melâ

: ملا

(a. i.) : sahra, ova.

melâ'

: ملاء

(f. a. i.) : cemaat.

mel'ab

: ملعب

(a. i. c. : melâib) : oyuır oynayacak yer, eğlence yeri.

mel'abe

: ملعبه

(a. i. la'bfdan. c. : melâib) : oyunr oyuncak, (bkz. : bâzîce).

mef'abe-i sıbyân

:  

çocuk oyuncağı. [aslı "mil'abe" dir]

melâbis

: ملابس

(a. i. melbes ve milbes'in, c.) : giyecekler, elbiseler.

melâcî'

: ملاجی

(a. i. melce'm c.) : ilticaedecek, sığınacak yerler.

melâfîh

: ملافيح

(a. i. melfûha'nın c.) : ana karnındaki oğlan çocuklar.

melâgım

: ملاغم

(a. i.) : ağız çevresi.

melâh

: ملخ

(f. i.) : çekirge, (bkz. : cerâd). Pây-i melâh : (çekirge ayağı) : bir karıncanın Hz. Süleyman'a götürdüğü armağan, [eski edebiyatta : "'çam sakızı çoban armağanı" atasözünün yerine kullanılır]

melâh-ı âbî

:  

teke denilen deniz böceği

melâhat

: ملاحت

(a. i.) : 1) güzellik, yüz güzelliği, (bkz. : hüsn ü ân,) : [arapçada "tuzluluk" mânâsına kullanılır] . 2) kadın adı.

melâhî

: ملاهی

(a. i. milhâ' ve milhât'ın c.) : oyunlar, eğlenceler, cünbüşler. Alât-ı melâhî : sazlar, çalgılar.

melâhide

: ملاحده

(a. i. lâhd'den. mülhid'in c.) : Allah'ı inkâr edenler, dinsizler, İmansızlar, (bkz. : mülhidîn).

melâhif

: ملاحف

(a. i. miltıaf ve milhafe'nin c.) : bürünecek, sarınacak şeyler, yorganlar.

melihim

: ملاحم

(a. i. melhame'nin c.) : büyük, kanlı savaşlar.

melâib

: ملاعب

(a. i. mel'ab ve mel'abe'nin c.) : 1) oyun oynanacak yerler. 2) oyunlar, oyuncaklar.

melâib-ür-rîh

:  

[Araplarca] müdâhil, giren rüzgâr.

melâik

: ملاعق

(a. i. mil'aka'nın c.) : tahta kaşıklar.

melâik, melâike

: ملائك ، ملائكه

(a. i. melek'in zf) : melekler.

melâik-pey

: ملائك پی

(a. f. b. s.) : ayağı 'jğurlu.

melâik-sıfât

: ملائك صفات

(a. b. s.) : melek sıfatlı, melek huylu, huyu melek gibi.

melâin

: ملاعن

(a. i. mel'ane ve mel'anet'in c.) : lanete sebebolanlar, lanet edilmeye değer işler, hareketler.

melâin

: ملاعين

(a. s. mel'ûn'un c.) : mel'unlar, herkesin lanet ve nefretini kazanmışlar.

melak

: ملاق

(a. i.) : mala.

melal

: ملال

(a. i.) : 1) usanç, usanma, bıkma. 2) sıkılma, sıkıntı, (bkz. : melel, melûl). melâl-i hasret ü gurbet : hasret ve gurbet hüznü.

melâl-i hüsran

:  

zararın, ziyanın hüznü.

melâl-âver

: ملال آور

(f. b. s.) : usanç veren, usandıran, sıkan.

melâlet

: ملالت

(a. i.) : (bkz. : melal).

melâm

: ملام

(a. s.) : zemmolunmuş, çekiştirilmiş.

melâmet

: ملامت

(a. i. levm'den) : ayıplama, kınama; azarlama, çıkışma.

melâmetî

: ملامتی

(a. i. ve s.) : (bkz. : melâmî).

melâmetiyye

: ملامتيه

(a. i.) : zikir, fikir, husûsî giyiniş, tekke gibi râsimeleri kabul etmiyen bir tarikat.

melâmet-keş

: ملامتكش

(a. f. b. s.) : melâmet çeken; rüsvalık sıkıntısına katlanan.

melânıet-keş-i ışk

:  

aşk melâmeti çeken; aşk yüzünden dile düşen, halkın sövüp saymasına mâruz kalan.

melâmet-zede

: ملامتزده

(a. f. b. s. c. : melâmet-zedegân) : ayıplanmış, kınanmış, azarlanmış, melâmete uğramış.

