kelâ |
: | كلا |
(a. i.) : yeşil ot. |
kelâb |
: | كلاب |
(a. i.) : 1) hek. kuduz hastalığı; kudurma. 2) su ürküntüsü, idrofobya, lât. hydrophobîa. |
kelâcû |
: | كلا جوا |
(f. i.) : kadeh. |
ke-l-adem |
: | كالعدم |
(a. b. s.) : yok, yokmuş gibi. |
kelâlîb |
: | كلاليب |
(a. i. küllâb'ın c.) : ucu eğri demirler, çengeller, kancalar. |
kelâg |
: | كلاغ |
(a. i.) : zool. bir cins karga (kuzgun). |
kelâl |
: | كلال |
(a. i.) : 1) yorgunluk; bıkkınlık, (bkz. : kelâlet). |
kelâl-i dit |
: |
gönül yorgunluğu. 2) uzak akraba. |
|
kelâl-âver |
: | كلال آور |
(a. f. b. s.) : yorgunluk getiren, yorucu, sıkıcı, (bkz. : kelâ! -bahş). |
kelâl-bahş |
: | كلال بخش |
(a. f. b. s.) : yorgunluk veren, yorucu, sıkıcı, (bkz. : kelâl-âver). |
kelâlet |
: | كلالت |
(a. i.) : yorgunluk, gevşeklik, (bkz. : kelâl 1. |
kelâm |
: | كلام |
(a. i.) : 1) söz, lâkırdı, (bkz. : kavi, suhen). 2) gr. söz, ibare, fıkra; cümleler veya cümlecikler. 3) söyleyiş, nutuk. 4) dil, lehçe. 5) Allah'dan ve Allah'ın birliğinden bahseden ilim. 6) Kur'an. (bkz. : Fürkan). Â-ıaı-ı kelâm : söze başlama. Batiy-yül-kelâm : ağır ağır, zorlukla konuşan. Hâsıl-ı kelâm, Hulâsa-i kelâm : sözün kısası. İlm-i kelâm : Allah'ın birliğini ve Allah ile ilgili bahisleri akıl ve mantık ile ispat eden ilim. îrâd-ı kelâm : söz söyleme. MS IS kelâm : söz götürmez, diyecek yok. Mîr-i kelâm : düzgün, temiz ve zarif söz söyliyen. Netîce-i kelâm : sözün kısası, (bkz. : hâsıl-ı kelâm, hulâsa-i kelâm). Reddi |
kelâm-ı Arab |
: |
Arap dili veya lehçesi. |
|
kelâm-ı kadîm |
: |
Kur'an. (bkz. : Fürkan, Hitâb, kelâm-Ullah, Kitâb, Mushaf, Necm, Nûr). |
|
kelâs-n-ı kibar |
: |
atasözü hükmüne geçmiş hikmetli, meşhur söz. |
|
kelâm-ı mahrem |
: |
gizli söz. kelâm-ı manzum : manzum söz. kelâm-ı mensur : nesir söz. |
|
kelâm-ı nefsî |
: |
içten konuşma, Allah'ın lâfz, harf ve ses olmıyan zatî kelâmı, fr. endophaise. |
|
kelâm-ı resul |
: |
Hz. Muhammed (Alehisselâm)'in sözü, Hacfis. |
|
kelâm-ı tünd |
: |
sert söz. |
|
kelâm-Ullah |
: |
(Allah'ın sözü) : Kur'an. (bkz. : Kelâm-ı kadîm). |
|
kelâmı |
: | كلامی |
(a. s.) : kelâma, söze âit, sözle ilgili. |
kelâmı tekyesi |
: |
[eskiden] İstanbul'da bulunan bir nakş-i bendî tekyesi olup şeyhi Esad efendi idi. |
|
kelâmiyye |
: | كلاميه |
(a. i.) : kelâmcılar yolu. |
kelâmiyyûn |
: | كلاميون |
(a. i. c.) : kelâmcılar, îtikadla ilgili mes'eleler üzerinde münâkaşa yolu açan zümre. |
kelân |
: | كلان |
(f. s.) : iri, büyük, heybetli, cüsseli, iri gövdeli. |
kelân-ter |
: | كلانتر |
(f. b. s.) : daha büyük, çok iri. |
kelâseng |
: | كلاسنگك |
(f. b. i.) : sapan. |
kelb |
: | كلب |
(a. i. c. : kilSb) : köpek. (bkz. : seg). Dâ-ül-kelb : hak. kuduz hastalığı. kelb-i akür : kudurgan köpek. |
knlbeJân, kelbeteyn |
: | كلبتان ، كلبتين |
(f. b. i.) : kerpeten. |
kele |
: | كله |
(f. i.) : yanak, (bkz. : ruh). |
kelbî |
: | كلبی |
(a. s.) : köpeğe âit, köpekle ilgili. |
kelbsyye |
: | كلبيه |
(a. i.) : fels. ki"nizm, fr. eynisme, cynique. |
kelbiyye-i ehliyye |
: |
av, ev ve sokak köpeği. kelbiyye-i sa'leblyye : tilki. kelbiyye-i şegaliyye : çakal. kelbiyye-i zenebiyye : kurt. |
