mâh

: ماه

(f. i.) : 1) astr. Ay. (bkz. : Kamer). 2) senenin on ikide bir kısmı, ay. bkz : şehr).

mâh-ı kamerî

:  

arabî ayı.

mâh-ı keş.

:  

(bkz. : mâh-ı nahşeb).

mâh-ı Ken'ân. Ken'ânî

:  

(Ken'an ülkesinin ayı) : Yûsuf Peygamber.

mâh-ı Mukanna'

:  

Mukanna'ın Nahşeb'teki yapma ayı.

mâh-ı nahşeb

:  

Mukanna' adlı ve Horasanlı bir şahsın Nahşeb (Nesef) şehrinde Siyam Dağının eteğinde, maharet ve san'atle kuyu içinden doğar halde gösterdiği ay şekli, (bkz. : mâh-i keş, mâh-i siyam).

mâh-ı nev

:  

1) yeni Ay. (bkz. : hilâl) ; 2) kadın adı. 3) tas. seyrü sülük yoluna giren müptedî.

mâh-in-nuhuş

:  

aptesânelerin, binaların iç ve dış duvarlarına münasebetsiz kimseler tarafından tebeşir, kömür, boya gibi şeylerle yazılan yazılarla yapılan resimleri silme işini gören me'mur.

mâh-ı rûye'

:  

ramazan ayı.

mâh-ı siyâm

:  

oruç ayı, ramazan.

mâh-ı siyâm

:  

[sin|e] . (bkz. : mâh-ı nahşeb).

mâh-ı tâbân

:  

parlayıcı, parlak Ay.

mâh-ı Yemânî

:  

Hz. Muhammed (Alehisselâm). 4) güzel kız veya genç. ["meh" şeklinde de kullanılır]

mâh

: ماخ

(f. s.) : 1) geçmez [akçe] , 2) rezil, münafık, alçak.

mahabbet

: محبت

(a. i.) : sevgi

mahâbîb

: محابيب

(a. i. mahbûb'un c.) : mahbuplar, sevilmiş olanlar, sevilenler.

mahâbis

: محابس

(a. i. mahbes'in c.) : hapishaneler, ceza evleri.

mahâbis-i kadîme

:  

eski hapishaneler.

mahâbîs

: محابس

(a. i. mahbûs'un c.) : hapsedilmiş, bir yere kapatılmış olanlar, bkz : mahbûsîn).

mahâbiz

: مخابز

(a. i. mahbeze'nin c.) : ekmekçi fırınları; ekmekçi dükkânları.

mahâcir

: مخاجر

(a. i. mahcer'in c.) : göz çukurları.

mahâdîm

: مخاديم

(a. i. mahdûm'un c.) : oğullar; kibar kimselerin çocukları.

mahâfet

: مخافت

(a. i.) : korkma, korku. (bkz. : havf). Re's-ül-hikmetl mahâfet-Ullah : hikmetin başı, Allah korkusudur.

mahâfet-Ullah

:  

Allah korkusu.

mahaffe

: محفه

(a. i.) : deve, katır gibi hayvanların sırtına konulan ve içine iki kişi oturabilen kapalı vâsıta, mahfe.

mahâfil

: محافل

(a. i. mahfil'in c.) : 1) oturulacak, görüşülecek yerler, toplantı yerleri. 2) büyük camilerde hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan yerler.

mahâfir

: محافر

(a. i. mihfer ve mihfere'nin c.) : beller; kazmalar.

mahâif

: مخائف

(a. i. a) : (bkz. : mahâvif).

mahâk

: محاق

(a. i.) : her arabî ayının son üç gecesi. [kelimeyi, üç harekesiyle de kullanmak caizdir] , (bkz. : mıhâk, muhâk).

mahâkim

: محاكم

(a. i. mahkeme'nin c.) : mahkemeler.

mahâkim-i âdiyye

:  

huk. ceza mahkemelerinden gayri mahkemeler.

mahâkim-i adliyye

:  

huk. adliye mahkemeleri.

mahâkim-i askeriyye

:  

askerî mahkemeler.

mahâkim-i şer'iyye

:  

huk. şer'î mahkemeler.

mâ-halak-Allah

: ما خلق الله

(a. b. i.) : 1) Allah'ın yarattığı [her şey] , 2) kalabalık.

mahâlib

: مخالب

(a. i. mahleb'in c.) : arslan, kedi, doğan gibi hayvanların çengelli pençeleri.

mahali

: محل

(a. i. hulûl'den c. : mahâll) : yer. (bkz. : cay, mekân). Bî-mahall, Nâ-bemehall : yersiz.

mahall-i sadaka

:  

huk. [eskiden] sevap için bağışlanan malı şer'an almıya ehil olan kimse.

mahall-ül-bey'

:  

meçe. satılan şey.

mahâll

: محال

(a. i. mahall'in c.) : yerler, (bkz. : emkine, mevâki').

mahallât

: محلات

(a. i. mahalle'nin c.) : mahalleler.

mahalle

: محله

(a. i. c. : mahallât) : bir şehir veya kasabanın, bölündüğü kısımlardan her biri.

mahallî, mahalliyye

: محلی ، محليه

(a. s.) : bir yere mahsus; yerli. Hükûmet-i mahalliyye : mahallî hükümet, o yerin idare heyeti.

mahallî saat

:  

astr. her hangi bir yerin mahallî saati, o yerin nısf-ün-nehâr (meridyen) ından Güneş'in tam onikide geçmesi esâsına dayanılarak hesaplanan saattir, [meselâ : Greenwich'de saat 14. 00 iken Türkiye'nin saat mebdei olan Afyon tülünde Güneş tam nısfün-nehâr üzerinde olduğundan, Afyon'un mahallî hakikî saati 12. 00 dir]

mahâmid

: محامد

(a. i. mahmedet'in c.) : 1) medihler, sitayişler, senalar, şükürler. 2) güzel huylar.

mahâmil

: محامل

(a. i. mahmil ve mihmel'in c.) : mahfiller, mahmiller, deve üzerine konulan iki kişinin bineği- sepetler.

mâh-âne

: ماهانه

(f. i.) : aylık maaş. (bkz. : mâh-vâre, mâh-yâne).

maharet

: مهارت

(a. i.) : mâhirlik, ustalık, beceriklilik, el'uzluğu.

mahârîb

: محاريب

(a. i. mihrâb'ın c.) : mihraplar, (bkz. : mihrâb).

mahâric

: مخارج

(a. i. mahrec'in c.) : hu-rûc edecek, çıkacak yerler.

mahâric-i hurûf

:  

gr. harflerin ağızda teşekkül ettiği yerler.

mahârim

: محارم

(a. s. mahrem'in c.) : mahrem olan, haram olan şeyler.

mahârim-ül-leyl

:  

yolculuk etmek caiz olmıyan korkunç geceler.

mahârîm

: محاريم

(a. s. muharrem'in c.) : (bkz. : mahârim, muharremât).

