izâ' |
: |
ازاء |
(a. i.) : hiza, sıra. |
îzâ' |
: |
ايزاء |
(a. i.) : 1) iyiliğe karşı iyilik etme. 2) kedere, mihnete uğratma. 3) korkma. |
izâa, izâat |
: |
اذاعه ، ذاعت |
(a. i.) : açığa vurma, (bkz. : fâş). |
izâa-i esrâr |
: |
|
sırları açığa vurma. |
izâa, izâat |
: |
اضاعه ، اضاعت |
(a. i. zıyâ'dan.) : zayi etme, kaybetme. |
i'zâb |
: |
اعذاب |
(a. i.) : 1) vazgeçme. 2) suyu temizleme. 3) azaba düşürme, düşürülme. |
izabe |
: |
اذابه |
(a. i. zevebân'dan.) : eritme, eritilme. |
iz'âc |
: |
ازعاج |
(a. i. c. : iz'âcât) : 1) yerinden koparma. 2) rahatsız etme, can sıkma, baş ağrıtma, tedirgin etme, bunaltma. |
izâde |
: |
اذاده |
(a. i.) : ailesini korumak için birine yardımda bulunma. |
izâde |
: |
اضاده |
(a. i.) : (bkz. : idâde). |
izâe, izâet |
: |
اضائه ، اضائت |
(a. i. zû'dan.) : ziya verme, aydınlatma, ışık verme. |
iz'âf |
: |
اضعاف |
(a. i.) : 1) zayıflatma, kuvvetini azaltma. 2) bir şeyin üstüne bir mislini zammetme. |
izâfât |
: |
اضافات |
(a. i. izâfet'in c.) : 1) izafetler, isim tamlamaları, isim takımları. 2) tas. dünyâ ile olan bağlar, ilgiler. 3) gr. zincirleme isim takımı. tetâbu-i izâfât : zincirleme isim takımı. |
izafe |
: |
اضافه |
(a. i.) : 1) zammetme, katma. 2) karıştırma. |
izafet |
: |
اضافت |
(a. i. c. : izâfât) : 1) iki şey arasındaki bağ, ilgi. 2) gr. isim * tamlaması, isim takımı. |
izâfet-i beyâniyye |
: |
|
gr. cins ve nevî gösteren izafet : "çınar ağacı; van kedisi; ankara vâlîsi. . " gibi. |
izâfet-i lâmiyye |
: |
|
gr. "bağın üzümü; elmanın kokusu; ankara'nın valisi. . " gibi. |
izâfet-i tesbîhiyye |
: |
|
gr. muzaf ve muzâfün ileyhte edat bulunmıyan izafetlerdir : "gümüş saat; demir kapı. " gibi. [yeni gramerlerde : "gümüş saat; altın kalem; demir köprü. . " gibi. terkiplerdeki "gümüş, altın, demir" gibi kelimeler sıfat sayılmakta, ve izafet terkibi değil, sıfat terkibi olarak gösterilmektedir] |
izafeten |
: |
اضافةً |
(a. zf.) : bir şeye ilişik olarak, bir şeye âit olarak, (bkz. : bi-l-izâfe). |
izafî |
: |
اضافی |
(a. s.) : 1) izafetle ilgili. 2) bağlı bulunduğu şey ile değişen, [müen. "izâfiyye"] |
izâfiyye |
: |
اضافيه |
(a. i.) : bağıntıcılık, görecilik, görecilik fr. relativisme. |
izâfiyyet |
: |
اضافيت |
(a. i.) : 1) bağlılık. 2) ilgi mâhiyeti. |
îzâh |
: |
ايضاح |
(a. i. vuzûh'dan c. : îzâhât) : açık, apaçık anlatma, * açıklama. |
izaha |
: |
اذاخه |
(a. i.) : bir şeyin etrafını dolaşma. |
îzâhât |
: |
ايضاحات |
(a. i. îzâh'ın c.) : açık anlatmalar, * açıklamalar. |
izâhe |
: |
ازاحه |
(a. i.) : bir şeyi ayırma, yerinden ayırma. |
îzâhen |
: |
ايضاحا |
(a. zf.) : açık olrak, açıklıyarak. |
izâka |
: |
اذاقه |