|
Kelbiyyûn |
: | كلبيون |
(a. i. c.) : meşhur Diogene'in de içinde bulunduğu, kalenderine yaşamayı îtiyad edinen bir fırka, kelbiyye taifesi. |
kelb-ül-asgar |
: | كلب الاصغر |
(a. b. i.) : astr. semânın kuzey yarım küresinde görüleb'len bir yıldız kümesi, lât. Canis Minoris; fr. Le Petil Chien. |
kelb-ül-ekber |
: | كلب الاكبر |
(a. b. i.) : astr. semânın, güney yarım küresinde bulunan ve görülen yıldızların en parlağını ihtiva eden bir yıldız kümesi, lât. Canis Majoris; fr. Le Grand chien. |
kelb-ül-mae' |
: | كلب الماء |
(a. b. i.) : 1) köpek balığı. 2) kunduz. |
kelebaçe |
: | كلبچه |
(f. i.) : suçluların kaçmasını önlemek üzere bileklerine takılan demir halka. 2) kablo, boru gibi şeyleri bir yere bağlamak için kullanılan halka |
kelef |
: | كلف |
(a. i.) : 1) yüzdeki benek siyah veya kırmızı noktalar. 2) şiddetli sevgi. |
ke-l-evvel |
: | كالاول |
(a. zf.) : evvelki gibi, eskisi gibi. |
kelîl |
: | كليل |
(a. s.) : 1) körleşmiş, kesmez, işlemez [kılıç, bıçak v. b.] . 2) gözleri iyi görmiyen, az gören. |
kelîle |
: | كليله |
(a. i.) : çakal. |
kelîle ve dimne |
: |
kuşlar ve diğer hayvanlar hakkında hintce yazılmış bir hikâye kitabı olup, İbn-ül-Mukaffa tarafından Arapçaya, ondan naklen İranlı Hüseyin Vaiz tarafından "Envâr-ı süheylî" adiyle Farsça'ya, daha sonra "Hümâyûnnâme" adiyle osmanlıcaya tercüme edilmiştir. |
|
kelîm |
: | كليم |
(a. s. kilâm'dan.) : 1) söz söyleyen, konuşan. 2) i. ikinci şahıs, (bkz. : muhâtab). 3) Tûr-i Sînâ'da Cenâbıhak'la konuşması dolayısiyle Hz. Musa'nın unvanı. Sûre-i kelîm : Kur'ân'm yirminci sûresi, Tâhâ sûresi. |
kelim |
: | كلم |
(a. i. kelime'nin c.) : lâkırkırdılar, sözler, (bkz. : kelimât). Mevsûk-ül-kelim : sözlerine inanılan. Nâfiz-ül-kelim : sözü geçer. |
kelimât |
: | كلمات |
(a. i. kelime'nin c.) : kelimeler, lâkırdılar, sözler. |
kelimât-ı takdîriyye |
: |
takdir edici kelimeler. |
|
kelîm-dest |
: | كليم دست |
(f. b. s.) : olgun kimse. |
kelime |
: | كلمه |
(a. i. c.) : kelimât, kelim, kilem) [bizde "kelimât" şekli çok kullanılır] . 1) bir fikir anlatan, bir veya birkaç heceden meydana gelen ses, söz. 2) lâkırdı. 3) gr. isim, fiil ye harf olarak üçe ayrılan söz bölümlerinin hepsi. İ'lâ-yi kelimet-ullah : Müslümanlığı yükseltme, yayma. |
kelime-i külliyye |
: |
fels. fr. panlogisme. |
|
kalime-i şahadet |
: |
Müslümanlığın şartlarından biri olan : "eşhedü en lâ ilahe illAllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulünü" cümlesi. |
|
kelime-i tayyibe |
: |
güzel söz, gönül alıcı söz. |
|
kelime-i tevlıîd |
: |
lâ-ilâhe illAllah; Muhammedün resûlullâh. |
|
kelîm-ullah |
: | كليم الله |
(a. h. i.) : Tûr-i Sînâ'da Allahın hitabını duyan Hz. Musa. |
keling |
: | كلنگك |
(f. s.) : şaşı. (bkz. : ahvel). |
kelk |
: | كلك |
(f. i.) : koltuk [insanda] |
kellâ |
: | كلا |
(a. zf.) : hiç, asla, katiyen. Hâşâ ve kellâ : Allah korusun, katiyen. |
kelle |
: | كله |
(f. i.) : 1) baş, kafa. 2) baş gibi yuvarlak şey. 3) ekinlerde başak. |
kelle-pûş |
: | كله پوش |
(f. b. i.) : bir çeşit başörtüsü, (bkz. : ser-pûş). |