Kân

: كان

(f. i.) : 1) mâden ocağı, mâden kuyusu. 2) bir şeyin menbaı, kaynağı. kân-ı kerem : kerem, bağış kaynağı. kârın merhamet : merhamet kaynağı.

kâna

: كان

(f. s.) : câhil; ahmak; idraksiz.

kanâat

: قناعت

(a. i.) : 1) kısmete razı olma, bir şeyi yeter görüp fazlasını istememe. 2) kanma, kanış. 3) görüş, tahmin.

kanâat-bahş

: قناعت بخش

(a. f. b. s.) : kanaat verici, inandırıcı.

kanâat-kâr

:  

(a. f. b. s.) : kanaat eden, kanaat sahibi; az şeyle yetinen.

kanâat-kâr-âne

: قناعتكارانه

(a. f. b. zf.) : kanaat edene yakışacak surette.

kanâdil

: قناديل

(a. i. kandîl'in c.) : kandiller.

kanâfiz

: قنافذ

(a. i. kunfuz'un c.) : 1) kirpiler. 2) dağ fareleri.

kanas

: قنص

(a. i.) : avlak, av yeri

kanat

: قنص

(a. i. c. : kanavât) : 1) yer altında bulunan künk, suyolu. 2) anat. kanal.

kanatır

: قناطر

(a. i. kantara'nın c.) : taştan yapılan kemerli büyük köprüler.

kanâtîr

: قناطير

(a. i. kantar'ın c.) : kantarlar.

kanavât

: قنوات

(a. i. kanât'ın c.) : 1) yer altında bulunan künkler, suyolları. 2) anat. kanallar.

kanâzı'

: قنازع

(a. kunzua'nın c.) : 1) çocukların başlarındaki perçem. 2) uzamış saç. 3) baş tıraş edilirken yer yer bırakılan saç.

Kanber

: قنبر

(a. h. i.) : 1) Hz. Alî'nin sâdık, vefakâr kölesi. 2) mec. bir evin gediklisi.

kand

: قند

(a. i.) : şeker, şeker kamışının donmuş usaresi, (bkz. : sükker, şekker). kand î leb : dudağın şekeri, dudaktaki tad.

kand-i mükerrer

:  

ed. "güzelin iki dudagY'ndan kinaye.

kandî

: قندی

(a. s.) : 1) şekerle ilgili. 2) şekerden yapılmış.

kandil

: قندی

(a. i. c. : kanâdîl) : kandil, [aslı : "kındîl" dir]

kandîl-i tersâ

:  

Hıristiyanların kilisede ve başka yerlerde devamlı olarak yaktıkları kandil.

kâne

: كان

(a. fi.) : "oldu, husule geldi" mânâsına bâzı terkiplere katılır. Maşa'Allah kâne : Allah'ın istediği oldu, husule geldi.

kanevât

: قنوات

(a. i. kanât'ın c.) : (bkz. : kanavât)

kanfese

: قنفسه

(a. i.) : tespih böceği, (bkz. : hunfesâ).

kanıt

: قانط

("ka uzun okunur, a. s. kunût'dan.) : ümîdi tamamen sönmüş, ümitsiz, kederli, (bkz. : me'yûs, nevmîd).

kânı

: كانی

(a. s.) : kinaye söyliyen, dokunaklı iğneli söz söyliyen.

Kânî

: كانی

(a. h. i.) : XVIII. asır Osmanlı edebiyatının nazım ve nesir üstadlarındandır. Tokatlı'dır, hezl ve mizah tarzında yazdığı güzel mektuplarla şöhret kazanmıştır. İstanbul'a Sadrâzam Hekimoğlu Ali Paşa ile gelmiştir. (1712-1791).

kani'

: كانی

("ka" uzun okunur, a. s. kanâat'den. c. : kaniûn, kaniîn) : 1) kanaat eden, yeter bulup fazlasını istemiyen. 2) inanmış, kanmış, (bkz. : mutmain).

kanit

: قانت

("ka" uzun okunur, a. s. kunût'dan.) : itaatli; bağlı; dindar.

kân-ken

: كانكن

(f. b. i.) : mâcfen kazıcısı, madenci.

kannâd

: قناد

(a. i.) : şeker yapan, şekerci.

kannâs

: قناص

(a. i.) : avcı. (bkz. : sayyâd).

kans

: قنص

(a. i.) : av, av avlama, (bkz. : sayd).

