îmi'

:

ايماء

(a. i.) : 1) işaret. 2) işaretle anlatma, dolayısiyle anlatma.

i'mâ

:

اعماء

(a. i.) : kör etme, edilme.

imâ'

:

اماء

(a. i. emen'in c.) : cariyeler.

imâd

:

اعماد

(a. i.) : 1) direk, dikme, sütun. Zât-ül-imâd : direkli, direkler üzerine kurulmuş bina.

imâd-üd-dîn

:

 

dînin direği. 2) erkek adı.

i'mâk

:

اعماق

(a. i.) : 1) bir şeyin derinliğine varma. 2) derinleştirme, (bkz. : ta'mîk).

i'mâk-ı bi'r

:

اعماق

kuyunun derinleştirilmesi.

i'mâl

:

اعمال

(a. i. amel'den. c. : i'mâlât) : 1) yapma, yapılma. 2) işleme. 3) kullanma. 4) meydana getirme. 5) huk, fıkıh usûlüne göre, ihmâl etmeyip söze bir mânâ verme.

i'mâlât

:

اعمالات

(a. i. i'mâl'in c.) : bir fabrikanın veya memleketin sanayie âit yaptığı işler.

imalât

:

اعمالات

(a. i. imâle'nin c.) : ed. İmâle 2 ler.

imâle

:

اماله

(a. i. meyl'den.) : 1) meylettirme, bir tarafa eğme, yatırma. 2) ed. vezne uydurmak için, kısa heceyi lüzumundan fazla uzun okuma.

imâm

:

امام

(a. i. c. : eimme) : 1) namazda, kendisine uyulan kimse. 2) önde bulunan, önayak olan kimse. 3) halîfe olan kimse. 4) bir mezhep kuran zât. 5) Hz. Ali neslinden gelen zevat.

İmâm-ı a'zam

:

 

(en büyük imam) : İslâm dîninde ehl-i sünnet mezheplerinin dört büyük imamından biri olan Hz. Numan bin Sabit.

imame

:

عمامه

(a. i.) : 1) sarık. 2) tespih, çubuk gibi şeylerin baş tarafına geçirilen, çoğu kehribardan yapılmış olan uzunca kısım, başlık. 3) g. s. fildişi oyma ve kakmalarda görünüşü tacı ve imameyi andıran motif.

imamet

:

امامت

(a. i.) : imamlık.

imâmeyn

:

امامين

(a. i. c.) : iki imam. [bâzan, "İmâm-ı A'zam", "İmâm ı Şafiî", çok defa "Imâm-ı Ebû Yûsuf" ile "İmâm-ı Muhammed" için kullanılır]

imâmiyye

:

اماميه

(a. i.) : imâmîler, Hz. Muhammed (Alehisselâm)'den sonra, Hz. Ali'nin ve ahfadının meşru imam olduğuna inanan mezheb ki, "isnâ aşeriyye", "seb'iyye", "zeydiyye" gibi birçok hiziplere bölünmüştür.

imâm-ül- enbiyâ'

:

امام الانبياء

(a. it.) : "nebilerin, peygamberlerin imâmı" : Hz. Muhammed (Aleyhisselâm).

imâm-ül-müslimîn

:

امام المسلمين

(a. it.) : "Müslümanların imamı" : halîfe.

im'ân

:

امعان

(a. i. maan'dan.) : 1) bir işte çok ileri varma, çok dikkatli olma. 2) inceden inceye araştırma.

imân

:

ايمان

(a. i. emn'den.) : 1) inanma, inanç. 2) İslâm dînini kabul e'tme.

îmân-ı makbul

:

 

insanların îmânı.

îmân-ı m'asûm

:

 

peygamberlerin îmânı.

îmân-ı matbu'

:

 

melâikelerin îmânı.

îmân-ı merdûd

:

 

münafıkların îfnânı.