melâmet-zedegân

: ملامتزدگان

(a. f. b. s. melâmet-zede'nin c.) : melâmete uğramışlar, ayıplanmışlar, kınanmışlar, azarlanmışlar.

melâmi'

: ملامع

(a. i. lem'a'nın c.) : parıltılar, aydınlıklar.

melâmî

: ملامی

(a. s. i. melâmet'den. c. : melâmiyyûn) : melâmiyye tarîkatinden olan. [sofiye mesleklerinden biridir bunun Halvetî, Rufâî, Mevlevi gibi bir tarikat olduğunu söyliyenler olduğu gibi, bir tarikat olmadığını ileri sürenler de vardır]

melâmih

: ملامح

(a. i. lemha'nm c.) : 1) lemhalar. 2) bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. 3) güzellik veya çirkinlik eserleri.

melâmiyyûn

: ملاميون

(a. s. i. melâmî'nin c.) : melâmiyye tarikatından olanlar, (bkz. : kelbiyyûn).

mel'ân

: ملآن

(a. s.) : dolu, taşkın, (bkz. : leb-rîz).

mel'ane

: ملعنه

(a. i. c. : melâin) : lanete sebebolan, lanet edilmiye değer iş, hareket.

mel'anet

: ملعنت

(a. i. lâ'n'den. c. : melâin) : mel'unluk, lanete sebebolan, lanet edilmiye değer iş, hareket.

mel'anet-kârâne

: ملتعنتكارانه

(a. f. zf.) : lanet etmiye müstahak olacak surette.

mel'anet-pîş

: ملعنت پي

(a. f. b. s.) : işi gücü mel'unluktan ibaret olan.

melâset

: ملاست

(a. i.) : yumuşaklık, sert olmayış, [zıddı : "huşunet"]

melassa

: ملصه

(a. i.) : hırsız, haydut yatağı.

melâz

: ملاذ

(a. i.) : sığınacak yer. (bkz. : melce', penâh).

melâz-ı huylâ

:  

hulyâ sığınağı.

melâze

: ملازه

(f. i.) : anat. küçük dil. (bkz. : lüseyn).

melâzîb

: ملازيب

(a. s. milzâb'ın c.) : çok cimri, çok tamahkâr olanlar.

melbes

: ملبس

(a. i. c. : melâbis) : giyecek şey, elbise.

melbesi me'kel

:  

giyecek ve yiyecek.

melbûs

: ملبوس

(a. s.) : 1) giyilmiş, kullanılmış. 2) liba?, esvap giymiş. 3) (i. a. c. : melbûsât) : giyilecek şey, esvap.

melbûsât

: ملبوسات

(a. i. melbûse'nin c.) : libaslar, giyecek şeyler, elbiseler, esvaplar.

melce'

: ملجأ

(a. i. c. : melâci') : iltica edecek, sığınacak yer. (bkz. : melâz, penâh).

meldâ

: ملدا

(a. s.) : 1) [daha, en, pek, çok] genç, körpe ve nâzik (vücud veya dal). 2) K kadın adı. [emled'in müennesi]

meldûg

: ملدوغ

(a. s. ledg'den.) : zehirli' bir hayvan tarafından ısırılmış, sokulmuş.

mele'

: ملاء

(a. i.) : 1) doldurma. 2) dolma, dolu olma, doluluk. 3) halk, kalabalık, topluluk, (bkz. : cemâat, güruh).

mele'-i a'lâ

:  

büyük ve ileri gelen meleklerin, toplandığı yer.

melek

: ملك

(a. i. c. : melâik, melâike) : 1) Allah'ın, halleri diğer canlılara benzemiyecek. şekilde nurdan yarattığı varlıklar, (bkz. : firişte). 2) mee. yüzü ve huyu pek güzel, çok temiz olan kimse. 3) kadın adı.

meleki mukarreb

:  

[Allah'a yakınlığı îtibâriylej Cebrail Aleyhisselâm.

melek-ül-mevt

:  

(ölüm meleği) : Azrail. melek-üs-sıyâne : koruyucu melek.

melek-âne

: مكانه

(a. f. zf.) : melekçesine;

melekât

: ملكات

(a. i. meleke'nin c.) : melekeler, yetiler, fr. facultes.

melekât-ı akliye

:  

akıl melekeleri, fr. facultes intellectuelles.

melekât-ı fâzıla

:  

ahi. "cömertlik, yiğitlik, doğruluk ve namus" denilen dört şey.