Mahârît

: مخاريط

(a. i. mahrût'un c.) : koniler.

mahârît-ı munzama

:  

jeol. yanardağın çatlaklarından, yarıklarından çıkıp biriken kül ve taş kümeleri.

mâ-hasal

: ماحصل

(a. b. i.) : hâsıl olan, meydana gelen şey, netice, (bkz. : mahsûl, semere).

mâ-hasal-ı ömr

:  

1) evlât; 2) ömür boyunca çalışıp didinerek elde edilen şey, vücûda getirilen eser; 3) Muallim Naci'nin meşhur eseri.

mahâsin

: محاسن

(a. i. hüsn ve mahsen'in c.) : 1) güzellikler. İlm-i mahâsin : estetik, fr. esthetique.

mahâsin-i ahlâk

:  

'ahlâk, huy güzellikleri. 2) yüze güzellik veren sakal ve bıyık.

mahâsin-i gurbet

:  

gurbetin güzellikleri.

mahâsin-i sefâd

:  

ak sakal.

Mahaşşe

: محشه

(a. i.) : kıç. (bkz. : dübür, ist, mak'ad).

mahâtîm

: مخاتيم

(a. s. mahtûm'un c.) : 1) mühürlenmiş [şeyler] . 2) bagfanrhış, kilitlenmiş [şeyler]

mahatt

: محط

(a. i.) : yolculukta inilecek yer, konak, (bkz. : menzil, mevkif).

mahatta

: محطه

(a. i.) : istasyon.

mahâvif

: مخاوف

(a. s. mahûf'un c.) : korkunç, korkulu, tehlikeli [yerler]

mahâvir

: محاور

(a. i. mihver'in c.) : mihverler, *eksenler.

mahâyil

: مخايل

(a. i. mahîle'nin c.) : hayal eserleri.

mahâz

: مخاص

(a. i.) : hele. doğum ağrısı.

mâ-hazar

: ماحضر

(a. s. i.) : daha önceden hazır olan, hazır bulunan şey, hazır olarak her ne varsa. Havr-üt-taâmı mâ-hazar : yemeğin hayırlısı daha önceden hazır olanıdır.

mahâzır

: محاضر

(a. i. mahzar'ın c.) : mahzarlar, umûmî dilekçeler, müracaatlar.

mahâzî

: مخازی

(a. i. c.) : rezalet sebebi olan huylar.

mahâzîl

: مخاذيل

(a. i. mahzûl'ün c.) : rezîl, rüsvâ olmuş kimseler.

mahâzin

: مخازن

(a. i. mahzen'in c.) : mahzenler, bodrumlar.

mahâzîr

: محاذير

(a. i. mahzûr'un c.) : (hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; engeller, sakıncalar, (bkz. : mahzurât).

mâh-be-mâh

: ماه بماه

(f. zf.) : aydan aya. (bkz. : şehriyye).

mahbel

: محبل

(a. i.) : hayvanın gebelik zamanı.

mahber, mahbere

: محبر ، محبره

(a. i.) : [eskiden] hokka, divit.

mahbes

: محبس

(a. i. habs'den) : 1) hapsolunma yeri, hapishane, cezaevi, zindan, (bkz. : habs-hâne, sicn). 2) mec. karanlık, sıkıntılı yer.

mahbes-i âmâl

:  

emellerin hapishanesi.

mahbez

: محبز

(a. i. c. : mahâbiz) : ekmekçi fırını, ekmekçi dükkânı.

mahbûb

: محبوب

(a. s. hubb'dan) : 1) muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen, sevgili. 2) erkek sevgili. Zer-i mahbûb : XVIII. asırda kesilmiş bir altın.

mahbûb-i Hüdâ .-

:  

(Allah'ın sevgilisi) : Hz. Muhammed (Alehisselâm).

mahbûb-ül-kulûb

:  

(gönüllerin sevgilisi) : Büyük Türk Şâiri Ali Şîr Nevâî'nin içtimaiyata âit ünlü eseri.

mahbûbe

: محبوبه

(a. i. hubb'dan) : 1) muhabbet olunmuş, sevilmiş, sevilen [kadın] . 2) vaktiyle tanesi beş yüz liraya kadar satılan lâle cinsinden bir çiçek.

mahbûn

: محبون

(a. i.) : 1) kıtlık için saklanan şey. 2) ed. ikinci harfi düşürülmüş vezin : [Arap harflerinde] "müstef'ilün" den sin'in düşürülmesiyle "müfteilün" kalması. gibi.

mahbûs

: محبوس

(a. s. ve i. habs'dan c. : mahbûsîn, mahâbîs) : hapsolunmuş, bir yere kapatılmış.

mahbûs-hâne

: محبوسخا نه

(a. f. b. i.) : hapishane, cezaevi.

mahbûsîn

: محبوسين

(a. s. ve i. mahbûs’un c.) : hapsolunmuşlar, bir yare kapatılmış olanlar, (bkz. : mahâbîs).

mahbûsiyyet

: محبوسيت

(a. i.) : mahbusluk, hapislilik; hapis kalınan müddet.

mahcer

: محجر

(a. i. c. : mahâcir) : hele. göz çukuru, (bkz. : hufret-ül-ayn).

mahcûb

: محجوب

(a. s. hicâb'dan) : 1) kapalı, örtülü, perdeli, (bkz. : mestur). 2) utanan, utanmış, utangaç, (bkz. : şerm-sâr).

mahcûb-âne

: محجوبا نه

(a. f. zf.) : utanarak, utangaçlıkla, sıkılganlıkla.

mahcûbe

: محجوبه

(a. s.) : 1) utangaç, namuslu [kadın, kız] . 2) kapı ardına konulan ağaç.