Kansa

: قنصه

(a. i.) : 1) kuş kursağı. 2) katı, katıca [kuşlarda]

Kantar

: قنطار

(a. i. c. : kanâttr) : kantar, [aslı "kıntar" dır]

kantara

: قنطره

(a. i. c. : kanatır) : taştan yapılan kemerli büyük köprü, (bkz. : cisr, pül).

Kantâriye

: قنطاريه

(a. i.) : kantar, tartma ücreti.

kanû'

: قنوع

(a. s.) : kanaatli, kanaat sahibi.

Kanun

: قانون

("ka" uzun okunur. a. i. c. : kavânîn) : 1) devletin teşri' (* yasama) kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide, * kural. 2) her hangi bir mevzu üzerindeki kanunu taşıyan kitap.

kanûn-ı askeri

:  

huk. askerlik kanunu, fr. loi militaire.

kanûn-ı ceza

:  

huk. ceza kanunu, fr. code penale.

kanûn-ı esâsı

:  

huk. fr. loi de constitution.

kanûn-ı mahsûs

:  

huk. husûsi, * özel kanun, fr. oi speciale.

kanun.ı medeni

:  

huk. medenî kanun, fr. loi eivile.

kanûn-ı Muhammedi

:  

Fâtih Sultan Mehmet zamanında yapılmış olan kanunnâme.

kanûn-ı ticâret

:  

huk. ticâret kanunu, fr. code de commerce. 3) tabiat hâdiselerinin bağlı göründükleri ve dışına çıkamadıkları düzen : cisimlerin düşme kanunu. gibi. 4) âdet, yol, yordam.

kanûn-i kadim

:  

eski âdet.

kanun-üş-şifâ'

:  

İbn-i Sina'nın eski hekimliğe dâir olan esen.5) müz. ilk defa olarak Fârâbî tarafından yapıldığı söylenilen, bir köşesi kesik dik dörtgen şeklinde ve dizler üzerinde parmaklarla çalınan bir çalgı.

kânun

: كانون

(a. i.) : 1) ateş ocağı. 2) soba. 3) mangal. 4) bir şeyin tutuşup yandığı yer. 5) kış mevsiminin ilk iki ayı : (Aralık, Ocak) : kânûn-ı evvel (ilk kânun) : Aralık ayı.

kânûn-ı sânî

:  

(ikinci kânun) : Ocak ayı.

kanunen

: قانونا

("ka" uzun okunur, a. zf.) : kanuna göre, kanuna uyarak, kanuna uygun olarak, kanun yoliyle.

kanunî

: قانونی

("ka" uzun okunur, a. s.) : 1) kanuna âit, kanunla ilgili. 2) kanun koyan. (bkz. : vâzî-ül-kanûn). 3) iyi kanun çalan [kimse] . 4) onuncu pâdişâh Sultan Süleyman'ın lâkabı.

kanûniyyet

: قانونيت

("ka" uzun okunur, a. i.) : huk. bir kararın kanun olması, kanun hâline girmesi. Kesb-i kanûniyyet : huk. kanûniyet kesbetme, kanunlaşma.

kanûn-nâme

: قانوننامه

("ka" uzun okunur, a. f. b. i.) : huk. kanun kitabı.

kanûn-nâme-i rumât

:  

("ka" uzun okunur.) : okçulara (atıcılara) âit usulü bildiren eser.

kanûnşinâs

: قانون شناس

("ka" uzun okunur. a. f. b. s. c. : kanûn-şinâsân) : kanunun inceliklerini bilen [kimse] , kanun ve nizam koyan.

kanûn-şinâsân

: قانونشناسان

("ka" uzun okunur, a. f. b. s. kanûn-şinâs'ın c.) : kanunun inceliklerini bilen [kimseler] , kanun ve nizam koyanlar.

kanüt

: قنوط

(a. s.) : (bkz. : nevmîd).