s. redd'den.) : 1) redolunmuş, kovulmuş. 2) geri döndürülmüş, geri çevrilmiş. |
merdûdiyyet |
: | مردوديت |
(a. i.) : merdudluk, kovulmuşluk, geri çevrilmişlik. |
merdüm |
: | مردم |
(f. b. i.) : merdümân) : insan, adam. (bkz. : mar'). merdüm-i çesm : gözbebeği. |
merdümân |
: | مردمان |
(f. i. merdüm' ün c.) : insanlar, adamlar. |
merdûm-âzâr |
: | مردم آزار |
(f. b, s.) : insan inciten, (bkz. : dil-şiken). |
merdüme |
: | مردمه |
(f. i.) : gözbebeği, (bkz. : merdümek). |
merdümek |
: | مردمك |
(f. i.) : 1) küçük adam. 2) mercimek, gözbebeği, (bkz. : merdüm). merdümek-i çeşm : gözbebeği. |
merdüm-girîz |
: | مردمگريز |
(f. b. i.) : insanlara karışmaktan hoşlanmıyan, insanlardan kaçan, fr. misanthrope. |
merdüm-giyâ |
: | مردم گيا |
(f. b. s.) : bot. kan kurutan, adamotu. ; |
merdüm-giyâh, merdüm-giyeh |
: | مردم گياه ، مردم گيه |
(f. b. i.) : bot. kankurutan, ab-düsselâm denilen müshil, adamotu. |
merdüm-hâr |
: | مردم خوار |
(f. b. s.) : 1) insan yiyen [vahşî hayvan] . 2) yamyam. |
merdümî |
: | مردمی |
(f. i.) : insanlık, adamlık. |
merdüm-küş |
: | مردم كش |
(f. b. s.) : adam öldüren, (bkz. : katil). |
merdüm-zâd |
: | مردم زاد |
(k. i.) : 'nsan oğlu. (bkz. : benî AdenrJT |
mer'e |
: | مرأة |
(a. i. c. : nisa') : kadın, (bkz. : zen). |
merec |
: | مرج |
(a. i. c.) : kararsız olma. 2) zorunlu olma. |
merede |
: | مرده |
(a. i. mârid'in c.) : direnenler, inatçılar (bakınız : anede). |
merehân |
: | مرحان |
(a. i.) : 1) ferah, sevinç. 2) zayıf olma. |
meremmet |
: | مرمت |
(a. i.) : tamir, onarma; üstünkörü tamir. |
meremtnet-i gayr-i müstehleke |
: |
huk. [eskiden] çürük tahtanın yerine başkasını koymak yahut çürümüş merdiveni yeniden yapmak gibi sonradan sökülüp alınabilmesi kabil olan ilâve. |
|
meremmet. i müstehleke |
: |
huk. [eskiden] duvara badana, boya vurmak gibi sökülüp alınması kabil olmıyan fazlalık. |
|
merfû' |
: | مرفوع |
(a. s. ref'den.) : 1) ref'olunmuş, kaldırılmış, yükseltilmiş. |
merfû-ül-vezâre |
: |
vezirlerden işlediği bir suçtan veya devletçe görülen herhangi bir sebepten dolayı vazifesinden azlile beraber vezirlik rütbesi alınmış olanlar. 2) hükümsüz bırakılmış. 3) a. gr. zamme (o, ö, u, ü) ile harekelenmiş [harf] , (bkz. : mazmûm). 4) mat. ifâde edilen bir kuvvete yükseltilen miktar. |
|
merfûât |
: | مرفوعات |
(a. i. merfû'nun c.) : 1) bir yerde kullanılmak üzere kaldırılmış eski eşya. 2) zamme ile harekeli kelimeler. |
merfûd |
: | مرفود |
(a. s.) : armağan olarak verilen [nesne] |
merg |
: | مرغ |
(f. i.) : 1) cavır, çamen (bkz. : merta'). 2) sebze. |
merg |
: | مرگك |
(f. i.) : ölDm. (bkz. : irtihâl, mevt). |
merg-a-mergî |
: |
umûmî ölüm [hastalıktan] . merg-i şâdî : sevinç ölümü. |
|
mergâ merg |
: | مرگا مرگك |
(f. b. i.) : umumî veba hastalığı. |
mergub, mergube |
: | مرغوب ، مرغوبه |
("gu"lar uzun okunur, a. s. rağbet'den.) : 1) rağbet edilmiş, beğenilmiş, herkesçe sevilip aranılmış. 2) istenilen, sevilen, (bkz. : makbul). 3) i. [ikincisi] kadın adı. |
