mâr

: مار

(f. i. c. : mârân) : yılan, (bkz. : hayye).

mâr-i sermâdîde

:  

kışın soğuğundan uyumuş ve uyuşmuş yılan.

mâr-i ham-be-ham

:  

kıvrım kıvrım, çöreklenmiş yılan.

ma'râ

: معری

(a. i.) : vücûdun çok zaman çıplak olan yeri.

mârân

: ماران

(f. i. mâr'ın c.) : yılanlar. Şâh-ı mârân : yılanların pâdişâhı; ejderhâ.

Maraz

: مرض

(a. i. c. : emraz) : hastalık.

maraz-i mevt

:  

hek. ölüm hastalığı, ölüm korkusu hastalığı, [erkeği evin dışında ve kadını evin içinde iş görmekten meneden ve başladığı târihten itibaren en az bir yıl içinde ölümle neticelenen hastalık]

maraz-ı müstevli

:  

hek. istilâ eden hastalık, salığın hastalık, fr. maladie epidemique.

maraz-ı müzmin

:  

hek. müzmin, süreğen, sürüncemede bırakan hastalık.

maraz-ı sârî

:  

hek. sirayet edici, geçici, bulaşıcı hastalık, fr. maladie contâgieuse.

ma'raz, ma'rız

: معرض ، معرض

(a. i. arz'dan c. : maârız) : 1) bir şeyin göründüğü, çıktığı yer. 2) bir şeyin arzolunduğu, bildirildiği yer. 3) sergi, fr. exposition. (bkz. : meşher).

marazî

: مرضي

(a. s. maraz'dan) : hastalığa âit, hastalıkla ilgili; hastalıklı.

maraziyyât

: مرضيات

(a. i. c.) : hastalıklar ilmi. fr. pathologie.

ma'rec

: معرج

(a. i. c. : maâric) : çıkacak yer, merdiven.

ma'ref

: معرف

(a. i.) : yüzün, dâima açık görünen yeri.

mâr-efsâ

: مارافسا

(f. b. s.) : yılan efsuncusu, yılan tutan; yılan sokmuş kimseyi tedâvî eden.

ma'rek

: معرك

(a. i. c. : maârik) : (bkz. : ma'reke).

ma'reke

: معركه

(a. i. c. : maârik) : savaş meydanı.

mâr-gîr

: مارگير

(f. b. s.) : yılan tutan, yılan tutucu.

mârın, mârına

: مارن ، مارنه

(a. s.) : 1) çekiçle dövülerek açılmıya müstait olan. 2) i. türlü türlü renklerde olan bir toprak. 3) i. jeol. kireçtaşı, fr. marne.

mârız

: مارض

(a. s.) : hasta, sayrı, (bkz. : marîz).

mâric

: مارج

(f. s.) : 1) dumansız ateş, alev. 2) dumansız barut.

mârid

: مارد

(a. s.) : inatçı.

ma'rife

: معرفه

(a. i. c. : maârif) : gr. mânâ ve mefhûmu belirtilmiş olan söz, arapça harf-i ta'rifi (el-) anlatan kelime, [bahçenin kapısı gibi. "Bahçe kapısı' olursa nekre dir]

ma'rifet

: معرفت

(a. i. c. : maârif) : 1) herkesin yapamadığı ustalık; her şeyde görülmeyen hususiyet, ustalıkla yapılmış olan şey. (bkz. : hüner, san'at). 2) bilme, biliş. 3) hoşa gitmiyen hareket. 4) vâsıta, aracı, ikinci el.

ma'rifet-nazariyyesi

:  

fels. bilgi nazariyesi, * kuramı, fr. e'piste'mologie.

ma'rifet-nâme

: معرفتنامه

(a. f. b. i.) : İsmail Hakkı beyin dîvân kültürüne âit hazırladığı meşhur eseri.

ma'rifet-perver

: معرفت پرور

(a. f. b. s.) : marifetli, hünerli.

ma'rifet-perverâna

: معرفتپرورانه

(a. f. zf.) : marifetli, hünerli olana yakışacak surette.

ma'rifet-perverî

: معرفت پروری

(a. f. b. i.) : mârifetperverlik, mârifetlilik, hünerlilik.

mar-istân

: مارستان

(f. b. i.) : hastahâne. ["bîmâr-istân" dan bozmadır]

Mâriye

: ماريه

(a. h. i.) : Şem'ûn adında birinin kızı olup hicretin 7) yılında kız kardeşi Şîrîn ile birlikte, Mukavkıs tarafından Hz. Muham. med'e hediye edilen kipti bir câriye.