îmâniyye

:

ايمانيه

(a. i.) : fels. * inancılık, fr. fideisme.

i'mâr

:

اعمار

(a. i. umrJn'dafi. c. : i'mârât) : şenlendirme, bayındır hâle getirme.

imaret

:

عمارت

(a. i.) : 1) ümran, bayındırlık, (bkz. : ma'muriyyet). 2) yoksullara yiyecek dağıtılmak üzere kurulmuş olan hayır evi.

imâta

:

اماطه

(a. i.) : uzaklaştırma, uzaklaştırılma.

imâte

:

اماته

(a. i. mevt'den.) : öldürme, yok etme.

imâte-i vakt

:

 

(vakit öldürme) : eğlenerek vakit geçirme.

imdâd

:

امداد

(a. i. meded'den.) : 1) yardım. 2) yardıma gönderilen kuvvet.

imdâdiyye

:

امداديه

(o. i.) : muharebe zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfî vergi.

imhâ'

:

امحاء

(a. i. mahv'den.) : mahvetme, edilme, yoketme.

imhâ

:

امها

(a. i.) : bileme, keskinletme.

imhâk

:

امحاق

(a. i.) : 1) bereketsiz. 2) kararma.

imhâl

:

امهال

(a. i. mehl'den.) : 1) mühlet verme. 2) bir zaman daha sonraya bırakma. Bilâ imhal : hiç vakit geçirmeden.

imhâz

:

امحاض

(a. i.) : doğrulukla yapma.

imkân

:

امكان

(a. i. me'kânet'den.) : olabilecek vaziyette bulunma; olabilirlik. Adem-i imkân : olamazlîk. Adîm-ül-imkân : olamaz.

imkân-ı aklî

:

 

mant. akılca mümkün oluş.

imlâ'

:

املاء

(a. i. melâ'dan.) : 1) doldurma, doldurulma. 2) söyleyip yazdırma, yazdırılma. 3) bir dilin cümlelerini, kelimelerini doğru yazmak bilgisi, fr. dictee.

imlâk

:

املاق

(a. i.) : mülk sahibi olma.

imlâk

:

املاق

(a. i.) : çok fakir düşme, düşkünlük.

imlâl

:

املال

(a. i. melâl'den.) : usandırma, usandırılma.

imlîse

:

امليسه

(a. i.) : sahra, çöl. (bkz. : bâdiye).

imlîsî

:

امليسی

(a. i.) : hırsız, (bkz. : sarık).

imrâc

:

امراج

(a. i.) : 1) hayvanı otlatma, çayıra salıverme. 2) ahde vefa etmeme, sözünü bozma.

İmrân

:

عمران

(a. h. i.) : Hazret-iMeryem'in babası. Âl-i İmrân : İmrân'ın sülâlesi = Mûsâ ile Hârûn veya Meryem ile îsâ. Sûre-i Âl-i İmrân : Kur'ân-ı Kerîm'in üçüncü sûresi.

imrâr

:

امرار

(a. i. mürur'dan.) : geçirme, geçirilme.

imrâr-ı evkat

:

 

vakitleri geçirme.

imreet

:

امرأة

(a. i.) : kadın, hâtûn.

imreet-ül-müselsele

:

 

astr. semânın kuzey yarım küresinde "Feres-i a'zam" ile "Zât-ül-kürî" burç lannın arasında bulunan ve "Feres-i a'zam" kuyruğu gibi duran birkaç parlak yıldızlı bir burç, lât. Ancfromeda; fr. Andromede.

imsâ'

:

امساء

(a. i.) : 1) bozma, (bkz. : ifsâd). 2) akşama kalma.

imsak

:

امساك

(a. i. misk'den.) : 1) bir şeyden el çekme, perhiz. 2) zamanında oruca başlama, oruca başlama zamanı. 3) cimrilik, pintilik.

imsâkiyye

:

امساكيه

(a. i.) : ramazanda, imsak vaktini gösteren cetvel.

imsâl

:

امصال

(a. i.) : boşuna sarfetme, har vurup harman savurma.

imsâs

:

امصاص

(a. i. mass'dan.) : 1) emdirme, emdirilme. 2) suda erimiş ilâcı şırınga etme.

