ilâ |
: |
الی |
(a. e.) : ... ye, ... ye kadar, ... dek, ... değin. Min evvel ilâ âhir : evvelinden sonuna kadar. |
îlâ' |
: |
ايلاء |
(a. i.) : 1) yemin etme. 2) orkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması için yemin etmesi. 3) sıkıntı ve derde uğrama. |
îlâ-i meçhul |
: |
|
huk. [eskiden] ebediyet veya müddetle takyîdolunmıyan îlâdır ki Îlâ-i müebbet hükmündedir. |
îlâ-i muvakkat |
: |
|
huk. [eskiden] bir müddetle mukayyet olan îlâ. |
îlâ-i müebbed |
: |
|
huk. [eskiden] ebediyetle mukayyet olan îlâ. |
i'lâ |
: |
ايلاء |
(a. i. ulüvv'den) : 1) yükseltme, yükseltilme, yüceltme, yüceltilme. 2) şan ve şöhretini arttırma. |
i'lâ-yi kelime-t-ullâh |
: |
|
İslâm dîninin tevhid akidesini, sânına lâyık şekilde yüceltip yayma. |
İlâ' |
: |
ايلاع |
(a. i.) : haris etme, çok istekli kılma. |
il'âb |
: |
العاب |
(a. i.) : oynatma, oynatılma; oyunla meşgul etme, edilme. |
ilâç |
: |
ايلاج |
(a. i.) : girdirme, içeri sokma, (bkz. : idhâl). |
ilâç |
: |
علاج |
(a. i.) : 1) derde deva olan şey, ilâç. 2) çâre, tedbir. Bi-ilâc, Lâ-ilâc : ilâçsız, çaresiz, (bkz. : nâ-çâr). |
ilâç-nâ-pezîr |
: |
علاج نا پذير |
(a. f. b. s.) : 1) ilâç kabul etmiyen, tedâvî edilemiyen. 2) çaresiz, imkânsız. |
ilâç-pezîr |
: |
علاج پذير |
(a. f. b. s.) : 1) ilâç kabul edip şifâsını bulan. 2) çâresi bulunabilen. |
îlâd |
: |
ايلاد |
(a. i. velâdet'den.) : doğurma, doğurulma. (bkz. : tevlîd). |
i'lâf |
: |
ايلاف |
(a. i. alefcten.) : hayvana yem verme, yem yedirme. |
îlâf |
: |
ايلاف |
(a. i. ülfet'den.) : ülfet ettirme, ettirilme; alıştırma, alıştırılma. |
ilâh |
: |
اله |
(a. i. c. : âline) : mitolojide tanrı, (bkz. : ma'bûd). |
ilâh |
: |
الخ |
(a. i.) : ve başkaları, ve benzerleri, (v. b.). [Arapça'da : "sonuna kadar, diğerleri de böyledir" mânâsına gelip "ilâ-âhirini" nin kısaltmasıdır] |
ilahe |
: |
الهه |
(a. i. c. : âlihât) : mitolojide kadın tanrı, (bkz. : mabûde). |
ilâhî |
: |
الهی |
(a. s.) : 1) Allah 'a mensup, tanrı ile ilgili, * tanrısal. İlm-i ilâhî, fr. theodicee. 2) ilâhi, (bkz. : münâcât). |
ilâhî |
: |
الهی |
(a. n.) : Allah'ım, eyAllah; bu ne hal, ne tuhaf. |
ilâhiyyât |
: |
الهيات |
(a. i. c.) : felsefenin, Allah'tan ve Allah ile ilgili mevzulardan bahseden kısmı, fr. theologie. |
ilâhiyye, ilâhiyyet |
: |
الهيه ، الهيت |
(a. i.) : tanrıcılık, * yaradancılık deizm, fr. deisme, theisme. tas. her şeyin Allah'ın birliğinde mündemiç olduğu mânâsına gelen bir kelime. |
ilâhiyyûn |
: |
الهيون |
(a. i. c.) : 1) Allah'ın varlığına inanan filozoflar. 2) felsefenin Allah'dan bahseden kısmiyle meşgul olan kimseler. |
i'lâk |
: |
اعلاق |
(a. i. alak'dan.) : bir uzva sülük yapıştırma, [asıl mânâsı : "yapışmak için sülük salıverme" dir] |