mergul, mergule |
: | مرغول ، مرغوله |
("gu" lar uzun okunur, a. s.) : 1) bükülmüş, kıvrılmış [saç] ; kıvırcık [saç] . Zülf-i mergul : kıvrılmış, kıvırcık saç. 2) kuş sesi. 3) ahenkli ses. |
merg- |
: | مرغزار |
(f. b. s.) : çayırlık, çimenlik, sulak [yer] |
merhaba |
: | مرحبا |
(a. n.) : 1) "genişlenin", "rahat oturun!" mânâsına bir selamlaşma sözü. 2) günaydın, hoş geldiniz. 3) nazımda övülen kimseye hitâbolarak kullanılır. |
merhale |
: | مرحله |
(a. i. rihlet'den. c. : merâhil) : 1) menzil, konak. 2) iki menzil, konak arası. 3) bir günlük yol. |
merhale-nişîn |
: |
(a. f. b. i.) : yolcu, seyyah, turist. |
|
merhamet |
: | مرحمت |
(a. i. rahm'den. c. : merâhim) : şefkat gösterme, acıma; birini esirgeme. Bî-merhamet : merhametsiz, acımaz. |
merhamet-bahs |
: | مرحمت بخش |
(a. f. b. s.) : merhamet eden, merhametli. |
merhamet en |
: | مرحمة |
(a. zf.) : merhamet ederek, acıyarak. |
merhamet-güster |
: | مرحمت گستر |
(a. f. b. s.) : merhamet yayıcı, merhametli, (bkz. : merhamet perver, merhamet-şiâr). |
merhomet-güsterî |
: | مرحمت گستری |
(a. f. b. i.) : merhamet yayıcılık, merhametlilik. (bkz. : merha-met-perverî, merhamet-şiâri). |
merhamet-penâh |
: | مرحمتپناه |
(a. f. b. s.) : merhametli, (bkz. : merhamet-güster, merhamet perver, merhamet-şiâr). |
merhamet-perver |
: | مرحمت پرور |
(a. f. b. s.) : merhametli, esirgeyici, (bkz. : merhamet-güster, merhamet-penâh, merhamet-şiâr). |
merhamet-perverâne |
: | مرحمت پرورانه |
(a. f. zf.) : merharrtetlilikle, esirgeyicilikle. |
merhamet-perverî |
: | مرحمت پروری |
(a. f. b. i.) : merhametlilik, esirgeyicilik. (bkz. : merha-met-şiârî). |
merhamet-şiâr |
: | مرحمت شعار |
(a. f. b. s.) : âdeti, merhamet olan, merhametli, (bkz. : merhamet-güster, merhamet-penâh, merhamet-perver). |
merhamet-çiârî |
: | مرحمت شعاری |
(a. b. i.) : merhametlilik. (bkz. : merhamet-perverî). |
merhem |
: | مرهم |
(a. i. c. merâhim) : 1) melhem, deriye içirilerek veya sürülerek kullanılan tereyağı kıvamında yağlı ilâç. 2) mec. acıyı, sertliği giderecek ve avunduracak olan sebep. |
merhem-s[y] |
: | مرهم س [ی] |
(a. b. c.) : merhem sürücü, çâre bulucu, bulan. |
merhem-sâz |
: | مرهمساز |
(a. f. b. i.) : çâre bulan. |
merhem-sâzi |
: | مرهمسازی |
(a. f. b. i.) : çâre buluculuk. |
merhûb |
: | مرهوب |
(a. i.) : 1) arslan (bkz. : esed, gazanfer, haydar, şîr). 2) s. korkunç şey. |
merhum, merhume |
: | مرحوم ، مرحومه |
(a. s. rahm'den.) : 1) Allah'ın rahmetine kavuşmuş, Allah'ın rahmetiyle müjdelenmiş, (bkz. : mağfur). 2) ölmüş, ölü. [Müslümanlar hakkında] , (bkz. : müteveffa). Ümmet-i merhume : Müslümanlar. |
merhûn |
: | مرهون |
(a. s. rehn'den) : 1) rehin edilmiş, ödünç alınan bir şeye karşı, garanti ola-rsk verilen şey. 2) muayyen zaman, bir şeye bağlı. Umûr-i merhûne : zamanı beklenen işler. |
merhûnün-bih |
: |
huk. [eskiden] rehnedilen malın mukabili olan hak. |
|
merhûz |
: | مرحوض |
(a. s.) : yıkanmış, (bkz. : magsûl). |
