men |
: | من |
(f. z.) : ben. |
men |
: | من |
(a. z.) : o kimse ki, kim, kim ki. Ol babda emr ü ferman hazret-i men leh-ül-emrindir : [büyük kimselere yazılan yazılarda : "emir sizindir" mânâsına olarak bir klişe hâlinde kullanılırdı] |
men aleyh-id-diye |
: |
huk. [eskiden] üzerine diyet verilmesi lâzımgelen kimse. |
|
men aleyh-il-kısas |
: |
huk. [eskiden] üzerine kısas icrası îcâbeden kimse, (katil gibil. |
|
men aleyh-in-nafaka |
: |
huk. [eskiden] diğer birşahsın nafakası- kendi üzerine vâcibolan kimse. |
|
men lâ-yüreddü aleyh |
: |
fer. kendilerine red ya-pılmıyan vârisler ki, karı ve kocadan ibarettir. |
|
men leh-üd-diye |
: |
huk. [eskiden] diyete müsteh-ik olan kimse : maktulün veresesi gibi |
|
men leh-ül-hakk |
: |
huk. [eskiden] hak sahibi olan kimse. |
|
men leh-ül-hıdâne |
: |
huk. [eskiden] hidâna hakkına mâlik olan kimse. |
|
men leh-ül-istiglâl |
: |
huk. [eskiden] bir vakıf mahallin gailesi kendine meşrut olan kimse. |
|
men leh-ün-nafaka |
: |
huk. [eskiden] nafakası diğer kimse üzerine lâzımgslen kimse, meselâ : [baba üzerine oğlunun nafakası lâzım geldikte, oğula : "men leh-ün-nafaka" denir] |
|
men leh-üs-süknâ |
: |
huk. [eskiden] bir vakıf akarın süknâsına müstehik olan kimsedir ki, o akarda bizzat oturur, onu başkasına îcâr edemez ve o akarı lüzum görüldükçe - vakfiyede hilâfına bir şart yoksa- kendi malından tamir eder. |
|
men yüreddü aleyh |
: |
fer. muayyen hisselerden artan miktar kendilerince reddolunan vârislerdir ki, bunlar karı ve kocadan maada muayyen sehim sahibi olanlardır. |
|
men' |
: | منع |
(a. i.) : yasak etme, bırakmama; durdurma; esirgeme, vermeme, önleme. |
men'â' |
: | منعاء |
(a. i.) : ölüm haberi. |
men'â' |
: | معنی |
(a. i. c. : menâî) : ölüm haberi, kara haber. |
menâat |
: | مناعت |
(a. i.) : çetinlik, sarplık, güçlük. |
menâat-i mevkîiyye |
: |
arazî sarplığı. |
|
menâb |
: | منابع |
(a. i. menba'ın c.) : menba'lar, kaynaklar. |
menâbi'-i servet |
: |
zenginlik kaynakları. menâbi'-i tabîiyye : tabîî kaynaklar. |
|
menâbir |
: | منابر |
(a. i. minber'in c.) : minberler. |
menâbir-i cevâmi' |
: |
câmi'lerin minberleri. |
|
menâbit |
: | منابت |
(a. i. menbet ve men-bit'in c.) : otlaklar, çayırlar. |
menâcîk |
: | مناجيق |
(a. i. mencenîk'in c.) : (bkz. : mencenikat). |
menâcil |
: | مناجل |
(a. i. mincel'in c.) : ekin orakları. |
menâcim |
: | مناجم |
(a. i. mencem'in c.) : terazi kolları. |
menâdif |
: | منادف |
(a. i. mindef'in c.) : hallaç yayları. |
menâdîl |
: | مناديل |
(a. i. mindîl = mendil in c.) : 1) mendiller. 2) küçük havlular, peçeteler, yağlıklar. |
Menâf |
: | مناف |
(a. h. i.) : islâm'dan evvel Arapların putu. Abd-i menâf. |
men'af |
: | منعف |
(a. i. c. : menâif) : dağın, sivri tepesi. |
menâfi' |
: | منافع |
(a. i. menfaat'in c.) : menfaatler, yararlar, çıkarlar. |
menâfi-i kesîre |
: |
