magabin |
: | مغابن |
("ga" uzun okunur" a. i. magben'in c.) : anat. kasıklar, oyluk kemikleri. |
magafir |
: | منافر |
("ga" uzun okunur, a. i. miğfer'in c.) : miğferler, çelik başlıklar, tulgalar. |
magak |
: | مغاك |
("ga" uzun okunur, f. i.) : çukur, (bkz. : hufre). |
magakçe |
: |
("ga" uzun okunur, f. i.) : çukurcuk, küçük çukur. |
|
magamiz |
: | كغامض |
("ga" uzun okunur. a. i. magmaz'ın c.) : pek çukur yerler, karanlık yerler. |
maganî |
: | مغانی |
("g" uzun okunur, a. i. magnî'nin c.) : menziller, haneler. |
maganim |
: | مغانم |
("ga" uzun okunur, a. i. magnem'in c.) : ganimetler, düşmandan ele geçirilen mallar. |
magarât |
: | مغارات |
("ga" uzun okunur, a. i. magare'nin c.) : mağralar. |
mağara |
: | مغاره |
("ga" uzun okunur, a. i. c. : magarât) : (bkz. : gar, kehf). |
magarib |
: | مغارب |
("ga" uzun okunur, a. i. magrib'in c.) : 1) garplar, batılar. 2) akşamlar. |
magarim |
: | مغارم |
("ga" uzun okunur, a. i. magrem'in c.) : ödenecek borçlar; diyetler. |
magaris |
: | مغارس |
("ga" uzun okunur, a. i. magris'in c.) : fidanlıklar, fidan yetiştirilen yerler. |
magasil |
: | مغاسل |
("ga" uzun okunur, a. i. magsel, magsil'in c.) : gasilhâneler, ölülerin yıkandığı yerler. |
magazi |
: | مغازی |
("ga" uzun okunur, a. i. magzâ'nın c.) : 1) gaza, savaş hikâyeleri. 2) gazalar, savaşlar. Fenn-i tnagazî : Hz. Muhammed (Alehisselâm)'in gazalarından bahseden târih. Gazî-i eb-ül. magazî : gaza, ile savaş ile ilgili menkıbelerin sahibi olan gazî. |
magbat |
: | مغبط |
(a. i. c. : magabit) : gıpta edilecek yer. |
magben |
: | مغبن |
(a. i. c. : magabin) : anat. kasık, oyluk kemiği, (bkz. : âne, ibt). |
magbûn |
: |
(a. s. gabn'den) : 1) alış verişte aldanmış olan. 2) şaşkın, şaşırmış. |
|
magbûniyyet |
: | مغبونيت |
(a. i.) : şaşkınlık. |
magbût |
: | مغبوط |
(a. s. gıbte'den c. : ma-gabît) : gıpta edilmiş, imrenilmiş. |
magdebe |
: | مغضبه |
(a. i.) : (bkz. : magzebe). |
magdûb |
: | مغضوب |
(a. s.) : (bkz. : magzûb). magdûbüu-aleyh. (bkz. : magzûbün - aleyh). |
magdüben |
: | مغضوبا |
(a. zf. gadab'dan) : (bkz. : magzûben). |
magdûr |
: | مغدور |
(a. s. gadr'den) : gadre, haksızlığa uğramış. |
magdûre |
: | مغدوره |
(a. s.) : gadre, haksızlığa uğramış [kadın, kız] |
magdûriyyet |
: | مغدوريت |
(a. i.) : mağdurluk, gadre uğramış kimsenin hâli. |
mağfiret |
: |
(a. i. gufrân'dan) : Allah'ın kullarının günahlarını bağışlaması, yarlıgaması. |
|
mağfiret-i llâhiyye |
: |
Allah’ın yarlıgaması. |
|
mağfur |
: | مغفور |
(a. s. gufrân'dan) : Allah tarafından günahları affedilmiş olması için duâ edilen [kimse] , ölmüş, yarlıganmış [kimse] , (bkz. : merhum, migfîr). |
mağfûrün-leh |
: |
yarlıganmış, Allah tarafından günahları affedilmiş. |
|
magib |
: | مغيب |
(a. i.) : kaybolma. |
maglak |
: | مغلق |
(a. i.) : kilitleyecek yer. |
maglata |
: | مغلطه |
(a. i. c. : magalit) : yanıltmaç, birini şaşırtmak, yanıltmak için söylenen zihin karıştırıcı, saçma sapan söz. |