i'lâl |
: |
اعلال |
(a. i.) : 1) a. gr. İllet harfleri denilen ve kelime içinde bulunan "elif, vav, ye" harfli bir fiilin kendi şekli ile aldığı şekle nasıl girdiğini bir kaideye bağlama. [Meselâ : "kale'nin aslı" "kavele" iken : vav müteharrik, makabli meftuh olduğu için "vav" yâ ye kalbo-larak "kavele=kâle"; "yakvilü=yekulü" olması gibi] |
i'lâlî |
: |
اعلالی |
(a. s.) : i'lâle mensup, i'lâl ile ilgili. |
i'lâm |
: |
ائلام |
(a. i. elem'den.) : elem verme, keder verme. |
îlâm |
: |
ايلام |
(a. i.) : düğün yemeği. |
i'lâm |
: |
اعلام |
(a. i. ilm'den.) : 1) bildirme, bildirilme, anlatma. 2) (huk. c. : i'lâmât) : bir dâvanın, mahkemece nasıl bir hüküm ve karara bağlandığını gösteren resmî vesika. |
i'lâmât |
: |
اعلامات |
(a. i. i'Iâm'ın c.) : bir dâvanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî vesikalar. |
i'lâmât-ı şer'iyye |
: |
|
huk. şer'iye mahkemelerinden nikâh, nafaka ve sâireye dâir verilen îlâmlar. |
i'lâmât-ı nizâmiye |
: |
|
huk. nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar. |
ilân |
: |
علان |
(a. i.) : meydana çıkarma, açığa vurma, yayma. |
i'lân |
: |
اعلان |
(a. i. alen'den. c. : i'lânât) : 1) açığa vurma, meydana çıkarma, belli etme. 2) yayma; yaymak için gazeteye verme. 3) gazetelerde bu yolda veya reklâm için yazılmış yazı. |
i'lân-ı harb |
: |
|
savaş açma. |
i'lân-ı iflâs |
: |
|
tüccar, iflâs ettiğini açığa vurma. |
i'lânen |
: |
اعلانا |
(a. zf.) : ilân yoliyle, îlân ederek. |
ilâ-nihâye |
: |
الی نهايه |
(a. zf.) : nihayete kadar, sonuna kadar, (bkz. : ile-l-ebed). |
i'lân-nâme |
: |
اعلاننامه |
(a. f. b. i.) : 1) içinde îlân olan kâğıt. 2) bir şeyin herkese îMnı için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmî kâğıt. |
îlâs |
: |
ايلاس |
(a. i.) : kinayeli, iğneli sözler söyleme, söylenilme. |
ilâvât |
: |
علاوات |
(a. i. ilâve'nin c.) : ilâveler, ulamalar, katmalar, ekler. |
ilâve |
: |
علاوه |
(a. i. c. : ilâvât) : 1) ulama, katma, ek, ekleme. 2) arttırma. 3) bir gazetenin kendi sayısından başka ek çıkardığı sayı. |
ilâveten |
: |
علاوةً |
(a. zf.) : ilâve, ekolarak. |
ilbâd |
: |
الباد |
(a. i.) : 1) yapıştırma, yapıştırılma. 2) yırtık yamama, yamanma. |
ilbâs |
: |
الباس |
(a. i. Mbs'den.) : giydirme, giydirilme; örtme, örtülme, (bkz. : iksâ'). |
ilbâs |
: |
الباث |
(a. i.) : alıkoyma, durdurma. |
ilcâ' |
: |
الجاء |
(a. i. c. : ilcâât) : mecbur etme, zorlama, ... zorunda bırakma. |
ilcâât |
: |
الجاآت |
(a. i. ilcâ'nın c.) : mecbur etmeler, zorlamalar, ... zorunda bırakmalar. |
ilcâc |
: |
الجاج |
(a. i.) : feryâdetme. |
ilcâtn |
: |
الجام |
(a. i.) : gem takma, cem takılma, gemleme. |
ilel |
: |
علل |
(a. i. illet'in c.) : 1) illetler, hastalıklar, sakatlıklar. |