bol menfaatler. menâfi-i umûmiyye : umûmî menfaatler. menâfi-i umûmiyyeye hadim : umûmun menfaatine hizmet eden, faydalı, yararlı olan. |
|
menâfih |
: | منافيخ |
(a. i. minfâh'ın c.) : körükler. |
menâfiz |
: | منافذ |
(a. i. menfez'in c.) : menfezler, geçecek delikler, yarıklar. |
menâh |
: | مناخ |
(f. s.) : 1) bol, geniş-(bkz. : ferah). 2) dar. (bkz. : dayyik). |
menâhe |
: | مناحه |
(a. i. nevha'dan. c. : menâih) : ölü için ağlanacak yer. (bkz. : mâtem-gâh, mâtem-gede, matem sera). |
menâhî |
: | مناهی |
(a. i. menhî'nin c.) : haram olmuş, yapılması şer'an menedilmiş şeyler. |
menâhic |
: | مناهج |
(a. i. menhec'in c.) : açık, geniş, boş yollar. |
menâhîc |
: | مناهيج |
(a. i. minhâc'ın c.) : açık, geniş yollar. |
menâhil |
: | مناهل |
(a. i. menhel'in c.) : 1) hayvan sulanan, suvarılan yerler. 2) konulacak, durulacak sulak yerler. |
menâhir |
: | مناحر |
(a. i. menhar'ın c.) : hayvan kesilecek yerler, salhaneler. |
menâhir |
: | مناخر |
(a. i. menhir'in c.) : anat. burun delikleri. |
menâhis |
: | مناحس |
(a. i. minhas'ın c.) : uğursuz şeyler. |
menâhit |
: | مناحت |
(a. i. minhât'ın c.) : [taş ve tahta] yontma âletleri. |
menâhiz |
: | مناحز |
(a. i. minhaz'in c.) : burun delikleri. |
menâî |
: | مناعی |
(a. i. men'â'nın c.) : ölüm haberleri, kara haberler. |
menâif |
: | مناعف |
(a. i. men'af'ın c.) : dağların sivri tepeleri. |
menâif-i cibâl |
: |
dağların sivri tepeleri. |
|
menâih |
: | منائح |
(a. i. menâhe'nin c.) : ölü için ağlanacak yerler. |
menâir |
: | منائر |
(a. i. menâre'nin c.) : minareler, (bkz. : menâvir). |
menâkıb |
: | مناكب |
(a. i. menkabe'nin c.) : menkabeler, övünülecek vasıflar. |
menâkib |
: | مناكب |
(a. i. menkib'in c.) : inat. omuz ile kol kemiğinin birleştiği yerler. |
menâkîr |
: | مناقير |
(a. i. minkar'ın c.) : 1) yırtıcı kuşların gagalan. 2) taşçı kalemleri. |
menâkir |
: | مناكر |
(a. i. münker'in c.) : günah ve kötü şeyler. |
menâl |
: | منال |
(a. s.) : 1) nail olunan, sahip olunan, ele geçirilen şey. 2) yetiştirme, nail olma. Mâl ü menâl : varı yoğu, bütün varlığı. Asir-ül-menâl, Sab'-ül-menâl : elde edilmesi güç. |
menâm |
: | منام |
(a. i. nevm'den.) : 1) uyunacak yer, yatak odası, (bkz. : hâb-gâh). 2) uyku. 3) rüya. 4) düş. |
menâme |
: | منامه |
(a. i.) : döşek, yatak. |
menâr |
: | منار |
(a. i. nûr'dan.) : 1) nur, ışık yeri. 2) fener kulesi. 3) yol işaretleri. |
menâre |
: | مناره |
(a. i. nûr'dan. c. : menâir, menâvir) : minare. |
menâs |
: | مناص |
(a. i.) : kaçıp sığınılacak yer. (bkz. : melâz, melce', penâh). Cây-ı menâs : sığınacak yer. |
menâsıb |
: | مناصب |
(a. i. mansıb'ın c.) : payeler, makamlar, rütbeler, dereceler. |
menâsıb-ı kalemiyye |
: |
mülkî ve mâlî hizmetler. |
|
menâsıb-ı seyfiyye |
: |
askerlik hizmetleri. |
|
menâsıb-ı tevcihi |
: |
devlet hizmetine tâyin. |
|
menâsik |
: | مناسك |
(a. i. mensek ve mensik'in c.) : ibâdet yerleri. |
