kem |
: | كم |
(a. e.) : soru edatı olup bir şeyin mikdânnı öğrenmek üzere kullanılır : "kaç, ne kadar. . " gibi. |
kem |
: | كم |
(f. s.) : 1) az, eksik, (bkz. : kalîl, noksan). 2) fena, kötü; bozuk. |
kemâ |
: | كما |
(a. e.) : "gibi; misilli, olduğu üzere" gibi benzetme edatıdır. |
kemâ-fi-l-ewel |
: |
evvelki gibi. |
|
kemâ-fi-s-sâbık |
: |
eskisi gibi. |
|
kemâ-hiye-hakkıhâ |
: |
hakkiyle, gereği gibi. |
|
kemâ-hüve-l-mu'tâd |
: |
mûtâd üzere, alışıldığı gibi. |
|
kemâ-hüve-r-resm |
: |
âdet olduğu veçhile, yollu yolunca. |
|
kemâ-kân |
: |
eskisi gibi, evvelden olduğu gibi. kemâ-yenbagî : îcâbettiği gibi, uygun şekilde. |
|
kemâ-bîş |
: | كما بيش |
(f. b. s.) : aşağı yukarı, (bkz. : takrîben). |
kemâ-fi-l-evvel |
: | كما فی الاول |
(a. b. zf.) : evvelki gibi. |
kemâ-fi-s-sâbık |
: | كما فی السابق |
(a. zf.) : eskisi gibi. |
kemâ-hiye |
: | كماهی |
(a. b. zf.) : olduğu gibi. (bkz. : kemâ-hüve, kemâ-kân). |
kemâhiye-hakkıhâ |
: | كما هی حقها |
(a. zf.) : hakkiyle, gereği gibi. |
kemâ-hüve |
: | كما هو |
(a. zf.) : olduğu gibi. (bkz. : kemâ-hiye). |
kemâin |
: | كمائين |
(a. i. kemîn'in c.) : pusuya gizlentniş adamlar. |
kemâ-kân |
: | كما كان |
(a. zf.) : eskisi gibi, evvelden olduğu gibi. |
kem-akl |
: | كمعقل |
(f. a. b. s.) : aklı kıt, ahmak. |
kemâl |
: | كمال |
(a. i. c. : kemâlât) : 1) olgunluk, yetkinlik, tamlık, eksiksizlik. Sinn-i kemâl : olgunluk çağı. 2) en yüksek değer, mü kemmellik; değer, baha. |
kemâl-i âsâyiş |
: |
asayişin son haddi. kemâl-i dirayet : dirayetin son derecesi. kemâl-i ihtimam : son derece dikkat. kemâl-i lûtf : lOtfun büyüklüğü, noksansızlığı. |
|
kemâl-i mehabet ve azamet |
: |
azamet ve heybetin son derecesi. 3) bilgi, fazilet. |
|
kemâl-i evvel |
: |
entelekya, fr. intelechie. 4) erkek adı. |
|
kemâlât |
: | كمالات |
(a. i. kemâl'in c.) : insanın, bilgi ve ahlâk güzelliği bakımından olgunluğu. |
kemâlât-ı medeniyye |
: |
medeniyetçe olan olgunluklar. |
|
kemâlât-perver |
: | كمالاتپرور |
(a. f. b. s.) : kemal sahibi, olgun kimse. |
kemâliyye-i halvetiyye |
: | كماليهء خلوتيه |
(c. a. b. i.) : Halvetiyye şubesinin Bekriyye kolundan meydana gelen üçüncü kol. [kurucusu : Şeyh Muhammet Kemâlettin'dir] |
keman |
: | كمان |
(f. i.) : 1) yay, kavis. 2) keman. |
kemânçe |
: | كمانچه |
(f. i.) : kemençe, yayla -diz üzerinde -çalınan, kemana benzer küçük bir çalgı. |
kemân-dâr |
: | كماندار |
(f. b. s.) : yay tutan, yay tutucu. |
kemane |
: | كمانه |
(f. i.) : 1) keman veya kemence yayı, oku. 2) makap yayı. 3) güreşte bir oyun çeşidi. |
kemane çekme |
: |