mahcûbiyyet

: محجوبيت

(a. i.) : mahcupluk, utangaçlık, sıkılganlık.

mahcûc

: محجوج

(a. s. hüccet'den) : hüccet, delîl gösterilmiş.

mahcûr

: محجور

(a. s. hacr'den) : huk. hacr altına alınmış, haczolunmuş, kullanmaktan menedümiş.

mahcûz

: محجوز

(a. s. hacz'den) : huk. haczedilmiş, mahkemece rehin altına alınmış

mâh-çe

: ماهچه

(f. i.) : 1) küçük ay. 2) minare, kubbe, bayrak direklerinin başına geçirilen küçük ay.

mâh-çehre

: ماهچهره

(f. b. s.) : ay yüzlü, [aslı : "mâh-çihre"dir]

mahdûb

: مخضوب

(a. s.) : (bkz. : mahzûb).

mahdûd

: محدود

(a. s. hadd'den) : 1) tahdîd edilmiş, sınırlanmış. 2) sınırlı. 3) belirli, (bkz. : muayyen). NB-mahdOd, Gayr-! mahdûd : sınırsız, (bkz. : gayr-i muayyen). 4) fık. hudut ve sınırlarının tâyîni kabil olan akar, mal, mülk.

mahdûdiyyet

: محدوديت

(a. i.) : sınırlılık; darlık.

mahdûm

: مخدوم

(a. i. hidmet'den c. : mahâdîm) : 1) oğul, evlât, (bkz. : ferzend). [aslı : "hizmet edilmiş" manasınadır] , 2) hizmet edene nispetle efendi veya hanım.

mahdûm-ı kâinat

:  

Hz. Muhammed (Alehisselâm).

mahdûmiyyet

: مخدوميت

(a. i.) : mahdumluk, oğulluk.

mahdûş

: مخدوش

(a. s.) : 1) tırmalanmış. 2) vesveselendirilmiş.

mâhe

: ماهه

(f. i.) : burgu, matkap, (bkz. : miskab, mette).

ma'hed

: معهد

(a. i. c. : maâhid) : ahit, antlaşma yapılan, sözleşilen yer.

mahfaza

: محفظه

(a. i. hıfz'dan) : içinde öteberi saklanan küçük kutu, kab, zarf.

mahfaza-i billûrivy

:  

hek. : göz adesesini ihata eden şeffaf (saydam) zar.

mahfî

: مخفی

(a. s. hafî'den) : gizli, saklı, (bkz. : hafî).

Mahfil

: مخفل

(a. i. c. : mahâfil) : 1) oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri. 2) büyük camilerde hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıkla çevrilmiş olan, yerden biraz yüksek yer.

mahfil-i şer'iyyât

:  

İstanbul'un zaptından sonra Fâtih'in teşkîl ettiği mahkeme.

mahfiyyen

: محفياً

(a. zf.) : gizlice, gizil olarak, saklı olarak, (bkz. : sırran).

mahfûf

: محفوف

(a. s.) : etrafı, zarar gelmesin diye, kuşatılmış, çevrilmiş.

mahfûk

: مخفوق

(a. s.) : hafakanlı, ikide bir yüreği oynıyan.

mahfûr

: محفور

(a. i.) : hafr olunmuş, kazılmış mezar.

Mahfuz

: محفوظ

(a. s. hıfz'dan) : 1) hıfzolunmuş, saklanmış. 2) korunmuş, gözetilmiş. 3) gizlenmiş. 4) ezberlenmiş. Levh-i mahfuz : Allah tarafından takdîr olunan şeylerin ezelde - yazılı -bulunduğu levha.

mahfûz

: مخفوض

(a. s.) : alçalmış.

mahfûzât

: محفوظات

(a. i. c.) : 1) gizlenilmiş şeyler. 2) ezberlenmiş şeyler. 3) müz. Türk müziğinde nota kullanılmadığı devirlerde, bir müzikçinin ezbere bildiği müzik eserleri.

mahfûzen

: محفوطاً

(a. zf.) : polis veya jandarma gibi resmî kuvvetlerin muhafazası altında olarak.

mâhî

: ماهی

(f. i. c. : mâhiyân) : balık, (bkz. : semek). Sayd-i mâhî : balık avı.

Mâhî

: ماحی

(a. s. mahv'dan) : mahveden, mahvedici, yok edici, yok eden.

mâhî emraz

:  

hastalıkları yok eden.

mâhî-'n-nükuş

:  

nakışları silen, mahveden.

mâhî-dân

: ماهی دان

(f. b. i.) : balık havuzu, balıklava.

mihî-fürûş

: ماهی فروش

(f. b. s.) : "balık satan" : balıkçı, (bkz. : semmâk).

mâhî-gîr

: ماهی گير

(f. b. s.) : balık tutan. (bkz. : mâhî-hâr).

mâhî-hâr

: ماهی خوار

(f. b. s.) : "balık yiyen" : balık avlıyan, balıkçıl, (bkz. : mâhîgîr).

mahîle

: مخيله

(a. i. c. : mahâyil) : sanmağa ve düşünmiye sebebolan işaret, alâmet, hayal eseri.

mâhir

: ماهر

(a. s. mâhâret'den c. : mehere) : 1) maharetli, hünerli, elinden iş gelir, becerikli. 2) i. erkek adı.

mâhir'-âne

: ماهرانه

(f. zf.) : maharetle, ustalıkla, ustaca.

mahîs

: محيص

(a. i.) : 1) bir şeyden dönme. 2) kurtulma.

mâhiyân

: ماهيان

(f. i.) : 1) [mâhî'nin c] 'balıklar. 2) [mâh'ın c] aylar.

mâhiyâne

: ماهيانه

(f. i.) : aylık, ay hesabiyle verilen ücret.

mâ-hiye

: ماهه

(ter.) : o şey ki.

mâhiyye

: ماهيه

(o. i.) : aylık.