merî |
: | مری |
(a. s.) : nat. mîde ile bül'ûm arasında bulunan yemek borusu. |
mer'î, mer'iyye |
: | مرعی ، مرعيه |
(a. s. riâyet'den.) : 1) riâyet edilen, saygı gösterilen. 2) gözetilen, yürürlükte ulan. (bkz. : carî). |
mer'iyy-ül-hâtır |
: |
hatırlı, itibarlı, sözü geçer. |
|
mer'î, mer'ivye |
: | مرئی مرئيه |
(a. s. rü'yet'den) : gözle görülen. Gayr-i mer'î : gözle görülmez. |
merîd |
: | مريد |
(a. s.) : başı sert, inatçı, (bkz. : anûd, ımusırr). |
merîh |
: | مريح |
(a. n. i.) : Dünyâ'dan sonra Güneş'e en yakın olan seyyare ("gezeğen) : Sakıt, Mars. [Merih'de su ve hava vardı, sathının yarısı karlarla kaplıdır; Güneş'in etrafındaki devresini 687 günde tamamlar] , (bkz. : Mirrîh). |
mer’iyyat |
: | مرئيات |
(a. s. mer'î'nin c.) : gözle görülen şeyler. |
mer'iyyet |
: | مرعيت |
(a. i.) : hükmü yürürlükte olma. |
merkab, merkabe |
: | مرقب ، مرقبه |
(a. i. c. : merâkıb) : 1) gözetleme, gözleme yeri kulesi. 2) astr. semânın kuzey yarımküresinde Feres-i Ekber (Pegasus) burcunun büyük dörtgeninin büyük kenarının sağ köşesinde bulunan yıldız, markab, lât. Beta Pegasus. |
merkad |
: | مرقد |
(a. i. c. : merâkıd) : mezar, kabir. [aslı : "yatacak, uyuyacak yer" demektir] |
merkeb |
: | مركب |
(a. i. rükûb'dan. c. : merâkib) : 1) rükûbedilecek, binilecek şey, binek. 2) vapur. gemi, kayık gibi şeyler. 3) eşek. [dilimizde1 yalnız "eşek" mânâsına kullanılır] |
merkez |
: | مركز |
(a. i. rekz'den. c. : merâkiz) : 1) yuvarlak bir çizginin (çenberin) her noktasından aynı uzaklıkta bulunan nokta. Kuwe-i an-il-merkeziyye : *' 'merkezkaç kuvvet, bir merkezin etrafında hareket eden bir cismi, o merkezden uzaklaştıran kuvvet, fr. foree centrifuge. Kuvve-i ile-l-merkeziyye : Hz. *merkezcil kuvvet, muhitten merkeze doğru yönelen kuvvet, fr. force centripete. 2) bir şeyin en işlek yeri, orta yeri, işlek yer. 3) kollara ayrılan bir teşkilâtın, bir kuruluşun umûmî idare yeri. 4) en yüksek dereceli polis karakolu. 5) tarz, suret, şekil, yol. |
merkez-i âlem |
: |
astr. Güneş. |
|
merkez-i Arz |
: |
jeol. Arz'ın, Dünyâ'nın merkezi, |
|
merkez-i dâhili |
: |
jeol. iç merkez, hareketin (*deprem) yer içindeki merkezi. |
|
merkez-i devr |
: |
fiz. hareket eden bir cismin, etrafında devrettiği nokta. |
|
merkez-i hak |
: |
toprağın, dünyânın merkezi. merkez-i kemâl : mükemmellik merkezi. |
|
merkez-i küre-i semâ |
: |
astr. küre-i semânın merkezi ki, aynı zamanda arzın merkezidir. |
|
merkez-i mîh-i nuhâî |
: |
anat. dimağda cümle-i asabiyye kısmının tamamen toplandığı nokta. |
|
merkez-i sıklet |
: |
ağırlık merkezi. |
|
merkez-i tazyik |
: |
fiz. tazyik, ağırlık noktası. |
|
merkez-i teşrî |
: |
kanun yapma merkezi. |
|
merkezi, merkezivye |
: | مركزی ،مركزيه |
(a. s.) : merkeze mensup, merkezle ilgili, merkezde, işlek yerde bulunan. Devâir-i merkeziyye : merkezde, işlek yerde bulunan dâireler. |
merkeziyyet |
: | مركزيت |
