külah,küleh

: كلا هكله

(f. i.) : 1) külah, [eskiden] giyilen, ucu sivri veya yüksek başlık, başa giyilen şey. (bkz. : serpuş). Kec-külâh : külahıeğri, külahını eğri giyen.

külâh-ı istivâdâr

:  

tas. istiva denilen yeşil şerit dikilmiş bulunan mevlevî sikkesi.

külâh-ı Mevlevi

:  

Mevlevî külahı. 2) içine şeker ve şâire koymak üzere huni şeklinde bükülen kâğıt. 3) mec oyun, hile. [hafifletilmişi : külehdir]

külâh-ı seyfî

:  

tas. bir çeşit mevlevî külahı.

külâh-ı vefâî

:  

Sultan Divanî "Dîvân-ı Kebîr" i almak üzere İran'a giderken Haleb'e uğradığı sırada oranın şeyhlerinden Ebü-I-Vefâ ziyaretine gelerek teberrüken sikke giymek istediğini söylemesi üzerine Sultan Divanî gece giydiği kısa bir sikkeyi başından çıkarıp şeyhe giydirdiği serpûş'un adı.

külâh-ı zerd

:  

tar. acemi oğlanlarının başlarına giydikleri başlık.

külâle

: كلاله

(f. i.) : 1) kıvırcık saç. 2) çiçek demeti.

külbe

: كلبه

(f. i.) : kulübe.

külbe-i ahzân

:  

(hüzünler kulübesi) : gam, keder, tasa evi.

külef

: كلف

(a. i. külfet'in c.) : 1) zahmetler, sıkıntılar, zorluklar, yorgunluklar. 2) merasimler, seremoniler.

küleh

: كله

(f. i.) : (bkz. : külah).

küleh-kûşe

: كلهكوشه

(f. b. i.) : [eskiden] külahın, fes'in köşesi.

küleng

: كلنگك

(f. i.) : turna kuşu.

külfet

: كلفت

(a. i. c. : külef) : 1) zahmet, sıkıntı, zorluk, yorgunluk, zorlu iş. 2) merasim, seremoni.

külhan, külhen

: كلخان ، كلخن

(f. i.) : külhan, hamamlarda suyu ısıtmak için ateş yakılan yer, hamam ocağı.

külhânî, külhenî

: كلخانی ،كلخنی

(f. i.) : çapkın, serseri.

külhânî-i lây-hâr

:  

meşhur Haktm-i Senâî'nin mürşidi.

külîçe

: كليچه

(f. i.) : külçe.

külîçe-i nühâs

:  

bakır külçesi. külîçe-i sînı : gümüş külçesi.

küll

: كل

(a. s. zf.) : hep, bütün, çok. Aki-ı küll : her şeyi kavrayan akıl. Alâ külli hâlin (her halde) : şöyle böyle, olabildiği kadar. Üstâcl-ı küll : herkesin, umûmun üstadı. Min-küll-il-vüeûh : her veçhile, her bakımdan.

külle yevm

:  

her gün.

kül'âb

: كلاب

(a. i. c. : kelâlîb) : ucu eğri demir, çengel, kanca.

küllâbî

: كلابی

(a. i.) : tımarhane hademesi, güllâbici.

küllâb-ül-cenîn

: كلاب الجين

(a. b. i.) : hek. lavta denilen hekimlik âleti.

külle

: كله

(f. i.) : 1) kâhkül. 2) topuk.

küllî, külliyye

: كلی ، كليه

(a. s.) : 1) umûmî, bütün. 2) çok. 3) mant. tümel. Husûf-i külli : Ay’n tamâmının tutulması. Kaide-i külliyye : umûmî, her şey hakkında tatbik edilecek kaide, kural Kudret-i külliyye : Allah’ın kudreti

külliyyât

: كليات

(a. i. külliyyet'inc.) : bir yazarın basılmış eserlerinin tamamı.

külliyyât-ı hams

:  

mant. Aristo sisteminde : nevi, cins, fark, has, araz (ilinek).

külliyye, külliyyot

: كليه ، كليت

(a. i.) : 1) umumîlik, bütünlük. 2) çokluk, bolluk. 3) Osmanlı imparatorluğu zamanında Araplardaki bâzı medreselere üniversite kelimesinin karşılığı olarak verilen bir ad. Bi-l-külliyye : bütün bütüne. Ervâhiyye-i külliye : fr. panpsychisme. Kelimiyye-i küllivye : fr. panlogisme.

külliyyen

: كليا

(a. zf.) : büsbütün, çok olarak, tamâmıyla, toptan, kökünden.

külüng

: كلنگك

(f. i.) : taşçı kazması.