ka'r

: قعر

(a. i. c. : kuûr) : 1) çukur şeyin dibi, dip, nihayet. 2) derinlik, (bkz. : bün, javr).

ka'r-ı girdâb-ı mevt

:  

ölüm girdabının dibi.

ka'r-ı nâ-yâb

:  

[pek derin denizden kinaye olarak] dibi bulunmıyan, dibi bulunmıyacak derecede çukur olan.

ka'r-ı pür-sükûn

:  

durgun dip.

kâr

: كار

(f. i.) : 1) iş güç, iş. (bkz. : amel, fi'l). 2) kazanç, temettü'. kâr-ı âkil : akıllı iş. kâr-ı kadim : eski zaman isi.

kâr-ı nâtık

:  

müz. lâdînî Türk müziğinin büyük bir şeklidir. Bu şekli, fihrist peşrev ve saz semaîsi şeklinin söz müziğindeki karşılığı olarak kabul edebiliriz. Kâr-ı nâtık, birbirini takiben gelen makamlardan teşekkül etmiştir. Eser, çok zaman aynı makam ile başlayıp biter ve o makamın ismini taşır; eğer başladığı ve bittiği makamlar ayrı ayrı ise, bittiği makamın ismini alır. Güftede dâima bir edebî san'at ile üzerinde durulan makam zikredilmiştir; bu sebepten "nâtık" sıfatı verildiği, kolayca anlaşılmaktadır. Bu şekilde eserin "didac-tique" bir mâhiyet taşıdığını da ilâve etmek lâzım, dır. Kâr-ı nâtık eski bestekârlar arasında bir hün

kâr-ı reva

:  

kullanılabilir, işe yarar.

kâr ü bâr

:  

iş güç, kazanç. 3) meşguliyet; sanat. 4) işleme, te'sir. 5) savaş, (bkz. : cenk, harb). Bî-kâr : işsiz. Kesb û kâr : geçim yolu, san'at; ticâret. Ser-i kâr : iş başı.

kâr

: كار

(f. e.) : "-İİ, -ci, -eden, -edici" eklerinin karşılığıdır; isimleri sıfat yapar : "hîlekâr, isyân-kâr, füsun-kâr, kanâat-kâr... gibi.

Kar

: قرع

(a. i.) : hek. 1) doktorun, hastayı muayene ederken, ses almak üzere, bir uzva parmakla vurması.

kar'-ı esbaî

:  

hek. doktor, hastanın muayene edilebilecek yerine sol elinin ayasını koyarak, sağ elinin parmağiyle sol elinin üstüne vurması. 2) (a. i. c. : kara'). 1) kapı çalma; 2) su kabağı.

Kara

: قراع

(a. i. kar'ın c.) : 1) su kabaklan. 2) gülsuyu kapları.

karâbe

: قرابه

(a. i.) : 1) kırba, büyük testi. 2) büyük şişe.

karabet

: قرابت

(a. i. kurb'dan.) : yakınlık, hısımlık, akrabalık.

karâbet-i ebb

:  

huk. [eskiden] baba ve dedeler tarafından olan karabet, [baba ve ana bir, veya yalnız baba bir kardeşler ve ferileri, yakın ve uzak amcalar ve bunların ferileri gibi]

karâbet-i gayr-i vilâd

:  

fer. usûl ile fürû hısımlığın dışında bulunan kan hısımlığı, [kardeş, amca, hala, dayı, teyze hısımlıkları gibi]

karâbet-i vilâd

:  

fer. usûl ile fürû arasındaki karabet, [baba ile çocuk, dede ile torun arasındaki karabet gibi]

karâbet-i kalb

:  

kalb, gönül yakınlığı.

karâbet-i nesebiyye

:  

aynı soydan gelmek sû-tiyle meydana gelen aslî hısımlık.

karâbet-i sıhriyye

:  

kız alıp kız vermekle meydana gelen akrabalık, hısımlık, yakınlık.

karâbîn

: قربين

(a. kurbân'ın c.) : kurbanlar, minnet ve şükran ifâdesi olmak üzere Allah için kesilen koyun, keçi, sığır, deve v. b.

kâr-âgâh

: كارآگاه

(f. b. s.) : isbilij; uyanık, (bkz. : kâr-âşnâ, kâr-dân, kâr-dîde, kâr-şinâs).