ilel-i muhtelife |
: |
|
hek. türlü illetler, hastalıklar. |
ilel-i sâriyye |
: |
|
hek. bulaşıcı hastalıklar, fr. maladies contagieuses. |
ilel-i müstevliye |
: |
|
hek. salgın hastalıklar, fr. maladies epidemiques. 2) vesileler, sebepler. |
ilel ü emraz |
: |
|
hek. hastalıklar ve sakatlıklar. |
ile-l-ân |
: |
الی الآن |
(a. zf.) : bu âne kadar, şimdiye kadar, hâlâ. |
ile-l-ebed |
: |
الد الابد |
(a. zf.) : ebede kadar, sonsuz olarak, (bkz. : ilâ nihâye). |
ileyh |
: |
اليه |
(a. zm.) : "erkek olan tek kişiye" : ona. Mef'ûl-ün-Meyh : ismin "-e hâli". Muzâf-ün-ileyh : isim tamlamalarında "belirten" |
ileyhâ |
: |
اليها |
(a. zm. ileyh'in müen.) : [dişi olan tek kişiye] : ona. |
ileyhimâ |
: |
اليهما |
(a. zm) : [erkek olan çift kişiye] : onlara. |
ileyhüm |
: |
اليهم |
(a. zm) : [erkek olançok kişiye] : onlara. * |
İleyhünâ |
: |
اليهنا |
(a. zm.) : [dişi olan çift kişiye] : onlara. |
İleyhünne |
: |
اليهن |
(a. zm.) : [dişi olan çok kişiye] : onlara. |
ilf |
: |
الف |
(a. i.) : (bkz. : üns). |
ilga' |
: |
الغاء |
("ga" uzun okunur, a. i. lâğvdan) : 1) lağvetme, kaldırma, bozma. 2) yürürlükten kaldırma, hükümsüz bırakma. |
İlgaz |
: |
الغاز |
("ga" uzun okunur, a. i. lûgaz'dan) : maksadı gizleme, bilmece hâline sokma. |
ilh |
: |
الخ |
(a. zf.) : "ilâ âhir" sözi. nün kısaltması. |
ilhâ' |
: |
الهاء |
(a. i.) : boş şeylerle meşgı etme. |
ilhâb |
: |
الهاب |
(a. i.) : 1) alevlendirme, tutuşturma. 2) iltihaplandırma, şişirip kızarıma. |
ilhâd |
: |
الحاد |
(a. i.) : 1) gerçek inançtan dönme, cayma. 2) Allah'ın varlığına, birliği ne inanmama, dinsizlik. 3) fels. Tanrı tanımazlık atheisme. (bkz. : işrâk, şirk). |
ilhâf |
: |
الحاف |
(a. i.) : (bkz. : ilhâh). |
ilhâh |
: |
الحاح |
(a. i. c. : ilhâhât) : 1) üzerine düşme, zorlama. 2) ısrar etme, direnme (bkz. : ilhâf). |
ilhak |
: |
الحاق |
(a. i. c. : ilhâkat) : 1) katma, katılma; katıştırma. (bkz. : ilâve). 2) kelimenin sonuna bir harf veya edat katma. Redd-İlhâk : birinci dünyâ savaşı mütârekesinde, mem leketin bölünmesine taraftar olmıyanların kurduk lorı cemiyetin adı. |
ilham |
: |
الهام |
(a. i. c. : ilhâmât) : 1) Allah tarafından insanın gönlüne bir şey doğdurulma. 2) peygamberlerin kalbine gelen ilâhî düşünceler. [bâ'zan vahî mânâsına da gelir] . 3) gönüle doğan şey 4) içe, gönüle doğma. |
ilhâmiyye |
: |
الهاميه |
(a. i.) : Kur'an, hadîs fıkıhtan ziyâde, ilham eseri olan kitaplara ehemmiyet veren bir bâtıl mezhep. |
ilhan |
: |
ايلخان |
(f. i.) : [eskiden] Moğol hükümdarlarına verilen unvan. |
ilhanı |
: |
ايلخانی |
(f. s.) : ilhanlık, ilhanla ilgili. |
ilka' |
: |
القاء |
("ka"uzun okunur, a. i.) : 1) bırakma, bırakılma, terk, atma. 2) (c. : il-kaât). (bkz. : telkin). |