maglata-perdâz |
: | مغلطه پرداز |
(a. f. b. s.) : şaşırtacak, yanıltacak, zihin karıştıracak söz tertipleyen, söyleyen. |
maglata-perdâzâne |
: | مغلطه پردازانه |
(a. f. zf.) : maglata-perdâzcasına, şaşırtacak, yanıltacak söz söyleyene yaraşır surette. |
maglata-perdâzî |
: | مغلطه پردازی |
(a. f. b. i.) : yanıltmaç, insanı yanıltacak, şaşırtacak söz söyleme. |
mağlûb |
: | مغلوب |
(a. s. galebe'den) : galebe edilmiş, kendisine üstün gelinmiş, yenilmiş, yenilen [kimse] |
mağlûb-âne |
: | مغلوبانه |
(a. f. zf.) : mağlûp olana yakışacak surette. |
mağlûbiyyet |
: | مغلوبيت |
(a. i.) : 1) mağlûpluk, yenilme. 2) bir kuvvetlinin idaresi, emri altında bulunma. |
mağlûk |
: | مغلوق |
(a. s.) : kilitli; kapalı, (bkz. : mesdûd). |
maglûl |
: | مغلول |
(a. s.) : 1) susuz kalmış, su sıkıntısında bulunan. 2) zincire vurulmuş, zincirle bağlı. maglûl-üUyed : eli bağlı. |
mağmun |
: | مغمون |
(a. s. gamm'dan) : 1) gamlı, kederli, tasalı. 2) bulutlu, kapalı, sıkıntılı, [hava] , (bkz. : mukassi). |
mağmûm-âne |
: | مغمومانه |
(a. f. zf.) : mağmumcasına, gamlı, kederli olarak. |
mağmûmiyyet |
: | مغموميت |
(a. i.) : 1) mağmumluk, gamlı, kederli, tasalı olma. 2) bulutlu, kapalı, sıkıntılı olma [hava-] |
magmûr |
: | مغمور |
(a. s.) : 1) adı sanı silinmiş. 2) harap, yıkık, viran. |
magmûriyyet |
: | مغموريت |
(a. i.) : 1) mağmurluk, haraplık, viranlık. 2) adı sanı kayboluş. |
magmûz |
: | مغموز |
(a. s.) : suçlu, kabahatli. |
magnem |
: | مغنم |
(a. i. c. maganim) : ganimet, düşmandan ele geçirilen mal. |
magrem |
: | مغرم |
(a. s. c. : magarim) : 1) âşık, tutkun. 2) borçlu. 3) i. borç, diyet gibi ödemesi gereken şey. |
magres |
: | مغرس |
(a. i.) : fidanlık, fidan bahçesi. |
magrib |
: | مغرب |
(a. i. garb'den c. : magarib) : 1) garb, batı. 2) akşam. Salât-ül-magrib : akşam namazı. |
Magrib |
: | مغرب |
(a. h. i.) : garb, batı tarafında olan memleketler; Afrikanın Mısır ötesindeki şimal (kuzey) kısmı, İspanya, Portekiz. Bahr-i magrib : Atlantik okyanusu. |
Magrib-i aksa |
: |
Fas, Merakeş. |
|
Magrib-i ednâ |
: |
Tarablus ve Berberiyye. |
|
Magrib-i esvât |
: |
Tunus, Cezayir. |
|
Magrib ocakları |
: |
Tarablus, Tunus ve Cezayir. |
|
Mağribî |
: | مغربی |
(a. s.) : Magribli, Fas halkından, Mısır ötesi Kuzey Afrika halkından olan kimse. |
magris |
: | مغرس |
(a. i. gars'den c. : magaris) : fidanlık, fidan yetiştirilen yer. |
magriz |
: | مغرز |
(a. i. c. : magariz) : 1) bir şeyin dâhil edildiği, sokulduğu yer; bir şeyin çıktığı, büyüdüğü geliştiği yer, kuyruk dibi. 2) astr. Dübb-i Ekber (Büyükayı) denilen yıldız grubunun dörtgeniyle kuyruğunun birleşme noktasında bulunan, kümenin dördüncü parlak yıldızı, lât. delta Ursus Majoris. |
magrûk |
: | مغروق |
(a. s. gark'dan c. : magrûkîn) : garkolmuş, suya batmış, suda boğulmuş. |
magrûkîn |
: | مغروقين |
(a. s. magrûk'un c.) : suda boğulanlar. |