kâr-âgâhî

: كار آگاهی

(f. b. i.) : iş bilirlik, uyanıklık, (bkz. : kâr-dânî, kâr-güzârî).

karâin

: قرائن

(a. i. karîne'nin c.) : karineler, ipuçları.

karanfil

: قرنفل

(a. i.) : 1) g. s. Fildişi oyma ve kakmalarda sapından yukarısı alınmış karanfile benziyen sitilze bir motif. 2) g. s. çini, tezhip üzerine boya ile ve mezar taşı, yahut çeşme gibi eserlere kabartma suretiyle yapılan bir motif.

karanfili

: قرنفل

(a. i.) : bot. karanfil.

Karanfiliyye

: قرنفليه

(a. i.) : bot. karanfilgiller.

karâniyâ

: قرانيا

(a. i.) : bot. kızılcık, lât. cormıs sanguinea.

karâr

: قرار

(a. i.) : 1) durma. 2) rahat. 3) devamlılık, süreklilik. 4) ölçülülük.5) tahmin. 6) tam ölçü, ne az, ne çok. 7) müz. şark müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş. 8) neticeye bağlama. Ber-karâr : aynı durumda olan. Bî-karâr : kararsız, sebatsız, bir halde dur-mıyan. Dûzah-karâr : durağı cehennem olan.

karâr-ı dâctî

:  

huk. dâvanın görülmesi, kolaylaştırılması ve bir neticeye bağlanması için hazırlayıcı tedbîri bildiren karar : [bir akarın keşif ve muayenesi hakkında verilen karar gibi]

karâr-ı karine

:  

huk. dâvanın görülmesini kolaylaştırmak ve bir neticeye bağlanmasını hazırlamakla beraber, bu hükmün ne olacağını ihsas eden bir tedbîri bildiren karar : [bir kimsenin yemin etmesi lâzım geldiği hakkındaki karar gibi]

karâr-i kat'

:  

huk. dâvayı neticelendiren kat'! (* kesin) karar.

karâr-ı muvakkat

:  

huk. dâva görülmeden önce muvakkaten alınması lâzım gelen bir tedbîri gerektiren karar : [dâva olunan şeylerin mahzur veya tehlikeden korunması için, muvakkaten korunması için, verilen karar gibi]

karâr-ı serî

:  

acele karar.

karar-larında

:  

sularında, (bkz. : takriben).

karâr-dâde

: قرار داده

(a. f. b. s.) : karârı verilmiş; pazarlığı kesilmiş.

karargâh

: قرارگاه

(a. f. b. i.) : 1) bir yerde oturup karar kılınacak, dinlenilecek yer. 2) ask. bir ordu kurmay heyetinin bulunduğu yer, merkez, (bkz. : ma-asker).

karâr-gîr

: قرارگير

(a. f. b. s.) : kararlaşmış, karârı verilmiş, karâra bağlanmış, (bkz. : mukarrer).

karâr-nâme

: قرارنامه

(a. f. b. s.) : verilen karârı bildiren yazı; vekiller heyetinden çıkan resmî emirler.

karâr-yâb

: قرار ياب

(a. f. b. s.) : karar bulan, bir yerde oturup dinlenen.

kâr-âsnâ

: كار آشنا

(f. b. s.) : iş bilir, işten anlar, (bkz. : kâr-âgâh, kâr-dân, kâr-dîde, kâr-şinâs).

karâtîs

: قراطيس

(a. i. kırtâs'ın c.) : kâğıtlar, kâğıt tabakaları, sahifeler.

karâvol

: قراول

(f. i.) : karakol.

kâr-âzm

: كار آزما

(f. fc. s.) : tecrübeli, görgülü; iş bilen, (bkz. : kâr-âzmûde).

kâr-âzmâyi

: كارآزمايی

(f. b. i.) : iş bilicilik, görgülülük. (bkz. : kâr-âz-mûdegî).

kâr-âzmûdi

: كار آزمودگی

(f. b. s.) : görmüş geçirmiş, görgülü (bkz. : kâr-âzmâ).

kâr-âımûdegî

:  

(f. b. i.) : görgülülük, beceriklilik, iş bilicilik. (bkz. : kâr-âzmâyi).

