kas'a

: قصعه

(a. i. c. : kısa') : çanak; tabak.

kasab

: قصب

(a. i.) : 1) kamış, saz; şeker kamışı.

kasab-üs-sükker

:  

bot. şeker kamışı. 2) anat. parmak kemikleri. 3) anat. bronş, nefes borusu. 4) ince dokunmuş keten.

kasab-ı Mısrî

:  

Mısır'da dokunmuş olan keten bezi.

kasabül-Hind

:  

içi dolu Hind kumaşı.

kasab-üs-sabak

:  

emsaline, benzerlerine üstün gelen kimsenin kazandığı mükâfat; ödül.

kasaba

: قصبه

(a. i. c. : kasabât) : 1) kasaba, nefes borularından her biri; boğum. 2) köy.

kasabât

: قصبات

(a. i. kasaba'nın c.) : 1) nefes boruları, bronşlar. İltihâb-ı kasabât : akciğer borularında meydana gelen kızarma ve öksürük.

kasabât-ür-rie

:  

anat. akciğer nefes boruları. 2) kasabalar.

kasabı

: قصبی

(a. s.) : bot. kamışsı, kamışımsı.

kasid

: قصائد

(a. i. kasîde'nin c.) : ed. kasideler, (bkz. : kasîde).

kas'a-lîs

: قصعه ليس

(a. b. s.) : çanak yalayıcı, dalkavuk, (bkz. : kâse-lîs, müdâ-hin).

kasâme

: قسامه

(a. i.) : katili bilinmiyen kimsenin bulunduğu yer halkından eili kişiye yemin ettirme.

Kâsâniyye

: كاسانيه

(f. h. i.) : nakş-i bendiyye tarîkati şubelerinden biri. [kurucusu : Şemsüddîn Ahmed-ül-Kâsânî'dir]

kasara

: قصره

(a. i.) : den. Gemilerin baş ve kıç taraflarında, güverteden daha yüksek yapılan güverte.

kasa ret

: قصارت

(a. i.) : kasîr olma, kısa olma.

kasas

: قصص

(i. kıssa'nın c.) : 1) fıkralar, hikâyeler; rivayetler; sergüzeştler, mâ'cerâlar. Ahsen-ül-Kasas (kıssaların en güzeli). Hz. Yûsuf kıssası. Sûre-i Kasas : Kur'ân'ın 28. sûresi. 2) g. s. bir yazı sitili.

kasas-ı enbiyâ'

:  

peygamberlerin târihi.

kâsât

: كاسات

(a. i. kes'in c.) : (bkz. : küûs).

kasavet

: قساوت

(a. i.) : 1) sertlik, katılık, (bkz. : salâbet). 2) gam, keder, tasa. [bizde, "çekmek" fiiliyle cfâimâ ikinci mânâsı kullanılır]

kasâvise

: قصاوسه

(a. i. kıssîs'in c.) : keşişler, papazlar, (bkz. : ruhban).

kasd

: قصد

(a. i.) : 1) niyet, kurma. 2) bile bile yapma. 3) bir işe bilerek, istiyerek girişme. 4) dövme, öldürme, yaralama gibi işlere kalkışma. An kasttın : bile bile, istiye istiye. Sû-i kasd : [habersiz olarak] öldürmeye kalkışma. 5) saldırma [birine]

kasden

: قصدا

(a. zf.) : niyetli olarak, bile bile, istiyerek. (bkz. : amden).

kasdî

: قصدی

(a. s.) : kasdederek, niyetle, istiyerek, biel bile yapılan.

kâse

: كاسه

(f. i.) : 1) çiniden, fağfurdan, billurdan, porselenden, mâdenden veya topraktan yapılmış çanak. 2) bâzı nesnelerin kâse gibi olan çukuru. 3) anat. başı kaplıyan, beyni örten kemik.

kâse-i çesm

:  

anat. göz çukuru.

kâse-i ser

:  

kafatası. 4) Osmanlı alfabesindeki : ض ص ش س sin (W) : şın (ıj") sad (u*) : dad(>) harflerinin çanağı.

kâse-bend

: كاسه بند

(f. b. s.) : 1) kırılmış, çatlamış. 2) kâse ve benzerleri gibi şeyleri tamir eden [kimse]

kâse-ger

: كاسه گر

(f. b. i.) : kâs yapan, kâseci.

kâse-lîs

: كاسه ليس

(f. b. s. c. : kâse-lîsân) : çanak yalayıcı, dalkavuk, (bkz. : müdâ-hin).

kâse-lîsân

: كاسه ليسان

(f. b. s. kâse-lîs-in c.) : çanak yalayıcılar, dalkavuklar.

kâse-lîsâne

: كاسه ليسانه

(f. zf.) : dalkavukça.