mağrûr |
: | مغرور |
(a. s. gurûr'dan) : 1) gururlu. 2) bir şeye güvenen. 3) güvenil-miyecek şeye güvenip aldanan, kendini beğenmiş [kimse] . 4) büyüklük taslıyan. (bkz. : girra, müteazzım, mütekebbir). |
magrûr-âne |
: | مغرورانه |
(a. zf.) : 1) mağrurcasına, güvenilmiyecek bir şeye güvenerek, kendini beğenerek. 2) gururla, kibirle, (bkz. : mütefahhir-âne, mütekebbir-âne). |
magrûren |
: | مغروراً |
(a. zf.) : 1) inanarak, güvenerek. 2) aldanarak. |
magrûriyyet |
: | مغروريت |
(a. i.) : 1) gururluluk. 2) bir şeye güvenip aldanma. 3) kibirlenme, övünme, (bkz. : azamet, tefâhhur, tekebbür). |
magrûs, magrûse |
: | مغروس ، مغروسه |
(a. s. ars'dan) : garsolunmuş, toprağa dikilmiş. şecer-i magrûs : dikilmiş, dikili ağaç. Nihâl-i magrûs : dikilmiş fidan. |
magrûz |
: | مغروض |
(a. s.) : taze. Lâhm-i mag-rûz : taze et. |
magsel |
: | مغسل |
(a. i. gasl'den c. : magasil) : gasilhâne, ölü yıkanan yer. |
magsil |
: | مغسل |
(a. i. c. : magasil) : (bkz. : magsel). |
magsûb |
: | مغصوب |
(a. s. gasb'dan c. : magasîb) : gasbolunmuş, zorla alınmış. |
magsûb-ün-minh |
: |
fık. izni olmaksızın malı gasbedilmiş, zorla alınmış kimse. |
|
magsûl |
: | مغسول |
(a. s.) : guslolmuş, gusletmiş, yıkanmış. Mâ-i magsûl : kullanılmış su. |
magşî |
: | مغشی |
(a. s. gaşy'den) : gaşyolmuş, kendinden geçmiş, hayran, baygın, (bkz. : mest). |
magşiyyün aleyh |
: |
baygın, bayılmış. |
|
magşiyâne |
: | مغشيانه |
(a. f. zf.) : baygıncasına; bayılmış gibi. |
magşiyyen |
: | مغشياً |
(a. zf.) : baygın, bayılmış olarak, baygın bir halde. |
mağşuş, mağşûşe |
: | مغشوش ، مغشوشه |
(a. s. gışş'dan) : karışık, saf olmıyan, katışık. Sikke-i magşûşe : karışık, hileli mâden para. Leben-i magsûş : karışık, hileli süt. |
mağşûşât |
: | مغشوشات |
(a. s. magşûş'un c.) : karışık, katışık olan nesneler, [daha çok "meskukât" hakkında kullanılır] |
mağşûşiyyet |
: | مغشوشيت |
(a. i.) : karışıklık, hâlis ve saf olmayış. |
magtûs |
: | مغطوس |
(a. s.) : hava, gaz, su gibi şeylerin içine batırılmış. |
mağz |
: | مغز |
(f. i.) : 1) beyin, dimağ. 2) anat. ilik. 3) iç, öz. (bkz. : lübb). |
mağz-i bâdâm |
: |
badem içi. |
|
mağz-i Kur'ân |
: |
Mesnevi |
|
magz-ı mesnevi |
: |
Mesnevî'nin ilk on sekiz beyti. 4) akıl. Efsürde-magz : beyni donmuş, hissiz, düşüncesiz. Sebük-magz : hafif beyinli, akılsız, düşüncesiz. Tehî-magz : boş kafalı, ahmak. |
|
magzâ |
: | مغزی |
(a. i.) : meram, maksat, istek. |
magzâ |
: | مغزی |
(a. i. c. : magazî) : 1) gaza, savaş hikâyeleri. 2) gaza, savaş. |
magzebe |
: | مغضبه |
(a. i.) : 1) gazap ve hiddeti îcâbettiren şey. 2) gazebetme, hiddetlenme. |
magzîne |
: | مغزينه |
(f. i.) : (bkz. : magz). |
magzûb |
: | مغضوبا |
(a. s. c. : magazîb) : gazep olunmuş, kendisine kızılmış olan. |
magzûbün aleyh |
: |
kendisine gazabe gelinmiş, kızılmış olan; Allah'ın gazabına uğrıyan kimse. |
|
magzûben |
: | مغضوباً |
(a. zf. gazab'dan) : gazap ile, öfke ile. |