ilkah |
: |
القاح |
("ka" uzun okunur, a. i.) : biy. aşı vurma; dölleme, döllenme, fr. fecon-dation. |
illâ |
: |
الا |
(a. e.) : 1) den başka, meğer. 2) aksi halde. 3) ille, mutlaka. |
illet |
: |
علت |
(a. i. c. : ilel) : 1) hastalık; sakatlık. 2) sık sık tepen hastalık. 3) sebep. 4) gaye, hedef. 5) mant. * neden, fr. cause. 6) (a. gr.) : bir kelimenin kendi harfleri arasında huruf-i illet'ten (elif, vav, ye) biri bulunması. |
îllet-i gaiyye |
: |
|
("ga" uzun okunur) : fels. fr. cause finale. |
illet-i tâmme |
: |
|
fels. fr. raison suffisante. |
illî |
: |
علی |
(a. s.) : fels. sebebe âit, sebebi, * nedensel, fr. causal. |
illiyet |
: |
عليت |
(a. i.) : nedeni, netî. ceye bağlıyan bağ, * nedensellik, fr. causalite. |
illiyyîn, illiyyûn |
: |
عليين ، عليون |
(a. i.) : cennetin ve gökyüzünün en kutsal, en yüksek tabakası. |
ilm |
: |
علم |
(a. i. c. : ulûm) : 1) bilme, biliş; bir şeyin doğrusunu bilme, (bkz. : dâniş). 2) okuyarak öğrenilen bilgi, nazarî bilgi. |
ilm-i ahlâk |
: |
|
ahlâk bilgisi. |
ilm-i ahvâl-i cevv |
: |
|
meteoroloji, fr. meteorologie. |
ilm-i arz, ilm-ül-arz |
: |
|
jeoloji, fr. geologie. |
ilm-i beden, ilm-ül-ebdân |
: |
|
hekimlik bilgisi. |
ilm-i cedel |
: |
|
ilmî münâkaşa, ilmî tartışma. |
ilm-i emraz, ilm-ül emraz |
: |
|
patoloji, fr. patho-logie. |
ilm-i ensâb, ilm-ül-ensâb |
: |
|
jeneoloji, fr. geneo-logie. |
ilm-i ensâc, ilm-ü-ensâc |
: |
|
* dokubilim, fr. histologie. |
ilm-i ezelî |
: |
|
Allah'ın ezelî bilgisi, * öncebilim, fr. precience. |
ilm-i hâl |
: |
|
din kaidelerini öğretmek üzere yazılmış kitap. |
ilm-i hayvanât |
: |
|
zooloji, fr. zoologie. |
ilm-i hesâb |
: |
|
aritmetik, arithme'tique. |
ilm-i hey'et |
: |
|
astronomi, fr. astronomie. |
ilm-i hilaf ü cedel |
: |
|
münâkaşa yollarını öğreten ilim. |
ilm-i içtimaî |
: |
|
cemiyet bilgisi, fr. sociologie. |
ilm-i idare |
: |
|
idare bilgisi. |
ilm-i iktisâd |
: |
|
ekonomi politik, fr. öconomie politique. |
ilm-i İlâhî |
: |
|
teodise, fr. Theodicee. |
ilm-i kıhıf |
: |
|
frenoloji, fr. freinologie. |
ilm-i müstehâsât |
: |
|
eski varlık-bilim, paleontoloji, fr. paleontologie. |
ilm-i nebatat |
: |
|
botanik, fr. botanique. |
ilm-i rûh, ilm-ür-rûh |
: |
|
pisikoloji, psychologie. |
ilm-i savt |
: |
|
akustik, fr. accoustique. |
ilm-i secâyâ |
: |
|
ırabilim' etoloji, fr. ethologie; karakteroloji, fr. caracterologie. |
ilm-i terbiye-i etfâl |
: |
|
* eğitbilim, pedagoji, fr. peV dagogie. |
ilm-i vezâif |
: |
|
ödev bilgisi, deontoloji fr. döon-tologie. |
ilm ü haber |
: |
|
resmî vesika, hal kâğıdı. |
ilmâ |
: |
الما |
(a. i.) : çalma, (bkz. : sirkat). |
ilmâ' |
: |
الماع |