Mâhiyyet

: ماهيت

(a. i.) : bir şeyin aslı, esâsı, içyüzü.

mahîz

: محيض

(a. i.) : hayız hâli.

mahk

: محق

(a. i.) : tas. abdin vücûdunun zâtı hakkında fenası.

mahkeme

: محكمه

(a. i. hükm'den c. : mahâkim) : dâvaların görülüp hükme bağlandığı yer.

mahkeme-i bidayet

:  

huk. dâvaların ilk görüldüğü mahkeme, [bundan sonra : "istînaf, tem-yîz" mahkemeleri gelir]

mahkeme-i evkaf

:  

huk. [eskiden] evkaf müfettişliği denilen dâireye ikinci meşrûtiyetin ilânından az sonra verilen bir ad. [vâzîfesi, cihad tev-cîh etmek, muhtetif vakıflar arasındaki gayrimenkul ihtilâflariyle, vakıf gediklerine bir gayrimenkulun mülk veya vakıf olduğuna âit dâvaları vesâireyi görmek idi]

mahkeme-i istinaf

:  

huk. bidayet mahkemelerinden verilip kanunen istinafı kabil olan hukuk ve ceza dâvalarına tekrar bakan ve ibtidâî mahkemelerin üstünde bulunan bir mahkeme ki hukuk ve ceza adı ile iki kısımdır.

mahkeme-i kird-gâr

:  

Allah'ın mahkemesi.

mahkeme-i kübrâ

:  

(en büyük mahkeme) : kıyamet günü. (bkz. : yevm-ül-kıyâme).

mahkeme-i nizâmiyye

:  

huk. ceza ve hukuk mahkemeleri, ["bidayet" ve "istînaf" adiyle iki dereceye ayrılmıştır]

mahkeme-i şer'iyye

:  

huk. [eskiden] nikâh, miras taksimi ile din işleriyle ilgili mes'elelere bakan mahkeme.

mahkeme-i temyiz

:  

huk. temyiz mahkemesi, mahkeme kararlarının yolunda verilip verilmediğini tetkik etmekle vazifeli makam, * yargıtay.

mahkeme-i ticâret

:  

huk. ticâret mahkemesi, ticâretle ilgili dâvalara bakan mahkeme.

mahkî

: محكی

(a. s. hikâyet'den) : hikâye olunmuş, anlatılmış.

Mahkud

: محقوق

("ku" uzun okunur, a. s.) : hased olunan, hased edilen, (bkz. : mahsûd).

mahkuk

: محقوق

("ku" uzun okunur, a. s.) : doğrultulmuş, doğru yapılmış.

mahkûk

: محكوك

(a. s. hakk'den) : 1) hakkolunmuş, çelik kalemle sert bir şey üzerine kazılmış. 2) yazıldıktan sonra çakı, kalemtraş gibi şeylerle kazınmış.

mahkûkât

: محكوكات

(a. s. c.) : kazınmış, hakkedilmiş resimler, yazılar; hakkak işleri.

mahkûm

: محكوم

(a. s.) : 1) kendisine hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan. 2) bir mahkemece hüküm giymiş, [müen : "mahkû-me" dir] . 3) katlanma, zorunda olma.

mahkûmun aleyh

:  

huk. aleyhine hükmolunan, dâvayı kaybeden.

mahkûmun bih

:  

huk. hüküm ve karârı verilmiş, hüküm giymiş.

mahkûmun leh

:  

huk. lehine hükmolunan, dâvayı kazanan.

mahkun

: محقون

("ku" uzun okunur, a. s.) : ma'sum, suçsuz.

mahkun-üd-dem

:  

("ku" uzun okunur.) : fık. katli lâzım olmıyan kimse, [savaşta, İslâmlığı kabul eden bir kimse, mahkun-üd-dem olmuş olur]

mahlas

: مخلص

(a. i. hulûs'dan) : 1) halâs olunacak, kurtulacak yer. 2) bir kimsenin ikinci adı. 3) eskiden şâirlerin şiirlerinde kullandıkları ad.

mahlas beyti

:  

ed. gazellerde şâirin adı bulunan beyit.

mahlas-nâme

: مخلصنامه

(a. f. b. i.) : ed. eni şiir söylemiye başlamış olan birine, üstat bir şâir tarafından bir mahlas verildiğine dâir yazılan manzume.

mahleb

: محلب

(a. i.) : 1) İdris ağacı. 2) bal. (bkz. : asel).

mahleb

: مخلب

(a. i. c. : mahâlib) : arslan, kedi, doğan gibi hayvanların çengelli pençesi.

mâh-lika

: ماهلقا

(f. b. s.) : (bkz. : mehlika).

mahlu'

: مخلوع

(a. i. hal'den) : tahtından indirilmiş hükümdar.

mahlûc

: محلوج

(a. i.) : hallâclanmış, atılmış [pamuk]

mahlûf

: محلوف

(a. i.) : yemin etme.

mahlûf-ün-aleyh

:  

huk. yemin edilen husus.

mahlûk

: محلوق

(a. s.) : tıraş edilmiş baş veya yüz. (bkz. : matruş, tırâştde).

mahlûk

: مخلوق

(a. s. ve i. halk'dan) : halk olunmuş, yaratılmış; *yaratık.

mahlûka

: محلوقه

(a. i.) : benimsenen, çalınan kastde, şiir.

mahlûkat

: مخلوقات

("ka" uzun okunur, a. s. ve i. mahlûk'un c.) : yaratılmış şeyler, canlılar; *yaratıklar.

mahlûl

: محلول

(a. s. hall'den) : 1) hallolunmuş, çözülmüş, dağılmış. 2) erimiş, eritilmiş, * eriyik. 3) sahipsiz maaş veya me'murluk. 4) i. mirasçısı bulunmıyan ve hükümete kalan [miras]

mahlûl-i mufassal

:  

tapu usûlüne âit bir ıstılah, [iki kısımdır : biri, defter-i mufassalda kayıtlı olup da icmal defterinde kayıtlı olmıyan köyler ve mezraalar timarı olup her kime berat ile verilmiş ise ona aitti. Diğeri, icmal defterinde noksan ve defter-i mufassalda fazla olarak kayıt olunandı]

mahlûl-i sirf

:  

huk. [eskiden] hakkı intikal ve hakkı tapu eshâbı bırakmaksızın mutasarrıfının vefâtiyle mahlûl kalan arazî.

mahlûl

: مخلول

(a. s.) : delnimiş, öbür tarafına işlenmiş olan şey.

mahlûlât

: محلولات

(a. i. c.) : mirasçısı olmıyan bir ölünün evkafa veya mîriye kalan mirası.

mahlûliyyet

: محلوليت

(a. i.) : mahlûlluk, mahlûl olma hâli.