imsâs

:

امساس

(a. i.) : messettirme, değdirme; elle tutup sevme.

imseb

:

امشب

(zf.) : bu gece.

imtâr

:

امطار

(a. i.) : yağdırma, yağdırılma.

imtâr-ı ahcâr

:

 

taş yağdırma.

imtâr-ı matar

:

 

yağmur yağdırma.

imtidâd

:

امتداد

(a. i. medd'den.) : 1) uzama, uzanma; uzun sürme. 2) astr. * uzay, fr. espace. (bkz. : feza').

imtihâ'

:

امتهاء

(a. i.) : bileme, bilenilme, bilenme.

imtihâ-yi seyf

:

 

kılıcın bilenmesi.

imtihan

:

امتحان

(a. i. mehn'den. c. : imtihânât) : deneme, sınama, sınıf geçmek için sorulan sualler, * sınav, (bkz. : ezmâyiş).

imtihâz

:

امتحاض

(a. i.) : hâlis, katkısız, saf olma.

imtilâ'

:

امتلاء

(a. i. melâ'dan.) : 1) dolgunluk.

imtilâ-i mi'de

:

 

mîde dolgunluğu. 2) kan toplanma, kan durma.

imtina'

:

امتناع

(a. i. men'den.) : 1) çekinme, geri durma. 2) imkânsızlık, olamayış.

imtinâ-i âdi

:

 

huk. [eskiden] bir şeyin vücudu âdeten mümkün olmamaktır, [birisinin, nesebi mâruf bir kimse hakkında : "benim oğlumdur" demesi gibi.

imtinâ-i hakiki

:

 

huk. [eskiden] bir şeyin ademinin aklen zarurî olması. Meselâ : [bir kimsa kendisinden yaşça büyük olan kimse hakkında : "bu benim oğlumdur" diye iddia etse dâvası dinlenmez, çünkü, kendisinden yaşça büyük bir adamın kendisinin sulbî oğlu olmak aklen mümtenî-dir]

itminân

:

امتنان

(a. i. menn'den) : iyiliği başa kakma.

imtirâ'

:

امتراء

(a. i.) : 1) şüphe etme, şüphelenme. 2) tereddüt, kararsızlık.

imtirâs

:

امتراس

(a. i.) : kaşınma, sürtünme.

imtirâs-ı himâr

:

 

eşeğin kaşınması.

imtisâl

:

امتثال

(a. i. mlsl'den) : 1) îcâbedeni, gerekeni yapma; bir örneğe göre hareket etme. 2) alınan emre boyun eğme. (bkz. : inkıyâd).

imtisâlen

:

امتثالا

(a. zf.) : uyarak, bağlı olarak.

imtisas

:

امتصاص

(a. i. mass'dan.) : 1) emme, emerek çekme, soğurma. 2) faiy. soğurulma, emilme, fr. absorbtion.

imtişât

:

امتشاط

(a. i.) : taranma, saç veya sakal tarama.

imtiyaz

:

امتياز

(a. i. c. : imtiyâzât) : 1) başkalarından ayrılma, farklı olma. 2) ayrıcalık. 3) bir işi, başkaları yapamamak üzere, husûsî müsâade ile bir kimseye veya bir müesseseye verme.

imtiyâzât

:

امتيازات

(a. i. imtiyâz'ın c.) : imtiyazlar, müsâadeler, izinler.

imtizaç

:

امتزاج

(a. i. mezc'den.) : 1) karışabilme. 2) birbirini tutma, uygunluk. 3) iyi geçinme; uyuşma. 4) kim. kaynaşma.

imtizâc-ı elvan

:

 

renklerin birbirine uyması.

imza'

:

امضاء

(a. i.) : bir kimsenin, mektup ve şâir resmî kâğıtların altına, kendi eliyle, her zaman aynı biçimde yazdığı kendi adı. Vâzi'-ül-imza" : imza koyan, adını yazan.

imzâ-i kaza

:

 

huk. verilen hükmü infaz ve icrâ etme.