(a. i.) : 1) lemeân ettirme, parlatma [ışık hak.] . 2) bir şeyi, olmazdan önce işaretle bildirme. |
ilmâh |
: |
الماح |
(a. i.) : 1) bir şeyi parıldatma. 2) güzel bir kız veya kadın, yüzünü gösterip hemen çekilme. |
ilmâm |
: |
المام |
(a. i.) : 1) küçük günah işleme. 2) konma; iki şey birbirine yaklaşma. |
ilmî |
: |
علمی |
(a. s.) : ilimle, bilgi ile ilgili. |
ilmiyyât |
: |
علميات |
(a. i. c.) : bilgi nazariyyesi, fr. epistemologie. |
ilmiyye |
: |
علميه |
(a. i.) : şeriat ve fıkıh işleriyle uğraşan sarıklı, cübbeli hocalar sınıfına verilen bir ad. |
ilmiyye rütbeleri |
: |
|
ulemâ sınıfına mahsus rütbeler, [aşağıdan yukarıya doğru şöyledir : müderrislik, kibâr-ı müderrisin, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, haremeyn-il-şerîfeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği] |
ilsâk |
: |
الصاق |
(a. i. lüsûk'dan.) : bitiştirme, bitiştirilme; kavuşturma, kavuşturulma. |
iltiâb |
: |
التعاب |
(a. i.) : oynama, (oyun) oynama. |
iltiâk |
: |
التعاق |
(a. i.) : rengi değişme, rengi bozulma. |
iltibas |
: |
التباس |
(a. i. lebs'den.) : iki veya daha çok şeyin -biri, öteki sanılacak surette birbirlerine benzemesi. |
iltica' |
: |
التجاء |
(a. i.) : sığınma, barınma. |
ilticâc |
: |
التجاج |
(a. i.) : 1) karışma [ses] . 2) sığınma, (bkz. : iltica). |
ilticâ-gâh, ilticâ-geh |
: |
التجاه گاه ، التجاگه |
(a. f. b. i.) : 1) sığınacak yer. 2) sığınak. (bkz. : melce'). |
iltidâ' |
: |
التداع |
(a. i.) : yalvarma, yanıp yakılma. |
iltifâf |
: |
التفاف |
(a. i.) : 1) sarınma, bürünme, örtünme. 2) çiçeklerin bürüm bürüm katmerleşmesi. |
iltifat |
: |
التفات |
(a.) : 1) yüzünü çevirip bakma. 2) dikkat. 3) hatır sorma, gönül alma. 4) sözü, başka bir şahsa çevirme; fels. fr. concomitance. |
iltifât-kâr |
: |
التفاتكار |
(a. i.) : iltifat eden, hatır sorup gönül alan. (bkz. : iltifâtperver, mültefit). |
iltifât-kârâne |
: |
التفاتكارانه |
(a. f. zf.) : iltifat edene, hatır sorup, gönül alana yakışacak sârette. |
iltifât-perver |
: |
التفاتپرور |
(a. f. b. s.) : iltifat eden, hatır sorup, gönül alan. (bkz. : iltifât-kâr, mültefit). |
iltihâ' |
: |
التهاء |
(a. i.) : eğlenme, bir şeyle oynama. |
iltihâ' |
: |
التحاء |
(a. i. lihye'den.) : sakal salıverme, sakallanma. |
iltihâb |
: |
التهاب |
(a. i. leheb'den. c. : iltihâbât) : 1) alevlenme, tutuşma. 2) vücudun bir tarafına kan hücûmiyle, oranın şişip kızarması, * yangı. |
iltihâb-ı a'ver |
: |
|
hek. kör bağırsağın iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ı bel'ûm |
: |
|
hek. bel'um (* yutak) denilen hazım organının iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ı ecfân |
: |
|
hek. göz kapaklarının iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ı edeme |
: |
|