Mahlut

: مخلوط

(a. s. halt'dan) : halt olunmuş, katılmış, karıştırılmış, karışık, (bkz. : halîta).

mahluta

: مخلوطه

(a. i.) : bulgurla karışık : mercimek çorbası.

mahmasa

: مخمصه

(a. i.) : açiık, açlıktan-zayıf düşme.

mahmî

: محمی

(a. s.) : himaye gören, korunan [kimse]

mahmidet

: محمدت

(a. i. c. : mahâmid) : medhetme, övme. (bkz. : sena, sitayiş).

mahmidet-siz

: محمد تساز

(a. f. b. s.) : hamd ve sena eden.

mahmil

: محمل

(a. i. c. : mahâmil) : 1) mahfe, deve üzerine konulan -iki kişinin bineği-sepet. (bkz. : mihmel) 2) her yıl Haremeyn'e? hacı kafilesiyle gönderilen armağanlar.

mahmil-i şerif

:  

haremeyne sürre adiyle gönderilen para ve hediyelerin yükletildiği vâsıta.

Mahmiye

: محميه

(a. i. himâye'den) : 1) bir şeyi himaye etme, koruma. 2) [muhafazalı] büyük şehir.

Mahmûd

: محمود

(a. s. hamd'dan) : 1) hamdolunmuş, sena edilmiş; övülmeye değer. Ma-kam-ı mahmûd : Hz. Muhammed (Alehisselâm)'in en büyük şefaat makamı, Cennet.

mahmûd-ül-hisâl

:  

iyi ahlâk sahibi.

mahmûd-üş-şiyem

:  

övülecek huylara sahip olan. 2) i. Hz. Peygamber (Aleyhisselâm)'in adlarından biri. 3) i. erkek adı.

Mahmûd

: محمود

(a. h. i.) : Ebrehe'nin Kabe'yi yıkmak üzere getirdiği filin adı.

Mahmûd (Kâşgarlı-)

: محمود ( كشغارلی )

(a. h. i.) : Karahanlılardan olan bu Türk bilgini ve edîbi Divânü LOgat-it Türk adlı ünlü eseriyle tanınmıştır. 1074 yılında Kâşgâr'da yazılmış olan bu eser islâmiyet te'siri altındaki ilk eserlendendir. Mahmut, bir lügat kitabı tarzında olan bu eserini, türkçenin arapça kadar ve ondan daha zengin bir dil olduğunu göstermek için yazmıştır. Türkçe sözler, Arap kaidelerine göre tertîbedilmiş ve arapça olarak anlatılmıştır. Mahmûd, eserini yazdıktan üç yıl sonra bir düzeltmeden geçirerek Abbasî Halîfelerinden Muktedî Billâh'a takdîm etmiştir. Bu kitap 1335 hicrî yılında Kilisli Rifat'ın kopyesi ve düzeltmesiyle basılmış, daha so

mahmûde

: محموده

(a. i.) : bot. bingöz otu, sakmunya.

mahmûdî, mahmûdiyye

: محمودی ، محموديه

(a. s.) : 1) II. Sultan Mahmud'a âit, onunla ilgili. 2) i. onun zamanında çıkarılmış olan 25 gümüş kuruş değerinde aitın para. 3) i. onun adına yapılmış olan eski bir harb gemisi, kalyon. [9 ağustos 1814 (22 şaban 1229) de denize indirilmiştir] . 4) i. Mahmut devrinde basılan altın para.

mahmûl

: محمول

(a. s. haml'den) : 1) hami olunmuş, yüklenmiş. 2) bir şey üzerine kurulmuş. 3) i. gr. mant. müsnet, 'yüklem, haber : "insanhayvandır" cümlesinde : insan "mevzu", hayvan" mahmu!"dür.

mahmûle

: محموله

(a. i.) : yük. (bkz. : bâr, hamule).

mahmûlen

: محمولاً

(a. zf.) : mahmul olarak, yüklü olarak.

Mahmûm

: محموم

(a. s.) : 1) hummaya, sıtmaya tutulmuş, sıtmalı olan; ateşli, ateşi olan. 2) mee. saçmasapan konuşan.

mahmûm-âne

: محمومانه

(a. f. zf.) : 1) mahmumcasına, ateşli olarak, ateşler içinde. 2) sayık-larcasına.

mahmûr

: مخمور

(a. s. hamr'den) : 1) sarhoşluğun verdiği sersemlik. 2) uyku basmış, ağırlaşmış göz, baygın göz. Çeşm-i mahmûr : baygın göz, süzülerek bakan göz. [müen, mahmûre "kadın" adı olarak kullanılır]

mahmûr-âne

: مخمورانه

(a. f. zf.) : mahmûrcasına, baygın baygın. Nigâh-ı mahmûr-âne : baygın baygın bakış.

mahmûz

: محموض

(a. s.) : hamızlanmış, oksitlenmiş.

mahnûk

: مخنوق

(a. s. hank'dan) : boğulmuş, boğazı sıkılmış, boğuk.

mahnûkan

: مخنوقاً

(a. zf.) : boğulmuş olarak, boğazı sıkılarak.

mâh-pâre

: ماهپا ره

(f. b. i.) : 1) ay parçası. 2) çok güzel kimse, (bkz. : meh-pâre).

mâh-perver

: ماه پرور

(f. b. s.) : mehtaplı.

mah-peyker

: ماه پيكر

(f. b. s.) : yüzü ay gibi parlak, güzel, nurlu [olan] , (bkz. : meh-peyker).

mahrâ

: محری

(a. i.) : 1) elverişli, uygun şey. 2) değerli kimse.

mahrec

: مخرج

(a. i. hurûc'dan c. : mahârc) : 1) hurûcedecek, dışarı çıkacak, çıkılacak kapı. 2) leng. ağızdan harflerin çıktığı yer, "çıkak, 'boğumlama yeri, fr. point d'articulation 3) ilmiyye rütbesinden istanbul tarîk-ı mevleviyetlerinin ilk payesi. 4) mat. *payda, âdî kesirde çizginin altındaki sayı.

mahref

: مخرف

(a. i.) : yemiş sepeti.

mahrek

: محرق

(a. i.) : yakacak yer.