menâsik-i hâcc |
: |
1) hacı olmak üzere Mekke'ye gidenlerin Kabe'yi ziyaret etmeleri, (bkz. : tavaf). Arafat'ta vakfeye durma, (bkz. : vakfe) : kurban kesme, (bkz. : nahr) : ihram giyme, (bkz. : ihram) : muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme, (bkz. : sa'y) gibi yapılan ibâdet rükünleri; 2) bunların yolunu, usûlünü gösteren kitap. |
|
menâsim |
: | مناسم |
(a. i. mensim'in c.) : 1) eserler, alâmetler, izler. 2) yollar, meslekler. |
menâsir |
: | مناسر |
(a. i. minser'in c.) : 1) yırtıcı kuşların gagaları. 2) taşçı kalemleri, (bkz. : menSkîr1, 2. |
menassa |
: | منصه |
(a. i.) : çeyiz odası. |
menâştr |
: | مناشير |
(a. s. menşûr'un c.) : 1) tar. pâdişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları. 2) mat. menşurlar, *biçmeler, prizmalar. 3) (minşâr'ın c.) : destereler. |
menât |
: | منات |
(a. h. i.) : [Câhiliyye devrinde] Kâ'be'de "Hüzeyl" ve "Huzâa" kabilelerinin ma'bûdu olmak üzere konulan sanem. |
menât |
: | مناط |
(a. i.) : asma yeri, ilişip asılacak yer. |
menâtık |
: | مناطق |
(a. i. mıntaka'ntn c.) : bölgeler. |
menâtık-ı baîde |
: |
uzak bölgeler. |
|
menâtık-ı dûşize |
: |
bakir mıntakaiar, insan ayağı basmamış yerler. |
|
menâtık-ı dûşîze-i tahayyül |
: |
hulyâ kurmanın bakir mıntakaları. |
|
menâtık-ı mütesâvi-l-harâre |
: |
[aynı nısıf kürede] hararetleri müsâvî olan *bölgeler. |
|
menâvir |
: | مناور |
(a. i. mînâre'nin c.) : minareler, (bkz. : menâir). |
menâyâ |
: | منايا |
(a. i. meniyye'nin c.) : ölümler. |
menâzım |
: | مناظم |
(a. i. manzam'ın c.) : diziler, sıralar. |
menâzım-ül-cevâhir |
: |
(cevher dizileri) : XVII. asır dilci ve şâirlerinden Tireli Mustafa Hâkî'nin 1632 (H. 1042) de üç dil üzerine (türkçe - arapça - farsça) yazdığı manzum lügat kitabıdır. |
|
menâzır |
: | مناظر |
(a. i. manzar ve manzara'nın c.) : manzaralar, görünüşler, fr. perspec-tives. |
menâzi' |
: | منازع |
(a. i. minza'ın c.) : niza', kavga edilecek yerler. |
menâzil |
: | منازل |
(a. i. menzil'in c.) : menziller, duraklar, konak yerleri, (bkz. : merâhil). |
menâzil-i kamer |
: |
astr. Ay'ın üzerinde hareket ettiği farzolunan mahrek üstünde varsayılan noktalardan herbiri. |
|
menba' |
: | منبع |
(a. i. nebeân'dan. c. : menâbi') : 1) kaynak. 2) pınar. |
menbel |
: | منبل |
(a. s.) : tenbel. |
menbet, menbit |
: | منبت ، منبت |
(a. i. c. : menâbit) : otlak, çayır. |
menbûş |
: | منبوش |
(a. s.) : soyulmuş, açılmış. Meyt-i menbûş : soyulmuş ölü. |
menbûz |
: | منبوذ |
(a. s.) : piç. (bkz. : lakît, veled-i zina). |
mencâ |
: | منجا |
(a. i.) : 1) necat, kurtuluş yeri. 2) necat bulma, kurtulma. |
mencât |
: | منجات |
(a. i.) : necat bulma, kurtulma, (bkz. : halâs). |
mencem |
: | منجم |
(a. i. c. menâcim) : terazi kolu. |
mencenik |
: | منجنق |
(a. i. c. : mecânîk, mecânik) : [eskiden] mancınık, savaşlarda büyük taşları atmakta kullanılan sapan. |