hek. cildin iltihaplanarak katılaşması. |
iltihâb-ı hançere |
: |
|
hek. nefes borusunun iltihabı, yangısı, fr. laryngite. |
iltihâb-ı hancere-i sarsariyye |
: |
|
hek. küçük çocuklara gelen ve çocuğu boğulur gibi bir hâle sokan bir nevi gırtlak hastalığı. |
iltihâb-ı kasabât-ür-ree |
: |
|
hek. akciğerdeki nefe borularının iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ıkebed |
: |
|
hek. karaciğerin iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ı lisân-ı mizmâr |
: |
|
hek. küçük dili örten zarın iltihabı, yangısı. |
iltihâb-ı nuhâ-i şevki |
: |
|
hek. murdar iliğin iltihâbı, yangısı. |
iltihabı |
: |
التهابی |
(a. s.) : iltihapla ilgili. |
iltihâf |
: |
التحاف |
(a. i.) : yanma, parlama. |
iltihâf |
: |
التحاف |
(a. i. lihaf'dan.) : yorgan, çarşaf gibi şeylere bürünme. |
iltihâk |
: |
التحاق |
(a. i. lahak'dan.) : katılma, karışma. |
iltihâm |
: |
التحام |
(a. i.) : yaranın, iyi leşerek ağzı kapanması. |
iltihâs |
: |
التهاث |
(a. i.) : açlıktan veyı susuzluktan dolayı soluma. |
iltihât |
: |
التحاط |
(a. i.) : kızma, öfke lenme. |
iltika' |
: |
التقاء |
("ka" uzun okunur, a. ilika'dan.) : rastgelme, kavuşma, karşılaşma, buluş ma. |
iltika' |
: |
التقاع |
("ka" uzun okunura. i.) : rengi değişme, benzi atma. |
iltikam |
: |
التقام |
("ka" uzun okunur a. i. lokma'dan.) : lokma etme, yutma, yutulma |
iltikat |
: |
التقاط |
("ka" uzun okunur, a. ilakt'den. c. : iltikatât) : 1) yere düşmüş bir şeyi kaldırıp alma. 2) devşirme, devşirilme, top lama. 3) türlü kitaplara başvurarak bilgi toplama |
iltimâ |
: |
التما |
(a. i.) : 1) renk değiştirme. 2) sararma, solma. |
iltimâ' |
: |
التماع |
(a. i. lem'den. c. : îltimâât) : lem'alanma, parıldama. |
iltimâ-i kevâkib |
: |
|
yıldızların parıldaması. |
iltimâh |
: |
الماح |
(a. i. lemh'den.) : bir şeye şaşkın şaşkın bakma. |
iltimâm |
: |
التمام |
(a. i.) : ziyaret etme [birini] |
iltimas |
: |
الماس |
(a. i. lems'den. c. : iltimâsat) : 1) kayırma. 2) arka, kayırıcı. 3) yapılmasını isteme, [asıl mânâsı : "tutunma, tutma" dır] |
iltimâs-gerde |
: |
الماس گرده |
(a. f. b. s.) : iltimas edilen, kayırılan. |
iltimâs-nâme |
: |
التماسنامه |
(a. f. b. s.) : iltimas, kayırma mektubu. |
iltisak |
: |
التصاق |
(a. i. lüsûk'dan.) : 1) bitişme, kavuşma, yapışma, birleşme. 2) biy. iki organın birbirine yapışması. |
iliisâk-ı ecfân |
: |
|
hek. ağrıdan dolayı, göz kapaklarının birbirine bitişmesi. |
iltisâk-ı hadeka |
: |
|
hek. göz karasının, geçici bir iltihap neticesi olarak tabaka-i karniyye ile birleşmesi. |
iltisâk-ı em'â |
: |
|
hek. hastalıktan dolayı bağırsakların birbirine yapışması. |
iltisâk-ı esâbi' |
: |
|
hek. parmakların, hastalık netîcesinde anormal, olarak, birbirine bitişmesi. |