mahrek

: محرك

(a. i. hareket'den) : 1) mat. hareketli bir noktanın güttüğü yol. 2) astr. bir gök cisminin hareketinde ağırlık merkezinin geometri bakımından yeri, 'yörünge, fr. orbite.

mahrek-i şems-i cenubî

:  

astr. Arz'ın meylinden dolayı Güneşin seretan (yengeç dönencesi) ve cedi medarları (oğlak dönencesi) arzları arasında hareket eder göründüğü sırada hatt-i semavî dâiresine paralel ve Arzın merkezinden îtibaren 23 derece 27 dakika güneyde tersîm ettiği mevhum dâire.

mahrek-i şems-i şîmâlî

:  

astr. Arz'ın meylinden dolayı Güneş'in seretan (yengeç dönencesi) ve cedi medarları (oğlak dönencesi) arzları arasında hareket eder göründüğü sırada hatt-ı istivâ-i semavî dâiresine paralel ve Arz'ın merkezinden îtibaren 23 derece 27 mevhum dakika kuzeyde tersîm ettiği dâire.

mahrem

: مخرم

(a. i.) : iki dağ arasındaki yol.

mahrem

: محرم

(a. s. harâm'dan c. : mahârim) : 1) haram, şeriatın yasak ettiği şey. 2) nikah düşmiyen, şerîatçe evlenilmesi yasak edilen. 3) şerîatçe, kadının kendisinden kaçmadığı [erkek] . 4) [biriyle] çok samîmi, içli dışlı olan. 5) gizli olan, herkese söylenmiyen. 6) herkesçe bilinmemesi îcâbeden. Nâ. mahrem : nikâh düşen, kendisinden kaçılan erkek.

mahrern-i esrar

:  

kendisine sır söylenen kimse.

mahrem-i râz

:  

kendisine sır verilmiş kimse. tas. Allah'ın sırrına âşinâ olmıya başlıyan kimse; velî.

mahrem-âne

: محرمانه

(a. f. zf.) : mahrem olarak, gizlice.

mahremiyyet

: محرميت

(a. i.) : mahremlik, mahrem olma hâli, gizlilik.

mâh-rû

: ماه رو

(f. b. s. c. : mâh-rûyân) : ay yüzlü, yüzü ay gibi olan, güzel.

mahrûb

: محروب

(a. s.) : mahrum edilmiş, elinden sermâyesi alınmış, eli avucu bomboş birakılmış.

mahrûb

: مخروب

(a. s.) : harâbedilmiş.

mâh-ruh

: ماه رخ

(f. b. s.) : ay yanaklı.

mahrûk

: محروق

(a. s. hark'dan) : yanmış, yanık, [maddî, manevî]

mahrûk-ül-fuâd

:  

yüreği yanık.

Mahrukat

: محروقات

("ka" uzun okunur, a. i. mahrûk'un c.) : odun, kömür gibi yakılacak şeyler.

mahrûkat-ı mâyia

:  

akaryakıt.

mahrûm

: محروم

(a. s. hirmân'dan) : 1) bahtsız, nasipsiz. 2) istediğini, dilediğini elde edemiyen.

mahrûm-âne

: محرومانه

(a. f. zf.) : mahrumcasına.

Mahrûmiyyet

: محروميت

(a. i.) : mahrumluk, dilediğini, istediğini elde edememe.

mahrûr

: محرور

(a. s. harâret'den) : içi hararetli olan, ateşli, ateşlenmiş, kızmış. Dil-i mahrûr : ateşli gönül.

mahrûr-âne

: محرورانه

(a. f. zf.) : ateşli ateşli, hararetli bir şekilde.

mahrûs

: محروس

(a. s. hırâset'den c. : mahârîs) : muhafaza edilen, gözetilen, korunan. Memâlik-i mahrûsa : muhafaza edilmiş memleketler; Osmanlı ülkesi, (bkz. : Memâlik-i Şâhâne).

mahrûsa

: محروسه

(a. i.) : büyük şehir. (bkz. : medîne-i azîme). Memâlik-i mahrûsa-i şâhâne : Osmanlı ülkesi.

mahrûsa-i muhabbet

:  

muhabbet şehri, sevgi ülkesi.

mahrût

: محروط

(a. i.) : geo. *koni.

mahrûtî

: مخروطي

(a. s.) : geo. *konik.

Mahrûtiyyât

: مخروطيات

(a. s. o.) : mahrûtî, konik olan şeyler.

mahrûtiyyet

: مخروطيت

(a. i.) : mahrûtîlik, konik olma hali.

mâh-rûyân

: ماهرويان

(f. b. s. mâh-rû'nun c.) : ay yüzlüler, yüzü ay gibi olanlar, güzeller.

mahrûz

: محروض

(a. s.) : rezil, kepaze, aşağılık.

Mahsebe

: محسبه

(a. i.) : sanma, şüphe etme.

mahser

: محسر

(a. i.) : huy, tabiat.

mahsub

: محسوب

(a. s. hisâb'dan c. : mahâsib, mahsûbât) : 1) hesâbedilmiş, hesaba dâhil edilmiş, avans kapatma. 2) büyük bir zâta mensup kimse.

mahsûb

: محصوب

(a. s.) : kızamık çıkarma.

mahsûbât

: محسوبات

(a. s. mahsûb'un c.) : hesâbedilmişler, hesaba dâhil edilmişler.

mahsûben

: محسوباً

(a. zf.) : hesaba katılarak, alacağa tutularak, hesaba geçiri-lerek; avans olarak.

mahsûbiyyet

: محسوبيت

(a. i.) : mahsupluk.

mahsûd

: محسود

(a. s. hased'den) : hased olunan, hased edilen, (bkz. : mahkud).

mahsûd

: محصود

(a. s.) : 1) hasad edilmiş, ekini biçilmiş. 2) biçilmiş ekin.

mahsûf

: مخسوف

(a. s. husûf'dan) : husufa uğramış, gölgelenmiş.

mahsûl

: محصول

(a. s. Husûl'den) : 1) husul bulan, hâsıl olan, meydana gelen şey. 2) ürün. 3) verim.

mahsûl-i bedîa

:  

güzel mahsul.