mecenik |
: | مجنيق |
(a. i. c. : mecânik, mecânîk, mencenikat) : mancınık, düşmana taş atmak üzere kullanılan büyük sapan, [farsçası : "mencenîk" dir] |
mencanikat |
: | منجنيقات |
("ka" uzun okunur, a. i. mencenîk'in c.) : mancınıklar. |
mencûd |
: | منجود |
(a. s.) : gamlı, kederli, tasalı. |
mencûk |
: | منجوق |
(f. i.) : 1) bayrak direklerinin başına takılan küçük ay. (bkz. : meh-çe). 2) şemsiye. 3) sancak, bayrak. |
mend |
: | مند |
(f. e.) : dertlî. Derd-mend : dertli, hasta. Hired-mend : akıll'ı. Sûd-mend : faydalı, gibi. |
mendeb |
: | مندب |
(a. i.) : 1) şamata ile ağlama. 2) tehlike; ölüm. |
mendel |
: | مندل |
(f. i.) : 1) afsuncuların afsun yaparken etraflarına çizdikleri dâire. 2) ödağacı, Hint ödağacı. |
mendeme |
: | مندمه |
(a. i.) : 1) pişman, pişman olma, pişman olacak yer. |
mendil |
: | منديل |
(a. i. c. : menâdîl) : 1) mendil. 2) küçük havlu, peçete, yağlık, [aslı : "mindîl" dir] |
mendûb |
: | مندوب |
(a. s.) : 1) şerîatçe ya pılması uygun görülen. 2) iyilikleri sayılarak arkasından ağlanan ölü. |
mendûf |
: | مندوف |
(a. s.) : didilmiş, atılmış, (bkz. : menfûş). |
menea |
: | منعه |
(a. s. mâni'in c.) : 1) menedenler geri bırakanlar, engel olanlar. 2) engeller, özürler. 3) i. cemaat ve kuvvet. |
menend |
: | منند |
(f. i.) : (bkz. : mânend). |
menend-i mürg-i bâl şikeste |
: |
kırık kanatlı kuş misâli, kanadı kırık kuş gibi. |
|
menevî |
: | منوی |
(a. s.) : menî'ye mensup, menî ile ilgili. Huveynât-ı meneviyye. fizy. nutfe (*döl suyu) deki mikroskopik hayvancıklar, spermaiar. Hüceyrât-ı meneviyye : fizy. nutfe (*döl suyu) deki hüceyreler, odacıklar. Sâil-i menevî : fizy. nutfe, dölsuyu. |
menfi |
: | منفی |
(a. i.) : nefyedilen, sürülen yer, sürgün yeri. |
menfaat |
: | منفعت |
(a. i. nef'den. c. : menâfi') : fayda, kâr, çıkar, yarar. |
menfaat-bahş |
: | منفعت بخش |
(a. f. b. s.) : menfaat, fayda veren, menfaatli, yararlı. |
menfaat-dâr |
: | منفعتدار |
(a. f. s.) : menfaat, fayda gören. |
menfaat-perest |
: | منفعت پرست |
(a. f. b. s.) : kendi menfaatini düşünen, çıkarına bakan. |
menfer |
: | منفر |
(a. i.) : nefret edilecek yer; geri kaçılacak yer. |
menfes |
: | منفس |
(a. i. nefes'den.) : nefes alacak yer, nefes deliği. |
menfez |
: | منفذ |
(a. i. nüfûz'dan. c. : me-nâfiz) : nüfuz edecek yer, delik, yarık, ağız. |
menfî |
: | منفی |
(a. s. nefy'den) : 1) nefye gitmiş, sürgün edilmiş, sürgün. 2) her şeyin olmıyacak tarafını, aksini, tersini düşünen, ileri süren. 3) gr. *olumsuz. 4) fiz. ve mat. negatif. |
menfiyyen |
: | منفيا |
(a. zf.) : menfî, sürgün olarak. |
menfûh |
: | منفوخ |
(a. s. nefh'den) : 1) nefholunmuş, üfürülmüş. 2) büyük karınlı, şişman. |
menfur |
: | منفور |
(a. s. nefret'den.) : nefret edilen, iğrenç, (bkz. : mebguz). |
menfûş |
: | منفوش |
(a. s.) : atılmış, didilmiş. [elfâz-ı Kur'âniyye'dendir] . (bkz. : mendûf). |