kârbân

: كاربان

(f. i.) : kervan.

kârbân-ı râh-ı teertd

:  

tecrîd (maddî kaygulardan ruhu sıyırma) yolunun kervanı.

kârbân-serây

: كاربانسرای

(f. b. i.) : kervansaray, şehirlerde, köylerde, yol üzerinde yolcuların, misafirlerin gecelemelerine mahsus büyük han. (bkz. : kSrvân-serây).

karcığar

: قارجغار

müz. Türk müziğinin on iki numaralı basit makamıdır. Zeyn-ül-el-hân'da geçtiğine göre en az beş asırlık ise de ancak bir buçuk asırdan beri bestekârlar tarafından kullanılmaktadır. Karcığar, coşkun hareketlerde bir makam olup Türk halk müziğinde fazla görülür. Makam, uşşak dörtlüsüne hicaz beşlisinin ilâvesinden teşekkül etmiş olup bu iki dizi parçasının birleştiği dördüncü derecedeki "re" (neva) güçlüdür. Tabîî durak perdesi "lâ" (dügâh) dır. Donanımına "si" koma ve "mi" bakıyye bemolleri ile "fa" ba-kıyye diyezi konur. Dizisi inici-çıkıcı bir seyirdedir. N; seb-i şerife adedinden yalnız 6 tanesine mâliktir. Orta sekizlideki

Kârd

: كارد

(f. i.) : bıçak. (bkz. : mûs, sikkîn).

kâr-dân

: كاردان

(f. b. s.) : iş bilir, işten anlar, (bkz. : kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-dîde, kâr-şinâs).

kâr-dânî

: كاردان

(f. b. i.) : iş bilirlik, uyanıklık.

kâr-dâr

: كاردان

(f. b. s. c. : kâr-dârân) : iş tutan, işi elinde tutan.

kâr-dârân

: كارداران

(f. b. s. kârdâr'ın c.) : iş tutanlar, işi elinde tutanlar.

kâr-dîde

:  

(f. b. s. c. : kâr-dîdegân) : iş bilir, uyanık, tecrübeli, (bkz. : kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-âzmûde, kâr-dân, kâr-şi-nâs).

kâr-dîdegî

: كارديدگی

(f. b. i.) : kâr-dîde'lik.

kâr-fermâ

: كارفرما

(f. b. i. c. : kâr-fermâyân) : iş buyuran, iş buyurucu, (bkz. : âmir, hâkim).

kâr-fermâyân

: كارفرمايان

(f. b. i. kâr-fermâ'nın c.) : iş buyuranlar, iş buyurucular.

kâr-fermâyî

: كارفرمايی

(f. b. i.) : iş buyurma, iş buyuruculuk.

kâr-gâh

: كاگاه

(f. b. i.) : iş yeri, fabrika, (bkz. : kâr-hâne1. . [nazımda : "kâr-geh" şeklinde geçer]

kâr-gâh-ı kün fekân

:  

kâinat ve kâinatta olan bütün şeyler.

kâr-gen

: كارگن

(f. b. s.) : (bkz. : kâr-ger).

kâr-ger

: كارگر

(f. b. s.) : 1) iş yapan, iş işliyen, işleyici. 2) te'sirli, nüfuzlu.

kâr-gil

: كا رگل

(f. b. i.) : kerpiç bina.

kâr-.gîr

: كار گير

(f. b. s.) : 1) iş tutan, iş tutucu. 2) o. taştan veya tuğladan yapılmış bina.

kâr-güzâr

: كا ركذار

(f. b. s. c. : kâr-güzârân) : iş beceren, elinden iş gelen becerikli, (bkz. : kâr-âgâh, kâr-âşna, kâr-âzmâ, kâr-dân, kâr-perverd, kâr-sâz).

kâr-güzârân

: كا گذاران

(f. b. i. kâr-güzâr'ın c.) : iş becerenler, elinden iş gelenler, becerikliler.

kâr-güzârî

: كارگذاری

(f. b. i.) : iş bilirlik, beceriklilik, (bkz. : kâr-âgâhî, kâr-âzmâ-yî, kâr-azmûdegî, kâr-dânî).

karh

: قرح

(a. i.) : Yaralama Yaralanma. 2) vücutta çıkan çıban.