iltisâk-ı mafsal-ı nakıs |
: |
|
hek. mafsal hareketinin kısmen inkıtaa uğraması. |
iltisâk-ı mafsal-ı tâmm |
: |
|
hek. mafsal hareketinin, tamâmiyle inkıtaa uğraması. |
iltisâkî |
: |
التصاقی |
(a. s.) : 1) iltisakla ilgili. 2) leng. bitişken, fr. agglutinant. meselâ : gözlerinden. . gibi. |
iltisâm |
: |
التثام |
(a. i.) : 1) öpme. 2) örtünme. |
iltisâm-ı nisvân |
: |
|
kadınların örtünmesi. |
iltitâm |
: |
التطام |
(a. i.) : dalgalanma, (bkz. : telâtum, temevvüc). |
iltivâ' |
: |
التواء |
(a. i.) : 1) sarılma. 2) sarılıp dolaşma. 3) büklüm büklüm olma. 4) dalgalanma. 5) eğri durma. 6) fiz. burulma, bükülme. 7) jeol. kıvrılma; esneme. |
İltivâ-yî em'â |
: |
|
hek. bağırsağın kendi üzerine helezönî olarak kıvrılması. |
iltivâ-yi rahm |
: |
|
hek. doğum sırasında rahmin bükülmesi. |
iltivâ-yi serâyîn |
: |
|
hek. kırmızı kan damarlarının (* atardamar) birbirine dolaşması, bükülmesi. |
iltiyâ' |
: |
التياع |
(a. i.) : iç heyecanlanması, alevlenmesi. |
iltiyâh |
: |
التياح |
(a. i.) : 1) susama. 2) Güneşten yanma [vücut] . 3) şimşek çakma. 4) yıldızın pırıltısı. |
iltiyâk |
: |
التياق |
(a. i.) : sıkı fıkı dost olma. |
iltiyâm |
: |
التيام |
(a. i.) : yara kapanma, onulma, (bkz. : indinnâl). |
iltiyâm-nâ-pezîr |
: |
التيام نا پذير |
(a. f. b. s.) : yara iyi olamaz, kapanamaz, onulmaz. Cerîha-i il- tiyâm-nâ-pezîr : onulmaz yara. |
iltiyâm-pezîr |
: |
التيامپذير |
(a. f. b. s.) : yara iyi olabilir, kapanabilir, onulur. |
iltizâk |
: |
التزاق |
(a. i.) : yapışma, bulaşma. |
iltizâk-ı esâbi' |
: |
|
parmakların yapışması. |
iltizâm |
: |
التزام |
(a. i. lüzûm'dan) : 1) kendi için lüzumlu sayma. 2) birinin tarafını tutma. 3) îcâbettirme, gerektirme. 4) [eskiden a'şar resmi gibil devlet gelirlerinden birinin toplanması işini üzerine alma. |
iltizâm-ı mâ-lâ yelzem |
: |
|
bîhude, boşuna çalışma, lüzumsuz şeyle uğraşma. |
iltizâmen |
: |
التزاما |
(a. zf.) : iltizam voliyle. |
iltizâmı, iltizâmiyye |
: |
التزامی ، التراميه |
(a. s.) : 1) iltizamla ilgili. 2) bilerek, istiyerek yapılma. |
iltizâz |
: |
التذاذ |
(a. i. lezzet'den.) : lezzet bulma. |
ilvinân |
: |
الونان |
(a. i.) : renklenme, (bkz. : televvün). |
ilye |
: |
اليه |
(a. i.) : kıç, sağrı; but. |
ilyetân |
: |
|
(a. i. c.) : (bkz. : ilyeteyn). |
ilyeteyn |
: |
|
(a. i. c.) : sağ ve sol butlar, kaba etler, (bkz. : ilyetân). |
ilyevî |
: |
اليتين |
(a. s.) : üye ile ilgili. |
ilzâk |
: |
الزاق |
(a. i.) : yapıştırma, yapıştırılma, (bkz. : iktân, ilbâd1). |
ilzam |
: |
الزام |
(a. i. c. : ilzâmât) : 1) cevap veremez hâle getirme, susturma. 2) (bkz. : iltizâm 4). |
ilzâmiyyât |
: |
الزاميات |
(a. i. c.) : bir kimseyi, susturmak, cevap veremez hâle getirmek için söylenen sözler. |