mengûş |
: | منگوش |
(f. i.) : küpe. (bkz. : gûş-vâre). |
menh |
: | منح |
(a. i.) : verme, (bkz. : i'tâ, atiyye, ihsan, in'âm). |
menhar |
: | منحر |
(a. i. c. : menâhir) : hayvan kesilecek yer, salhâne. |
menhec |
: | منهج |
(a. i. c. : menâhic) : geniş, açık yol. |
menhec-i sedâd |
: |
doğruluk yolu. (bkz. : sırât-ı mustakîm). |
|
menhel |
: | منهل |
(a. i. c. menâhil) : 1) hayvan sulanan, suvarılan yer. 2) konulacak, durulacak sulak yer. |
menhî |
: | منهى |
(a. i. c. : menâhî) : haram olmuş, yapılması şer'an menedilmiş şey. |
menhir, menhar, minhir, munhu |
: | منخر ،منخر ،منخر ، من |
(a. i. c. : menâhir) : anat. burun deliği. |
menhiyyât |
: | منيات |
(a. i. menhî'nin c.) : dînin yasak ettiği şeyler. |
meniyye |
: | منيه |
(a. i.) : 1) ölüm. 2) Sultan Azîz'in saltanatının ilk devirlerinde İngiltere'den alınan tüfeklerin adı. |
menhûb, menhûbe |
: | منهوب ، منهوبه |
(a. s. nehb'den.) : nehbolunmuş, yağma edilmiş, talan-lanmış. Emvâl-i menhûbe : yağma, talan edilmiş mallar. |
menhus |
: | منحوس |
(a. s. nahs'dan) : nuhûset-li, uğursuz, (bkz. : meş'ûm). |
menhus |
: | منخوس |
(a. s.) : kuyruğunun yanları uyuz olan [deve] |
menhuş |
: | مهوش |
(a. s.) : yılan, akrep gibi hayvanlar tarafından sokulmuş. |
menhût, menhûta |
: | منحوت ، منحوته |
(a. s. naht'den) : naht olunmuş, yontulmuş, tıraş edilmiş, kazılarak yönulmuş. Kelime-i menhûte : iki kelimeden meydana gelen bir kelime : ["elhamdülil-lâhi" demek yerjne : hamdele; "sallallâhü aleyhi ve sellem" yerine : sal'ame; "salavât getirmek" yerine : salvele. . gibi] |
menî |
: | منی |
(a. i.) : biy. dölsuyu, bel-suyu, sperma, (bkz. : nutfe). |
menî' |
: | منيع |
(a. s. menâat'den.) : sarp, el erişmez, zaptı zor [yer] . Mevki-i menî' : sarp, çetin yer. |
menî |
: | منی |
(f. i.) : benlik. |
menîha |
: | منيحه |
(a. i.) : bahşiş; hediye, armağan. |
menîn |
: | منين |
(a. i.) : toz. (bkz. : gubâr). |
men iş |
: | منش |
(f. i.) : huy, tabiat. Bed-meniş : kötü huylu. Har-meniş : eşek tabîatli. |
meniyye |
: | منيه |
(a. i. c. : menâyâ) : ölüm. |
menkabe |
: | منقبه |
(a. i. c. : menâkıb) : çoğu tanınmış veya târihe geçmiş kimselerin ahvâline (*durumuna) âit fıkralar, hikâyeler. |
menkabet |
: | منقبت |
(a. i. c. : menâkıb) : (bkz. : menkabe). |
menkabet-hân |
: | منقبت خوان |
(a. f. b. s.) : menkabet okuyan. |
menkase |
: | منقصه |
(a. i.) : eksiklik, (bkz. : naks). |
menkel |
: | منكل |
(a. s.) : bileziği, kadınların süs olarak ayaklarına taktıkları bilezik. |
menkib |
: | منكب |
(a. i. c. : menâkib) : anat. omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer. |
menku', menkua |
: | منقوع ، منقوعه |
("ku" uzun okunur, a. s.) : suda kaynatılmış, haşlanmış. |
menkuât |
: | منقوعات |
("ku" uzun okunur, a. i. menkua'nın c.) : haşlanmış nebat suları. |
menkub |
: | منقوب |