(a. i.) : bütün işlerin, emirlerin bir merkezden çıkması, merkez-leştirilmesi. Adem-i merkeziyyet : bir idareye bağlı olan bölümlerin, kendi kendilerini idare sistemi. Usûl-i merkeziyvet merkeziyyet usûlü, bütün işlerin merkezleştirilmesi usûlü, bir merkezden idare edilmesi usûlü, sistemi. |
merkûb |
: | مركوب |
(a. s. rükûb'dan.) : 1) üzerine binilmiş; bindirilmiş. 2) sarı meşinden yapılan bir çeşit ayakkabı. |
merkum, merkume |
: | مرقوم ، مرقومه |
("ku" lar uzun okunur, a. s. ve i. rakam'dan.) : 1) yazılmış, adı geçmiş, (bkz. : mezkûr). 2) bayağı, âdi, işsiz güçsüz, aşağılık kimse. |
merkuman |
: | مرقومان |
("ku" uzun okunur, a. i. c.) : iki kişi hakkında kullanılır. |
merkuz |
: | مركوز |
(merekz'den) : 1) rekzolunmuş, dikilmiş, saplanmış. 2) mec. tabiatında, yaradılışında bulunan. |
merkûziyyet |
: | مركوزيت |
(a. i.) : merkûzluk, dikilme, saplanma. |
mermer |
: | مرمر |
(a. f. i.) : mermer, [aslı : Yunancadır] |
mermer şâhî |
: |
çok ince dokuma pamuklu. |
|
mermi |
: | مرمی |
(a. s. i. remy'den. c. : mermiyât) : 1) remyolunmuş, atılmış. 2) ateşli silâhlarda atılan tane, kurşun, fişek, gülle. |
mermiyât |
: | مرميات |
(a. i. ve s. mermi'nin c.) : 1) remyolunmuş, atılmış nesneler. 2) ateşli silâhlarda atılan taneler, kurşunlar, fişekler. |
mermuz |
: | مرموز |
(a. s. remz'den.) : remz-olunmuş, işaretle anlatılmış, îmâ edilmiş. |
mermûzit |
: | مرموزات |
(a. s. c.) : remiz ve işaretle anlatılan şeyler. mermûıât-ı Mııriyye : Mısır hiyeroglifi. |
merrât |
: | مرات |
(a. i. merre'nin c.) : defalar, kerreler, bir çok defalar, (bkz. : kerrat). |
merre |
: | مره |
(a. i.) : defa, kerre. merre-i vahide : bir defa. |
merret-en-bâ'de uhrâ |
: |
birbiri ardınca birkaç defa. |
|
merreten ba'de meretin |
: |
tekrar tekrar. |
|
mersâ |
: | مرسی ، مرسا |
(a. i. c. : merâsî) : liman, geminin demir attığı yer. |
mersâ-yi Konstantiniyye |
: |
İstanbul limanı. |
|
mersad |
: | مرصد |
(a. i. rasad'dan. c. : merâsid) : rasat yeri, gözetleme yeri. (bkz. : mirsâd). |
mersâd |
: | مرصاد |
(a. i. c. : merâsid) : rasat yeri, gözetleme yeri. (bkz. : mirsâd). |
mersiye |
: | مرثيه |
(a. i. c. merâsî) : ağıt, birinin ölümü ürerine duyulan teessürü anlatmak için yazılan manzume. |
mersiye-hân |
: | مرثيه خوان |
(a. f. b. s.) : ağıt okuyan, ağıtçı, (bkz. : nevvâhe). |
mersiye-hânî |
: | مرثيه خوانی |
(a. f. b. i.) : ağıt okuyuculuk, ağıtçılık. |
mersiye-kâr |
: | مرثيه كار |
(a. f. s.) : ağıtçı, ağıt okuyan. |
mersûd |
: |
(a. s. rasad'dan) : rasadolunmuş; hesaplanmış, ölçülüp biçilmiş. |
|
mersûm |
: | مرسوم |
(a. s. resm'den.) : 1) resmolunmuş, yazılmış, çizilmiş. 2) bahsi geçmiş, adı geçmiş, (bkz. : mezkûr). 3) [evvelce] Müslüman olmıyan kimseler için : "merkum" mânâsına kullanılan bir söz idi. 4) an'ane, gelenek. |
mersûs |
: | مرصوص |
(a. s. resâs'dan) : 1) kurşun madeniyle sağlamlaştırılmış şey. 2) sağlam, (bkz. : metîn, muhkem). Bünyân-ı mersûs : sağlam yapı. |
merşed |
: | مرشد |
(a. i. c. : merâşid) : maksada ulaştıran doğru yol. |