Marîz

: مريض

(a. s. maraz'dan. c. : merzâ) : marazlı, hasta, hastalıklı, sayrı.

marîz-âne

: مريضانه

(a. f. zf.) : marizcesine; hastalıklı.

marpîç

: مارپيچ

(f. i.) : marpuç.

mârr

: مار

(a. s. mürûr'dan) : mürur eden, geçen.

mârr-ül-beyân

:  

beyânı (yukarıda) geçmiş olan.

mârr-üz-zikr

:  

zikri (yukarıda) geçmiş olan.

mârre

: ماره

(a. i.) : fık. herkesin gittiği yoldan gidenler.

mârrîn

: مارين

(a. s. c.) : geçenler.

marrîn ve âbirîn

:  

gelip geçenler, gelen giden.

ma'rûf

: معروف

(a. s. îrfân'dan) : 1) herkesçe bilinen, tanınmış, belli. 2) meşhur. Ünlü. Kavl-i ma'röf : meşhur, ünlü söz. 3) şeriatın emrettiği, uygun gördüğü. Emri bi-l-ma'rûf nehyi an-il-münker : şerîatın emirlerini ve yasaklarını, halka bildirme.

ma'rûf-i cihan

:  

cihanın bildiği, dünyâca tanınan.

ma'rûfât

: معروفات

(a. i. c.) : 1) bilinen şeyler. 2) şerîatçe (kanunca) yapılması istenilen-şeyler.

ma'rûfiyyet

: معروفيت

(a. i.) : ma'rufluk, meşhurluk, tanınmışlık, ünlülük.

ma'rûr

: معرور

(a. s.) : uyuz.

ma'rûş

: معروش

(a. i.) : üstü çardak ve kameriye şeklinde yapılmış bina.

Mârût

: ماروت

(a. h. i.) : arkadaşı "Hârût" ile meşhur olan bir melek olup büyü ile uğraştıklarından dolayı kıyamete kadar kalmak üzere Bâbil'de bir kuyu içerisinde hapsedilmişlerdir, (bkz. : Hârût).

ma'rûz, ma'rûze

: معروض ، معروضه

(a. i. c. : ma'rûzât) : 1) arzolunmuş, arzolunan. 2) bir şeyin karşısında, te'sîr altında bulunan. 3) serilmiş, yayılmış. 4) verilmiş, sunulmuş. 5) söylenilmiş, anlatılmış, denilmiş. El-ma'rûz : akrandan akrana yayılabilecek olan şey. Evrâk-ı mâ'-rûza : sunulan kâğıtlar. Hedâyâ-yi ma'rûza : sunulan armağanlar.

ma'rûz-ı bendegânemdir

:  

büyük bir makama yazılan dilekçelerin başına konurdu; ben kulunuzun dileğidir.

ma'rûz-ı bendeleridir

:  

ulemânın dışında bulunanlar tarafından şeyhislâmlıkta bulunmuş olanlara hitaben yazılan kâğıtlarda resmî elkap olarak kullanılan bîr tâbir, [ulemâ tarafından bunun yerine "mâ'rûz-ı dâîleridir" denilirdi]

ma'rûz-ı bende-i dîrîneleridir

:  

ulemânın dışında bulunanlar tarafından şeyhislâma hitaben yazılan kâğıtlarda resmî elkap olarak kullanılan bir tâbir.

ma'rûz-ı çâker-i kemîneleridir

:  

hiç bir değeri olmıyan ben kulunuzun dileğidir.

ma'rûz-ı dâî-i dîrîneleridir

:  

ulemâ tarafından şeyhislâma hitaben yazılan kâğıtlarda resmî elkap olarak kullanılır bir tâbir olup "ben eski [sâdık, yakın] duacınızın dileğidir" anlamındadır.

ma'rûz-ı dâî-i kemîneleridir

:  

ulemâ tarafından sadrâzama hitaben yazılan kâğıtlarda resmî elkap olarak kullanılan bir tâbir olup "değersiz duacınızın dileğidir" anlamındadır.

ma'rûı-ı dâiyânemdir

:  

ben duacınızın dileğim-dir.

ma’rûzât

: معروضات

(a. i. ma'rûz'un c.) : 1) küçükten büyüğe bildirilen, sunulan şeyler. 2) Cevdet Paşa'nın meşhur eseri.

marzî

: مرضي

(a. i. rızâ'dan) : rızâ gösterilmiş, beğenilmiş; hoşnutluk, (bkz. : pesendîde, rızâ-dâde). Gayr-i marziyye, Nâ-marzî : hoşa gitmemiş, beğenilmemiş.