güreşte, elleri hasmın arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra mîdesi ve karnı üzerinde kuvvetle sıvazlıya sıvazlıya gezdirme. |
|
kemân-ebrû |
: | كمان ابرو |
(f. b. s.) : kaşları yay gibi güzel, biçimli olan, keman kaşlı. |
kemân-ger |
: | كمانگر |
(f. b. i.) : yay (okatan) yapan sanatkâr. |
kemanı |
: | كمانی |
(f. i.) : alaturka kemancı. |
kemân-keş |
: | كمانكش |
(f. b. s.) : 1) keman, yay çeken, ok atan. 2) keman çalan. |
kemân-keşî |
: | كمانكشى |
(f. b. i.) : ok atıcılık. |
kem-asl |
: | كم اصل |
(a. f. b. s.) : aslı nesli bozuk. |
kem-ayâr |
: | كمعيار |
(f. a. b. s.) : ayarı doğru olmıyan, ayarı bozuk. [kelimenin aslı : "kem-ıyâr" dır] |
kemâ-yenbagî |
: | كما ينبغی |
(a. zf.) : gereği gibi; lâyık olduğu gibi. |
kem-bahâ |
: | كمبها |
(f. b. s.) : kıymeti az, değersiz. |
kem-baht |
: | كمبخت |
(f. b. s.) : talihsiz. |
kem-bidâa |
: | كمبضاعه |
(f. b. s.) : 1) sermayesi kıt. 2) bilgisi zayıf, az okumuş. |
kemend |
: | كمند |
(f. i.) : 1) uzakta bulunan herhangi bir şeyi tutup çekmek üzere atılan ucu ilmekli uzun ip. 2) îdam için kullanılan yağlı kayış [eskiden] . 3) geyik ve benzerleri gibi hayvanların yuları. 4) güzelin saçı. |
kemend-i cân-güdâz |
: |
canı parçafıyan, insanı öldüren kement. |
|
kemend-i zülf |
: |
saçın kemendi |
|
kemer |
: | كمر |
(f. i.) : 1) bele takılan kuşak, kayış. 2) don, panlalon, şalvar gibi şeylerin bele rastlıyan kısmı. 3) kapı, pencere, köprü gibi şeylerin, oyuğu aşağı bakan kavisli kubbesi, tavanı. 4) s. tümsekli, tümseği olan : "korner burun... " gibi. |
kemer-i âftâb |
: |
astr. Güneş'in merkezinden geçtiği farzolunan hat. |
|
kemer-bend |
: | كمربند |
(i. b. i.) : 1) kemer bağı. 2) s. belinde kemer olan. 3) mee. derviş. kemer-bend-i hizmet : hizmete, işe hazır. |
kemer-beste |
: | كمربسته |
(f. b. s.) : 1) kemer, kuşak bağlamış. 2) hazır. |
kemer-gâh |
: | كمر گاه |
(f. b. i.) : kemer yeri, bel. |
kemer-güsiste |
: | كمر گسسته |
(f. b. s.) : belindeki kemeri açmış olan, kemersiz; çıplak. |
kem-fehm |
: | كم فهم |
(f. a. b. s.) : anlayışı kıt. |
kem-gû |
: | كمگو |
(f. b. s.) : az söyliyen. |
kem-gûyi |
: | كمگويی |
(f. b. i.) : fena, kötü söz söyleyicilik. |
kem-güftâr |
: | كمگفتار |
(f. b. s.) : az sözlü, az konuşan, az lâkırdı eden. |
kemha |
: | كمخا |
(f. i.) : ipek kumaş; havsız kadife. |
kemhâ-bâfân |
: | كمخابافان |
(f. b. i.) : kemha dokuyucuları. |
kemhâ-hâne |
: | كمخاخانه |
(f. b. i.) : ipekli kumaş dokunan yer. |
kem-harf |
: | كم حرف |
(f. a. b. s.) : az söyliyen kimse, (bkz. : kem-suhan, kem-zebân). |
kem-havsala |
: | كم حوصله |
(f. a. b. s.) : tahammülü az olan kimse. |
kemî |
: | كمی |
(a. s. c. : kümât) : yiğit, kahraman; savaşçı, (bkz. : bahâdır). |