melek-çehre

: ملك چهره

(a. f. b. s.) : melek yüzlü, (bkz. : melek-rû, . melek-sîmâ). [aslı : "melek-çihre" dir]

meleke

: ملكه

(a. i.) : 1) tekrarlıya tekrarlıya meydana gelen alışıklık, yatkınlık, yordam-2) ruh. *yeti, fr. faculte. (bkz. : iktidar, maharet, mümârese).

melek-haslet

: ملك خصلت

(a. b. s.) : melek huylu, huyu melek gibi olan.

melekî, melekiyye

: ملكی ، ملكيه

(a. s.) : 1) meleğe mensup, melekle ilgili. 2) i. temizlik, paklık, (bkz. : ismet). 3) melîk'e, hükümdara âit, melikle ilgili.

melek-per

: ملك پر

(a. f. b. s.) : 1) melek kanatlı. 2) i. kadın adı.

melek-rû

: ملك رو

(a. f. b. s.) : melek yüzlü, (bkz. : melek-çehre, melek-sîmâ).

melek-sîmâ

: ملك سيما

(a. f. b. s.) : melek yüzlü, (bkz. : melek-çehre, melek-rû).

melekût

: ملكوت

(a. i.) : 1) hükümdarlık, saltanat, azamet. 2) ruhların ve meleklerin âlemi. (bkz. : âlem-i bâtın, âlem-i gayb, âlem-i ulvî).

melekûtî

: ملكوتی

(a. s. c. : melekûtiyân) : ruhların ve meleklerin âlemine mensûbolan, bu âlemle ilgili.

melekûtiyân

: ملكوتيان

(a. i. melekûtî'nin c.) : ruh âlemine mensûb olanlar.

melel

: ملل

(a. i.) : usanç, bıkma, (bkz. : melal, melûl).

meleng

: ملنگك

(f. s.) : yalınayak başı-kabak bir halde dünyâ ile alâkasını kesmiş olan hakikî aşk ile sarhoş olmuş [kimse]

meles

: ملس

(a. s.) : 1) melez, iki ayrı cinsten meydana gelen. 2) kanı karışık.

melevân

: ملوان

(a. i. c.) : gece ile gündüz. Mâ-dâm-el-melevân : gece ve gündüz devam ettikçe. Mâ-teâkab-el-melevân : gece ile gündüz birbiri ardı sıra geldikçe.

melfûf

: ملفوف

(a. s. leff'den. c. : melfûfât) : leffedilmiş, sarılmış, durulmuş; bir zarf veya mektup içine konulmuş, (bkz. : mazruf).

melfûfât

: ملفوفات

(a. i. melfûf'un c.) : mektuba iliştirilmiş, sarılı evrak.

melfûfen

: ملفوفا

(a. zf.) : melfûf olarak, sarılı, ilişik olduğu halde.

melfûha

: ملفوحه

(a. i. c. : melâfîh) : ana karnındaki oğlan çocuk.

melfûz, melfûza

: ملفوظ ، ملفوظه

(a. s. lâfz'dan. c. : melfûzât) : telâffuz olunmuş, okunmuş, söylenmiş, söyleni-len. Gayr-i melfûz : telâffuz olun-mıyan, bir kelimenin içinde bulunup da okunmıyan [harf]

melfûzât

: ملفوظات

(a. i. melfûz'un c.) : birinin söylediği sözler.

melfûzât-i Timûriyye

:  

Timur adına yazılan bir hal tercümesi.

melhad

: ملحد

(a. i.) : lâhid yeri.

melhame

: ملحمه

(a. i. c. : melâhim) : kanlı savaş.

melhame-i kübrâ

:  

büyük kanlı savaş.

melhûb

: ملهوب

(a. s. lehb'den.) : alevlenmiş, alevli.

melhûd

: ملحود

(a. s. lahd'den.) : lâhitlenmiş, lahit içine konulmuş, mezara sokulmuş, (bkz. : medfûn).

mellıûf

: ملهوف

(a. s.) : kederli, tasalı, kaygılı. melhûf-ül-kalb : gönlü tasalı.

melhûfân

: ملهوفان

(a. f. s. melhûf'un c.) : tasalılar, kaygılılar.

melhûk

: ملحوق

(a. s. lâhk'dan) : iltihak etmiş, kavuşmuş, karışmış.

melhuz

: ملحوظ

(a. s.) : mülâhaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelen; olabilen, (bkz. : me'mûl, muhtemel).