("ku" uzun okunur. a. s. nakb'den.) : delinmiş, oyulmuş, (bkz. : süfte). |
menkûb |
: | منكوب |
(a. s. nekbet'den.) : 1) nekbete düşmüş, talihsiz. 2) gözden ve mevkiden düşmüş. |
menkûbiyyet |
: | منكوبيت |
(a. i.) : menkûpluk, düşkünlük, [yapma kelimelerdendir] |
menkûha |
: | منكوحه |
(a. i.) : nikâhlı kadın, (bkz. : halîle, zevce). |
menkul, menkule |
: | منقول ، منقوله |
("ku" lar uzun okunur, a. s. nakl'den.) : 1) nakledilmiş, bir yerden bir yere taşınmış, taşınan. Emvâl-i menkule : bir yerden bir yere taşınabilen mallar : "iskemle, masa. . " gibi. Emvâl-i gayr-i menkule : nakli, taşınması mümkün olmıyan mallar : "ev, tarla. . " gibi. 2) ağızdan ağıza geçmiş (söz, haber hikâye. .] |
menkulât |
: | منقولات |
("ku" uzun okunur. a. i. menkule'nin c.) : 1) ağızdan ağıza yayılarak duyulan, bilinen şeyler. 2) hadîs, tefsîr bilgileri. ["ma'kulât"ın zıddı] |
menkur |
: | منقور |
("ku" uzun okunur, a. s. nakr'den.) : delinmiş, oyulmuş. |
menkûr |
: | منكور |
(a. s. nekr'den. c. : menâkîr) : inkâr olunmuş. |
menkus |
: | منقوص |
("ku" uzun okunur, a. s. naks'dan) : eksik olan. |
menkûs |
: | منكوس |
(a. s. nüks'den.) : 1) başaşağı çevrilmiş, tersine dönmüş. (bkz. : ma'kûs, zîr ü zeber). 2) hastalığı nüksetmiş, tepmiş. 3) sol ön ayağında beyaz bulunan ve Araplarca makbul sayılmıyan [at] |
menkus |
: | منقوش |
("ku" uzun okunur. a. s. naks'dan) : 1) nakış olunmuş, işlenmiş, resim yapılmış, boya ile süslenmiş. 2) i g. s. nakışlı pencere, alçı pencere. |
menkut |
: | منقوط |
("ku" uzun okunur, a. s. nokta'dan.) : 1) noktalanmış, noktalı. Hurûf-i menkula : noktalı harfler. 2) "ebced" hesabiyle ve noktalı harflere göre tertîbedilmiş târih. |
menkuz |
: | منقوض |
("ku" uzun okunur, a. s. nakz'dan.) : nakzedilmiş, bozulmuş, hükümsüz bırakılmış. Karâr-ı menkuz : huk. nakzolun-muş, bozulmuş karar. |
men leh-üd-diye |
: | من له الديه |
(a. b. i.) : fık. diyete müstehlik olan kimse. |
men leh-ül-hakk |
: | من له الحق |
(a. b. i.) : fık. hak sahibi olan kimse. |
men leh-ül-hidâne |
: | من له الحضانه |
(a. b. i.) : fık. hidâne hakkına mâlik olan kimse. |
men leh-ül-istiglâl |
: | من له الاستغلال |
(a. b. i.) : fık. bir vakıf yerin gailesi kendine meşrut olan kimse. |
men leh-ün-nafaka |
: | من له النفقه |
(a. b. i.) : fık. nafakası başka kimse üzerine lâzım olan kimse. |
men leh-üs-süknâ |
: | من له السكنا |
(a. b. i.) : bir vakıf akarın süknâsına müstahik olan kimse. |
menmûl |
: | منمول |
(a. s.) : üzerine karınca üşüşmüş |
menn |
: | من |
(a. i.) : 1) kudret helvası. 2) ihsan etme, iyilik etme, bağışlama. 3) batman. 4) edilen iyiliği başa kakma. |
menn-i kıttîs |
: |
anber balığından çıkarılıp ve mum yapmakta kullanılan yağlı bir madde. |
|
mennâ' |
: | مناع |
(a. s. men'den) : 1) me-nedici, önleyici. 2) yaptırmıyan, alıkoyan. |
mennâ-ül-hayr |
: |
hayıra, iyiliğe manî olan, iyiliği önliyen. |
|
mennâc |
: | مناج |