mert |
: | مرت |
(f. s.) : çevik, hareketli, (bkz. : zinde). |
merta' |
: | مرتع |
(a. i. c.) : mer'a, otlak, çayır, (bkz. : merc). |
mertebânî |
: | مرتبانی |
(a. s.) : Merteban'da yapılan bir cins çanak çömlek. |
mertebe |
: | مرتبه |
(a. i. c. : merâtib) : 1) derece, basamak. 2) rütbe; paye. 3) mikdar. |
mertebe-i âliye |
: |
yüksek derece. |
|
mertebe-i bâlâ |
: |
üst derece. |
|
mertebet |
: | مرتبت |
(a. i.) : (bkz. : mertebe). |
mertûb |
: | مرطوب |
(a. s. ratb'dan.) : rutubetli, nemli, ıslak, yaş. mış. |
mertûm |
: | مرتوم |
(a. s.) : kırılmış, ufalanmış. |
mer'ûb |
: | مرعوب |
(a. s. ru'b'dan) : korkmuş, ürkmüş. |
mer'uben |
: | مرعوبا |
(a. zf.) : korkarak, ürkerek, korku ile. |
mervaha |
: | مروحه |
(a. i. c. : merâvîh) : ova, çöl; her tarafından rüzgâr esen yer. |
merve |
: | مروه |
(a. h. i.) : Mekke'de bir dağın adı olup, hacılar bununla Safa Ovası'nda sa'y ederler, yâni 7 defa gidip gelirler ki hac farizasının rükünlerindendir. |
mervî |
: | مروی |
(a. s. rivâyet'den.) : rivayet olunan, birinden işiterek söylenen, sağlam olarak bilinmiyen. |
meryem |
: | مريم |
(a. n. f. zf.) : İsa'nın annesi. Buhûr-i Meryem : bot. siklamen, tavşankulağı da denilen çuhaçiçeğigillerden yaprak ve çiçek sapları kökten sürme, çiçekleri başaşağı dönmüş bir süs çiçeği. |
meryem-âne |
: | مريمانه |
(a. f. zf.) : Meryemcesine, Meryem gibi nezîhâne. |
meryemiyye |
: | مريميه |
(a. i.) : bot. adaçayı, lât. salvia ceratophylloides. |
merz |
: | مرز |
(f. i.) : 1) yer, toprak. 2) sınır, (bkz. : hadd, merzbûm). |
mezrâ |
: | مرضا ، مرضی |
(a. s. marîz'in c.) : hastalar, hastalıklar, sayrılar. |
merzaga |
: | مرزغه |
(a. i.) : bataklık, kokulu su birikintisi olan yer. |
merzagî |
: | مرزغی |
(a. s.) : bataklığa âit, fena kokan su birikintisi olan yerlerle ilgili. |
merzât |
: | مرضات |
(a. i.) : rızâ, razı olma, hoşnutluk. İbtigaen li-merzâti'llâh. Taleben li-mer-lâti'llâh : Allah rızâsı için. |
merz-bân |
: | مرزبان |
(f. b. i.) : hudut muhafızı, sınır beyi. (bkz. : merz-vân). |
merzbûm |
: | مرزبوم |
(f. i.) : hududu belli memleket, ülke. |
merzencûş |
: | مرزنجوش |
(a. i.) : bot. mercanköşk, sıçankulağı [otu] , lât. origanum maiorana. (bkz. : merzengûş). |
merzengûş |
: | مرزنگوش |
(f. i.) : bot. mercanköşk denilen fesleğene benzer bir çiçek, sıçankulağı [otu] , lât. origanum maiorana. (bkz. : merzencûş). |
merz-gûn |
: | مرزگون |
(f. b. i.) : tenasül âleti, (bkz. : kadîb, kîr, lâ-yukal). |
merzî |
: | مرضی |
(a. i. c. rızâ'dan) : râzılık, hoşnutluk. Gayr-i merziyye : beğenilmemiş. |
merzûk |
: | مرزوق |
(a. s. rızk'dan.) : 1) rızklanmış, rızkı verilmiş. 2) bahtiyar, mutlu, [müennesi "merzûka" kadın adıdır] |
merzûl |
: | مرذول |
(a. s.) : rezîl, rüsvâ edilmiş. |
merzübân |
: | مرزبان |
(a. b. i.) : (bkz. : merz-bân, merz-vân). |
merzübûm |
: | مرزبوم |
(f. i.) : iklîm. |
merz-vân |
: | مرزوان |
(f. b. i.) : hudut muhafızı, sınır beyi. (bkz. : marz-bân) |