kâf

: كاف

(f. s.) : yaran, yarıcı.

kâf

: ك

(a. f. ha.) : kef harfinin bir başka okunuşu, (bkz. : kef).

kâf-ı arabî

:  

Arap kefi : "kerim, kerâhat. vb. "

kâf-ı fârisî

:  

g sesini veren Acem kefi : "gül, gümân. . vb. " [bir "ye", "ve" abi okunan : "eğer, güvercin. . " bir de "deniz, ense ve beniz" de olduğu üzere "ti" gibi okunan sağır kef vardır]

kâf-ı levlik

:  

Hz. Muhammed (Alehisselâm).

kaf

: ق

(a. ha.) : 1) Osmanlı alfabesinin yirmi dördüncü harfi olup; "ebced" hesabında yüz sayısının karşılığıdır, k sesini verir. 2) [eskiden] askerlikte çekilen kur'alardan, "kur'a" sözüne işaret olarak, üzerinde (kaf) harfi bulunan kâğıt olup, bunu çeken, asker olurdu.

Kaf

: قاف

(a. h. i.) : masallarda, zümrüd-i anka kuşunun yaşadığı rivayet olunan dağ; Şark kavimleri kozmolojisinde Arzzın etrafını çepeçevre kuşatan dağın adı.

kafa

: قفاء

(a. i. c. : akfâ, akfiye) : 1) kafa, baş. Azm-i kafa : anat. kafa kemiği. 2) ense. 3) akıl, zekâ, anlayış.

kafâ-dar

: قفادار

(a. f. b. s.) : kafaca birbirine denk olan arkadaş.

kafas

: قفص

(a. i.) : kafes.

kafSvî

: قفاوی

(a. s.) : kafa ile ilgili olan.

kafes

: قفس

(f. i.) : kafes.

kafes-i teng

:  

dar kafes.

kafes-i teng-i sine

:  

göğsün dar kafesi.

kaffâl

: قفال

(a. i.) : çilingir.

kâffe

: كافه

(a. i.) : hep, bütün, cümle.

kâffe-i ahvâlde

:  

ahvâlin cümlesinde.

kâffe-i ef'âl

:  

bütün işler.

kâffe-i efrâd

:  

bütün fertler.

kâffeten

: كافة

(a. zf.) : bütün, hep, hepsi, cümlesi, (bkz. : cemîan, cümleten)

kâfî

: كافی

(a. s. kifâyet'den.) : elveren, yetişen; yeter, yetecek.

kâfil

: كافل

(a. s. kefâlet'den.) : 1) kefalet eden, üstüne alan [bir işi] . 2) ödeyen, kefil.

kafile

: قافله

("ka" uzun okunur, a. i. c. : kavâfil) : 1) birlikte yolculuk eden topluluk; zümre, fırka. 2) takım takım, sıra sıra gönderilen şeylerin her parçası.

kafile-sâlâr

: قافله سالار

(a. f. b. i.) : kafile başı, kafile reisi.

kafile-sâlâr-ı enbiyâ

:  

Hz. Muhammed (Alehisselâm).

kâfir

: كافر

(a. i. ve s. küfr ve küfrân'dan. c. : kâfirûn, kefere, küffâr) : 1) hakkı tanımıyan, bilmiyen. 2) Allah'ın varlığına ve birliğine inanmıyan. 3) küfreden, küfredici. 4) iyilik bilmiyen, nankör.

kâfir-i ni'met

:  

nankör. 5) mec. zekî; becerikli, kurnaz; yaman; cana yakın, sevimli, [asıl mânâsı : "setreden, örten" dir]

kâfirâne

: كافرانه

(a. f. zf.) : kâfire yakışacak surette, kâfircesine, kâfirce, İ'tikad-ı kâfirâne : kâfirce inanış.

