kâ'b

: كعب

(a. i.) : 1) topuk kemiği; aşık kemiği. 2) tavla zarı. 3) sekiz köşeli, sekiz yüzlü cisim. 4) küb. (bkz. : mik'ab, müka'ab). 5) genç kız memesinin arşaklanması.

kâ'bına varamamak

:  

(topuğuna yetişememek) : birinin derecesine, üstünlüğüne erişemez olmak.

kaba'

: قباء

(a. i. c. : akbiye) : üste giyilen elbise, cübbe, kaftan.

kabâ-yi âhenîn

:  

demirden elbise, zırh.

kabâçe

: قاچه

(f. i.) : hafif giyecek, entari.

kabahat

: قساحات

(a. i. c. : kabahat) : çirkin hareket, uygunsuz iş, kusur, suç. [Arapça'daki mânâsı; "çirkinlik" demektir]

kabahat

:  

(a. i. kabâhat'in c.) : çirkin hareketler, kusurlar, suçlar.

kabâih

: قبائح

(a. kabîha'nın c.) : yakışıksız, çirkin şeyler, ["kabâyih" şeklinde de kullanılmıştır]

kabâil

: قبائل

(a. i. kabîle'nin c.) : kabîleler, boylar.

kabâil-i Arab

:  

Arap kabîlelri.

kabâle

: قباله

(a. i.) : 1) kadı'nın verdiği hüccet. 2) Yahudilerin, kendi cemaatleri için verdikleri vergi. 3) s. toptan, götürü yapılan [iş veya satış] , kabala.

kabâtî

: قباطی

(a. i. kıbtî'nin c.) : çingeneler.

kabbân

: قبان

(a. i.) : en çok postahânelerde, tren idarelerinde ağır eşyayı tartmaya yarar büyük terazi, baskül, kapan. [Farsça "ke-pan" dan alınmıştır]

Kâ'be

: كعبه

(a. h. i.) : 1) Hicaz'da, Mekke-i Mükerreme'de Harem-i Şerifin hemen hemen ortasında bulunan kutsal bina. [aslında Hz. Âdem yapısı iken, Tufanda yıkılmış; Hz. ibrahim ve İsmail tarafından ihya olunup bütün Müslüman, lar için mukaddes sayılmıştır] . 2) Müslümanların namaza başlarken yöneldikleri taraf, (bkz. : kıb-le-gâh). 3) Müslümanların hacı olmak üzere muayyen zamanda gidip ziyaret ettikleri yer. (bkz. : Beyt-ullah, Makam-ı İbrahim).

kâ'bet-ül-âmâl

:  

emellerin, isteklerin yönelmiş olduğu yer.

kâ'bet-ul-uşâk

:  

(âşıkların kâbesi) : Mevlânâ'nın türbesi.

kabes

: قبس

(a. i.) : parlak ateş közü.

kâbet

: كابة

(a. i.) : ıztırapl ve kederii olma.

Kâ'beteyn

: كعبتين

(a. i. c.) : "iki Kabe" : Mekke'deki Kabe ile Kudüs'teki Mescid-i Aksa.

kabız

: قابض

("ka" uzun okunur, a. s. kabz'dan) : 1) kabzeden, alan, tutan.

kabız-ı mâl

:  

1) vakıf gelirlerini tahsîl eden; 2) tahsildar; 3) meyva ve sebze yetiştiricileri ile manavlar arasında aracılık eden kimse, kabzımal.

kabız-ı ervah

:  

ruhları kabzeden, Azrail. 2) hek. kabızlık veren, peklik veren. 3) anat. sıkan, çeken.

kabıza

: قابضه

("ka" uzun okunur, a. s.) : anat. büken.

Kâ'b-ibn-i Züheyr

: كعب ابن زهير

(a. h. i.) : Kasîde-i Bürde'nin sahibi.

kabih, kabîha

: قبيح ، قبيحه

(a. s. c. : kıbâh) : çirkin, yakışıksız, fena, ayıp [şey]. Fi'l-i kabih : ayıp iş. Ta'bîrât-ı kabîha : ayıp sözler. Vech-i kabih : çirkin yüz.

kabîh-ül-vech

:  

çirkin yüzlü.

kabîha

: قبيحه

(a. i. c. : kabâih) : yakışıksız, çirkin şey, çirkin davranış, ayıp şey. Ef'âl-i kabîha : çirkin, yakışıksız işler.

Kabil

: كابل

(a. h. i.) : Afganistan'ın hükümet merkezî, başkendi. [aslı : "Kâbül" dür]

kabîl

: قبيل

(a. i. kabl'den.) : 1) soy, nevi, sınıf. 2) zf. türlü, gibi. 3) biraz evvel, az önce.

kabil

: قابل

("ka" uzun okunur, a. s. kabûl'den.) : 1) kabul eden, kabul edici. 2) olan, olabilir, (bkz. : mümkin).

kabil-i emânet

:  

insan (emânet kabul eden-) : [âyet-i kerîmeye telmîhan]

kabil-i feyz-i safa

:  

neşenin feyzini kabul eden.

kabil-i hitâb

:  

kendisiyle konuşulabilir, söz anlar.

kabil-i inkisar

:  

kırılabilir, kolaylıkla kırılması mümkün olan şeyler.

kabil-i inkişâf,

:  

geo. bir yanından kesilip bir düz üzerine tatbik olunduğu zaman, yırtılmadan, bükülmeden bir satıhları ('düzeyleri) bir düz hâline gelebilen şekiller, cisimler.

kabil-i istînâf

:  

huk. bidayet mahkemelerinden verilip de, başka bir mahkeme tarafından görülen ve muhakemesi kanunen caiz ve mümkün olan (dâvalar).

kabil-i kısmet

:  

huk. [eskiden] kendisinden maksut olan menfaat zail olmıyacak veçhile takdime sâlih olan müşterek mal.

kabil-i temyiz

:  

huk. temyiz mahkemesince görülebilecek olan [dâvalar] . 3) yetişebilir, istidatlı. 4) i. erkek ebe.

