ki

: كه

(f. e.) : kelimelerin sonuna gelen "-ki" son ekinden ayrı olan bu edat bir ismi veya bir cümleyi arkadan gelen bir cümleye türlü ilgilerle bağlanmakta kullanıldığı gibi, bâzen birakım duyguları îzah etmeye de yarar. 1) bir ismi veya zamîri bir cümleye bağladığı vakit o cümle, ismin sıfatı durumunda olur : bir adam ki söz dinlemez.. (= söz dinlemiyen bir adam) 2) bilmek, anlamak gibi bir hâlin açığa çıkışını veya görmek, işitmek gibi bir duyuşu bildiren fiillerle kurulan bir cümleyi başka bir cümleye bağladığı zaman ikincisi birincisinin faili (*öznesi) veya mef'ûlü (nesnesi) hükmüne geçer : herkes bilir ki Dünyâ yuvarlaktır. (=Dünyânın yuvarlak olduğunu herkes bilir) 3) birinci cümlede fiile belirsiz bir zarf, mütemmime (*tümlece) veya faile (*özneye) sayı veyâ belirsizlik sıfatı geldiğinde ikinci cümle o fiili, mütemimi veyâ fâili (*özneyi) vasıflandırılmış olur : öyle koşar ki arkasından kurşun yetişmez (= arkasından kurşun yetişemiyecek kadar koşar) 4) ikinci cümledeki hükmün birincideki işin yapılışı sırasında görülerek şaşıldığını belirtmeye yarar. : geldim ki kimseler yok). 5) İki eksiksiz cümleyi bağladığı vakit ikincisi birincideki hükme bir delil teşkil eder : Ahmet çalışıyor ki siz onu seviyorsunuz. 6) ikinci cümle istek * kipinde veya üçüncü şahıs emir kipinde olduğu vakit bu cümle, birinicisinin gayesini gösterir : oturdum ki biraz dinleneyim. 7) birinci cümle menfi (* olumsuz) olup, ikincisi yukarıdaki şekilde bulunursa, bu sonuncusu olamıyacak bir netice bildirir : sakalım yok ki sözüm dinlensin. 8) soru cümlelerini "bilmem" fiiline bağlıyarak tereddüz veya çâresizlik anlatmıya yarar : bilmem ki öyle şey olur mu? 9) şikayet veyâ kınama gibi duygular anlatmak için bir cümlenin sonuna getirilir : o beni sevmez ki 10) "o kadar, öyle bir" gibi belirsiz zarflarla yapılan ifadelerin sonua getirildiği zaman fiile çokluk manasını veriri : o kadar eğlendik ki. 11) aynı belirsiz zarflar sıfat gibi kullanıldığı vakit beğenme veya şaşma duygusu anlatır : bana öyle bir kitap verdi ki. 12) bir soru cümlesinin sonua getirildiği vakit tereddüt veya endişe anlatır : acaba gelmez mi ki 13) bâzı kelimelerin sonuna, en çok, bir ek gibi eklenerek birtakım zarflar, yani edatlar meydana getirir : "belki, çünki, halbuki, mâdem ki, oysaki, öyle ki, sanki, şöyle ki" gibi.

kibâr

: كبار

(a. i. Kebir'in c.) : 1) büyükler, ulular. 2) ince, terbiyeli, görgülü, nâzik. Sigar ü kibar : küçükler ve büyükler Ricâl-i kibâr : büyük adamlar.

kibâr-ı müderrisin

:  

mûsille-i Süleymâniyye ile üst tarafındaki medreselerde müderrislik edenler.

kibâr-âne

: كبارانه

(a. f. zf) : büyük adamlara, ince, nâzik, görgülü kimselere yakışacak surette.

kibâriyye

: كباريه

(a. i.) : bot. Gebreotugiller.

kibâş

: كباش

(a. i. Kebş'in c.) : koçlar, erkek koyunlar.

kiber

: كبر

(a. i.) : büyüklük, yaşlılık, yaşlı olma.

kib-i sinn

:  

yaş büyüklüğü

kibr

: كبر

(a. i.) : 1) büyüklük, ululuk. 2) büyüklük taslama, yüksekten bakma [birisine]

Kibreviyye

: كبرويه

(a. h. i.) : Ahmed Necrneddîn-ül-Kibrî tarafından kurulan bir tarikat.

kibrit

: كبريت

(a. i.) : 1) kırmızı yakut; altın. 2) kükürt. 3) kibrit.

kibrıt-i ahmer

:  

1) kırmızı kükürt; 2) simya ilminde toprağı altın yapmaya yarayan müessir madde; 3) tas. (bkz. : mürşid).

kibrîtî

: كبريتی

(a. s.) : 1) kükürtle ilgili. 2) kükürt renginde olan; açık sarı, açık limon rengi.

kibrîtiyye

: كبريتيه

(a. i.) : bot. kısa kökleri yapraklarla örtülü olan haşîşî (otsu) nebatları (bitkileri) içine alan fasile.

kibrîtiyyet

: كبريتيت

(a. i.) : kükürt 'niteliği.

kibrîtiyyet-i magnezî

:  

kim. sülfat dö manyezi fr. sulfate de magnesie.

kibrîtiyyet-i nuhâs

:  

kim. bakır sülfatı, göztaşı, fr. sulfate de cuivre.

kibrîtiyyet-i sûd

:  

kim. sülfat dö süt, fr. sulfate de soucle.

kibriyâ'

: كبرياء

(a. i.) : 1) büyüklük, ululuk. Habîb-i kibriyâ, Resûl-i kibriyâ : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm). 2) Allah.

kibriyâî

: كبريائی

(a. s.) : kibriyâya mensup, kibriyâ ile ilgili, ilâhî.

kibt

: كبت

(f. i.) : bal arısı, (bkz. : nahl).