Mahsulât

: محصولات

(a. i. mahsûl'ün c.) : 1) hâsıl olan, elde edilen şeyler. 2) topraktan yetişen şeyler. 3) ehlî hayvanlardan elde edilen maddeler. 4) sanayi maddeleri.

mahsûlât-ı arziyye

:  

toprak mahsulleri.

mahsûlât-ı kimyevlyye

:  

kimya yoliyle elde edilen maddeler.

mahsûlât-ı sınâiye

:  

endüstri mahsulleri.

mahsûl-dâr

: محصولدار

(a. f. s.) : mahsul veren, verimli, bereketli.

mahsun

: محصون

(a. s. hısn'dan) : kuvvetlendirilmiş, istihkâmlı.

mahsûr

: محصور

(a. s.) : 1) muhasara edilmiş, kuşatılmış. 2) hasredilmiş, sınırlanmış, belli edilmiş. Nâ-mahsûr : sınırsız, pek çok. 3) mene-dilmiş; tazyîk edilmiş, sıkıştırılmış.

mahsûr

: محسور

(a. s. hasr'dan) : feri gitmiş, yorulmuş [göz] . Çeşm-i mahsur : fersiz, yorgun göz.

mahsûs

: محسوس

(a. s. hiss'den) : 1) hissedilen, beşduygu'dan biriyle duyulan, anlaşılan, duyulur. 2) belli, aşikâr, meydanda.

mahsûs, mahsûse

: مخصوص ، مخصوصه

(a. s. husûs'dan c. : mahâsîs, mahsûsât) : 1) husûsîleşmiş; başkasında bulunmıyan, yalnız bir kimseye âit olan. 2) birine ayrılmış olan. 3) lâyık. 4) ayrı, müstakil, başlı başına. 5) zf. husûsî olarak, * özel, bilhassa. 6) zf. istiyerek, bile bile. 7) zf. şakadan, yalandan.

mahsûsa

: مخصوصه

(a. s.) : mahsus, husûsî. İdâre-i mahsûsa, İdâre-i azîziyye : Sultan Abdü-laziz zamanında istanbul'da ilk olarak deniz işletme idaresi olup, sonraları "Seyr-i Sefâin" ve şimdi de "Devlet Denizyolları" adını almıştır.

mahsûsât

: مخسوسات

(a. i. c.) : gözle görülür şeyler, [ma'kulât'ın zıddı]

mahsûsen

: محصوصاً

(a. zf.) : mahsûs olarak, ayrıca, bile bile. (bkz. : bi-l-iltizâm).

mahsûsiyyet

: مخصوصيت

(a. i.) : mahsusluk, husûsî olma hâli (* özellik).

mahşer

: محشر

(a. i. haşr'den) : 1) haşrolunacak, toplanılacak yer; kıyamette ölülerin diri-lip toplanacakları yer. 2) çok kalabalık.

mahşûd

: محشود

(a. s.) : toplanmış, yığılmış.

mahşûr

: محشور

(a. s. hasr'dan) : toplanmış.

mâh-tâb

: ماهتاب

(f. b. i.) : 1) Ay ışığı, mehtap. 2) on dört gecelik Ay. (bkz. : bedr). 3) maytap, şenlik gecesinde Çakılan renkli kibrit veya fişek.

mahtûbe

: مخطوبه

(a. i.) : evlenmek için istenilen kadın.

mahtûm

: مختوم

(a. i.) : 1) hâtemlenmiş, mühürlenmiş. 2) kilitlenmiş; bağlanmış.

mahtûn

: مختون

(a. s.) : hitan edilmiş, sünnet olunmuş. Tıfl-ı mahtûn : sünnet edilmiş çocuk.

mahtûr

: مخطور

(a. s. hatar'dan) : 1) hatar'a, tehlikeye yakın. 2) i. fikir ve endîşe.

mahtût, mahtûte

: مخطوطه ، مخطوط

(a. s.) : 1) hatlanmış, çizgilenmiş, çizilmiş. 2) yazılmış, (bkz. : mektûb).

ma'hûd, ma'hûde

: معهود ، معهوده

(a. s. ahd'den. c. : maâhid) : 1) ahdolunmuş, bilinen; sözleşilen. 2) sözü geçen, (bkz. : mezkûr). 3) mec. [ikincisi] fena bilinen kadın.

Mâhûdâne

: ماهودانه

(f. i.) : kene otu denilen şiddetli müshil.

mahûf

: محوف

(a. s. havf'den c. : mahâvif) : 1) korkunç, korkulu [yer] . 2) tehlikeli.

mâhûr

: ماهور

(f. i.) : müz. rast perdesi üzerinde karar kılan bir makam.

mahûle

: محوله

(a. s.) : kocası ölmüş kadın.

mâhulyâ

: ماخوليا

(f. i.) : (bkz. : mâlîhulyâ).

mahûr

: ماهور

(f. i.) : meyhane; kumarhane.

mahûr

: ماهور

(f. i.) : müz. Türk müziğinin en eski makamlarındandır. Neşeli, şuh, ferah verici bir makamdır. Asırlardan beri rağbet ile kullanılmıştır. Mahur, çargâh makamının rast (sol) perdesindeki şeddidir; yâni basit bir şed makamdır. (Acem-aşîran gibi ki, bu da mâhûr'un bir perde pestinde kalan bir çargâh şeddidir). Güçlüsü beşinci derece olan- nevâ (re) dır. Dizinin umûmî seyri inicidir. Donanımına "fa" için bir küçük mücenneb diyezi alır (yâni garb müziğindeki "sol majör"ün aynıdır.) : orta sekizlisindeki sesleri -tîzden peste doğru olmak üzere şöyledir : gerdaniye, mahur, hüseynî, nevâ, çargâh, pûselik, dü-gâh ve rast.

mâhûr-i kebîr

:  

müz. Türk müziğinin en az, beş asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

mâhûr-i sagir

:  

müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

mahûr-aşîran

: ماهور عشيران

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

mâhûrek

: ماهورك

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.

mâhûr-hân

: ماهور خوان

(f. b. i.) : müz. İ. Hakkı Beyin terkîbetiiği bir mürekkep makamdır. Mahur ile hicaz dizisinden bir parçanın birleşmesinden ibarettir. Donanımına mahur gibi "fa" küçük mücenneb diyezi konulur. Hicaz için si bakıyye bemolü, do bakıyye diyezi "fa" bekar ve "fa" bakıyye diyezi kullanılır. Hicaz dizisinde bir miktar seyrettikten sonra, kısa bir mahur parçası gösterir ve mahur dizisinin üçüncü derecesi olan pûselik "si" perdesinde kalır. Bu tariften de anla-, şılacağı üzere, bilgisizce terkîbedilmiş bir makamdır.