kemin |
: | كمين |
(f. s.) : 1) çok az. 2) pek küçük. |
kemin |
: | كمين |
(a. i. c. : kemâîn) : 1) pusuya gizlenmiş adam. Der-kemîn : pusuda. 2) pusu. |
kemîn-i ufûl |
: |
yok olma pususu (Güneş'in battığı ufuk). |
|
kemine |
: | كمينه |
(f. s.) : 1) noksan, eksik. 2) âciz, hakir; zavallı |
kemîn-gâh, kemîn-geh |
: | كمين گاه ، كمين گه |
(a. f. b. i.) : pusu yeri, pusu tutulan gizli yer. |
kemîn-güşâ |
: | كمين گشا |
(a. f. b. s.) : tuzak açan, tuzak kuran. |
kem-iyâr |
: | كمعيار |
(f. a. b. s.) : ayarı fena, karışık altın ve gümüş. |
kem-kadr |
: | كمقدر |
(f. a. b. s.) : kaderi, îtibârı az, âdî. |
kem-kâim |
: | كم قائم |
(f. a. b. s.) : anlayışsız. |
kem-kıymet |
: | كم قميمت |
(f. a. b. s.) : kıymetsiz, değersiz. |
kem-mâye |
: | كم ميه |
(f. b. i.) : aslı, cevheri, mayası, tıyneti bozuk. |
kemmî |
: | كمی |
(a. s.) : 1) cesur, yiğit [kimse] . 2) silâhlı [kimse] |
kemmiyyât |
: | كميات |
(a. i. kemmiyet'in c.) : kemiyetler, * nicelikler. |
kemmîyyât-ı vaz'iyye |
: |
astr. top. mat. herhangi bir noktanın "kemiyyât-ı vaz'iyye" mihverlerine amûdî (* dikey) uzaklıklarına, ve yine her hangi bir noktanın bir hacim içinde üçlü kemiy-yât-ı vaz'iyye mihverlerine olan amûdî (* dikey) uzaklığına, o noktanın" kemiyyât-ı vaz'iyye" si (coordinate) lan adı verilir. |
|
kemmiyyet |
: | كميت |
(a. c. : kemmiyyât) : 1) sayı. (bkz. : aded). 2) nicelik. 3) gr. müfred hâli (* tekillik) veya cemi hâli (* çoğulluk). |
kemmûn |
: | كمون |
(a. i.) : kimyon. |
kem-nâm |
: | كمنام |
(f. b. s.) : namsız, şöhretsiz, adı sanı belirsiz. |
kemne |
: | كمنه |
(a. i.) : hek. karasu denilen bir göz hastalığı, fr. amaurose. |
kem-pâye |
: | كمپايه |
(f. b. s.) : pâyesiz, rütbesi, derecesi aşağı. |
kemrâ |
: | كمرا |
(f. i.) : ağıl, mandıra. |
kem-sâl |
: | كمسال |
(f. b. s.) : sinni, yaşı az, genç. |
kem-suhan |
: | كم سخن |
(f. b. s.) : az söyliyen kimse, (bkz. : kem-harf, kem-zebân). |
kem-ter |
: | كمتر |
(f. b. s.) : 1) Daha aşağı, aşağıda bulunan, hakir, itibarsız. 2) eksik, noksan. Bende-i kem-ter : âciz kul, köle. |
kem-terâne |
: | كمترانه |
(f. zf.) : âcizce, hakirce, çok küçükçe, [kendinden bahseder kimse, alçakgönüllülük gösterirken kullanırdı] , (bkz. : âciz-âne). |
kem-terîn |
: | كمترين |
(f. b. s.) : 1) en küçük, en aşağı; en çok eksik. 2) pek âciz, çok hakir. |
kem-yâb |
: | كمياب |
(f. b. s.) : nâc*ir. az bulunan. |
kem-zebân |
: | كم زبان |
(f. b. s.) : az söyliyen kimse, (bkz. : kem-harf, kem-suhan). |
kem-zede |
: | كم زده |
(f. b. s.) : talihsiz, (bkz. : kem-zen). |
kem-zen |
: | كم زن |
(f. b. s.) : talihsiz, (bzk : kem-zede). |