(a. s.) : çok bahşiş veren. |
mennân |
: | منان |
(a. s.) : 1) [Allah adlarındandır] çok ihsan eden, veren, ihsanı bol, 2) i. erkek adı. |
mennâne |
: | منانه |
(a. i.) : yalnız malı, mülkü, zenginliği için kendisiyle evlenilen kadın, [kocasını dâima minnet altında bıraktığı için bu ad verilmiştir] |
mensec |
: | منسج |
(a. i.) : nescolunan, bez dokunulan yer, dokuma evi, trikotaj mağazası. |
mensek |
: | منسك |
(a. i. c. : menâsik) : 1) ibâdet yeri. (bkz. : ibâdet-gâh). 2) kurban kesecek yer. |
mensî |
: | منسی |
(a. s. nisyân'dan.) : unutulmuş. Nesyen mensiyyen : büsbütün unutulmuş. |
mensic |
: | منسج |
(a. i.) : (bkz. : mensec). |
mensik |
: | منسك |
(a. i. c. : menâsik) : (bkz. : mensek). |
mensim |
: | منسم |
(a. i. c. : menâsim) : 1) deve tırnağı. 2) eser, alâmet. 3) yol. |
mensiyyât |
: | منسيات |
(a. s. mensî'nin c.) : unutulmuş şeyler. |
mensiyyet |
: | منسيت |
(a. i.) : unutulma. |
mensûb |
: | منسوب |
(a. s. nisbet'den. c. : mensûbîn) : bir kimseye, bir şeye nisbeti olan, bir şeyle ilgisi bulunan, (bkz. : merbut, müteallik). İsm-i mensûb : gr. kelimenin sonuna : türkçede -li, arapça ve farsçada, kelime sessiz harfle bitiyorsa bir "A"; sesli harfle bitiyorsa, yerine göre, sesli harf atılarak veya atılmıyarak : "A, -yî veya -yî getirilerek yapılan sıfat : "Tebriz - Tebrîzî, Ruha- Ruhâlı, Ruhâvî; Mekke-Mekkeli, Mekkevî. . " gibi. |
mensûbât |
: | منسوبات |
(a. i. mensûb'un c.) : mensuplar, bir yerle ilişiği olanlar. |
mensûbîn |
: | منسوبين |
(a. i. mensûb'un c.) : mensuplar, nispeti olanlar. |
mensûbiyyet |
: | منسوبيت |
(a. i.) : mensupluk, . mensûbolma hâli, ilgililik. |
mensûc |
: | منسوج |
(a. s. nesc'den.) : nesco-lunmuş, dokunmuş, örülmüş. |
mensucat |
: | منسوجات |
(a. i. mensûc'un c.) : nescolunmuş, dokunmuş şeyler, dokumalar. mensucât-ı harîriyye : ipek dokumalar. |
mensûh |
: | منسوخ |
(a. s. : mensuh'den.) : nesholunmuş, hükümsüz bırakılmış, hükmü kaldırılmış. |
mensûhât |
: | منسوخات |
(a. i. c.) : tar. Yaya ve müsellem teşkilâtının kaldırılması, mülkî ve askerî me'mûriyetlerin lağv olunması üzerine hükümete intikal eden timarlar. |
mensûk |
: | منسوق |
(a. s. nesk'den.) : neskolunmuş, düzgün olarak dizilmiş, dizili otan. |
mensur |
: | منثور |
(a. s. nesr'den.) : 1) saçılmış, dağılmış. 2) ed. manzum olmıyan, vezinsiz, kafiyesiz söz. |
mense' |
: | منشأ |
(a. i. neş'et'den.) : 1) bir şeyin neşet ettiği, çıktığı yer, esas, kök. 2) yetişilen yer, bitirilen mektep. |
menşe'-i küttâb-ı askerî |
: |
[eskiden] Bâbıseraskerî'de askerî kâtip yetiştirmek üzere açılmış mektep. [1292 (1875) da bir mektep seklini almıştır] |
|
menşed |
: | منشد |
(a. i.) : isteme, (bkz. : taleb). |
menşele |
: | منشله |
(a. i.) : küçük parmağın yüzük takılan yeri. |
menşer |
: | منشر |
(a. i.) : neşredilen, dağıtılan yer. |
menşûr |
: | منشور |