mâhûr-pûselik

: ماهور پوسه لك

(f. b. i.) : müz. Türk müziğinin tahminen iki asırlık bir mürekkep makamıdır. Mahur ile pûselik beşlisi veya tam dizisinden ibarettir. Pûselik ile dügâh "lâ" perdesinde kalır. Güçlüsü -mahur makamının güçlüsü olan- neva (re) dır. Donanımına mahur gibi "fa" küçük mücenneb diyezi alır. Tam pûselik dizisi kullanılırsa "fa" bekar yapılır; yeden için de "sol" bakıyye diyezi konur.

mahûza

: محوضه

(a. s.) : 1) hâlis, saf, katkısız. 2) temiz, şerefli, asîl.

mahv

: محو

(a. i.) : 1) yok etme, ortadan kaldırma; harâbetme, perişan etme; batma, bitme, yok olma. 2) tas. beşerî nakîsalardan kurtulma hâli. [zıddı : "isbât"]

mahv-i ayn-i abd

:  

tas. ayana vücut izafesini iskat.

mahv-i ubûddiyye

:  

tas. ayana vücut izafesini iskat.

mahv ü isbât

:  

bir müsveddenin bâzı yerlerini çizip, bâzı yerlerini ilâvelerle düzeltme. 3) astr. Ay'daki siyahlık.

mâh-vâr

: ماهوار

(f. b. s.) : ay gibi. (bkz. : mehvâr1, meh-veş).

mâh-vâre

: ماهواره

(f. i.) : aylık maaş. (bkz. : mâh-âne, mâh-yâne).

mahviyyet

: محويت

(o. i.) : alçakgönüllülük, [yapma kelimelerdendir] , (bkz. : tevazu').

mâh-yâne

: ماهيانه

(f. i.) : aylık maaş. (bkz. : mâh-âne, mâh-vâre, şehriyye).

mahz

: محض

(a. i.) : 1) su katılmamış, hâlis süt. 2) hâlis, katkısız, sâde; tam. Hikmet-i mahzâ : tam bir hikmet.

mahz-i hikem

:  

hikmetlerin hâlisi, akıllılığın, filozofluğun ta kendisi.

mahz-ı keramet

:  

tam keramet. mahz-i ni'met : nîmetin hâlisi, kendisi.

mahzâ

: محضا

(a. s.) : 1) ancak, yalnız, tek, sâde. 2) hâlis, katkısız, tam.

mahzana

: محضنه

(a. i.) : güvercinlik.

mahzar

: محضر

(a. i. huzûr'dan) : 1) huzur yeri, büyük bir kimsenin önü. 2) hazır olma, görünüş, gösteriş. Nik-mahzar : görünüşü güzel olan. 3) birkaç kişi tarafından imzalanmış olan dilekçe. 4) mahkeme sicili.

mahzen

: محضا

(a. zf.) : ancak, yalnız, tek. (bkz. : . mahzâ).

mahzen

: محزن

(a. i. hazn'den. c. : mahâzin) : 1) içinde eşya saklanacak yer; yer altı, bodrum. 2) s. havasız, karanlık [yer] . Kurşunlu mahzen : İstanbul'da Galata'da, deniz kıyısında bulunan gümrük binası [Tanzimat'tan önce]

mahzen-i cûb

:  

istanbul'da, Tersâne'deki kereste anbarı.

mahzen-i sürb

:  

İstanbul'da, Tersâne'deki levazım anbarı, kurşunlu mahzen.

mahzû'

: مخضوع

(a. s.) : huzûa ermiş, gönülden münkadolmuş, boyun eğmiş, (bkz. : mahşû').

mahzûb

: مخضوب

(a. s.) : boyanmış, (bkz. : mahdûb, masbûğ, mülevven).

mahzûf

: محذوف

(a. s.) : 1) hazfolunmuş, silinmiş, kaldırılmış. 2) ed. eski yazıda noktasız harflerle yazılmış manzum ve mensur söz. Buna 'mühmel" ve "mücerred" de denir, (bkz. : mücerred, mühmel).

mahzûl

: مخذول

(a. s. c. : mahâzîl) : hor, hakir, perîşan ; rüsvâ.

mahzûlen

: مخذولاً

(a. zf.) : hakir, rüsvâ olarak.

mahzûn

: محزون

(a. s. hazîne'den) : hazînede saklanan şey.

mahzûn

: محزون

(a. s. hüzn'den) : hüzünlü, tasalı, kaygılı, (bkz. : mükedder).

mahzûn-âne

: محزونانه

(a. f. zf.) : mahzuncasına, tasalı, kaygılı olarak.

mahzûniyyet

: محزونيت

(a. i.) : mahzunluk, tasalı, kaygılı oluş.

mahzûr

: محظور

(a. s. hazr'dan c. : mahâzîr) : haram edilmiş. yanına yaklaşılması yasak edilmiş; haram.

mahzûr

: محذور

(a. s. ve i. hazer'den) : hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şey; engel; sakınca.

Mahzûrât

: محظورات

(a. i. mahzûre'nin c.) : şer'an yasak edilmiş olan şeyler. Ez-zarûrât tübîh-ül-mahzûrât : zaruretler, yasak ve haram sayılan şeyleri mubah kılar.

mahzûrât

: محذورات

(a. i. mahzûr'un c.) : hazer olunacak, sakınılacak, korkulacak şeyler; engeller, (bkz. : mahâzîr).

mahzûre

: محذوره

(a. i.) : 1) sakınma, çekinme, sakınç. 2) çekinilecek şey, korku. 3) savaş, (bkz. : ceng).

mahzûre

: محظوره

(a. i. c. : mahzûrât) : men' ve haram edilmiş olan şey.

Mahzûz

: محظوظ

(a. s. hazz'den) : hazzetmiş, hoşlanmış, (bkz. : memnun).

mahzûzât

: محظوظات

(a. i. c.) : hoşlanılacak şeyler.

mahzûziyyet

: محظوظيت

(a. i.) : mahzuzluk, hâz etme, hoşlanma, (bkz. : mesrûriyyet).