Kebîl

: قابيل

("ka" uzun okunur, a. h. i.) : Hz. Adem (Aleyhisselâm)in büyük oğlu olup kardeşi Hâbîl'i öldürmüştür.

kabile

: قبيله

(a. i. c. : kabâil) : iptidaî ve göçebe insanlarda, aynı soydan sayılan ve bir başa itaat eden insan topluluğu, boy.

kabile

: قابله

("ka" uzun okunur, a. i.) : kadın ebe.

kabiliyyât

: قابليات

("ka" uzun okunur, a. i. kabiliyyet'in c.) : (bkz. : kabiliyyet). kabiliyyât-ı zihniyye : zihne âit kabiliyetler.

kabiliyyet

: قابليت

("ka" uzun okunur, a. i. c. : kabiliyyât) : 1) anlama, anlayış, kabul edebilirlik, alabilirlik. (bkz. : isti'dâd, iz'ân).

kabiliyyet-i ahz

:  

fels. fr. receptivite.

kabiliyyet-i incirâr

:  

fiz. bâzı mâdenlerin haddeden geçip ince tel hâlini alabilmesi hassası.

kabiliyyet-i inhina

:  

fiz. eğilebilme, bükülebilma.

kabiliyyet-i inkısam

:  

fiz. kısımlara ayrılabilme, bölünebilme hâli.

kabiliyyet-i tatardık

:  

fiz. mâdenlerin çakiçle dövülerek veya başka bir tazyik ile ezilip yayılarak safîha, yassı hâle gelebilmesi. 2) beceriklilik, eli işe yatkınlık; kapasite.

kabin, kâbîn

: كابن ، كابين

(f. i.) : güveninin geline verdiği ağırlık, para, eşya, kafin, (bkz. : mehr-i müeccel).

kabir

: كابر

(a. s.) : büyük, ulu. (bkz. : kebîr)

kâbiren an kabir

:  

büyükten büyüğe (intikal etme).

kabkaba

: قبقبه

(a. i.) : kükreme, hay kırma [arslan, deve]

kabkaba-i ib

:  

1) devenin bağırması.

kabkaba-i şîr

:  

arslanın kükremesi.

kabl

: قبل

(a. zf.) : ön, önce, öndeki, evvel, evvelki.

kab'-el-feth meknuz

:  

huk. [eskiden] bir yere dâr-i İslâm olmadan konan define.

kabl-el-mîlâd

:  

milâd'dan önce, İsa'dan önce. 

kabl-el-vuku'

:  

olmadan önce.

kabl-el-vücud

:  

gelmeden önce.

kabl-et-taâm

:  

yemekten önce. 

kabl-et-târîh

:  

târihten önce, târih öncesi.

kabl-et-tecribe

:  

tecrübeden önce, tecrübe öncesi.

kabl-et-telâkî

:  

buluşmadan önce.

kabi-et-tûfân

:  

tüfan'dan önce.

kabl-et-tulû'

:  

tulû'dan önce, Güneş'in doğmasından önce.

kabl-ez-zevâi

:  

öğleden önce. [zıddı "ba'd" dir]

kablî

: قبلی

(a. s.) : fels. önsel, hiçbir tecrübeye dayanmadan, yalnız akıl yordamiyle, apriori, fr. a priori.

kabr

: قبر

(a. i. c. : kubur) : mezar. Azâb-ı kabr : kabir azabı me". bıktırıcı sualler, (bkz. : merkad, kûr).

kabr-i hâmuş

:  

susmuş, sessiz mezar.

kabr-istân

: قبرستان

(a. f. b. i.) : mezarlık, (bkz. : vâdî-i hâmûşân).

kâbûk

: كابوك

(f. i.) : 1) kuş yuvası. (bkz. : lâne, vekr). 2) ev güvercini yuvası; güvercinlik.

kabul

: قبول

(a. i.) : 1) alma. 2) içeri alma [birisini] Hüsn-i kabul : iyi karşılanma. 3) yersiz bir iş yapmış olma. 4) razı olma. 5) alıp kullanma. 6) huk. bir şeye sahip olmak için söylenen son söz. [alış veriş, alım satım bununla tamamlanır]

kabûl-gâh

: قبولگاه

(a. f. b. i.) : kabul yeri.

kâbus

: كابوس

(a. i.) : uykuda basan ağırlık, karabasan.

kabûs-nâme

: قابوسنامه

("ka" uzun okunur, f. b. i.) : Mercimek Ahmet tarafından Farsça'dan tercüme edilen bu mensur eser, Kabûs'un torunu Kûhistan hükümdarı Keykâvus'un Geylan Şah adındaki oğluna verdiği öğütleri bildiren kitap. [44 babdan ibaret olan bu kitabın her babında ayrı bir konuya Sit öğütler vardır]

Kâbül

: كابل

(a. h. i.) : (bkz. : Kabil).

kabz

: قبض

(a. i.) : 1) el ile tutma. 2) avuç içine alma, kavrama. 3) Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme. Ahz û kabz : alma. 4) peklik, amelsizlik, kabız, (bkz. : inkıbaz) : [mecazen feyz-i ma'nevî'nin gelişi (bast) : gelmeyişi (kabz)]

kabz ü bast

:  

kapanıp açılma, daralıp genişleme.

kabza

: قبضه

(a. i.) : 1) tutacak, tutamak yeri, sap.

kabza-i tîg

:  

kılıcın sapı. 2) bir tutam, bir avuç, bir el dolusu şey. 3) pençe.