Kâfir-istân

: كافرستان

(a. f. b. i.) : 1) islâm dîninde olmıyanların ülkesi. 2) Hindistan'ın kuzey batısında Kabil civarında bulunan dağlık bir bölge. 3) Afrika'nın güney kısmının doğu kıyıları.

kâfirûn

: كافرون

(a. i. kâfirin c.) : kâfirler, hakkı tanımıyanlar. (bkz. : kefere, küffâr).

kafiye

: قافيه

("ka" uzun okunur, a. i. c. : kavâfî) : ed. nazımda şiirlerin sonlarında tekerrür eden ve ayni sesi veren harflerin hareke ve sükûn hallerindeki birleşmeleri. Hurûf-i kafiye (kafiye harfleri) : revî, te'sîs, dahîl, redîf, kayd, vasi, hurûc, mezîd, teessüre.

kafiye-i mukayyette

:  

("ka" uzun okunur) : ed. revî harfinin evvelinde redîf olan sesli harflerden başka bir harfin tekrarlanmasiyle meydana gelen kafiye : (derdest, serbest... gibi]

kafiye-i mücerrede

:  

("ka" uzun okunur) : ed. revî denilen ve yalnız bir harften ibaret olan kafiye : [me'vâ', dünyâ. gibi]

kafiye-i müessese

:  

("ka" uzun okunur) : ed. revî ile redîf bulunmak ve ikisinin arasına bir değişik harf girmek suretiyle meydana gelen kafiye (o harfe "dahi" denir) : [âhir, ekâbir (dahîl : h-b)]

kafiye-i müreddefe

:  

("ka" uzun okunur.) : ed. revî harfinin evvelinde birlesen harflerin sesli harflerden biri olması suretiyle meydana gelen kafiye : [nişan, cihan. gibi] , (redif : a) ["dahîl" harfi iki redif arasında bulunuyorsa : kafiye-i müessese-i müreddefe denir : lâhût, yâsût.. gibi] (redif : a, u.).

kafiye-i mürekkebe

:  

("ka" uzun okunur.) : ed. revî harfinden başka ve ondan evvel aynı cinsten başka harflerin gelmesiyle meydana gelen kafiyedir ki : "müreddefe, müessese, mukayyede" kısımlarına ayrılır.

kafiye-i vasi ü şây-gân

:  

("ka" uzun okunur.) : ed. revîden sonra zamir veya edatın aynen tekerrür etmesi suretiyle meydana gelen kafiye, [âbâ-de, feryâde. . gibi] , (kelime tekerrür ederse redif denir : "nedamet gelmez, halâvet gelmez" : "gelmez" kelimeleri rediftir).

kâfiye

: كافيه

(a. i.) : ibn-i Hâcib'in Arap gramerine âit meşhur eseri, (bkz. : câmî).

kafiye-perdâz

: قافيه پرداز

("ka" uzun okunur, a. f. b. s.) : kafiye uyduran, nâzım, şâir. (bkz. : kafiye-senc).

kafiye-sene

: قافيه سنج

("ka" uzun okunur, a. f. b. i. c. : kafiye-sencân) : kafiye uyduran, kafiye düzen, şâir, nâzım, (bkz. : kafiye-perdâz).

kafiye-sencân

: قافيه سنجان

("ka" uzun okunur, a. f. b. i. kafiye-senc'in c.) : kafiye uyduranlar, şâirler, nâzımlar.

kafr

: قفر

(a. i. c. : kufâr) : susuz, otsuz, ıssız çöl. (bkz. : bâdiye, feyfâ).

kafur

: كافور

(a. i.) : Uzak Doğu'da yetişir bir çeşit taflandan elde edilen ve hekimlikte kullanılan, beyaz ve yan saydam, kolaylıkla parçalanan, ıtırı kuvvetli bir madde.

kâfûrî

: كافوری

(a. s.) : 1) Kâfurdan yapılma, kâfurla ilgili. 2) i. kâfur ruhu. Şem'-i kâfûrî : süzülmüş berrak mum.