karha

: قرحه

(a. i. c. : kurûh) : yara; ülser, (bkz. : cerîha). [aslı "kurha" olduğu halda "karha" şekli yaygındır]

karha-i âkile

:  

hek. etrafını yiyip, gittikçe genişliyen yara.

karha-i efrenciyye

:  

hek. firengi yarası.

karhai redîe

:  

hek. güç iyileşen kötü bir yara.

kâr-hâne

: كارخانه

(f. b. i.) : 1) iş yeri, iş işlenen yer. (bkz. : kâr-gâh). 2) süt evi, süt satılan yer, süt fabrikası. 3) * genel ev. (bkz. : umûm-hâne). (bkz. : mûmesât).

kari'

: قاری

("ka" uzun okunur, a. i. kırâat'den. c. : kurrâ) : 1) kıraat eden, okuyan, okuyucu. 2) Kur'ân'ı usulünce okuyan.

kari

: قاری

("ka" uzun okunur, a. i.) : kariyye ahâlisinden, köylü.

karia

: قارعه

("ka" uzun okunur, a. i. c. : kavâri') : 1) pek şiddetli rüzgâr. 2) ansızın gelen büyük belâ. 3) kıyamet. 4) belâdan kurtul. mak üzere okunan : "el-Kariatü. . " sûresi.

kariat

: قارئات

("ka" uzun okunur, a. i. karie'nin c.) : kıraat eden, okuyan [kadınlar]

karîb

: قريب

(a. s. kurb'dan. c. : akribâ) : yakın, yakın olan, uzak olmıyan; soyca yakın. An-karîb : yakında, bir zaman sonra, çok vakit geçmeden; soyca yakın olan.

karîben

: قريبا

(a. zf.) : yakında, bir zaman sonra, çok vakit geçmeden; soyca yakın olan, olarak.

karîb-ül-ahd

: قريب العهد

(a. zf.) : yakın zamanda. karie ("ka" uzun okunur. a. i. kari'den. c. : kariât) : kıraat eden, okuyan [kadın]

karîh

: قريح

(a. s.) : 1) yaralı. 2) çıbanlı.

kariha

: قريحه

(a. i.) : 1) insanda kendiliğinden hâsıl olan fikir ve niyet. 2) tabiat. 3) fikir kuvveti, bir fikri meydana koyma hassası; yapılacak bir iş için husule gelen fikir.

karîha-i sabiha

:  

pâdişâhın isabetli reyi, fikri.

karîha-zâd

: قريحه زاد

(a. f. b. s.) : karihadan meydana gelen, karihadan doğan.

Karin

: قرين

(a. s. c. : kurenâ) : 1) yakın, (bkz. : karîb). 2) bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan. 3) hısım, komşu, arkadaş gibi yakın olanlardan her biri. 4) pâdişâhın dâimi surette yakınında bulunan, mabeyinci. Ser-karîn : baş mabeyinci.

karîn-i evvel

:  

baş mabeyinci.

karîn-i re'y-i sâib

:  

isabetli, düşünceye uygun.

karîn-i sâni

:  

ikinci mabeyinci, karine (a. i. c. : karâin) : karışık bir iş veya mes'elenin anlaşılmasına, çözülmesine yarıyan hal, ipucu, (bkz. : emare).

karîne-i katla

:  

("ka" uzun okunur) : huk. lâyık olan dereceye varan emare : [birinin, elinde kanlı bir bıçakla bir evden çıktığı sırada, o evde henüz öldürülmüş biri görülünce, evden çıkan kimsenin, ölenin katili olduğuna hükmetmek gibi]

karîne-i katıa-i kanûniyye

:  

huk. hükmün sebeplerinden olan yemin, şahitlik. v. s.

karîne-i kâtıa-i takdîrivye

:  

bir tüccarın, ticâreti meslek edinip, devamlı olarak bu işle meşgul olması gibi.

karîr

: قرير

(a. s.) : sevinmiş, (bkz. : memnun, mesrur, şâd).

karîr-ül-ayn

:  

gözü aydın, (bkz. : rûşen-çeşm).

kârîz

: كاريز

(f. i.) : keriz, yer altı lâğımı.

karm

: قرم

(a. i. c. : kurum) : değerli insan.