kasem

: قسم

(a. i.) : yemin, and. (bkz. : half). Maal-kasem : yemin ile beraber, yemin ederek, andiçerek. (bkz. : sevgend).

kasem bi-llâh

:  

Allah'ın kutsî adına olan yemin, (bkz. : yemîn billâh).

kasıf

: قاصف

("ka" uzun okunur, a. s.) : çok gürliyen, gürleyici. Ra'd-ı kasıf : şiddetli gök gürültüsü.

kasım

: قاسم

("ka" uzun okunur, a. s. kısmet'den.) : 1) taksim eden, ayıran, bölen. 2) mat. bölen. kasım-ı müşterek ("ka" uzun okunur) : mat. ortak-bölen. kasım-ı müsterek-i a'zam ("ka" uzun okunur.) : mat. en büyük ortak-bölen.

kasım

: قاصم

("ka" uzun okunur, a. s. c. : kavasım) : kırıcı, ezici, ufaltıcı.

kasıma

: قاسمه

("ka" uzun okunur, a. s.) : mat. diskriminan, discriminant.

kasır

: قاسر

("ka" uzun okunur, a. s. kasr'dan.) : zorla işleten.

kasır

: قاصر

("ka" uzun okunur, a. s. kusûr'dan.) : 1) kısa. (bkz. : kütah).

kasır-ül-yed (eli kısa)

:  

âciz, beceriksiz 2) kusurlu.

kasır-âne

: قاصرانه

("ka" uzun okunur, a. zf.) : âcizane, beceriksizcesine.

kasıret-üt-tarf

: قاصره الطرف

("ka" uzun okunur, a. it.) : kocasından başkasına bakmıyan, iffetli kadın.

kasî, kasiye

: قاسی ، قاسيه

("ka" uzun okunur. a. s. kasvet'den.) : duygusuz. Kalb-i kasî : hissiz, duygusuz kalb, katı yürek.

kâsib

: كاسب

(a. s. kesb'den.) : kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi. El-kâsibü habilullah : kazanan, kazanmak için çalışan, Allah'ın sevgili kuludur.

kasid

: قاصد

("ka" uzun okunur, a. s. kasd'den. c. : kasidân) : 1) kasdeden, tasarlı-yan; kıyan. 2) i. postacı, haberci, tatar, ulak.

kâsid

: كاسد

(a. s. kesâd'dan.) : su. rümsüz, geçmez, aranmaz, (bkz. : kesîd).

kasîd

: قصيد

(a. i.) : kaside. Beyt-ül-kasîd : kasidenin en seçkin beyti.

kasidân

:  

("ka" uzun okunur, a. s. kasid'in c.) : (bkz. : kasid)

kaside

:  

(a. i. c. : kasâid) : ed. onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısra'ları en basta bulunan mısra' ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım.

kasîd-i tevdîiyye

:  

ed. hürmetkarlardan yahut sevdiklerden birinden ayrılma münâsebetiyle yazılan şiir.

kasîde-gû

: قصيده گو

(a. f. b. s.) : ed. kaside söyliyen, kasîde yazan, (bkz. : kasîde-serâ).

kasdîde-gûyî

: قصيده گويی

(a. f. b. i.) : ed. kastde söyleyicilik, kasîde yazıcılık.

kasîde-perdâz

: قصيده پرداز

(a. f. b. s. c. ; kasîde-perdâzân) : ed. kasîde düzenliyen, kasîde yazan.

kasîde-perdâzân

: قصيده پردازان

(a. f. b. s. kasîde-perdâz'm c.) : ed. kasîde tanzîm edenler, kasîde yazanlar.

kasîde-perdâzî

: قصيده پردازی

(a. f. b. i.) : ed. kasîde tanzîm edicilik, kasîde yazıcılık.

kasîde-serâ

: قصيده سرا

(a. f. b. s. c. : kasîde-serâyân) : ed. kasîde söyliyen, kasîde yazan, (bkz. : kasîde-gû).

kasîde-serâyân

: قصيده سرايان

(a. f. b. s. kasîde-serâ'nın c.) : ed. kasîde söyliyenler, kasîde yazanlar.

kasîl

: قصيل

(a. i.) : hayvanlara yedirmek üzere vaktinden önce biçilen yeşil ot.

kâsir

: كاثر

(a. i. kesîr'den.) : çok olan. (bkz. : kesîr).

kasîr

: قصير

(a. s. kasr'dan.) : kısa, boysuz. Seyl-i kasîr : düz yerlerden akan sel, su.

kasîr-akl

:  

aklı kısa.

kasîr-ül-himme

:  

himmeti az olan.

kasîr-ül-basar

:  

miyop.

kasîr-ül-kame

:  

boyu kısa, kısa boylu.

kasîr-ün-nejeb

:  

babası namlı olduğundan ecdadını saymaktan çekinen [kimse]

kasîr-ür-re's

:  

kısa kafalı, brakisefal.

kâsir

: كاسر

(a. s. kesr'den.) : kesreden, kıran.

kâsir-ül-esnâm

:  

putları kıran. [Hz. Ibrâhîm'in lâkabı]

kâsir-ül-hacer (taş kıran)

:  

bot. kaya koruğu.