(a. i. zevk'den.) : tattırma, tattırılma; tat, lezzet ve zevk hissettirme. |
izâle |
: |
ازاله |
(a. i. zeval'den.) : giderme, giderilme; yok etme. |
izâle-i bikr |
: |
|
kızlığı bozma. |
izâle-i büzak |
: |
|
tükrüğün temizlenmesi. |
izâle-i şüyu' |
: |
|
bir mülk üzerindeki ortaklığı giderme. |
izâle-i taaffün, izâle-i ufunet |
: |
|
kokuyu giderici, antiseptik bir madde ile mikroplan, fena kokuyu yok etme. |
izâle |
: |
اذاله |
(a. i.) : 1) uzun etekli esvap. 2) kadın, yaşmağını açma. 3) halsiz bırakma. |
izam |
: |
عظام |
(a. s. azîm'in c.) : 1) büyükler, ulular. 2) (azm'in c.) : kemikler. |
i'zâm |
: |
اعظام |
(a. i. azm'den.) : 1) büyütme, büyültülme. 2) lüzumundan fazla ehemmiyet verme. |
i'zâm |
: |
اعزام |
(a. i.) : yollama; gönderme. |
iz'ân |
: |
اذعان |
(a. i.) : 1) anlayış, kavrayış, akıl. 2) itaat, söz dinleme, boyun eğme. 3) terbiye, edep. |
îzân |
: |
ايذان |
(a. i.) : 1) bildirme, bildirilme. 2) ezan okuma. |
izâr |
: |
ازار |
(a. i.) : belden aşağıya mahsus örtü, peştemal. (bkz. : futa). |
izâr |
: |
عذار |
(a. i.) : yanak, (bkz. : ruh). gül-izâr : gül yanaklı, yanakları gül gibi kırmızı. |
izâr-ı yâr |
: |
|
sevgilinin yanağı. |
izâr |
: |
ازار |
(f. i.) : suyun dibi. (bkz. : gavr). |
izâre |
: |
ازاره |
(a. i.) : ziyaret ettirme. |
izâre |
: |
اذاره |
(a. i.) : birini kuşkulandırma, kuruntuya sevketme. |
i'zâz |
: |
اعزاز |
(a. i. izz'den.) : 1) aziz kılma, saygı gösterme. 2) ikram etme, ağırlama. |
i'zâzen |
: |
اعزازا |
(a. zf.) : ikram ederek, ağırlıyarak. |
izbâd |
: |
ازباد |
(a. i.) : 1) köpüklenme. (bkz. : zebed). 2) ağaç çiçeklenme. |
izbâr |
: |
ازبار |
(a. i.) : yazma; yazı ile bildirme; yazılıp bildirilme. |
izcâ' |
: |
ازجاء |
(a. i.) : defetme. |
izdicâr |
: |
ازدجار |
(a. i.) : nasihat kabul etme, söz dinleme. |
izdiham |
: |
ازدحام |
(a. i. zaham'dan.) : kalabalık, yığılma, kalabalıktan sıkışma. |
izdirâ" |
: |
ازدراء |
(a. i.) : tahkir etme; hakir görme. |
izdirâ' |
: |
ازدراع |
(a. i.) : ziraat etme. ekin ekme. |
izdirâd |
: |
ازدراد |
(a. i.) : yutma, (bkz. : bel'). |
izdirâm |
: |
ازدرام |
lokmayı büyük büyük yutma. |
izdivaç |
: |
ازدواج |
(a. i. zevc'den.) : evlenme, birbirine eş olma. (bkz. : teehhül, tezevvüc). |
izdiyâd |
: |
ازدياد |
(a. i. ziyâde'den) : ziyadeleşme, artma, çoğalma. |
izem |
: |
عظم |
(a. i.) : büyüklük, ululuk. |
izfâf |
: |
ازفاف |
(a. i.) : gelin gönderme, gönderilme. |
izhâb |
: |
اذهاب |
(a. i.) : 1) giydirme, giydirilme. 2) altın kaplama, kaplatılma, yaldızlama, [ikinci mânâsı için "tezhib" kullanılır] |
izhâc |
: |
اذحاج |
(a. i.) : oturma, (bkz. : ikamet). |
izhâf |
: |
ازهاف |
