ma'nâ

: معني

(a. i. c. : maânî) : 1) mânâ. 2) iç, içyüz. 3) rüya, düş. 4) akla yakın sebep. Âlem-i ma'nâ : rüya. Bî-ma'nâ : mânâsız, münasebetsiz. İsm-i ma'nâ : gr. mücerret, *soyut isim.

mâ nahnü fîh

: مانخن فيه

(a. cü.) : bahsini ettiğimiz, üzerinde konuştuğumuz [şey]

mânde

: مانده

(f. s.) : kalmış olan, gitmiş olan. Amel-mânde : işten kalmış, işe yaramaz.

ma'nen

: معنأ

(a. zf.) : iç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, (bkz. : bâtınen).

mânend

: مانند

(f. i.) : benzer, eş. Bî-mânend : eşsiz, emsalsiz. (bkz. : bî-nazîr, küfv, mesti, nazîr, şebîh).

mânend-i bedîhî-i ûlâ

:  

ilk bakışta apaçık görünüp bilinen şey gibi.

mânend-i serv

:  

servinin benzeri, servi gibi.

mânend-âbâd

: مانند آباد

(f. b. i.) : ölümle kıyamet arasında geçen zaman.

mânende

: ماننده

(f. s.) : benziyen.

ma'nevî, ma'neviyye

: معنوی ، معنويه

(a. s. any'den) : 1) madde dışı olan, mânâya âit. 2) ruha ve içe âit olan. Ecr-i ma'nevî : maddî olmayan karşılık, savap. Kuvve-i ma'neviyye : iç, yürek kuvveti. Veled-i ma'nevî : evlâtlık, oğulluk.

mâneviyye

: معانويه

(a. i.) : iyilik ve kötülük ilâhına inanmaktan ibaret bâtıl bir mezhep olup Zerdüştler'den alınmıştır, manikeizm, fr. ma-nicheisme.

ma'neviyyât

: معنويات

(a. i. ma'nevî'nin c.) : maddî olmıyan, manevî olan hususlar; yürek gücü.

ma'neviyyûn

: معنويون

(a. i. c.) : Allah'a inanmış, belbağlamış olanlar, (bkz. : ilâhiyyûn, rabbâniyyûn).

Manî

: مانى

(f. h. i.) : meşhur Çinli nakkaşın adıdır. Behram Şâpûr zamanında İran'a gelip Zerdüşt ve îsâ dinleri halitası olan bâtıl mezhebini neşre başlamış olduğundan îdâm olunmuştur. "Erteng", "Erjeng" adlı eserleri meşhurdur.

mâni'

: ماني

(a. s. men'den c. : menea) : men'eden, geri bırakan, alıkoyan, engel olan. i. engel, özür. mânî-i irs : huk. [eskiden] irse mâni' olan haldir ki, dört kısımdır : rık, katil, ihtilâf-ı dîn, ihtilâf-ı dâr.

mânî-işer'î

:  

şer'an kabule engel olan hal.

ma'nî

: معانع

(f. i.) : (bkz. : ma'nâ).

mania

: مانعه

(a. i. men'den c. : mevânî') : 1) men'eden şey, engel, özür. 2) zorluk.

ma'nidâr

: معنيدار

(a. f. s.) : manâlı, bir şeye delâlet eden, bir şey demek istiyen.

ma'nîdâr-âne

: معنيدارانه

(a. f. zf.) : manâlı şekilde.

mannasa

: منصه

(a. i.) : cihaz odası, gelin odası, [kelimenin aslı "mınnasa" dır]

mansıb

: منصب

(a. i. nasb'dan. c. : menâsıb) : devlet hizmeti, me'mûriyet.

mansıb-dâr

: منصبدار

(a. f. b. s.) : mansıbda bulunan.

mansûb

: منصوب

(a. s. nasb'dan) : 1) bolunmuş, konmuş, dikilmiş. 2) me'mûriyete konulmuş, me'mûriyette bulunan, 3) i. gr. arapçaya mahsus olmak üzere sonundaki harfi üstün e okunan kelime : Süleyman (e) : hamzet (e). . gibi. (bkz. : meftûh).

mansûbe

: منصوبه

(a. i.) : 1) satranç oyununda "nerd" in ayrıldığı oyunların yedincisi. 2) tedbir, oyun, açmaz.

mansûbe-bâz

: مصوبه باز

(a. f. b. s.) : hîlekâr, dubaracı.

mansûbîn

: منصوبين

(a. i. mansûb'un c.) : mansub bulunanlar, me'mûriyette, hizmette olanlar.