(a. s. c. : menâşîr) : 1) neşrolunmuş, dağıtılmış, yayılmış. 2) i. pâdişâhın verdiği vezirlik, müşürlük veya kazilkuzatlık rütbelerinin tevcihini hâvi ferman. 3) i. mat. biçme, *prizma, fr. prisme. |
mensûr-i kaim |
: |
("ka" uzun okunur) : mat. dik prizma, dik biçme, fr. prisme droit. |
|
mensûr-i mail |
: |
mat. eğik prizma, eğik biçme, fr. prisme oblique. |
|
menşûr-i muhammesi |
: |
mat. beşgen prizma, beşgen biçme, fr. prisme pentagonal. |
|
mensûr-i münharifî |
: |
mat. dörtgen prizma, dörtgen biçme, fr. prisme quadrangulaire. |
|
menşûr-i müseddesi |
: |
mat. 'altıgen prizma, fr. prisme hexagonal. |
|
menşûrî |
: | منشوری |
(a. s.) : mat. prizmatik, *biçmesel, fr. prismatique. |
menûn |
: | منون |
(a. i.) : vakit, zaman, Reyb-ül-menûn : zamanın hâdiseleri. |
me'nûs |
: | مأنوس |
(a. s.) : ünsiyet olunmuş, alışılmış; alışık, (bkz. : me'lûf). |
me'nûsiyyet |
: | مأنوسيت |
(a. i.) : alışılma, alışılmış olma. |
men'ûş |
: | منعوش |
(a. s.) : 1) yukarı kaldırılmış. 2) fakir düştükten sonra sevindirilmiş. 3) hayır ile anılan ölü. 4 : tabuta konulmuş. |
men'ût |
: | منعوت |
(a. s.) : medhedilmiş, iyiliği, güzelliği söylenmiş. |
menût |
: | منوط |
(a. s.) : 1) asılı, asılmış, raptedilmiş, (bkz. : merbut). 2) bağlı, (bkz. : vabeste). |
menvî |
: | منوی |
(a. i. niyyet'den.) : niyet edilen şey, meram, maksat, gaye. |
menvî-i zamîr |
: |
içindeki niyet, maksat. |
|
menzehe |
: | منزهه |
(a. i.) : gezinti yeri. |
menzil |
: | منزل |
(a. i. nüzûl'den c. : menâzil) : 1) yollardaki konak yeri. 2) ev. 3) bir günlük yol, konak. 4) mesafe. 5) astr. benâtünna'ş yıldızı. |
menzil-i Kamer |
: |
astr. Ay'ın, Arz'ın etrafındaki mahreki ve bu mahrekte aynî noktaya tekrar ge-lebikmek için sarfettiği zaman. |
|
menzil-i külli |
: |
mahrekin en son noktasına kadar olan mesafe. |
|
menzile |
: | منزله |
(a. i.) : (bkz. : menzilet). |
menzilet |
: | منزلت |
(a. i.) : 1) derece, rütbe, yükseklik derecesi, (bkz. : paye). 2) inecek yer, konak yeri; ev; hâne. |
menzil-gân |
: | منزلگان |
(a. f. b. i.) : menzil yeri, konak, (bkz . menzilgeh, menzil-hâne). [aslında menzil, konak yeri demek olduğuna göre "gâh" ekinin eklenmesi yanlış olmakla beraber osmanlicada eklenip kullanılmıştır] |
menzil-geh |
: | منزلگه |
(a. f. b. i.) : (bkz : menzli-gâh, menzil-hâne). |
menzil-hâne |
: | منزلخانه |
(a. f. b. i.) : konak yeri; hayvan değiştirilen yer. [aslında menzil, konak yeri demek olduğuna göre "hâne" kelimesinin eklenmesi teşkile aykırı olmakla beraber kullanılır olmuştur] |
menzu' |
: | منزوع |
(a. s. naz'den) : nezolurv muş, koparılmış. |
menzûf |
: | منزوف |
(a. s.) : 1) kan kaybı yüzünden dermansız kalmış [kimse] . 2) susuzluktan dili damağı kurumuş [kimse] |
menıûl |
: | منرول |
(i. s. nüzûl'den.) : nüzüllü, inmeli, (bkz. : meflûc). [yapma kelimelerdendir] |
menzûr |
: | منذور |
(a. s.) : nezrolunmuş, va'dedilmiş, adanmış. |