Kasîre

: قصيره

(a. s.) : evinde habsedilip dışarı çıkarılmıyan Fkadın]

kasr

: قسر

(a. i.) : zorla iş gördürme, zoraki işktme.

Kasrî

: قصر

(a. i.) : 1) kısa kesme, kısaltma, kısma. îcâz-ı kasr : ed. söylenişte hiç bir hazf olmadığı halde, ibarenin mânâca zengin olması [re's-ül-hikmeti mahâfet-Ullah : hikmetin başı Allah korkusudur] gibi. Edât-ı kasr : gr. "ancak, sâde, yalnız" gibi edatlar.

kasr-ı yed

:  

el çekme, vazgeçme, (bkz. : feragat). 2) azaltma, kesme; eksiklik.

kasr-ül-basar

:  

hek. uzağı görememe, miyopluk, fr. myopie. 3) ed. ibarenin çok kısaltılması. 4) ed. aruzda, tef'ile'nin son harfinin düşürülmesi : ["fâilâtün"ün "fâilât" olması gibi]

kasr-ı hakîkî

:  

ed. kelimenin aslında okunuşça kısa olması.

kasr-ı izafî

:  

ed. kelimenin izafî surette kısa okunması.

kasr-ı vaz'î

:  

ed. kelimenin kullanış şeklinde kısa okunması.

kasr-ı zevki

:  

ed. kelimenin edebt zevk şevkiyle kısa okunması.

kasr

: قصر

(a. i. c. : kusur) : köşk, kâşane, saray.

kasr-ı adi

:  

tar. Topkapı sarayında dîvan yerinde vezîr-i a'zamla vezirlerin oturdukları yerin üstündeki demir parmaklıklı ve siyah perdeli penceresi olan köşk.

kasr-i cennet

:  

cennet köşkü.

kasr-ı Sâdâbâd

:  

Sâdâbât köşkü.

kasrî

: قسری

(a. s.) : zorla, (bkz. : cebrî). Harekât-ı kasriyye : cebrî hareketler.

kasriyyet

: قسريت

(a. i.) : zorlama hâli.

kass

: قص

(a. i.) : anat. göğüs, (bkz. : sadr).

kassâb

: قصاب

(a. i.) : kasap.

kassabiyye

: قصابيه

(a. i.) : kasaba verilen kasaplık, hayvan kesme ücreti.

kassam

: قسام

(a. s. ksmet'den.) : 1) vârisler, mirasçılar arasında mîrâsı taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şerîat me'mûru. 2) s. kısım kısım ayıran, kısım kısım veren.

kassâr

: قصار

(s. i.) : çırpıcı.

kassâriyye

: قصاريه

(h. i.) : ilk devre melâmiliği hakkında kullanılan bir tâbir [Ebu Salih Hamdun bin Ahmed bin Ammar-ül-Kassâr-ül-nisâbûriye nispetle bu adı almıştır]

kassâs

: قصاص

(a. s.) : (bkz. : kıssadan).

kassî

: قصی

(e. s.) : göğüsle ilgili, (bkz. : sadrî).

kast

: كاست

(f. s.) : eksik, noksan, kusur, (bkz. : kem). Bî kem ü kast : eksiksiz, noksansız, kusursuz.

kastâl

: قسطال

(a. i.) : şeker tozu.

kastâr

: كاستار

(f. s.) : yalancı.

kâste

: كاسته

(f. s.) : eksilmiş, eksik, noksan.

Kasûmât

: قسومات

(a. i.) : Suriye ve hassaten Sayda eyâletinde sahiplerinin münkariz olması dolayısiyle mahlûlen hazîneye intikal eden arazînin kârı.

kasvet

: قسوت

(a. i.) : 1) katılık, sertlik. 2) merhametsizlik, acımazlık. 3) sıkıntı, gönül darlığı, [bizde üçüncü mânâsı kullanılır]

kasvet-bahş

: قسوت بخش

(a. f. b. s.) : kasvet, sıkıntı veren.

kasvet-efzâ

: قسوت افزا

(a. f. b. s.) : iç sıkan, iç sıkıntısını artıran.

kasvet-engîz

: قسوت انگيز

(a. f. b. s.) : iç sıkan, iç sıkıntısı veren.

kasvet-nâk

: قسوت ناك

(a. f. b. s.) : sıkıntılı, iç sıkan, (bkz. : mukassi) -