mansûr, mansûre

: منصور ، منصوره

(a. s. nusret'den) : 1) nasroluntnuş, Allah'ın yar-dımiyle galib, üstün gelmiş. Asâkir-i mansûre-i Muhammediyye : Yeniçeri teşkilâtının lağvından sonra kurulan ordu, [bu uzun adın kısaltılmışı : "mansûre" dir] . 2) müz. Türk müziğinde diyapazon "lâ" sini dügâh olarak alan ahenk ki, eskiden bu ahenk ile okunurdu. 3) aynı esâsa dayanan ney çeşidi.

mansûre hazînesi

:  

II. Sultan Mahmut'un Yeniçeriocağını kaldırdığı hicrî 1241 (1826 yılında "asâkir-i mansûre-i Muhammediyye" adiyle kurulan askerî teşkilâtın masrafına karşılık olarak ayrılan devlet gelirleri.

mansûriyyet

: منصوريات

(a. i.) : Allah'ın yardımiyle muvaffak olma, başarma.

mansûs, mansûsa

: منصوص ، منصوصه

(a. s. nass'dan) : Kur'ân'da açıkça anlatılmış, hakkında âyet bulunan. Ahkâm-ı mansûsa : açıklanmış, hükümler.

mantık

: منطق

(a. i. nutk'dan) : 1) söz. 2) hakikat ararken yapılan zihnî muamelelerden hangilerinin doğru ve hangilerinin yanlış yola çıktığını gösteren ilim. 3) lüzum, maksat veya hüküm ile iş, vâsıta veya delil arasında tutarlık.

Mantık-üt-tayr

:  

(kuş dili) : Şeyh Ferîd-üd-dîn-i Attâr'ın ahlâkî fikirlerle süslü meşhur manzum eseri.

mantıkan

: منطقأ

(a. zf.) : mantıkça, mantığa göre.

mantıkıyyât

: منطقيات

(a. i.) : mantıkla ilgili meseleler.

mantıkıyyûn

: منطقيون

(a. i. c.) : mantık âlimleri; mantıkla uğraşanlar.

mantıkî

: منطقي

(a. s.) : mantığa ve mantık kaidelerine uygun, mantıklı.

mantûk, mantûka

: منطوق ، منطوقه

(a. s. nutk'dan) : 1) söylenilmiş, denilmiş. 2) söz, kelâm, nutuk, mânâ, mefhum.

manzam

: منظم

(a. i. c. : menâzım) : dizi, sıra.

manzar

: منظر

(a. i. nazar'dan) : 1) nazar edilen, bakılan, görünen yer. 2) görünüş. 3) çehre, yüz. Hos-manzar : görünüşü güzel, güzel yüzlü. Kerîh-ül-manzar : görünüşü çirkin, çirkin yüzlü.

manzar-ı çesm

:  

anat. gözbebeği.

manzara

: منظره

(a. i. nazar'dan. c. : ma-nâzır) : 1) bakılıp seyredilen yer. 2) görünüş. 3) pencere.

manzarânî

: منظراني

(a. s.) : gösterişli, güzel [adam] , (bkz. : manzarî).

manzarî

: منظري

(a. s.) : gösterişli, güzel [adam] , (bkz. : manzarânî).

manzûd

: منضود

(a. s.) : 1) üstüste istif edilmiş. 2) i. sık bitmiş ağaç.

manzum

: منظوم

(a. s. nazm'dan) : 1) nazmolunmuş, tanzîm edilmiş, dizilmiş, düzenlenmiş, sıralanmış. Dürr-i manzum : dizi incisi. 2) ed. vezinli, kafiyeli söz.

manzûmât

: منظومات

(a. i. manzûme'nin c.) : manzumeler.

manzûme

: منظومه

(a. i. c. : manzûmât) : 1) sıra, dizi, takım; sistem. 2) vezinli, kafiyeli söz, şiir.

manıûme-i Süreyya

:  

astr. (bkz. : Süreyya).

manzûme-i jemsiyye

:  

astr. Güneş ile ona tabî olan seyyareler. (Güneş sistemi).

manzûr

: منظور

(a. s. nazar'dan) : 1) nazar olunan, bakılan, bakılmış, görünen, görülmüş. 2) gözde olan, beğenilen.

mânzûr-ı âlîleri olmak

:  

dikkat nazarını çekmek.

manzûre

: منظوره

(a. s.) : 1) noksan, kusuru olan, ayıplanacak kadın. 2) i. âfet, belâ.