(a. i.) : 1) hayrette bırakma. 2) hiyânet etme. 3) yalan söyleme. |
izhâk |
: |
ازهاق |
(a. i. sül. : zahaka.) : mahvetme, yok etme. |
izhâr |
: |
اظهار |
(a. i. zuhûr'dan.) : 1) gösterme, meydana çıkarma. 2) yalandan gösteriş. |
izhâr-ı belagat |
: |
|
belagat gösterme. |
izhâr-ı hakk |
: |
|
hakkı meydana çıkarma. |
izhâr-ı mâ fi-l-bâl, izhâr-ı mâ fi-s-süveydâ, izhâr-ı mâ fi-z-zamtr |
: |
|
fikrini söyleme, gönlündekini meydana koyma. |
izhâr-ı teessür |
: |
|
teessür gösterme. |
îzid |
: |
ايزد |
(f. h. i.) : 1) Allah, (bkz. : huda, şebdîz, şîzer, yezdan). 2) zerdüştlerin hayır tanrısı. |
izin-nâme |
: |
اذن نامه |
(a. f. b. i.) : [eskiden] bir nikâhın kıyılması için kadı tarafından verilen izin kâğıdı. |
izkâm |
: |
اركام |
(a. i.) : zükâm hastalığına uğratma, nezleye uğratma, uğratılma. |
izkâr |
: |
اذكار |
(a. i. zikr'den.) : hatıra getirme, getirilme. |
izlâk, izlâl |
: |
ازلاق ، ازلال |
(a. i.) : ayak kaydırma, sürçtürme. |
izlâl |
: |
اذلال |
(a. i. züll'den) : hakir görme, küçük görme, alçaltma. |
izlâl |
: |
اظلال |
(a. i. zıll'dan.) : gölge verme, gölgelendirme. |
izlâm |
: |
اظلام |
(a. i. zulmet'den.) : zulmette, karanlıkta bırakma; karanlık etme. |
izmâm |
: |
اذمام |
(a. i.) : 1) birini, kötülenecek bir durumda bulma. 2) birinden söz alma. |
izmihlal |
: |
اشمحلال |
(a. i.) : yok olma, yok olup bitme. |
izmihrâr |
: |
ازمهرار |
dama [yıldız] , 2) surat asma. 3) kışın, şiddetli olması. |
izmîl |
: |
ازميل |
(a. i.) : 1) çekiç. 2) keskin demir. 3) deri kesecek bıçak. |
izn |
: |
اذن |
(a. i.) : 1) izin, müsâade, ruhsat. 2) günahkâr olma, günah işleme. 3) vazifesinden, işinden uzaklaştırma, kovma. |
iznâb |
: |
اذناب |
(a. i.) : günahkâr olma, günah işleme. |
izrâ' |
: |
اذراء |
(a. i.) : 1) aşırı derecede medhetme. 2) altın arama, araştırma. 3) korkutma. |
izrâ' |
: |
اذراع |
(a. i.) : arşınlama. |
izyân |
: |
ازيان |
(a. i.) : donanma, donatılma, süslenme. |
izyyân-ı sefâin |
: |
|
gemilerin donanması. |
izz |
: |
عز |
(a. i.) : 1) değer, kıymet. 2) yücelik, ululuk. 3) güçlülük. |
izz ü şerefle |
: |
|
uğurlar olsun, güle güle. |
izzet |
: |
عزت |
(a. i.) : 1) değer, kıymet; yücelik, ululuk. 2) kuvvet, kudret. 3) hürmet, saygı; ikram, îzâz. 4) erkek adı. |
izzet-i nefs |
: |
|
şeref, onur, haysiyet, fr. amour propre. |
izzî |
: |
عزی |
(a. s.) : sabırlı, tahammüllü [adam] |
izzü-d-devle |
: |
عزالدوله |
(a. b. i.) : müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir unvan. |
izz-üd-dîn |
: |
عزالدين |
(a. it.) : dilimizde "izzettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılan bu kelime : "dînin kıymeti, kudret ve ulviyeti" manasınadır. |