melhûzât

: ملحوظات

(a. i. melhuz ve melhûze'nin c.) : hatıra gelen şeyler; olabilir şeyler, (bkz ; ihtimâlât).

melîh, meliha

: مليح ، مليحه

(a. s.) : 1) melâhat sahibi, güzel, şirin, sevimli. 2) i. erkek ve kadın adı. [arapçada : "tuzlu" mânâsı da vardır]

melik

: ملك

(a. i. c. : mülûk) : 1) pâdişâh, hakan, hükümdar, (bkz. : melîk). 2) Allah adlarındandır.

melîk

: مليك

(a. s. c. : mülekâ) : 1) Allah adlarındandır. (bkz. : melik2. . 2) mal sahibi. 3) pâdişâh, hakan, hükümdar.

melik-âne

: مليكانه

(a. f. zf.) : hükümdara mensup, onunla ilgili.

melike

: ملكه

(a. i.) : 1) kadın hükümdar. 2) hükümdar karısı.

Melikşâh

: ملكشاه

(f. h. i.) : sultan Sencer'in babası olan Büyük Selçuk hükümdarı.

melîl

: مليل

(a. s.) : kederli, (bkz. : melûl).

melkut

: ملقوط

("ku" uzun okunur, a. s.) : 1) yerden kaldırılıp alınan şey. 2) buluntu, sokağa, viraneliğe veya cami kapısına bırakılmış [çocuk] , (bkz. : lakît).

mellâh

: ملاح

(melâhan, mellâhîn ve mellâhûn) : gemici, kaptan, denizci.

mellâhân

: ملاحان

(a. mellâh'ın c.) : gemiciler, kaptanlar, denizciler, (bkz. : mellâhîn, meilâhûn).

mellâhe

: ملاحه

(a. i.) : tuzla, (bkz. : memlaha).

mellâhîn

: ملاحين

(a. i. mellâh'ın c.) : gemici, kepian. (bkz. : meliâhân, mellâhûn).

mellâhûn

: ملاحون

(a. i. mellâh'ın c.) : gemici, kaptan, denizci. (bkz. : mellâhân, mellâhîn).

mellâse

: ملاسه

(a. i.) : yer düzeltecek sürgü, âlet.

melmûs

: ملموس

(a. s. lems'den. c. : melâmîs) : lemsolunmuş, el il dokunulmuş.

melmûsât

: ملموسات

(a. i. melmûs'un c.) : el ile dokunmalar.

melsâ'

: ملساء

(a. s.) : 1) düz, pürüzsüz [yer] . Arz-ı melsâ : otsuz yer, toprak. Sâha-i melsâ : pürüzsüz, düz yer. 2) şarap, (bkz. : bade, hamr). Hamr-ı melsâ : tatlı şarap.

melsân

: ملسان

(a. s.) : (bkz. : melsâ).

melsûk

: ملصوق

(a. s.) : ilsâk edilmiş, bitiştirilmiş, yapıştırılmış.

melsûn

: ملسون

(a. s. c. : melâsîn) : yalancı, (bkz. : kezzâb).

meltafa

: ملطفه

(a. i.) : lâtiflik, güzellik yeri olan şey veya vasıf.

mel'ûb

: ملعوب

(a. s.) : salyeli ağız.

me'lûf

: مألوف

(a. s. ütfet'den.) : ülfet edinilmiş, alışılmış, alışmış; huy edilmiş, (bkz. : me'nûs).

me'lûfiyyet

: مألوفيت

(a. i.) : alışıklık. (bk'z : ilf, üns).

melûl

: ملول

(a. s. melâl'den.) : 1) melâlli, usanmış, bıkmış, bezmiş, (bkz. : melal, me-lel). 2) mahzun. 3) i. erkek adı.

melûl-âne

: ملولانه

(a. f. zf.) : mahzun ve acıklı bir halde.

melûm

: ملوم

(a. s. levm'den.) : levmolunmuş, azarlanmış.

mel'ûn, mel'ûne

: ملعون ملعونه

(a. s. lâ'nden. c. : melâîn) : 1) lanetlenmiş. 2) tardolun-muş, kovulmuş. İblîs-i mel'ûn : kovulmuş şeytan. 3) herkesin lanet ve nefret ettiği kimse.

melyân

: مليان

(a. s.) : (bkz. : mel'ân).

melzûm

: ملزون

(a. s.) : lüzumlu kılınmış.

melzûmiyyet

: ملزوميت

(a. i.) : melzumluk, lüzumlu kılınma.