karn

: قرن

(a. i.) : 1) boynuz.

karn-ı zaby

:  

geyiğin başındaki çatal boynuz. 2) yüz yıllık zaman. 3) vakit, zaman. 4) (s. c. : akran) : yaşdaş, bir yaşta olan.

karn-ül-cerâd

:  

zool. çekirgenin başındaki uzun tüy.

karnabit

: قرنابيت

(a. i.) : bot. karnıbahar.

kâr-nane

: كارنامه

(f. b. i.) : (bkz. : kâr-nümâ 2 )

karneyn

: قرنين

(a. i. s.) : iki boynuz. Zül-karneyn : 1) Kur'ân-ı Kerîm'de adı geçen ve nebi mi, velî mi olduğunda tereddüt edilen zat; 2) (rivayete göre) Büyük İskender.

kâr-nümâ

: كارنما

(f. b. s.) : 1) iş, menfaat gösteren. 2) usta çıkacak çırakların, ustalıklarını göstermek üzere yaptıkları örneklik iş.

kâr-perdâz

: كارپرداز

(f. b. s.) : 1) iş düzenliyen. 2) i. şehbender, konsolos.

kâr-perverd

: كارپرورد

(f. b. s.) : iş yapan, becerikli, (bkz. : kâr-güzâr, kâr-sâz).

karr

: قر

(a. i.) : 1) soğuk geçme [birine] . 2) karar. Yevm-ül-karr : kurban bayramının ikinci günü; kurban Bayramında hacıların, Mina'da beklediği iki gün.

karr-ül-ayn

:  

1) gözünün aydın olacağı nesne. (bkz. : karîr-ül-ayn) ; 2) su teresi denilen bir nebat (* bitki).

karrâ'

: قراء

(a. s. c. : karrâûn) : güzel okuyan. Hâfız-ı kurrâ' : güzel okuyan hafız.

karrâûn

: قرائون

(a. i. karrâ'ın c.) : güzel okuyanlar.

kâr-sâz

: كارساز

(f. b. s.) : iş işliyen, becerikli, (bkz. : âmil, fail, kâr-perverd).

kâr-şinâs

: كارشناس

(f. b. s. c. : kâr-şinâsân) : iş bilir, işten anlar, (bkz. : kâr-âgâh, kâr-âsnâ, kây-dân, kâr-dîde).

kâr-şinâsân

: كارشناسان

(f. b. s. kârşinâs'm c.) : iş bilirler, işten anlıyanlar.

kâr-şinâsî

: كارشناسی

(f. b. i.) : iş bilirlik, iş anlayıcılık.

Karun

: قارون

("ka" uzun okunur, a. h. i.) : 1) benî israil'de zenginliğiyle meşhur olan bir insan, Krezüs. 2) [bu isimden kinaye olarak] çok zengin kimse.

karûre

: قاروره

("ka" uzun okunur, a. i. c. : kavârir) : 1) gözün siyahı, göz bebeği. 2) sırçadan yapılan kap. 3) sidik kabı, ördek.

kârvân

: كاروان

(f. i.) : keryan, kafile, yolcu katarı, (bkz. : kârbân).

kârvân-kırân

: كاروان قيران

(f. t. b. i.) : astr. kervankıran, zühre (venüs) gezeğeni.

kârvân-sarây

: كاروانسرای

(f. b. i.) : kervansaray, (bkz. : kârbân-serây).

karye

: قريه

(a. i. c. : kura) : köy. (bkz. : kasaba). Ehl-i karye : köylü. Karyet-ün-neml : karınca yuvası.

karyef-ün-nahl

:  

arı yuvası; kovan.

Karyet-ül-ensâr

: قرية الانصار

(a. b. i.) : Medîne-i Münevvere.

karz

: قرض

(a. i.) : 1) ödünç verme, ödünç alma. 2) ödünç verilen veya alınan şey; borç.

karı hasen

:  

faizsiz verilen borç.

kâr-zâr

: كارزار

(f. i.) : ceng, kavga, savaş.

kârzâr-ı düşvâr

:  

zor savaş.

kâr-râr-gih

: كاررارگاه

(f. b. i.) : savaş yeri, savaş meydanı.

karzen

: قرضا

(a. zf.) : borç olarak, ödünç olarak.